23 Aralık 2025 Salı

Aralık Raporu

Aralık boyunca bir Ara'lık vermek ve eylemlemek yerine gözlemlemek, susmak ve dinlemek bana iyi geldi. Şimdi biraz daha iyi hissediyorum, çünkü geçen ay da bahsettiğim gibi "belirsiz" olan bir çok konu üzerindeki sisler biraz da olsa dağıldı, "rota yeniden oluşturuldu" ve bebek adımlarıyla da olsa, yürümeye başlanıldı.

Önümde çok uzun bir yol var ama en azından yol üzerinde birkaç aydınlatma lambası buldum ve yol ana hatlarıyla gözükmeye başladı, bu tabii beni rahatlattı. İdealist, sert ve Lenin'vari bir "Ne yapılmalı?" yerine, ondan daha gerçekçi ve daha hümanist bir "Ben ne yapabilirim?" üzerinde çalışmam gerektiğini anladım.. 

2025 ağacımız

Aylardır hatta yıllardır "Türkiye'de ya da başka bir ülkede olsam bu durum farklı gelişir miydi?" sorusunu çok fazla sordum kendime, kendimi suçladığım, içinden çıkamadığım çok fazla ayrıntı var elbette ama bir şekilde hayat beni üstelik 30 yaşımda Almanya'ya fırlattıysa ve şu an bunu değiştiremiyorsam, yani "Ne yapmalı?" sorusundan ziyade, "ben içinde bulunduğum koşul ve durumlar dahilinde ne yapabilirim?"in cevabı açık: sisteme uymak. Sistem bana göre son derece sert, köşeli bir sistem (tüm Alman sistemleri gibi) ve eminim Akdeniz'in "bişi olmaz ağğğğbi"ci sisteminin yanında, insana gerçekten stres yükleyen, kendini yalnız ve kaybolmuş hissettiren bir sistem. Ama içinde bulunduğum, bir parçası olduğum sistem bu ve ben de bu sisteme güvenmek zorundayım. İçgüdülerim "koşarak kaç" dese bile, yaşam koşullarım "sistemin içinde kal" dışında bir seçenek bırakmıyor bana.... 

Kendimle ilgili konularda bu daha kolay elbette. Örneğin perimenopoz sürecinde "doğala özdeş hormon terapisi" dendi, biraz araştırdım, aklıma yattı, haftasonu başladım (sonuçlarını görmeye başlar başlamaz yazacağım bu konuda). Ama konu kendim değil de çocuğum olunca, daha güvensizim.. 

2025 noel mumumuz

Oğlumun yaklaşık 6 aydır okulda sorunları var. Genel olarak başarılı bir öğrenciyken, özellikle matematik, mekanik, teknolojik, görsel iletişim ve sanatsal alanlarda yaşıtlarından ilerideyken, sözel iletişimde yaşıtlarının oldukça gerisinde. İşin tuhaf tarafı, okuması akıcı ve hızlı olsa da, okuduğundan hiçbir şey anlamıyor ve geri anlatma / soru cevaplama konusunda çok büyük sıkıntıları var ve kendisi de bunun gayet farkında olduğu için, okul açılalıberi çok mutsuz, çok stresli ve son birkaç aydır göz kırpıştırma, tırnak yeme, boğaz temizleme, boynunu sağa sola çevirme gibi bir sürü "tik" edindi. Neşeli, şakacı, rahat ve yaramaz oğlum gitti, onun yerine stresli, huzursuz, kaygılı bir çocuk geldi.... Ve bu beni çok üzüyor, korkutuyor..

L., bebekliğinden beri sessiz, ketum bir çocuk ve maalesef evde 3 dil olduğu için (her ne kadar bunun alakası olmadığını söylese de uzmanlar, ben çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum ve çok ama çok pişmanım bu konuda, çünkü kızımda sorun yaşamadık diye, oğlumda da yaşamayız sanmıştım) konuşma becerisi hep yaşıtlarından geriydi ama biz bunu hep "normal, oğlan çocukları böyledir, çok dilli çocuklar böyledir" falan diye gözardı ettik. Fakat yukarıda saydığım sorunlar ortaya çıkınca, önce doktoru ve okul psikoloğuyla konuştum, sonra onların da önerisiyle, özel bir psikiyatrik merkeze başvurdum. 

Meğerse çocuğun sözel işleme bozukluğu (beynin iletişim bölgesinde nörolojik bir sorun nedeniyle, okuduğu bilgiyi gerekli şekilde işleyemiyor ve özellikle de geri iletişimde, sözel olarak geri getirmede sorun yaşıyor) varmış. 

Tanı süreci 4 aya yakın sürdü çünkü çocuk tipik bir vaka değil, uzmanların da aklı karıştı. Çocuğun zekasının normalin üstünde olduğu anlaşılınca, sorunlarını kendi yeteneğiyle kapatmayı öğrendiği, bu zamana dek bu nedenle, bizim de öğretmenlerin de durumun farkına varmadığı, fakat bundan sonra mutlaka ciddi destek alması gerektiği gündeme geldi. Yani hem okulda, hem de okul dışında destek terapilerle özel bir eğitim görmesi gerekecek. Bunun bir kısmını devlet karşılıyor ama büyük kısmını bizim özel olarak karşılamamız gerekiyor..

Önümüzdeki yol şu: İlkokulu normal okulunda bitirdikten sonra yapılacak yeni bir durum tespiti ile eğer sözel becerileri yaşıtlarını yakaladıysa, üstün zekalılara özel olan bir okula gidecek (ki ben bunu asla istemiyorum, anlatacağım nedenini), ya da sözel becerileri hala yaşıtlarının gerisindeyse, işitme engelliler okuluna gidecek (ki bence bu da çok yanlış bir seçenek çünkü çocuktaki sorun kulakla ilgili değil..). Ya da üçüncü bir seçenek olarak (ben bunu destekliyorum), daha kolay bir okul sistemi sunan Montessori sistemi kullanan bir liseye ya da Realschule'ye gidecek. Yani, 1,5 sene sonra, yeniden bir tanı ve yeniden bir "rota yeniden oluşturuluyor" süreci..... Ama açık söyleyeyim, şu an hakikaten şu önümdeki 1,5 senenin sonrasını düşünmek istemiyorum, gücüm yok. Bebek adımlarıyla.. Tek hedefim; çocuğumun psikolojik anlamda zorlanmadan, çocukluğunu doya doya yaşayarak ilkokulunu bitirmesi şu an. Bir sonraki adımı, bir sonraki adımda düşünürüz.....

Ayrıca önceki sene yaşadığı sağlık sorunlarından sonra, sağlık olsun da, gerisi boş gibi geliyor bana. Tamam eğitim de önemli ama çok da değil açık söyleyeyim… Sağlıklı ve mutlu olsun, yeter….

L.'ın ağacı :)

Neden üstün zekalılar eğitimine karşıyım açıklayayım hemen. Bir defa Türkiye gibi elini sallasan üstün zekalı çocuğa çarptığı sistemleri es geçiyorum çünkü bu kadar üstün zekalı çocuk varken ülkenin bu durumda olmasını aklım mantığım almıyor. Fakat dünya geneline bakınca şunu görüyorum; "üstün zeka" diye damgalanan çocuklara verilen eğitimlerin hiçbiri bu çocukların uyum sorununu çözmüyor, aksine çocuğu anlamsızca "mükemmel"e zorlayan, ailelerin de bir tür saçma sapan kibire kapılıp, çocuğun psikolojik ve sosyal sorunlarını, ciddi davranış problemlerini "o üstün de, ondan farklı" diyerek gözardı etmelerine neden oluyor. 

