Avrupa'da bilmem kaç yılın en soğuk ve karlı kışı yaşanırken, eşim bana bir doğum günü sürprizi yaptı. Topladık pılımızı (ve de pırtımızı), yağarken dışarıda lapa lapa kar, kaçtık biz Filipinler'e..! Sürpriz adı üzerinde, hazırlıksız yakalanılan bir durum. Sırt çantama tropikler için uygun üç beş kıyafet, bir şemsiye, iki mayo, bir deniz gözlüğü, bir terlik, bol bol da kitap tıkıştırdım. Hazırım!
Ben dünden hazırım da.. Filipinler 7107 adadan oluşuyor. Bu adaların 4'ü gelgit süresince arada belirip arada kayboluyor. Biz hangisine gideceğiz? Nerede kalacağız? Ne yiyeceğiz? Filipinler hakkındaki bilgilerim "orada bir adalar gurubu var, cennet gibi" ile "muzun çorbadan ana yemeğine, salatadan tatlısına her şeklini yiyorlarmış" dan öteye geçemedi, yıllardır. Tamam internetten iki günlük bir araştırma yaptım, bir rehber kitap edindim, seyahat bloglarından üç beş gizli cennetin adını belledim ama böyle tamtakır kuru bakır gidilir mi yahu? Gidilir! Bilmeniz gereken tek şey; Filipinliler çok misafirperver, çok iyi niyetli, çok yardımsever ve (belki de henüz fazla turist görmedikleri için) aşırı dürüstler. Memleketleri cennetten kopmuş bir parça, onlar da bunun farkındalar ve gurur duyuyorlar.
Kısıtlı zamanda yaptığım araştırmaya göre, ülke tarihi milattan 50.000 sene öncesine dek uzanıyor. Ama bilinen tarih Portekizli kaşif Macellan ile 1521'de başlıyor (aslına bakarsanız Macellan burada günümüz tabiriyle yerlilere "demokrasi getirirken" ölüyor ve yerliler kendisini son derece demokratik bir şekilde parçalara ayırıp, afiyetle mideye indiriyorlar). İlerleyen dönemde, Filipinler 1821'e dek İspanyol yönetiminde kalıyor ve uzun mücadeleler sonucunda 1898'de bağımsızlığına kavuşuyor. Bu tarihten sonra da bir çok ülkenin direkt ve dolaylı sömürgeciliğine maruz kalan ülkede, özellikle İspanyol, Çin ve Amerikan etkisi hala yoğun şekilde hissediliyor. Filipinler 1987 yılında tam anlamıyla özgürlüğüne kavuşuyor, yurtta ve cihanda sulh ilan ediyor. O günden bu güne, Mindanao bölgesinde süregiden Moro Terör sorunları, deprem, tsunami, kasırgalar ve volkan patlamaları ülkenin dertleri; dünyanın en büyük yeraltı ırmağı, koca gözlü Tarsier primatı, yağmur ormanları ve volkanik coğrafyanın renklendirdiği muhteşem doğa ise ülkenin gurur kaynakları. Göreceli olarak turizme henüz açılmamış olması, yerel dokunun korunması ve renkli kültürü bizim gibi sırt çantalı, özgür turistleri çeken en büyük güzellikleri.
Filipinler'e gitmeye karar verdiğiniz anda, en büyük (ve tek) derdiniz 7107 adanın hangisine gideceğinize karar vermek. Zamanınız bolsa, aylarca ve yıllarca usanmadan gezebileceğiniz güzellikler sunuyor Filipinler. Bunların en başında, bembeyaz ve muhteşem mercan kumsalları ile Boracay geliyor. Bu cennet parçasında, bolca turistik aktivite, barlar, alışveriş imkanı bulabiliyorsunuz. Ama bizim için fazla turistik.. Bir diğer alternatif, Cebu adası. Ülkenin tam ortasında olduğu için, çevre adalara kolay ulaşımı ile Bohol'daki Çikolata Tepeleri'ni görme, Dumageute'deki muazzam mercan resif dalışlarını deneyimleme, bir iki volkana tırmanma imkanı sunuyor. Bu bölgeye gidecekseniz Apo adasına mutlaka uğramanızı öneririm. Bizim için yine fazla turistik - fazla tepilmiş - bir bölgeydi, o nedenle oraya da gitmedik.
