Aslında sürpriz oldu; TAP Portekiz Havayolları’ndan bulduğumuz biletler gerçekten çok ucuzdu. Seyahati de bu sefer tamamen eşim planlayınca, bana öğleden sonra klinikten çıkıp, 3 saatte bavulları hazırlayıp, aynı gece uçağa binmek düştü. Hayatımın en sorumsuz, en plansız ve en laid-back seyahatiydi :)
14 saatlik uçak yolculuğu sonrası Sao Paulo’ya varınca, kendimize gelmek için havaalanının yakınındaki Marriott’ta bir gece kaldık, ertesi sabah erkenden (Türkiye ile saat farkı -6, Almanya ile de yaz saati nedeniyle -5 olunca, hakikaten erkenden) yeniden havalanına gidip, kiraladığımız arabamıza kavuştuk. Eşim aceleden ehliyetini Almanya’da unuttuğunu fark edince, bir başka hoş sürpriz de benim direksiyona geçmek zorunda kalmam oldu. Sao Paulo dünyanın 4. büyük kenti olduğu için, İstanbul’la karşılaştırıp biraz çekindim ama alakası yokmuş. İnsanlar çok saygılı, trafik kurallarına herkes uyuyor.
ilk ama son olmayan caipirinha :))
kaldığımız yerlerden biri ve
Brezilya'nın meyve ve pasta ağırlıklı kahvaltısı
Kiralık arabamıza atladığımız gibi, kendimizi dağlara, ormanlara vurduk. İlk durağımız İtatiaia kasabası oldu, sonra Rio de Janeiro’da 3 gün, ardından tropik bir ada olan Ilha Grande’de 5 gün, yine bir sahil kasabası olup, sömürge dönemi mimarisiyle ve taş yollarıyla ünlü Paraty’de de 3 gün kalıp, yeniden Sao Paulo’ya döndük. Bu “elips şeklindeki” rotayı, 15 gün için aşırı öneririm, Brezilya’ya ilk defa geldiyseniz, “herşeyden biraz” var: ormanlar, okyanus, gastronomi, kültür sanat, gündelik yaşam deneyimi ve elbette graffiti:
Türk insanı tipi nedeniyle Brezilyalıya çok benziyor gerçekten ve sokaklarda herkes benimle Portekizce konuşmaya çalışınca, ikinci gün ben dili çat pat çözmeye ve bizimkilere tercümanlık yapmaya başladım! Bizimkiler şok oldu, itiraf edeyim ben de şaşırdım ama yahu anlıyorum ben bu dili! Beden dillerimiz çok uyumlu belki biraz ondan, ama bence 3-5 hafta kalsam ben bildiğin Portekizce konuşmaya başlayacaktım :)) çok komik ve şaşırtıcı bir durum değil mi?!
En çok nereyi sevdin dersen; ada dışında benim en çok hoşuma giden, Paraty ve ormanların içinden geçtiğimiz maceralı SP dönüş yoluydu. Direksiyonda baya ter döktüm ve eşim “işte şimdi Bolivya’daki Kuzey Yungas Yolu’na hazırsın” diye dalga geçti durdu ama itiraf edeyim, seyahatin ennn keyifli 4 saatiydi. Hele karşımıza çıkan sürpriz şelaleler, yolda karşıdan karşıya geçen piton yılanının zarif süzülüşü ve mola için durduğumuz su başındaki örümcek efsaneydi.
Brezilya sadece doğasıyla değil, kültürel çeşitliliği (Japonundan Finlandiyalı komününe, en koyu siyah tenden en açık beyaz tene) ve hiçbir ülkede görmediğim kadar derin hoşgörülülüğüyle de beni çok etkiledi. Ne olursan ol, Brezilya’da “kabulümsün”.. Bayıldım ben bu kültüre! İnsanı sıcak ama mesafeli, asla yanına gelip konuşmuyor, birşeyler satmaya çalışmıyor, hatta seni pek umursamıyor ama birşey sorduğunda nazik ve yardımsever. Ha tabii 2 hafta boyunca İngilizce konuşan belki ancak 4 kişiye denk geldik ama google translate denen bi’şey var yahu, artık dil seyahat için sorun değil..
Ama para sorun. Brezilya pahalı bir ülke. Günlük harcamanız bir Avrupa ülkesi seyahatiyle aynı (merak eden olursa ayrıntılı yorumda anlatabilirim) fakat asıl sorun: kağıt para geçmiyor ülkede! Aynen İskandinavya gibi Brezilya da özellikle Corona sonrası (ve tabii şehirlerdeki güvenlik sorunu ciddi düzeyde olduğu için) parayı kaldırmış. Biz genelde Apple Pay ve kredi kartı kullandık ama oteller, uçak bileti ve günlük harcamalar kredi kartı limitimizi iki defa arttırmak için Almanya’daki bankaya telefon etmemize neden oldu. Brezilya seyyahları bu konuda dikkatli olmalı.
ya da kumsal alışverişi :))
ihtiyacın olan her şey: bikini, şapka, caipirinha
copacabana bomboşken :)
almanlar bu havada ve dev dalgalara rağmen tabii ki yüzer!
Yeme içme eh işte; genelde kızarmış ya da ızgara balık yanında pirinç pilavı, patates kızartma, salata heryerde klasik ve en ucuz menü (fiyatlar Avrupa'yla yarışıyordu). Yöresel ve mutlaka denenmeli diyeceğim yemeklerse; Frijoles negros yani kara fasülye, pao de queijo (peynirli puf poğaça), coxinha (içi tavuklu bizim güneydoğu mutfağındaki içli köfte gibi kızartma işler), içi peynirli ya da kıymalı aynen bizdeki çiğ börek tadındaki pastel ve tatlı olarak da Açai (bizdeki pepeçura ama üstüne kinoa ve meyveler ekliyorlar, muhteşem bir şey). İçecek tabii ki Caipirinha (limonlu olan klasik, kiwilisinden daha iyi) ve çocuklar için bir tür kirazlı gazoz olan Guarana.
ve tabii hindistancevizi sütü
biberler ve baharatlar
ilk defa gördüğüm annona meyvesi (muhteşem bir tadı vardı)
brezilyalı arkadaşıma sorunca bilemedi,
resmini gösterince aaa fruta do conde, bu meyvenin bin farklı ismi var dedi :))
sonunda kendime benzeyen deli bi meyve buldum!
pazardan tazecik balıklar
yine caipirinha, hep caipirinha.
Mutlaka yapın diyeceğim şeyler;
1). Sao Paulo’da merkezdeki sanat müzelerine ve Japon komünü’ne (Liberdade) gidin ve tepeleme sushi yiyin, incik pincik Japon ıvırzıvırı satın alın. Kolyelik, yüzüklük ve küpelik pahalı ve doğal ham taşlar da bölgede çok ucuz. İlgilisine.
2). Rio'da efsane sarı tramvaya binin, en tepeye dek tırmanın ve tüm şehre, fakir mahallelere (favela) ve artizan mahallelere yukarıdan bir göz atın. Favela'lar gezmek için asla güvenli değil aklınızda bulunsun.
3). Paraty bence fazla turistik ama bir gece pazarları ve artizan el işlerini görmeden geçmeyin. Şehrin dışında kumsallara kurulu ufak ve sevimli restaurantlarda hindistan cevizi soslu balık yemeklerini yiyin.
4). Ilha Grande’de mutlaka trekking yollarını yürüyün (sivrisinekler çok minik, çok sessiz, çok azılı ve gündüz vakti ısırıyorlar dikkat, Dang ateşi (aşısı yok) ve Sarı Humma (mutlaka seyahat öncesi aşı olun) çok yaygın!) ufak kumsallar keşfedin. Yanınıza kitap, piknik ve bol su alın, tüm gün deniz keyfi yapın (hava bulutlu bile olsa 50+ faktör kremi unutmayın, istakoza dönmeyin).
mutlaka yapın: anneyi şezlongu ve kitabıyla birlikte kuma gömme :)
Asla yapmayın diyeceğim şeyler;
1). Brezilya aşırı Body Positive bir kültür. Çok tombik, 9 aylık hamile ya da aşırı yaşlı kadınlar bile Brasilian denen tanga türü bikiniler giyiyor :) Totolar fazlasıyla özgür ve asla bakan, rahatsız eden kimse yok (ben klasik bir bikiniyle haşema giymiş gibi oldum diyeyim, anlayın) ama bikini üstü çıkararak güneşlenmek kesinlikle tabu, aklınızda olsun.
2). Rio ve Sao Paulo’da gece çıkacaksanız, suç oranının ciddi yüksek olduğunu bilin, yanınıza değerli eşya ve para (tanıdığımız bir çift uyararak bize yüzüklerimizi bile çıkarttırdılar) almayın. Gece taksiyle gidip gelin, yürümeyin. Karnaval zamanı bu kentler çocukla imkansız, aklınızda olsun.
3). Rio’da ünlü ipanema ya da copacabana kumsallarına gideceğinize - gidin tabii çünkü insan kaç defa bu kumsallara gelme şansı bulur ve hakikaten “manzara” şahane :)) ama bence daha küçük ve pırlanta gibi kumsallar olan Prainha ve Leme’ye gidin.
4). Sao Paulo'dan havaalanına gitmek, yoğun trafikte 2,5 saat sürebiliyor, son dakikaya bırakmayın (bizim gibi).
Sao Paulo'ya akşam inerken / Bizim de kaldığımız, mimarisiyle ünlü Copan Binası
sao paulo yaşamı :)
Mevsim seçimimiz (Nisan başı) çok iyiydi. Sonbahar yeni başlamıştı ama derece 24-32 arasında seyretti, çoğu gün hafif bulutluydu (ki güneşli olunca rutubet nedeniyle 30 derece dayanılmaz olabiliyor) ve bazı günler şakır şakır yağmur yağdı. Yüksekler serin, deniz kenarı sıcak, denizse hafif serindi. Her yer çiçek doluydu ama sapsarı mimozaları görmek - hem de bu mevsimde - beni çok şaşırttı. Acaba bu mevsimde bir daha mı açıyor bu kıtada?!
otelde duvara asılmış günlük turlar,
maviden turkuaza seç beğen al :)
Dönüş yolu hakikaten yorucu ve maceralı oldu, çünkü 22 saat sürdü. Önce SP'da 2,5 saat trafikte kalıp uçağı kaçırdık sanarken, anlaşıldı ki pilotlar da aynı trafikte kalmışlar, rötar yedik. Tabii bize göre hava hoş, nasılsa Lizbon'da 3 saat bekleme var. Rötarlı varmamız daha bile iyi. Ama 14 saat sonra inince bir de Lizbon'da rötarı yiyince, "haydiiiii... bari çocuklar yeni bir ülke görmüş olsun" diye - fazla gezenler bilir bu hissi :)) havaalanından çıktık, metroyla merkeze gittik, mükellef bir öğle yemeği ve şarap keyfi yaptık, sonra ağırdan ala ala, sallana sallana havaalanına döndük. Bir de baktık ki rötar kalkmış! Uçak zamanında gözüküyor ve havaalanından çıkış yaptığımız için de boarding pass'lerimizin yeniden işleme tabii tutulması gerekiyormuş. İşlemleri hallettik, koştura koştura kapıya ulaşmaya çalışırken bir de baktık ki, uçak yeniden rötar gösteriyor :)) Neyse 22 saatin sonunda eve vardık ama ne varmak.. Bir defasında Avustralya'dan eve gelmem tam 42 saat sürdüğü için, Lizbon'daki yemek sırasında "bana komaaaz" surat ifadem:
Bir de, bu iki oldu; Lizbon'a gidip de Pessoa'nın evini göremeden geldik yine. Neyse ki bu sefer havaalanı metrosunun duvarındaki graffitisiyle poz verebildim :))
Şu anda evde herkes jetlagten muzdarip ve zencefilli çaylarımızı içerken, birbirimize bıçakla saldırmaya hazır bir ruh halindeyiz :)) ama değer miydi, valla değerdi! Yine gelir miyim, gelirim ama öncesinde görmek istediğim çok ülke var, belki artık anca yaşlılığımda bir daha gelirim.... Amin bin.