Dünyanın en yüksek IQlu kadını olan Marilyn vos Savant'ın şahane yazıları var bu konuda; tamamen normal bir yaşam süren, kendi gibi çocukların ailelerine de bunu öneren, bu tür çocukları bir proje, yüksek bir amaç uğruna kullanılan askerler gibi görmek yerine, sadece sosyal uyum, beceri gibi alanlarda desteklenmelerini isteyen vos Savant, 16 yaşında evlenip iki çocuk yapıp, uzun yıllar boyunca da ev kadını olduktan sonra, "emlakçılık" yapmış ve bundan da gurur duyuyor çünkü toplumda yaşamayı beceremeyecekse, çevresindeki diğer insanlarla mutlu ve huzurlu bir hayat süremeyecekse, yüksek zekanın anlamı ne? 

Eminim karşılaşmışsındır sen de, yüksek IQlu ama korkunç kaprisli hocalar vardır üniversitelerde ya da sektörde en üst düzeylerde çalışan ama ciddi kişilik bozukluğu olan, herkesin içten içe nefret ettiği, bir sürü bağımlılıkları, problemleri olan insanlar vardır. İşte bunlar "üstün" dediklerimiz... Bu asla ama asla çocuğumdan yaratmak istemediğim bir insan türü! Keza ben de çocuğumu "üstün" görmeye karşıyım, bazı konularda yeteneği var her çocuk gibi, bazı konularda ise yeteneği yok, yine her çocuk gibi. IQ'sunun yüksek olması onu "üstün" kılmaz, kaldı ki IQ testlerinin gerçek zekayı tanımlamada çok da geçerli olmadığı da bir gerçek! Benim anne olarak ödevim; onu sosyal anlamda huzurlu, mutlu, yaşamın içinde doyumlu, sevdiği işi yapan ve kendisi ve çevresi için kaliteli bir yaşam kuran bir yetişkin haline getirebilmek.....

Bak bu konuda çok eski ve güzel bir söyleşi var, hala geçerli ve yüksek IQlu çocukların ailelerine izletmeli bence:


Çocuğum bilinçli ebeveynleri ve eğitimcilerle umarım ki hayatta kendi yolunu çizecek, kendi tarzıyla bir şekilde "varolacak".... Umarım.... Ama işte çok ciddi destek, çelik gibi sinirler, asla demoralize olmayan bir anne gerekiyor, bu da bir gerçek. Önümüzde upuzun bir süreç var ve kolay olmayacak. Bu süreçte en büyük umudum, sistemin çocuğumu dışarı atmaması, aksine desteklemesi....

bunu da dişçide gördüm, çok sevdim
ne kadar pratik!

Bir de şu var tabii.... Bu durum, beni maalesef kesin olarak bir 10 sene daha Almanya'ya bağlamış olacak..... Çocuğumun dominant anadili (annesinin dili olmayan, annesinin 13 senedir öğrenmeye çalıştığı halde, hâlâ çok zorlandığı) Almanca. Ve Almanya dışında bir ülkede ihtiyacı olan desteği alabileceğinden de şüpheliyim. Alman sistemi dediğim gibi çok sert ve köşeli, Akdeniz sistemi gibi yumuşak bir sistem değil. Bana ve çocuğuma sosyal anlamda destek olabilecek anane, dede, teyzeler amcalar falan yok etrafımızda. Bu çok acıklı bir durum. Çocuğu alıp Türkiye'ye gelmeyi, bir Alman okuluna verip kendim de anne-babamın dizine yatıp ağlamayı düşündüm, düşünmedim değil. Mesleğim buna elverişli, her yerden çalışabilirim.. Üstüne de ooooh arkadaşlarımla buluşurum, sosyal desteğin dibini görürüm, çocuğum daha güneşli, daha yumuşak bir (sosyo)iklimde büyür falan dedim. 

Ama bu hayallerimin hiçbiri gerçekçi değil..... Çocuğun terapiye ihtiyacı var ve bu Almanya dışında çok zor, nokta. Üstelik düşünmem gereken tek çocuğum bu değil, bir de kızım var (bir süredir gayet unutuldu garibim, ikinci plana atıldı, başının çaresine bakmakta zavallım). Birden çok çocuk olunca, sürekli bir ona, bir öbürüne koşuyorsun, dertlerin asla sonu gelmiyor, şimdi oğlanı düzeltsem, haftaya kız cortluyor.. Tüm bunların arasında bana “sen kendine bak” diyenlere de ne diyeyim bilmiyorum.. O iş o kadar kolay değil, tek başımayım, kolay değil.

Ayrıca ben istediğim kadar esnek olayım, kızımın ve eşimin kurulu bir düzeni var. Sosyal hayatları, hobileri var. Kolay değil ki "ben duygusal desteğe ihtiyaç duyuyorum, gelen gelir, gelmeyene haydi byeee"... Mümkün değil. 

O nedenle, yazının başında da dediğim gibi, sistemin içinde kalmak zorundayım. Güneşli ve daha yumuşak ve esnek bir ülkede yaşamak yerine, yalnız başıma hissettiğim, gri, soğuk, köşeli ama "sistematik" bir ülkede yaşamam gerekiyorsa çocuğum için... Yaşayacağım. Elimden geldiği kadar da "sevmeye, anlam bulmaya" da çalışacağım. Çünkü belki de budur benim hayatımın anlamı... Çevremdekiler için daha iyi bir hayat koşulları oluşturmak... Belki ben bir saksı sardunyayım bu ülkede, köklenememiş, cılız, ölmeyen ama tam yaşadığı da kesin olmayan... Ama çevremdeki bitkiler için iyi bir gübre, iyi bir toprak sağlayıcıyım...... Ve bu da, sanırım hayatıma bir "anlam" verebilmenin tek yolu....

7 "kişi"lik ailemizin 2025 noel takvimleri

İşte böyle blogcuğum...... Ağır bir ay oldu. Ağır bir yazı oldu. Zor oldu ama içten oldu...... Kim ne der, ne düşünür demeden yazdım işte durumları.... Hayat hep güllük gülistanlık değil. Hani Türkiye'den "offf" ediyorsun ya bazen, Almanya da bir "çözüm" değil.. Sen kendi hayatına odaklanmak zorundasın. Seçimine, doğru ya da yanlış, sahip çıkmak durumundasın. Hayatın seni fırlattığı noktaya, koşullarına, imkansızlıklarına ya da sınırlarına anlam vermek, kendi anlamını yaratmak zorundasın.. Nereye gidersen git, nerede kalırsan kal, bu böyle.

2025 bana hiçbir şey öğretmediyse bile, bunu öğretti.

Aralık'ı böyle bitirelim. Bir sonraki yazıda yılın okumalarını toplayacağım :) Hafif bir yazı olacak, söz. Germeyeceğim seni kişisel kişisel sorunlarımla, çıkmazlarımla, anlam arayışlarımla :)) merak etme.

Yarın noel, sonra ver elini 2026. Haydi bakalım..

30 Kasım 2025 Pazar

Kasım Raporu

Kasım son derece durağan ve iz bırakmadan geçti çünkü sürekli "bekledim". Beklediğim şey de sürekli ertelendi durdu. Benim dışımda olan nedenlerle ertelendiği için de, ne hissedeceğimi bilemedim. Öyle bekledim durdum, ne beklediğimi kendim de bilemeden...

Bekleme süreci, belirsizlik, önümü görememek, sürekli bir sis içinde nereye yürüdüğümü bilememek ve durmak. Tamamen durmak, doğru tanım bu. Sisin kalkması için beklemek.. Bu kavramlar beni hayat boyu zorladı, şimdi yine zorluyor. 

Hayatta bazı anlar vardır; insan durup, bulunduğu noktayı gözden geçirmeye ihtiyaç duyar. Hani navigasyon sistemleri, programda henüz olmayan yeni bir yolla karşılaşınca "rota yeniden oluşturuluyor" derler ya... Sana upuzun gelen birkaç saniye, hayat durur ve sonra "hah dur, anladım şimdi, şurdan ilk sağa dön.." der devam ederler... O birkaç saniye içindeyim şu an, ama son birkaç aydır sürüyor o birkaç saniye... Bir durma anı, hayatta. Ama direksiyondasın ve trafiktesin ve akıyor her şey ve durup da navigasyonu bekleme lüksün de yok, paniklersin ya hani, doğru mu gidiyorum, ya şu geçen sağdan dönmem gerekiyorduysa da kaçırdıysam falan..... Hah evet tam olarak o andayım. Elbet biliyorum, o sağ geçtiyse, başka bir sol var ileride... Ama bazen sırf o sağ geçtiği için, yarım saat geç kalma riskin de var. Ve keyif değil görevse o yolun amacı, işte o noktada, ne bileyim, o gecikme çok şeye malolabilir hayatta diye düşünüyorum.... 

Neyse... Önümüzdeki ay içinde sanırım rota yeniden oluşturulacak, sonra yavaş yavaş o rotaya yöneleceğim ve belli mi olur, bazen - nadiren de olsa - o yeni rota, eski rotadan daha bile hızlı ulaştırabilir insanı varmayı umduğu noktaya... Kalbim temiz, elimden geleni yapıyor ve genel anlamda iyilik için uğraşıyorum; o halde inşallah varabilirim umduğum noktaya.....

İnşallah hayırlısı neyse, olur..

Kasım hakkında ne yazabilirim diye düşündüm ve nette ve brütte hiçbir şey bulamadım, 1 tane bile fotoğraf çekmemişim, onun için fotoğraf da ekleyemedim. Bir şekilde geçmiş işte ömrümüz.... 

Ari Borakan'ın bu sıra sürekli aklımda dolaşan tınılarıyla bırakayım seni... İyi bak kendine, ışıklarla, ışıl ışıl, temiz, huzurlu ve sakin geçsin Aralık. Ay sonunda görüşmek üzere!

26 Kasım 2025 Çarşamba

Bulgaristan Bansko Kayak Tatili

Şu an lapa lapa kar yağıyor :) Dolayısıyla, kayak sezonu da yavaş yavaş başlıyor. Bu seyahati Mart 25’te yaptık, fakat sezon bitimine denk geldiği için, kayakseverlere daha faydalı olur diye bu kış başında yayınlıyorum ;) Kış sporları meraklılarına iyi okumalar!

Bansko, Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya sadece 1,5 saat uzaklıkta ve Türkiye’den gerek turlarla, gerek kendiniz, tren (8 saat civarı sürüyor) ya da otomobilinizle gelebileceğiniz, her seviyede kayak ve snowboard sevdalısını mutlu edecek, 1200 ila 2700 metre yükseklikte, yani kayak sezonunun en az Aralık’tan Mart ortasına dek sürdüğü, oldukça güzel bir kayak kenti. 

Olumlu noktaları: 1). kar kalitesi sezon başı ve sonunda dahi çok iyi, sürekli kar makineleri çalışıyor, 2). yeni başlayanlardan uzman kayakçılara dek tüm seviyelere hitap eden pistler mevcut, 3). bölgede herkes gayet iyi İngilizce konuşuyor, 4). kayağa ara verdiğinizde termal havuzları ya da bölgedeki turistik noktaları ziyaret etme imkanınız var. 

Olumsuz noktaları: 1). Avusturya ya da Kuzey İtalya’dan hiç de daha ucuz değil, 2). kolay seviye pistler çok kalabalık, 3). arabanız yoksa kent merkezinden kayak bölgesine ulaşım sıkıntılı (açacağım).


Orta düzey kayan 8-11 yaşında iki çocuk ve ileri düzey kayan biz ebeveynleri için, önce mavi pistlerden başlamak (Kolarski lift) sonra yavaş yavaş Shiligarnik ve Todorka liftlerini kullanarak tırmanmak ve artık 3. günden itibaren de Banderitza 1 ve 2’yi kullanarak 2600mt zirveden kayar duruma gelmek, şahaneydi çünkü zirve olmasına rağmen, çok az kısmı kırmızı, gerisi mavi pist ile, hiç durmadan tam 11km kayak yapabiliyorsunuz!  

Tüm liftlerin önünde “apreski” alanları var ve fiyatlar tabii biraz yüklü ve gıda kalitesi düşük olmasına rağmen, birşeyler içip soluklanabiliyorsunuz. Ya da bizim yaptığımız gibi, evden kumanyaları alıp, doğanın tam içinde bir “kar pikniği” yapabilirsiniz.

Öğle yemeği için otele dönmek maalesef mümkün değil. Şöyle ki, otel bölgesinden kayak alanına gitmek için iki yol var: ilki teleferik ve sabah erkenden (8 gibi!) sıraya girseniz bile, sıranın size gelmesi en az 45 dakika sürüyor, ki yine belirteyim, tatil dönemi değildi, sezonun en sakin günleriydi! İkinci ve bizim yöntemimiz ise, kiraladığınız arabanızla ya da otel bölgesinden dolmuşla (yaklaşık 7-10 euro) kayak bölgesine gitmek.Yol 20dk sürüyor. Sabah erken saatte (9.30 civarı) gayet boştu park yeri ve park ücreti günlük 12 euroydu. İnsanlar neden teleferikle gidiyor derseniz, teleferik günlük kayak bileti içinde yani bedava olduğu için.

Teleferik sırası 😨

Konaklama önerim, bizim de tercihimiz: Saint George Evleri. İki oda, bir salon, mutfak ve banyosu olan bir dairenin günlük ücreti 120 euro ve gayet makul. Fakat yine belirteyim, arabalı olmalısınız çünkü otel şehrin dağa yakın, daha sakin ve şahane manzaralı bir bölgesinde. Şehir merkezindeki oteller maalesef gece geç saatlere kadar cıstık cıstık müzik içinde. Bu otelin yüzme havuzu ve uygun fiyatlı bir restoranı, biraz kazıkça bir kayak kiralama merkezi ve teleferiğe bedava shuttle’ı da mevcut. Çocuklarla çok rahat, temiz ve mutfağını kullanırsanız çok da ekonomik bir seçenek.

Biz kahvaltıları otelde kendimiz pişirdik, merkezde kafeler var ve sabah çıtır börekleri gayet güzel. Öğle yemeklerimizi ben hep sandviç, meyve ve kuruyemiş olarak kumanya şeklinde hazırladım. Akşam yemeklerini ise yarı yarıya otelde kendimiz pişirdik veya dışarda yedik. Dışarıda yendiğinde Shopska salatası, fasülye yemeği (onlar çorba diyor) ve yiyorsanız etleri bol, lezzetli ve oldukça ucuz. 

Shopska salatası

Dört kişi şaraplı, etli, bol bol doyduğunuz bir yemeğe 60 euro civarı ödüyorsunuz. Bansko’da musluk suyu temiz ve lezzetli, içilebiliyor. Genel olarak Bulgar şarapları da biraz meyvemsi olmasına rağmen fena değil.. Dondurma yerine üzeri balbademli ya da çilek marmelatlı, toprak kasede servis edilen şahane bir donmuş yoğurtları var ki, mutlaka öneririm!

Saç Tava

Genel olarak, Türkiye’deki pistlerden daha iyi pistlere sahip ve Türkiye’dekine yakın fiyatlar sunan Bansko, bence Türkiye'ye güzel bir alternatif olabilir. Fakat açık söyleyeyim, Avusturya, Feansa ya da İtalya Alpleri ile yarışamaz.. Bir de tabii Balkan kafası ile Avrupa kafası farkı var :))) Hizmet alanında evet daha güleryüzlü ve neşeliler ama aynı zamanda kalite daha düşük, alavere dalavereye daha açık (malzeme kiralayacaksanız lütfen en az üç farklı yerden fiyat alın) ve özellikle turla gidecekseniz “ek hizmetler” yani mesela ulaşım ve öğle yemekleri çok pahalıya malolabilir, gitmeden önce ücretin içinde ne olduğunu mutlaka sorun, öğrenin. Yoksa tura verdiğiniz ücretin iki katını da kayak için verdiğiniz gibi, bazı ulaşım vs gibi hizmetler pakette yoksa, çok zorlanabilir ve “paranızla rezil olup” geri dönebilirsiniz.

Özetle, Bansko oldukça eğlenceli ve her zaman gidilen rutinin dışında iyi bir alternatif olabilecek, kar ve pist kalitesi gayet yüksek, her seviye için uygun bir kayak merkezi ama ucuz ya da “pratik” pek değil, sakin ve tenha ise hiç hiç hiç değil.. :)) 

Partilemeyi seven dinamik gençler için 10/10, daha sakin gençler ve çocuksuz her yaştaki çiftler için 8/10, çocuklu aileler için 7/10 diyebilirim. İyi seyahatler!

2 Kasım 2025 Pazar

Parti üstüne Parti, üstüne Parti

Okulların 1 haftalık sonbahar tatili bir başladı pir başladı. Sözüm ona bu tatili M. ile İngilizce çalışmaya, L. ile de çarpım tablosu ve Almanca çalışmaya adayacaktım.. Daha ilk geceden durum bu:

Handancığım dışında söylüyorum, ona çok yakışıyor, ama 40'ından sonra Halloween kutlamak bana ters(ti) - çünkü dünyanın hali bence korku filmi gibi..... Fakat Rus komşular 20 senedir yaptıkları Halloween partileriyle ünlülermiş ve son 3 senedir bizi de çağırıyorlar. Ayrı 5 Rus aile (çocuklarla 20 kişi) ve biz üçümüz (M. katılmıyor çünkü bambaşka partilerde partilemekte kendisi..), üç senedir, Halloween gecesi birlikte yiyip içip, suya sabuna dünya politikasına fazla dokunmadan küçük sohbetler edip, gece de yarı-korkutucu bir fener alayı olarak sokaklarda dolaşıp, diğer komşuları şeker için tacizleyip, dağılıyoruz. Bu insanları normal bir günde sokakta görsem asla tanıyamam çünkü hepimiz kostümlü ve makyajlıyız..

poz vermeyi biliyor zilliler, bana bak Allahaşkına 
sanki kızının ortaokul mezuniyet partisine gizlice sızmış geçkin anne gibi kaldım aralarında :)))

Açıkcası Rus komşularımız ve biz o kadar farklı tipleriz ki, bizi sırf oğullarımız kanka ve sürekli bir aradalar diye, bizi partilerine "ayıp olmasın" diye mi çağırıyorlar, emin değilim ve sanırım biz de aynı nedenlerle, yani biraz "ayıp olmasın" diye gidiyoruz.. Bu sene dedim bari biraz ekstra özen göstereyim, "ayıp olmasın"... 

bunu (sosisler)

ve bunu (aslında bildiğin mozaik pasta içine iskelet) yaptım götürdüm.

Fakat bu sene, diğer senelerden farklı olarak aşırı derecede eğlendik çünkü Ruslar olaya "vodka boyutu"nu kattılar. Daha doğrusu, boyutu ben kendim kattım... 

Elimizde Alman biraları ve Fransız şaraplarıyla nezih nezih oturmuş AB-onaylı masum masum sohbetler ediyorduk ve ben nedense birden "ay sizde vodka yok mu yahu?" dedim. Neden dedim inan hiç bilmiyorum çünkü 1). Rus diye Vodka sevmek zorunda mı? Benim evimde de Rakı yok misal.. 2). Ben aslen fazla alkol tüketen biri de değilim yani nerden çıktı bu soru şimdi...? 

Fakat bir Rusa "vodka yok mu yahu?" demek sanırım bir tür hakaret oluyor. Birden bir sessizlik yaşandı. Herkes birbirine baktı. Sonra da dolap tepelerinden kristalli mristalli bir şişe çıktı, küçük kristal kadehler, ve sonrası biraz karışık.. 

3. vodka shot'tan sonra, deli dürtmüş gibi birden kalkıp "aman saati geldi, geç kalmayayım" diyerek, havhavcan ile gece gezmesine çıktığımı hatırlıyorum ve yanımda da tanımadığım Azrail kılıklı bir adam ve setter tarzı köpeği ile mahalle aralarında yürüyerek Dostoyevski'nin dualiteleri üzerine sohbet ettiğimi hatırlıyorum :))) Ama o noktaya hangi koşullar altında geldiğimizi pek hatırlamıyorum. Yine ikinci bir sahnede de gayet edebimle pijamalarımı giymiş, makyajımı temizlemiş, gece kremimi sürerek aynada kendime gülümsüyorum.... Bu ikisi arasında ne yaşandı, bir fikrim yok. 

Benzer şekilde, Rus komşular da gece yarısı ATMye gittiklerini (nedense?), arkadaşlarının kirasını (nedense?) elden ödemesi gerektiği için, yüklü miktar para çekip arkadaşlarına verdiklerini, o sırada ATMnin bahçesinde sarhoş vaziyette çimenlerde yatan 20li yaşlarında üç genç gördüklerini, hemen koşarak eve gidip, bir şişe vodka alıp, geri dönüp gençlere verdiklerini hatırlıyorlar :))))) Ay devam edemeyeceğim... 40 yaşından sonra partilemek toplum sağlığı için yasaklanmalı bence....

bunlar olurken, bir de bizim oğlanı uzaylı kaçırdı :))

Ama çok çok eğlendim ve buna gerçekten ihtiyacım varmış, iyi geldi “kendim gibi davranmamak”.. 

Bu sıra hayat (aslında hayat değil, dümdüz: psikanalistim) bana “konfor alanından çık” buyurdu. Olduğun kişiden mutsuzsan, bir süre olmadığın kişiyi ol. Asla yapmam dediğini dene. Hemen “hayır” deme, hatta hayır diyeceğin her an “evet” de, bakalım ne olacak.. Yes-Man’i izlemiş miydin? 

Özellikle kızımla deniyorum çünkü bu sıra hakikaten öyle şeylerle geliyor ki, ilk tepkim hep "HAYIIIIIR!" diye bağırmak ve saçımı başımı yolmak olacakken, kendimi kontrol etmeye ve yutkunup "Bana biraz zaman ver bir düşüneyim" demeye çalışıyorum ve eğer korkularımı fark edip yutmayı başarabilirsem, genelde ikinci cevabım "evet tamam peki" oluyor. Buna kendimi özellikle zorluyorum çünkü ortayaşla birlikte sadece davranışta değil, hatta daha bile fazla, düşüncede, yargı ve inanışlarda da esneklik geliştirmek sorunlu bir hal alıyor ve yaşlanmak, biraz da bedensel esneklik kadar, düşünsel esnekliğini yitirmek değil mi?

sana soruyoruuuum? :))))

Sen bunu düşünürken, ben diğer konuya geçemiyorum. Halbuki daha sana ertesi sabah nasıl 6'da (Rus vodkası halismiş hakikaten, sıfır baş ağrısıyla) yataktan fırlayıp, L.'ın doğum günü partisine hazırlandığımı, küçümen misafirleri sabah 9 akşam 18 nasıl ağırladığımı, zıplama parkurunda 3 saat dursuz duraksız pire gibi zıpladıktan sonra, eve dönüp, pastamızı nasıl kestiğimizi, oyunlar oynadığımızı, "sıcak köpek"lerimizi yedikten sonra biraz daha tepinip, yarabbi şükür bu seneyi de kazasız belasız atlattığımızı anlatacaktım ama uzatmayayım, bildiğin RUTİN işte :))))

mutlu son.

30 Ekim 2025 Perşembe

Ekim Raporu

Vay be... Ne aydı, in çık in çık. 

Tatil dönüşü, okullar açıldığında, güneş altında topladığım D vitamininin doping etkisiyle "onu da yaparım, bunu da yaparım, hallederiiiiiiz" bir ruh hali içine girmiştim. Güneş altında ne bedensel ağrılarım kalmıştı, ne düşük enerjim, ne güvensizliklerim ve sanmıştım ki artık bu hep böyle olacak, dersimizi öğrendik, kurtardık...

Elbette hayat demek; sisifos gibi sürekli bir döngü içinde, düşüp kalkmak, düşüp kalkmak demek. Bir dersi öğrendim sandığın her an, yeni bir dersle sınanmak demek.

Ufaklığın içinden geçtiği süreçler vurdu ilk. Ufaklık 3. sınıfta ve çok zorlanıyor çünkü bilişsel gelişim süreçlerindeki birşeyler "normal" gitmiyor.. Ve daha zor olanı, o, tüm bunların fazlasıyla farkında ve çok mutsuz.. Bir anne ve bir psikolog olarak ona nasıl yardım edebileceğimi gayet iyi "biliyorum" ama terzi ve söküğü misali, "uygulayamıyorum" çünkü ben de gereğinden fazla endişeliyim, olasılıklar denizinde boğuluyorum ve bu süreçte çok çok çok desteksiz hissediyorum. 

Bu ay, destek aramakla geçti açıkcası.. Hem ona, hem kendime, hem de bu durumdan tüm aile etkilendiği için, tüm aileye.. El yordamıyla.. Karanlıkta..

Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi, perimenopoz çıktı sahneye. Bir ay içinde, on gün arayla iki defa ve çok ağır regl olmak, beni çok güçsüz düşürdü.. Fiziksel anlamda çok zorlandığım, psikolojik anlamda daha da zorlandığım, üstelik bir de bu nedenle, yani bu kadar güçsüz olmaktan ve sürekli destek ihtiyacı duymaktan ötürü kendimi aşırı suçlu hissettiğim, "yahu millet nelerle uğraşıyor da kaya kadar sağlam, ben ne şımarığım bir toz ile yerle bir oluyorum" diye diye, kendime "elalemle karşılaştırmalı edebiyat" tokadı atıp durduğum bir ay oldu... Daha bir süre de devam edecek bu haller sanırım, çünkü 1). Perimenopoz ortalama 7 sene sürüyor 2). Oğlumun durumu henüz tanı koyma sürecinde, nedir ne değildir bilmiyoruz ve sistem o kadar yavaş işliyor ki....... 3). Farkında olmak, çözmeye yetmiyor.

Çoğu geceler saat 03.00'da uyanıyorum. Çünkü 1). Cortisol hormonum tam o saatlerde zirve yapıyor 2). gecenin o saati hakikaten en sinir bozucu, herşeyin en karanlık ve kötümser göründüğü saat. O saatte uyanınca, bazen kulaklıklarımı takıp birbirinden sıkıcı hikayelerle geri uyumaya - en azından endişelenip durmak yerine, hikayelere odaklanmaya - çalışıyorum. Bazen işe yarıyor, bazense endişelerim o kadar alıp başını gidiyor ki, en sonunda ben bile "C., yuh artık ya, o kadar da değil" noktasına varıyorum. Zaten o sırada da saat 5 falan olmuş oluyor, biraz rahatlar dalar gibi oluyorum ki, kızım uyanıyor.... Sonrası zaten koşturmaca. 

Yeniden totom oturak gördüğünde saat genelde 20.00 oluyor! Yani düşün 14 saat koşturuyorum, cortisol fırlamasın da ne yapsın?!

Hayatı "düşünmeme gerek kalmayacak şekilde" aşırı derecede yoğun doldurdum. Kendime neredeyse her gün spor programı yazdım, çocukların haftanın iki, üç günü sporu, geri kalan günlerde de müziği, sanat aktiviteleri, sosyal programları var. Köpek çılgınlar gibi günde 2 saate yakın yürüyor, tavşanlara elişi oyuncaklar üretiyorum ki "düşünmeyeyim". Çünkü düşünmeye bir başladım mı, sonu gelmiyor. En karanlık senaryolarla, en olmayacak noktalara varıyorum....

Yani; yoğun stresli bir aydı Ekim. Ve birkaç ay daha bu şekilde gidecek, en iyi ihtimalle, en kötü ihtimalle, anneliği daha yeni idrak ettim ve artık hayat boyu böyle hissedeceğim belki de..... Bilmiyorum....

Ama. Bu ay bazı şeyler de iyi geldi bana....

Misal; bu post içine serpiştirdiğim fotoğraflarla, soMbahar, bu sene muhteşemdi... Geçen sene yağış çok olduğu için, böyle bir renk şöleni yaşayamamıştık. Bu sene sündüre sündüre tadını çıkarttım.. Çok yürüdüm, yürürken düşünmemek için, çok fazla sesli kitap, klasik müzik konserleri dinledim. Podcast hâlâ dinleyemiyorum maalesef...

Sonra, meditasyon. Bir gruba dahil oldum, yoksa 10 dakikadan fazla odaklanamıyordum kendi başıma. Şu an grupla birlikte 45 dakika meditasyona oturabiliyorum ve gerçekten gün içinde bir "nefes" oluyor bana.

Sonra fizyoterapi.... Tanrım! Kadının parmakları sanki sihirli! Sol alt bel bölgemdeki ağrının, nasıl sağ ilioposal tendinitten kaynaklandığını hâlâ anlayamadıysam da, kadın öyle noktalara baskı uygulayıp beni inim inim inletiyor ki, vay dostlar! "Ah Frau C., rahatlamanız lazım biraz, boğum boğum kaskatı olmuş bu tendonlar..." diyip bastırıyor o tatlı, sakin, sıcak ve yumuşak sesiyle.... Öyle iyi geliyor ki.... Ben ki bedensel temastan hakikaten hoşlanmayan biriyimdir, her hafta fizyoterapiyi iple çeker haldeyim..

Sonra, eğitimim.. Ekim başında başladığım ve 2 sene sürecek eğitimin aslında bana mesleki bir getirisi olacaktı ama daha ilk haftadan, tamamen bencil bir amaca hizmet etmeye başladı, eğitimi eğitim gibi değil, kendim için bir terapi programı gibi algılıyorum şu an. Yanısıra felsefe eğitimiyle de birleşince (biliyor musun eskiden psikoloji bilimi yokken, insanlar terapiste değil filozoflara giderlermiş, sorunlarını onlarla tartışarak iyileşmeye çalışırlarmış!) muhteşem bir deneyim oldu benim için. Bir sonraki noktaya da taşıyıp, konuları psikanalize götürüyorum ve analistimle de konunun kendi hayatım üzerindeki yansımalarını uzun uzun tartışıyorum. Bunlar iyi geliyor...

Eşimle gittiğimiz aile terapisi iyi geliyor. Kızımla yaptığımız "anne - kız günleri" iyi geliyor. Havhavcanla uzun yürüyüşler iyi geliyor. Okumak çok iyi geliyor. Özellikle Irvin Yalom, çok çok iyi geliyor. 

Ekim bu şekilde geçti açıkcası. Yüksek cortisol, baskın östrojen, düşük progesteron, düşük hemoglobin, sınırda demir, d vitamini ve b12 vitamini ile ancak bu kadar olabildi.. Çok deniyorum sevgili blog, gerçekten suyun üzerinde kalmak için, çok deniyorum......

İşte bir de sürekli duyduğum yetememezlik hissinin, daha iyisini yapabilecek kapasitem varmış da ben başaramıyormuşum hissinin nedenlerini bulup da iyileştirebilsem........ Olduğum halimle yeterliyim, güvendeyim diyebilsem...... Bu neden bu kadar zor?

Haydi bakalım. Kasım; iç ferahlığı ve iyi sağlıkla gel ve geç; kalbi temiz, niyeti temiz hepimiz için..

1 Ekim 2025 Çarşamba

Dengemi bulmak için 1 Ay..

Hoş geldin Ekim, hoş geldin Sonbahar..

Bir şey deneyelim mi seninle bu ay? İç ve dış dengemizi yeniden bulmayı.... çünkü ben bu sıra çok fena sallantılardayım ve eminim benim gibi birçok insan da bu bahar dönemlerinde dengesini yitiriyor, sallanıyor, tökezliyor.. 

Dün gece misal; gecenin 3'ünde bam bam bam kalp çarpıntısıyla uyandım çünkü saniyeler önce rüyamda bir dağa tırmanıyordum ve nereden çıktığını bilmediğim, hayatım boyunca da görmediğim, tanımadığım bir adam geldi ve beni bir itti, sol yanım hep uçurum... Düşerken, bam bam bam, uyandım. 

Sakinleşmem de baya zaman aldı. Önce danışanlarıma uyguladığım tüm teknikleri tek tek uyguladım - hiçbiri işe yaramadı (hayatımda ilk defa böyle bir şey oldu, birinden biri mutlaka işe yarardı halbuki!) sonra rehberli meditasyon yapmaya çalıştım, yok, mümkün değil 3 saniyeden fazla konsantre olamıyorum. Sesli kitabım? I-ıh. Kalk az dolan, köpeği ve tavşanları sev, ı-ıh, hepsi uyuyor zaten kıyamadım... 

Bir başka teknik; sevdiğin birine telefon et ama saat 3'te yapılacak iş değil. Hoş gündüz de yapamıyorum ben bunu; gerçekten dertliysem "ne diye insanları gereyim" diye düşünen, içine kapanan bir yapım var. 

Peki. Yürüyüşe çık? Her zaman işe yarar uzuuun bir yürüyüş. Aslında son yıllarda - hele pandemi döneminde - ne çok çıkardım gecenin üçünde dördünde yürüyüşe, nehir kıyısına iner, simsiyah suyu izleyerek rahatlardım ama bugünlerde parmağım yüzünden terlikle gece gece nehir kıyıları gözüme tekin görünmedi.. E ne yapacağım şimdi ben?

Hiç. Öyle bekledim sabahı. Anksiyeteme teslim olmuş, kafamda binbir felaket senaryoları döner vaziyette. Bir noktada eşim uyandı, sağolsun bana sarıldı, çocuklar uyandı, sağolsun onlar da birer posta sabah kucaklaşması yaptılar, sonra zaten günün koşturması başladı, anksiyetenin sesi kesildi. Ama tam da geçmedi o ağır his..

Çocuklar okula gidince, Havhavcan'ı 1 saat gezdirdikten ve eve geri girer girmez de sıcacık uzuuuun bir duş aldıktan sonra azaldı.. O beyaz sabun kokusu yok mu! Gecenin 3'ünde korkunç görünen dertler, sis bulutu gibi inceldi, yavaş yavaş dağılayazdı... Hâlâ ordalar tabii, geceyi beklemekteler ama gün ışığı altında herşey daha "kolay, başarılabilir" geliyor insana....

Sonra komşum bir dal üzüm getirdi bahçesinden. Hayat inceliklerle güzel..... Ben de bizim minicik ağaçtaki 200'e yakın kıpkırmızı elmayı napıcam napıcam derken, al işte, "paylaşım" kelimesinin anlamını unuttuk. Fotoğrafını çekip bloğa koymak sanıyoruz :)) Doldurdum bir torbaya, kapı kapı dağıttım.. İşte bu ya, birinden üzüm gelir, sen birine elma verirsin, "hasat için şükür günleri" deniyor Almanca'da bu günlere, işte tam da bu nedenle......

Tüm bunları neden yazdım biliyor musun...? Göründüğü gibi değil hiçbir şey. Nasıl dişçilerin dişi çürüyebiliyorsa, "ilişki terapistleri" boşanabiliyorsa (hem de gayet ciddi oranlarda boşanıyorlarsa), biz anksiyeteciler de anksiyeteli olabiliyoruz :) İnsanız... Bazen tüm teknikleri de bilsen, uygulasan da, olmuyor işte.... Bazen geçmiyor. 

Belki bu dönemi kabul etmek lazım. Çünkü anksiyete bir sorun ama anksiyeteye karşı anksiyete duymak bambaşka bir sorun. Eyvah geliyor, eyvah geldi, eyvah gitmiyor... Ya gitmiyor işte ne yapayım? Bazen de gitmiyor, bazen de çözemiyoruz sorunları, iyileştiremiyoruz.. Her sorunun bir çözümü yoktur bazen.....

Böyle işte. Bugün de böyle.. Ters terapi :))

Lakin iyi geldi mi, geldi.

Bu ayı biraz dengemi bulmaya ayırmak istiyorum. Aslında sabah seninle de yaparız belki birlikte diye bir sürü öneri yazmıştım ama daha yolladıktan 1dk sonra bana bile saçma geldi hepsi. O nedenle, herkes bildiği gibi "sağaltsın" kendini. Sen yürü, ben gecenin üçünde yorganımı kemireyim, öteki kalksın sağlıklı beslenip spor yapsın, beriki şükür listeleri falan hazırlasın günlük yazsın. Kime ne iyi geliyorsa, herkes onu yapsın..... Kimse de kimseye hiçbir şey önermesin, zaten internet öneri kaynıyor, binlerce "herbokubilenolog" kaynıyor, isteyen açar onları okur.

Ben kabak oyucam içine de mum koyucam :)) 

Bir de şu alttaki bina girişini bu şekilde çiçeklerle donatmak için nasıl bir mental performans gerektiğini düşünüp durucam gecenin 3'lerinde uykum kaçtıkça.. Ne bileyim bu kadarı da normal gelmiyor bana.... Ama güzel tabii, "irkilten güzellik" bu olsa gerek.

Haydi kal sağlıkla, huzurla..

22 Eylül 2025 Pazartesi

Günlük Rutin: Eylül.25

Geçenlerde, Milie'den sonra hayat ne kadar değişti diye düşünürken, eskiden, düzenli aralıklarla günlük rutinimi yazdığımı hatırladım. Fakat hızlıca bloğa bakınca, ya silmişim ya da bu bloğa değil başka bir bloğa yazıyordum, bulamadım.. Ah dedim keşke bulabilseydim, çünkü ne güzel bir anı... Öğrenciyken, bekârken, evli ama çocuksuzken, çocuklar küçükken, hayat rutinlerim birbirinden ne kadar farklıydı ve şimdi çocukları az çok büyümüş, orta yaşlı bir kadın olarak, yine bambaşka bir rutinim var... Yazmak istedim ve ilerde belki dönüp bakınca da, gülümsemek....

*

Günlük Rutinim bu sıralar şu şekilde:

6.15: Kalk borusu, M.'nın uyanması

6.15- 6.45: Güne hazırlık (duş, güneşi selamlama), kahvaltı ve beslenme çantalarının hazırlanması, tüm hayvanların beslenmesi

7.00: M.'nın ve F.'nun evden çıkıp okula ve işe gidişleri

7.00-7.30: L.'ı uyandırma, tavşanların bakımı, alan temizliği

7.30: L.'la evden çıkıp birlikte okula gidiş

8.00-9.00: Milie ile sabah gezmesi

9.00-10.00: Günün sporu

10.00-14.00: Çalışma Zamanı (terapiler, eğitim ve sınav hazırlıkları)

14.15: L.'ın okuldan gelişi

14.30-17.30: L. ile ödev, ufak atıştırma, spor, logopedie, arkadaş buluşması, oyun, dinlenme

15.30-16.00: Milie ile yürüyüş

16.00: M.'nın okuldan gelişi

16.00-17.30: M. dinlenme, ufak atıştırma, ödev, spor, arkadaş buluşması

17.30-18.00: çocuklar: 30dk ekran zamanı, ben: ev işleri

18.00: F.'nun işten gelişi

18.15-19.00: yemek ve tüm hayvanların beslenmesi

19.00-19.30: ailecek birlikte zaman (oyun / tv)

19.30-20.00: yatağa hazırlık (duş, çiş, diş, birlikte yatakta kucaklaşma, kitap okuma, hikaye dinleme)

20.15: L. uykuya geçiş (M. 21.00)

20.00-20.30: Milie ile yürüyüş

20.30-22.30: Me-Time (yani ev işleri :))) eğitim ve hazırlığı, kitap okumak ya da film karşısında koltukta sızmak, nadiren spor)

22.30: İstiklal Marşı ve Kapanış

:)

Bu da ayrıntılı Haftalık Rutin'im: :) Evet baya yoğun ama Allah sağlık ve güç versin, bir şekilde hallederim ben.. Tabii yıl içinde daha kaaaaaç defa değişir bu "rutin" ama bugünlerde böyle:

Bu yazıları ara sıra yazayım diyorum, insan zaman içinde hayatındaki değişimleri görüp düşünüyor.. Geçen analistime "taş çatlasa 5 sene daha böyle, sonra rahatlayacağım değil mi?" dedim, kahkaha attı...... Analisti de bozdum vallahi hani bunlar kahkaha atmıyordu :))))

Haydi öptüm, sen de yazsana bloğuna rutinini.. Ya da yorumlara "aaa bak şunu da yap / aman ben ettim sen etme" önerilerini...

19 Eylül 2025 Cuma

Eylül Ortası Raporu

Ay sonu raporlarım, son iki aydır, ay ortasına sarktı. En fenası da şimdi tatil dönüşü, tatil hakkında yazmak olacak :) Hüzünlenmeden yazabilirim umarım..


Tatil bu sene benim için rüya gibi geçti.. Çok isabetli bir kararla ilk iki hafta Almanya'da kalıp, Almanya'nın 15 derecelik yaz havasını doya doya yaşayıp :)) Ağustos ortasında biraz daha serinlemiş olan Türkiye'ye gittik. Bu sene sadece 2 hafta Türkiye'deydik, bunun ilk haftası annemlerle Bursa'da, ikinci haftası ise ananemin evinde Karaburun'da geçti. Hava şurup gibiydi, o kahredici sıcaklar geride kalmıştı, bol bol yüzdük, keyif yaptık, dostlarla buluştuk. 

mavinin 40 tonu <3

Ananemin evine 2 aylık bebek olarak gitmişim ilk, şimdi 12 ve 9 yaşındaki iki çocuğumla gidiyorum. Bazen düşünüyorum da; çocukluğumdan beri herşeyin aynı kalması mı acaba beni o eve bağlayan? Aslında pembe gözlükleri çıkartınca, hiçbir şey aynı değil elbette... Artık ne dedem var ne ananem, hatta ananemin arkadaşlarının sonuncusu da rahmetli oldu bu yaz, kendi arkadaşlarımın anneleri babaları bile ya çok yaşlandılar ya vefat ettiler. Biraz hüzünlü bir durum oluyor bu ama hayat da devam ediyor bir yandan, yeni birileri geliyor, işletmeler değişiyor, bilmediğimiz sesler, yüzler, sokaklar ortaya çıkıveriyor..... 

değişmeyen tek şey, midillinin silüeti

Bu değişime ben pek ayak uyduramıyorum doğrusu. Herşey aynı kalsın istiyorum.. Tabii mümkün değil. Bazen üzülüyorum, bazen kızıyorum ama genelde pek tepki vermeyip kendi kabuğuma çekiliyorum.. Sevdiğim, henüz değişmeyen mekanlarda oturuyorum, kumsallar ve ateş pahasına şezlong kiralayan işletmeler yerine evin önündeki taşların üstünden denize giriyorum, kendi balkonumuzda güneşleniyorum, küçük kamelyada meditasyona oturuyorum, geceleri yıldızları izleyerek uyuyorum ve ananemle dedemin mezarlarını ziyaret ettiğimde onlara bu ev için teşekkür ediyor, onları ve eski zamanları çok içten bir özlemle anıyorum. Daha da elimden ne gelebilir, hiç.......


Sağolsun canım arkadaşım O. bu sene de ziyaretimize geldi, hayata karşı hep olumlu duruşuyla evimizi tam anlamıyla şenlendirdi.. Çocukluk arkadaşım E. de şansıma Karaburun'daydı ve bol bol buluştuk hasret giderdik, güldük eğlendik ve birlikte 1 defa bile denize giremeden (2 defa sabahın köründe niyetlenip, buluşup, rüzgar nedeniyle vazgeçtik! Yaşlanıyoruz azizim!) ayrıldık.. E.'in yeğeni ile kızım M. kanki oldular bu yaz, bu beni aşırı sevindirdi çünkü ilk defa M.'in Türkiye'de bir arkadaşı oldu, bol bol Türkçe konuştu (çünkü arkadaşı bıcır bıcır sürekli ama hakikaten nefessiz konuşan bir kızdı) güzel zaman geçirdi. Oğlum L. ise genellikle denizin içindeydi, pek yüzünü göremedik, sırtını ve poposunu daha çok gördük :))

dostlar candır
🧿

Tatilimizin ikinci yarısında ise, Yunanistan'ın Mora Yarımadası'na geçtik. Bir araba kiraladık ve 2 hafta boyunca Mora'nın çeşitli köşelerinde kendi kafamıza göre takıldık. Benim dede tarafım Selanik göçmeni olduğu için, tipimi Yunanlıya çok benzetirler, hakikaten hem tipim hem karakterim Yunanlıymış yahu! :))) Ben bile emin oldum. 

Yunanistan bana iyi geldi... İçime de dışıma da...
🧿

Yahu bir insan bir ülkenin istisnasız her şeyini mi sever??? Havasından suyuna, taşından toprağına, denizinin her tonuna, yemeklerinden içeceklerine (o mastika likörü neydi yaaaa! Sabahları Frappe geceleri mastika ile yaşadım 2 hafta boyunca!) insanından kültürüne, antik yunan felsefesinden günümüz kültürel yapısına herşeyine aşık oldum bir defa daha... Uzun zamandır kendimi bu kadar "ait" hissettiğim bir yer daha olmamıştı.... Kesinlikle kan çekiyor azizim..


şarap, ekmek, deniz.
yeter de artar bile..
ama yetmezse de:

:))) çocukluğumuzun gezici manavları!!!!

Yunanistanla ilgili en çok neyi sevdim biliyor musun? Kültürünü, doğasını koruyabilmiş olmasını. Etrafta HİÇ plastik yoktu, herşey doğal malzemeden, evlerden zeytinyağı şişelerine dek her şey tamamen yerel, tamamen doğaldı.. Adamlar sadece yaşamayı değil, estetik yaşamayı biliyorlar. Sahip çıkıyorlar, koruyorlar. Çocukluğumdaki "biz kültürü" devam ediyor, işte beni Yunanistan'a bağlayan da bu oldu aslında.. Yoksa doğası denizi bizimle hakikaten aynı ama işte "algı farkı".....

misal bu masa..... da masaymış ha!


ya da bu köy....

Sonra işte geldik döndük Kürkçü Dükkanı'mıza. Olumlu bakmaya çalışıyorum çünkü bazı seneler bir dönüyoruz, tüm yapraklar sararmış ve Eylül son hafta kar yağdığına bile şahit oldu bu gözler :))) O nedenle şu anki 20 derecelik güneşli havalar (3 gün daha sürecekmiş) benim için güzel bir geçiş-süreci oldu. En azından cennetten Bavyera topraklarına çakılmış gibi hissetmedim...


Çocuklar 16 Eylül'de okullarına döndüler çok şükür fakat bu hafta resmen üzerimden geçti.. Okul hazırlığı denen şey, son bir hafta boyunca beni hem fiziksel hem maddi anlamda göçertti. Ufaklığın artık ufak sayılamayacak ayakları, salatalık gibi büyüyor yahu. Büyüdüğüne sevinmekle, iki ay giyilmiş kıyafetlerine artık sığmıyor oluşu gerçeğine üzülmek arasında bipolar duygular içindeyim... Kızım minyon, bana çekmiş ama o da alışveriş meraklısı bir ergene dönüşmekte maalesef... İnsan "okul forması candır" diyormuş gerçekten de..... Neyse C., nefes al nefes ver, şu manzarayı gördüğün ana ışınlan:


Ben..... Ben de işte tüm bunları planlarken, kendimi "overwhelmed" nedir ya bunun Türkçesi, boğulmuş? hissetmemeye çalışıyorum. Analizim devam ediyor çok şükür, belim için fizyoterapiye de devam edeceğim inşallah, bir de 3 senelik bir eğitime yazıldım bakalım heyecanlıyım, bir iki önemli de sınavım var kışa dek... Yine tabii tüm bunların yanında kendi danışanlarım devam ediyor yoğun bir şekilde. Bu cenderede bir de meditasyon ya da pilates falan kursu bulabilirsem online, aşırı sevineceğim çünkü kendim için en azından "1 şey" yapmak istiyorum bu sene....

:))) çok güldüm bu fotoğrafa, 
sanki üzerimize hayalet gemi geliyor gibi
temsili yalnız kalmayı başarabilmişken üzerine gemi gelen ebeveyn fotoğrafı :)))


Analize yeniden başladım bu hafta. Özleşmişiz analistimle :) Bir seansta 5 seans gücünde konular açıldı ve geldiğimiz noktada; kendimi kabul etmek için öncelikle kendimi tanımam gerektiğine karar verdik.. Çünkü ben kendimi tanımıyorum hiç... Yani başkalarının benden bekledikleri, istekleri üzerine bir karakter örmüşüm ama "ben" denen kişi kimdir, neden zevk alır, neyi ister, hayalleri nedir, hiçbirini bilmiyorum :/ Oysa ergenliğimde ne kadar emindim burnumun dikine gittiğimden..... O Ceren'i yeniden bulmam, yeniden tanışmam lazım kendisiyle.. Annemin babamın eşimin çocuklarımın arkadaşlarımın isteklerini bir kenara bırakıp "ben" ne istiyorum, ben kimim, bunları çalışmam gerekiyor bu kış....... Bakalım başarabilecek miyim..... 

Belki severim bile 🧿

Haydi bakalım..... Kış uzun ve ters köşe yapabilir, belki de bu yazdıklarımı yalatır bana hayat ama en azından denedim derim, şimdi doğru zaman değilmiş derim, ilerde yeniden deneyeceğim derim.... Bu da bir şeydir yani.....


Sen peki? Sen nasılsın? Sen kendin olabiliyor musun, hayatının kontrolü tamamen kendi elinde olabliyor mu? Nedir "bu işin sırrı"? :) Haydi yaz yaz!