Bizim bu seyahatten beklentimiz; deniz, dalış, güneş, kumsal, kitap, sakinlik, yalnızlık, huzur ve romantizm gibi kriterler olduğu için; en nihayetinde karar kıldığımız ve gittiğimiz ana ada ve çevresini süsleyen yüzlerce ada "Palawan" oldu. Palawan; ülkenin görece daha az gelişmiş, lüksü olmayan, dolayısıyla daha az turist çeken, daha doğal kalabilmiş bir bölgesi. Turizme açık alanları; dünyanın en uzun yeraltı nehri olan Puerto Princesa Yeraltı Nehri ile denizin ortasından şaşırtıcı şekilde fırlamış ve üzeri yağmur ormanlarıyla kaplı kayalıklardan oluşan Bacuit Körfezi. Bir de gizli adacıklar, karadan ulaşımı olmayan el değmemiş koylar, sizi Robinson ile Cuma'ya bağlayacak sürreal ortamlar.. Tabii ki turkuazın binlerce tonu olduğunu şaşırarak öğreneceksiniz, tabii ki kum taneciklerinin beyaz pürüzsüzlüğüne hayran kalacaksınız, tabii ki dalışta ille birkaç sakin kaplumbağa, şaşkın vatoz ve utangaç köpek balığı ile karşılaşacaksınız.
Cennet Palawan'da, bizim ilk seçimimiz cennetin tam merkezi olan Albaguen adası oldu. Ada cennet ama önceden söylemeliyim, cennete ulaşım hiç kolay değil. 19 saatlik uçak yolculuğunu saymayalım hadi.. İlk aşamada, Başkent Manila'dan Palawan'ın başkenti Puerto Princesa'ya 50 dakikalık oldukça maceralı bir iç hat uçuşu yapıyorsunuz. Uçaklar pervaneli ufak uçak olduğu için, denge önemli bir mevzu. Dolayısıyla bagajınızı ve sizi tartıyor, kilonuza göre bir koltuğa oturtuyor ve artık ömür billah yerinizden kıpırdatmıyorlar. Ayrıca uçakta akıllara ziyan bir "inflight entertainment system" (uçak içi eğlence sistemi) kurulmuş durumda. Buna göre hostes ablamız uçak kalkmadan duvara bir hediye paketi asıyor, size de bir karaoke mikrofonu uzatıyor, Celine Dion'un içli şarkılarını en güftekar şekilde söyleyebilene uçuş sonunda bu hediye paketi veriliyor. Asyalılara karşı şansınız yok tabii ki, ama izlemek keyifli. Bizim hediye paketinden balık sosu çıktı bu arada.. Puerto Princesa'ya böyle eğlenceli bir şekilde vardıktan sonra, bir gece dinleniyor, ertesi sabah erkenden otobüs terminaline gidiyorsunuz. Otobüs dediysem, aslında bildiğimiz kamyonun boyalı ve süslü hali olan Jeepney demek istedim. Efil efil 7 saatlik bir yolculuk yapıyorsunuz. İsterseniz - ya da terminale geç gelirseniz - otobüsün üstünde, bagajlarla da seyahat edebilirsiniz. Bu durumda bol güneş kremi sürmenizi tavsiye ederim. Aslında Puerto Princesa ile Port Barton arası normalde 5 saat, fakat 50cm çamur yolda - çoktan seçmeli olarak - lastik patladığı ya da aks kırıldığı için, yol rahatlıkla 7-8 saate çıkıyor. Akşamın kızıllığı ile Port Barton'a varıyorsunuz ama henüz "ıssız ada"nıza varamıyorsunuz.
Albaguen'de sadece bir konaklama seçeneği var; Blue Cove. Toplamda 5 bungalow odası olan bu tesis, lüksten tamamen uzak. Sıcak suyunuz, elektriğiniz yok ama istediğiniz anda içebileceğiniz hindistan cevizleriyle dolu palmiyeler, turkuaz bir deniz, bembeyaz kumlar, sakin hamaklar ve geceleri kapkaranlık odanızın içinde uçuşan ateş böcekleri (!) var. Akşam yiyeceğiniz balık öğlen yakalanıyor, yemekten sonra tesis görevlisi etrafı temizleyip, teknesine binip evine gidiyor. Gece boyu adada bir siz varsınız! Bir de ormanın sesleri, denizin sesleri.. Üç gece kaldık. Ayrılmak istemedik. Ama 7107 ada diyorum, sadece birini mi görelim yani?!?
Ertesi sabah, tekneyle yarım saat uzaktaki doğal park alanına geçtik. Orası ayrı bir cennet, daha bir cennet. Turkuazı daha bir turkuaz, kumu daha bir beyaz. Tanrım! Adı da boşyere Secret Paradise (gizli cennet) değil! Sahibi Michael, 7 sene önce İngiltere'den gelmiş. Bizi "cennete hoşgeldiniz!" diyerek karşıladı. Bu sefer biraz daha lüksümüz var, akşam 6-9 arası elektrik var mesela.. Bungalow daha büyük mesela.. Yine aynı rutin günler; deniz - kitap - deniz - kitap - uyku - yemek - bol bol dalış.. Bir de kum sinekleri. Offf.. Söyleyecek birşey bulamıyorum. Alerjim var; kızardım, kabardım. Saydık, 247 tane sinek ısırığı var üzerimde! Birkaç gün idare ettik sonra kaçtık cennetten.
Yine tekneyle, deniz üzerinden El Nido'ya. O gün şansımıza yağmurlu bir gündü, deniz kuduruktu. Yol 7 saat sürdü, manzara muhteşemdi. Arada deniz kaplumbağalarıyla selamlaştık. Vardığımızda benim kaşlarım bile tuzdan bembeyaz olmuştu, denizin üzerinde değil içinde seyahat etmişiz. El Nido Palawan'ın turizm merkezi. Küçük bir kent olmasına rağmen canlı ve kalabalık. Turistlerin çoğunluğu bizim gibi sırt çantalı. Bir kısım gelmiş, gidememiş, kalmış, yerel dükkanlarda ya da bar ve cafelerde çalışıyor. Fransız'ın yeri var mesela; kendi romunu yapıyor, her çeşit meyveden. Elmalısını denedim, muhteşemdi. Alman'ın restoranı var, taze ton balığından ev yapımı mısır ekmeği arasında sandöviçi meşhur. Öylesini yemedim. Kaldığımız pansiyon "Entalula" çok rahattı. Denizin 5 metre ilerisinde japon tarzı bungalowlar. Kahvaltı her gün başka şekillerde geldi, hoşuma gitti. El Nido'nun en önemli turistik bölgesi Bacuit Körfezi'ndeki adalar. Buraya günlük tekne turları düzenleniyor. Biz birkaç gündür beraber seyahat ettiğimiz bir çiftle özel tur aldık otelin teknesi ile. İki gün üstüste, muhteşemdi. Rehber Francis'i isteyin, bu işin üstadı odur. Masmavi koylar, gizli kumsallar, terk edilmiş bir manastır. Francis işini biliyor; tüm turların aksi yönünde seyahat ettik, böylece nereye gitsek sadece biz vardık, başka kimsecikler yoktu. Öğle yemeği ayrı bir hikaye tabii. Francis'in annesi pilav yapmış, babası balık hazırlamış, kendi de kumsala sofrayı kurdu, balıkları ızgara etti. Bir de mango salatası yaptı. Mis! Tabii ki isteyene buz gibi San Miguel birası da var. Turlar sabah 9'dan akşam 4'e kadar sürüyor. Denize doyuruyor (en azından bir süre tabii).
El Nido'dan geri Puerto Princesa'ya döndük Jeepney ile 7 saatte. Puerto'da mutlaka denemeniz gereken "Kailui" restoranıdır. Tipik Bali evlerini anımsatan bu hoş restoranta rezervasyonsuz gitmeyin. Yer yoksa, deniz kenarında "Badjao Seafront" restorantına gidebilirsiniz, mekan biraz sapa. Dönüşte triportör (motorsiklet kırması taksi diyelim) bulmak zor olduğundan, gidişte ayarlayın. Puerto'dan başkent Manila'ya yine aynı muhteşem kanatlı pırpır karaoke makinası ile uçtuk ve konduk. O gün son gün ve - bak şu tesadüfe - benim doğum günüm olduğu için, efsanevi bir "Tequila in Manila" deneyimi yaşayalım dedik. Manila; İstanbul kadar büyük bir kent ama varoşları çok geniş. Sokaklar lady-boy'larla dolu. Sevimsiz ve tuhaf bir kent. Kentin turistik bölgesi Ermita ve Malate bölgeleri. Burada bir çok otel, restorant ve bar var. Bizim tercihimiz Çinlilerle tıka basa dolu bir Çin lokantasında çeşit çeşit dimsum yemek ve sonra da Manila'da birkaç tek Tekila içmek oldu. Sonra da kafa beş bin uçağa bindik, 26 saat sonra evimizdeydik. Saat farkı 7 olduğu için, devrildik yattık..
Filipinler'in 4 / 7107'sini görebildim ama görebildiğim kadarı ile: CENNET ORASIDIR.
Ceren Musaağaoğlu - Mart, 2012.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder