15 Kasım 2024 Cuma

Mallorca GR 221 Rotası Yürüyüşü

Dağ tepe yürümeyi seviyorsan, Ege bölgesi iklimine aşıksan, fıstık çamları altında yürürken masmavi denizle gözgöze gelmeye bayılıyorsan, hele bir de insandan uzak, doğanın tam göbeğinde sessizliği hissetmeye özlem doluysaaaan; insanı fazla zorlamayan ve sadece beş günlük, bütçeni de fazla zorlamayacak, mütevazi bir “kaçamak” da istiyorsan; kaçırma bu yazıyı, müthiş güzel bir rota önerim var! İspanya’nın Mallorca adası GR 221 Rotası.

Önce ekonomi tabii. Anakaraya oranla Mallorca turistik yaz dönemi dışında yani Kasım ayında ve Nisan ayında oldukça ucuz. Kamp çadırı için geceler hafif serin ama hâlâ keyifli. Otellerse son derece lüks, çoğunun restaurantı Michelin Star sahibi ama iyi araştırırsan, çok uygun mütevazı pansiyon ve hosteller de var. Mesela bunlar:


Manzara hep muhteşem!

Fiyatlar; kahvaltı ve kahvaltı büfesinden “aşıracağın” (göz yumuyor hatta kendileri teklif ediyorlar) öğle yemeği paketi de dahil, genelde (iki kişi) 80-100 euro arası. Akşam yemekleri 1 bardak şarap (4 euro) eşliğinde ana yemek 10-12 euro tutuyor - ki Münih’te bu rakama anca sandviç bulabilirsin.. Yani günlük toplam harcaman otel konaklamalı iki kişi için 130 euroyu geçmez ve kalite hakikaten yüksek. 

Genelde akşam yemekleri: Tapas türü
Tabaklar tepeleme dolu ve 5 euro!
Vejeteryan olarak da çok mutluyum!

Şefin ikramları..

Doğanın ikramları :)

Mallorca, yaz turizmi ve kalabalık, keşmekeş başkent Palma dışında muhteşem bir ada. Son derece bakir ve inanılmaz bakımlı. Rotanın büyük kısmında iz tabelaları ya da kırmızı işaretler var, kaybolmayı yine de başarırsan drone’lu kurtarma ekipleri emrine amade. 

Uzun mesafe sonra ilk yol tabelasını görünce,
 koşup sarılıp öpmeli 🤣

Günlük rotalar 15-25km arasında değişiyor ve çoğu mavi (kolay), az kısmı kırmızı (orta) düzeyde. Genelde 5-8 saatte tamamlanıyor etaplar ve akşam kararmadan hostele varmış oluyorsun. Hostellerin çoğunda, yorgun yürüyüşçüleri bu keyif bekliyor ;)


Ya da bu:

Mevsim kesinlikle Kasım olmalı çünkü hava hâlâ ılık (22-23 derece) ama sıcaklık bunaltmıyor, yağmur olasılığı az (anakarayı seller götürürken Mallorca kuru kaldı şansımıza) ve günler hâlâ uzun sayılır, güneş ideal eğimde ve genelde sırtımıza vurmaktaydı. Bizim rotamızı kesinlikle öneririm; Sant Elm’den başladık, Soller’de bitirdik (4 gün, 80km, molalar dahil 28 yürüyüş saati). 

Fotoğraflarda da gördüğün gibi, ufacık çantalar var sırtımızda ve sana da aynen bunu öneririm. İhtiyaçların şundan ibaret: pasaport, para, kredi kartı, 2 (tercihen merino yünlü çünkü ne kadar terlersen terle kokmuyor!) tshirt, bir pantolon (ben kot taytla yürüyorum), iç çamaşırı çorap sayısı kişisel tercih, bir uzun kollu merino polar kazak, yağmurluk ve hava durumunu kontrol ederek, gerekiyorsa yağmur pantolonu, ufak diş macunu, diş fırçası, ufak bir tarak, olmazsa olmaz kırmızı ruj (neden diye sorma işte!) ve mini deodorant, toka, gerektiğinde şapka gerektiğinde boyunluk olacak bir bandana, iyi kalite trekking ayakkabısı (mutlaka bilekli çünkü burkacaksın), gecelik, mayo (çünkü genelde hostesler havuzlu), terlik. Kullandığın ilaçlar, ağrı kesici, spor yaralanmaları için olan renkli yapışkan bandajlar ve su toplamaları için yara bandı vs. Tabii telefon şarj kulaklık klasiği. Plastik su şişesi (2 adet 500’lük). Bu kadar! Bu kadar! :) Toplam ağırlığın 4kg’ı geçmiyor! Ve yetiyor!

Ön bilgilerimizi aldık, çantamızı yaptık. Hazır mıyııız? O zaman haydi gidiyoruz :) 

Tabii turistik Mallorca’ya gün içinde inen birsürü uçak var, biz 40 euro’ya gidiş dönüş Ryan Air ile uçtuk. Ryan Air konusunda yorum yapmıyorum, ödediğini alıyorsun işte :))

Fakat Mallorca’ya iner inmez tüm yorgunluğun gerginliğin bitiyor. Palma büyük, kalabalık ve çirkin bir şehir, hemen otobüse atla ve uzaklaş ordan.. 

İlk gece 🩵 ve gökte de ilk ay!

Otobüs saatleri bu mevsimde biraz sorunlu, bizim de başlangıç noktamız olan Sant Elm’e varmamız iki farklı otobüsle neredeyse tüm günümüzü aldı. Taksiyle de gidebilirsin ama ne gereği var :)) Acelen yok, nasılsa yürüyüş ertesi gün başlayacak. Sant Elm tam bir sahil kasabası; sakin sessiz kıpırtısız bir deniz… Sabah nefis bir manzaraya karşı kahvaltımızı yapıyor ve daha saat 8 olmadan hızla fırlıyoruz dışarıya.

İlk gün: Sant Elm’den Estellencs (25km - 9 saat): İlk gün tüm yürüyüşün aslında en uzun günüydü ama ilk heyecanla insan anlamıyor :) Yolun ilk etabı deniz seviyesinden başlıyor, orman içinden “La Trapa” yani merdiven geçidiyle yavaş yavaş 770 metreye yükseliyor, kısa bir noktada kaya tırmanışı (kolay seviye) gerekiyor. 

Yolun en güzel yeri bence Mirador d’en Josep Sastre yani tamamen denize dik inen falezler. Yaklaşabildiğin kadar yaklaş, çünkü falezin üstünden uçuruma bakmak muhteşem bir deneyim; lütfen kaçırma! 

Kısa bir Adrenalin Arası verip devam ediyorsun ve akşam inerken Estellencs’e varıyorsun. Muhteşem güzel ve sakin bir dağ kasabası bu.. Ne kadar tatlı bir gece, uzakta keçi melemeleri, havada portakal kokusu!

İkinci gün: Estellencs’den Esporles (15km - 5 saat): İkinci gün yürüyüşü kısa, fakat sakın ola hafife alınmamalı çünkü tam bir “ayakkabı patlatan” yolu burası. Arnavut kaldırımı yolun 500 senedir bakım görmemiş hali diyeyim, sen anla. 

Bugünkü etapta kelimenin tam anlamıyla iki dağ aşılıyor; yani inip inip çıkıyorsun, toplamda 630 metre tırmanış yapıyorsun ve 600 mt de geri iniyorsun tabii, kasaba sadece 200mt yüksekte olsa da :)) Çok iyi kalite çorap ve ayakkabı öneriyorum ve eğri büğrü taş yolda burkulmalara dikkat! 

 
Gerideki dağları aşıp aşağı vadideki Valldemossa’da bir espresso arası ve yeniden dağ tırmanışı..

Kasım başı bölgede “ağaç çileği” denen bitki meyve veriyor, ye yiyebildiğince ama bir avuçtan sonra bir tuhaf hissedersen korkma :)) Bu bitki biraz “çarpıyor” çünkü ama keyifli bir çarpılma bu.. Neşeli ve çakırkeyf varıyorsun hedefe. 2001’de tek başıma yaptığım Mimas Yürüyüşü’nü hatırlatayım, aramıza yeni katılmış ve deliliğimin sınırlarını farketmemiş olanlarımıza :)) İşte oradan da tanıdık bu meyve ;)


Hansel ile Gratel fantazisi :P

Yanında şu son moda “hafif ötesi çadır”lardan varsa, Esporles’i geç ve lütfen Valldemossa yoluna düş! Kesinlikle pişman olmayacaksın ekstra bir - bir buçuk saat daha yürüdüğüne, çünkü muhteşem çadır kurma alanları var. Bunker tipi üstükapalı beton alanların içinde de konaklayabilirsin, bunlar uzun yıllar önce ağaçlardan kömür yapmak için “fırın” olarak kullanılmış! 

Üçüncü gün: Esporles’ten Deia (21km - 9 saat): Hem uzun hem de kırmızı yani ortadüzey zorluk derecesine sahip bir etap, kesinlikle ikiye bölünmeli bence. Biz hızlı ve tek parçada tamamladık ama sürekli tırmanış etabıydı, yol 8 saat boyunca neredeyse hiç düzleşmedi ve sanırım vücudumda gram su kalmayacak derecede terledim - tüm çantam ve hatta içindekiler bile ıslanmıştı diyeyim, sen anla. 

Ormanın ortasındaki küçücük kırmızı bir
 “doğru yoldasın” işaretini
fark etme sanatı 🤣

Daha yavaş ve mola vererek gitmeni öneririm, benim gibi anlamsızca “totona motor takılmış gibi” yapma.. Bizim acele etmemizin tek nedeni fırtına uyarısıydı aslında ama beklenenden az yağdı geçti.. Yine de etap çok dik, aşırı kaygan ve son derece riskliydi. Çok keyif aldığım bir gün olmadı açıkcası çünkü gözüm sürekli bastığım yerdeydi ve hem bedenen hem de zihnen yoruldum.. 

🌈 
 Yarıyoldaki Valldemossa’da konaklayabilirsin örneğin.. 

Dördüncü gün: Deia’dan Soller’e (16 km - 5 saat): Muh-te-şem bir etaptı. Neredeyse dümdüz diyebileceğim, orta yerde turkuaz sularda yüzme molası verdiğimiz, kesinlikle “finalde altın vuruş” denebilecek bir etaptı. 


Falezlere kurulu evler 🩵

Port de Soller son derece turistik bir sahil kasabası, sevimli. Kasım ayında yüzmek de, aslında planlamadığımız ama cesaret edip suya atlayınca bayıldığımız bir sürpriz oldu. Deniz buz gibiydi çaktırma :))) Son yürüyüş günümüz gerçekten keyifli geçti.. 

Şiş ayakların tuzlu (ve buzlu) suyla kavuşma ânı

Beşinci gün: Soller’den direkt havaalanı ve öğlen yaz mevsiminden kış mevsimine, buz gibi Münih’e varış. Yazmaya tenezzül etmiyorum bu kısmı :))

Sonuç olarak “ideal mevsim, ideal rota!” diyorum. Müthiş keyif aldım. Yürüyüş severlere mutlaka ama mutlaka öneriyorum! :)

9 Kasım 2024 Cumartesi

Teşrini evvelden teşrini sanîye geçiş

Bilir misin bu dönemi? Teşrin ayları.. Rûmi takvime göre, Ekim'den Kasım'a geçiş dönemi; yani, güz mevsimi :) Çünkü evet, hem Eylül hem de Aralık’ın ruhu bambaşkayken, tam bu geçiş döneminin özel ve kendine özgü, kendi içinde uyumlu başka tür bir ruhu var. Eskiler biliyormuş azizim.... Biliyormuş.



Bizim ateş sarmaşığının teşrinden geçişi de bambaşka bir keyifti.. Üç hafta süresinde, adım adım yemyeşilden sapsarıya döndü ve her sabah onun karşısına oturup, bu renk oyunlarını izlemek, bir önceki günden bambaşka bir renk cümbüşüne uyanmak, beni çok mutlu etti... Geçen sene kıpkırmızı olmuştu, bu sene öyle kızarmadı nedense; sanırım güneşle ya da hava ısısıyla alakası var renk değişiminin. 

Her sene bu geçişin bambaşka tonlarda oluşu çok hoşuma gidiyor.. (Meraklısına: Geçen seneki kıpkırmızı hali) Minicikti taşındığımızda ve bir köşeye öylesine dikilivermişti. Ben bu son beş sene boyunca, onun aykırı dallarını tek tek iplerle bağladım, yanlış yöne gittikçe inatla düzelttim; bir çocuğu yetiştirir ya da bir oya ya da nakış işler gibi.. Beş senelik emeğim işte bu..... Benim bağladığım şey, sonuçta benim de "bağlandığım" bir şeye dönüştü baksana....



Geçen hafta annemler geldi. Onların gelmesi, bana iyi geldi :) Hem çocukların bir haftalık okul tatilinde birlikte olmuş olduk, hem de annemler ilk defa Cadılar Bayramı'nı deneyimlemiş oldular. Aslında Münih'te son üç beş senedir kutlanıyor bu bayram ama her sene daha da fazla katılımcıyla, daha şenlikli kutlanıyor.. Eski köye yeni adet, güzel bir şey bence :)



Katılmak isteyen evler, kapılarına oyulmuş, yanan bir balkabağı bırakıyor, böylece çocuklar gruplar halinde kapı kapı dolaşıp ev sahibinin hazırladığı şeker ve çikolataları alıyor. Kimileri ufak sihirbazlık gösterileri de yapıyor. Ev sahibi şakacıysa çocukları korkutacak ufak sürprizler hazırlıyor. 



Bu aslında Amerikan adeti diye biliyordum fakat annem ananesi ile çocukluğunda böyle bir bayram kutlandığından, aynen böyle kabak oyduklarından ve içine mum koyduklarından, çocuklara özel tatlar yapıldığından bahsetti.. Fakat bu eski bir Türk pagan adeti mi, benim ailemin kökenlerine özgü bir adet miydi bilmiyorum.. Ailesinde böyle bir hikaye olan var mı aramızda?


ben de "kendim olarak" katıldım :))


Kasım'ın ilk haftasında, tam 11 senedir ilk defa (!) eşimle başbaşa bir tatile gittik. Evet tam 11 senedir bir gecemiz bile birlikte ama çocuksuz geçmemişti! Bazen ben kaçamak yaptım, çocuklara eşim baktı, bazen de eşim gitti ben kaldım ama çocukları yatılı bırakıp birlikte hiç (!) gitmemiştik.. Yine gidemezdik ya, 2500km ötedeki annemle babam 500 mt ileride oturan kayınvalidemin asla yapmayacağını yapıp, çocuklara bakmaya gönüllü olmasalardı... Gelini olmasan eğlenceli kadın aslında :))) Vatandaşı olmasan eğlenceli ülke misali....


Karadul örümceği kurabiyesi
A aa buraya da tamamen rastlantısal denk gelmiş ayol
😬

Sağolsunlar annemler çocuklara göz kulak olurken, biz de eşimle uzun zamandır planladığımız Mallorca Trekking'ini yaptık. Gençliğimizdeki gibi, sırtımızda birer çanta, sabahtan akşama dek dağ tepe yürüdük. Mallorca bizim Güney Ege bölgesine çok benziyor ve sanırım kalbimin bir kısmını orada bırakıp döndüm ben.. 


Mallorca yürüyüşümü ayrıca anlatmak istiyorum çünkü güzel hazırladığımız bir plan ve belki birileri de aynı yolu yürümek ister diye umdum. Bize iyi gelen, başkalarına da gelsin! Birkaç güne hazırlar yollarım :) Ufak bir “tadımlık” bırakayım, “iştah açıcı”:



Bugün, aslında her sene Türkiye dönüşü hissettiğim "üfff döndük kürkçü dükkanına" hissiyle uğraşıyorum. Çünkü Teşrini evvel öyle güzel güneşli, ılık ve hafif geçti ki, yazın uzamış bir uzvu gibiydi. Fakat Mallorca dönüşü mevsim geçişini çok sert hissettim. Kış başlamış Münih'te, bu kesin. Yapraklar dökülmüş, etraf gri-beyaz-kahve tonlarına bürünmüş.. Ve uzuuuunca bir süre de böyle artık.. Bakalım kış mevsimi hoş sürprizlerle gelecek mi bu sene? İnşallah neşe, huzur ve sağlıkla geçer bu kış.. Hepimiz için! Amin amin!

21 Ekim 2024 Pazartesi

Ekim: hop hop hop hop ve cup

Bu ay yürek hoplatan bir iki konu vardı gündemimde. Çok düşündüm taşındım, aman ne tarttım ne tarttım, sonunda da tabii hayat kendi bildiğini okudu :) Hayat hep böyle değil midir zaten..

İlk hop; tabii ki evdeki hoppidikler. İkiyken bire düşen, sonra yine ikiye yükselen tavşanlarımızdan bahsediyorum. Aman neler yaşadık bir aydır! Tavşanlar grup halinde yaşadıkları için tek bakılmıyorlar. Ben hayvanların barınaktan alınmasından yanayım, başvurduğumuz barınağın kuralları gereği evimizde en az 6mt2 alanı tavşanlara ayırmamız gerekiyordu ve bizim halihazırdaki tavşan odamız 5mt2 olduğu için, barınak görevlisi nuh dedi peygamder demedi :)) Tam Alman kafası. Neyse Eylül boyunca biliyorsunuz marangozlukla uğraştım ve bence amatör biri için oldukça güzel bir iş çıkarttım. Hem de 6 değil tam 8mt2lik bir alan hazırladım. 

Ekimin ilk günü Prens Fridolin teşrif ettiler, yanında uleması ile :)) Ulema dediğim barınak görevlisi kadın. Kadın tüm evi gezdi, 2 saate yakın oturdu evimizde ve tavşanları izledi. Ben bizim cadoloz kız bu Prens kılıklı Fridolini çiğ çiğ yer yahu diye düşünürken, sen bizim kız bir kork, bir panikle kaç, korkudan yemek bile yeme, su içeme! Beriki ortama bi yayıl, dağdan gelip bağdakine terör estir.. Aaa noluyor yahu? 

Kızımız ırkçı çıktı, siyah erkekleri beğenmiyormuş meğerse :)) Ben çok stres yaptım, kızı kucağımda besliyorum falan, inmiyor kucağımdan... "Böyle olmaz gitsin bu siyah popolu şey" diye tutturdum tabii ben. Barınak görevlisi kadını arıyorum her gün, kadın tutturdu: "Olur bu iş ama 2 haftadan biraz uzun sürer, sabırlı olacaksınız" diye.. Ay öbek öbek tüyleri kızımın yerlerde.. Gitsin bu siyahi fitbolcu, istemezük!

Fakat kadın haklıymış. Hakikaten önce panikle kaçmalar bitti, sonra "gitmiyo bu şey galiba" evresi başladı, yanyana ama yokmuş gibi davranmalar falan. Sonra bir gece aynı kaptan marul yediler (yemeğe çıktılar hahaha) veeee finalde mutlu son, hakikaten kadının dediği şekilde tam 2 hafta 3 gün sonra, yani dün, ilk defa bunları kenarda gizlice öpüşürken yakaladım :)))) Bakınız tavşan öpüşmesi:

Ohhh şükür. Hoppidikler mutlu :) Ben mutlu. Hâlâ içimdeki temizlik obsesyonlu Türk kadını arada "bu böyle salonun orta yerinde nçık nçık nçık olmaz" falan dese de, valla şimdilik ev temiz ve kokusuz (her gelene "ev kokuyo mu, doğru söyle bak" diye soruyorum). Tavşanlar kediler gibi tuvaletlerini biliyorlar, gidip oraya yapıyorlar, sık temizliyorum, inşallah kokmaz... Evde hayvan işi böyle.. Ama seviyoruz be Amirim... Seviyoruz.... İnşallah uzuuuun yıllar birlikte ve mutlu yaşarlar Tessi ile, Allah bir yastıkta kocatsın ne diyeyim.. 

İkinci hop; oğlumun "arkadaşlı doğumgünü partisi" de oldu bitti çok şükür. 6 oğlan çocuğu ve bir önergen kız evladımla bir oyun ve hoplama alanına gittik ve hoplamaların dibine vurduk. Aslında oğlum geçen sene burada kolunu ikinciye kırmıştı, yine de 7 çocukla yeniden gitmek iyi cesaret di mi? :)) ama çok şükür bu sefer kazasız belasız ve gerçekten keyifli geçti. Fakat oğlan çocukları nasıl yiyor yahu, kıtlıktan çıkmış gibi! Büyüme atakları mıdır nedir?! Şaştım kaldım. Eve dönüşte yine acıktılar diye onlara pizza yaptırdım, malzemeleri koydum önlerine, nasıl isterlerse öyle yaptılar pizzalarını, aşırı sevdiler bu aktiviteyi, tavsiye ederim :)






Üçüncü hop; mevsim artık dönmeye başladı malum.. Mevsimsel midir, yoksa her canlı bir gün tansiyon ilacını tadacak kuralı gereği midir bilmem, tansiyonum hopladı durdu bu ay.. Sürekli bir baş dönmesi halim vardı, meğerse tansiyonun küçüğü 4'lerde sürünüyormuş. Zaten düşüktür tansiyonum ama bu ay biraz zorladı. Bizim ailede yüksek tansiyon var, o daha beter bir sorun gibi gelmiştir bana hep ama düşük tansiyon da insanın dengesini bozuyor gerçekten, bir de üstüne kalp pırpırları eklenince, korkuttu. Mevsim geçişlerinde oluyor böyle.. Vücut ayarlayamıyor.. Bu sıra "panik atak" vakaları da arttı, baya başvuru alıyorum, yine mevsim geçişleri ve yaşam düzeninin değişimi ile çok ilişkisi var. Yani yaşıyorsan böyle bir şeyler, zaman ver biraz kendine.. Kendiliğinden geçiyor genelde bir iki ay içinde... Ülke gündemi de malum bu tansiyon meselelerinde.. Ona dair Prenses'te yazdım zaten, bence uzak durulmalı... Hop oturup hop kalkıyoruz maalesef.... Oysa ne güzel bir mevsim, güzellikleri kaçırmamalı....

Dördüncü hop; 11 yaşındaki kızımın ergenliği adım adım yaklaşıyor ve sorunlu geçecek gibi.. Önlem olarak bir iki değişiklik yaptım, iyi geliyor gibi gibi.. Eskiden yatakta kitap okurdum ona ama büyüyeliberi kendi okuyor diye sadece öpüp iyi geceler dileyip çıkıyordum. Artık öyle yapmıyorum. Yatağına kıvrılıyorum ve her gece mutlaka bir 15dk sohbet ediyoruz, çocukluk hikayelerimi dinliyor, aile dedikodusu yapıyoruz, bazen okuldan bahsediyor... Çok iyi geliyor bu zaman dilimi ikimize de.. Bunu gizli gizli yapıyorum tabii, yoksa oğlan da yatağına teşrifimi istiyor :)) Bu "eşit ve adil davranış" çok sorunlu bir durum yahu çok çocuklu evlerde.. Resmen ip cambazlığı! 

Bir de ikisi için de düzenli olarak "sadece ikimiz" isimli programlar yapıyorum; kızımla bazen biraz alışveriş yapıyoruz, sonra kültürel bir etkinliğe katılıyoruz, en sonunda da sushi ve mocktails yuvarlıyoruz :) 

Oğlumla da ahşap atölyesine gidiyoruz, okul çıkışı bazen kızımdan gizli dondurmacıya gidiyoruz, bazen basket kortuna gidiyoruz ben rezil o vezir oluyoruz. Sonra da neşe içinde hoplaya zıplaya eve dönüyoruz. Aslında ne yaptığımız önemli değil, iki çocuğa da iyi gelen, sadece anneyle başbaşa olmak... Özellikle ergenlikte önemli diye düşünüyorum.. Bakalım anne-kız bağı kurmaya yardım edecek mi bu yaptıklarım.. Bu dönemi siz nasıl geçirdiniz, sizde işe yarayanları yorumlara yazarsanız ne güzel olur.... 

kil yuğurmak da iyi deşarj ediyor insanı...

Veee cup. Olympia Park'ta yüzmeye başladım. Daha doğrusu, eski bir danışanım rica minnet Pazartesi akşamlarına seans istedi (normalde çocuklar evdeyken çalışmıyorum) ve kıramadım çünkü hakikaten sevdiğim, verileni alan ve kendine katan bir danışan. Böyle insanlarla çalışmak zevk... Ama insanlarla çalışıyorsan bilirsin, seans sonrası üzerimde aşırı bir enerji yüklemesi oluyor, sanki 3 kahve içmişim gibi bir yerinde duramama hali.. Bunu boşaltamazsam uyuyamıyorum! Yüzme tam o seanstan sonra olduğu için, çok iyi geliyor. Suyun nötrleştirici özelliği, sporun enerjiyi boşaltması ve işten çıkıp bana katılan sevgili arkadaşım B.'nin ışıltılı sakinliği bana çok iyi geliyor.... Umarım devam edebiliriz birlikte, çünkü o üşenirse ben anında salarım kendimi biliyorum..... ;) B. okuyorsan bu sanaydı! Salmayalım! <3

Bu yazıyı henüz Ekim bitmeden yollamak istedim çünkü önümüzdeki hafta tatil ve annemler geliyor (yaşasııın). Evde çocuklar ve annemlerle kalabalık bir aileyiz 10 gün kadar. Bunu ve Ekim'in son günü olan Cadılar Bayramını ayrı anlatırım :) O zamana dek kalın sağlıcakla, neşeli hophoplarla :)

2 Ekim 2024 Çarşamba

Dönüşüm - Yazan C. Kafka :))

Bu yaz bir kitap okudum (ve hayatım değişti hahahaha değil tabii ki ama etkilendim): "Radikal Kabullenme" diye bir kitap. Yazarı Tara Brach. Özünde bir kişisel gelişim kitabı ama milyon tane benzerinden farkı; dillere pelesenk ettiğimiz ve o nedenle anlamını yitirdiğini düşündüğüm "kabullenme" konusuna, budizm öğretisinin bakış açısından yaklaşması. 

Kitap, psikanalistimin önerisiydi. Bir defa hızlı, bir defa da yavaş, iki defa üstüste okudum ve beni o kadar etkiledi ki, bir ay boyunca başka kitaba elim gitmedi; okuduklarım içimde tortulansın istedim. Bende ufak bir dönüşüme neden olduğunu düşündüğüm için, sadece goodreads'te yazıp geçmek yerine, bloğa da aktarmak istedim. 

Kitabı kendinde birşeyleri yanlış gördüğü için, kısırdöngülerini kıramadığı için, bir türlü olan biteni kabul edip, normalleştiremeyenler için ve en önemlisi de bunlar nedeniyle kendini suçlamayı ya da yetersiz görmeyi huy edinenler için (hatta genelleyip tüm dünyada olan bitenler için sürekli bir suçluluk ya da huzursuzluk duyan "hassas ruhlar" için) öneriyorum. 

Kitabın benzerlerinden farkı; Budizm yolunda, Buddha'nın hayat ve öğretilerinden kaynaklanan ve kendinden sonraki birçok tek tanrılı dine de aktarılan, bir tür "hayat bilgeliğinin" uygulamalı örneklerle anlatılması. Mevlana'dan çok fazla alıntı olması da cabası.. Son derece çözüm odaklı ve bu çözümü de kendi içsel süreçlerimizle ve algı / davranış değişimlerimizle bizim ellerimize bırakan, aktif rol üstlenmemizi sağlayan bir bakışının karşısında; aksine, bize daha pasif, kabullenici, daha az kontrol ve onarma dürtüsü içeren, daha sakin bir yaşam önermesi, çözülemeyen ve dolayısıyla çözemediğimiz için kendimizi yetersiz ve suçlu hissettiğimiz alanlarda, sadece özşefkatle değil, affedici ve kabuledici bir bakış açısıyla kendimize ilaç olabilmek.. Danışan örnekleri ve meditasyon önerileri de gerçekten çok güzel..

Kitapta beni düşündüren bir konunun cevabı şuydu meselâ; hayatın bana öğretilmiş olan amacı kendini daha iyi, daha başarılı, daha mutlu birine dönüştürmekti bugüne dek.. Ve ben asla ulaşamadım bu duruma çünkü çıta hep yükseldi ve bir noktada "realist" bir hal olmaktan da çıktı. Annemle olan sorunlarımda hep kendimi suçladım çünkü "o daha iyi bilir"di her zaman, huysuz ve mutsuz olan hep bendim. Bundan hiç kuşkum yoktu ve hep kendime yüklendim, iyi bir evlat olmadığım için, sinirliliğim ve huysuzluğum için, hep "suç" vardı ortada. Ya da kendi anneliğimde "benzer hatalar yapmamak için" aşırı bir özen göstermek, gerekiyorsa kendimden ödün vermek ama "o çocuk mutlu olacak" demek! Nasıl büyük bir yük koymuşum omuzlarıma; birini mutlu etmeye çalışmak, ne kadar sonsuz ve ulaşılamaz bir amaç; hele ki annelik aslında özünde sadece "orada onunla olmak" kadar basit bir kavramken.... Ya da ilk sevgilimi "kırdığım" için, diğerlerinde de hep o ilk aşkı onarmak için uğraşıp durmam.. Geçen Günün Tortusu'nda yazdığım gibi; "Meğer en lâzım olan kendimi, hep başkaları kazansın diye harcamışım.."

Neyse özetle; bu kitap bana iyi geldi ve eğer sen de kendini başkalarının mutluluğu ve iyiliği için uğraşırken ihmal ediyorsan ve o ulaşmaya çalıştığın yer hep daha yükseğe hep daha yükseğe çıkıyorsa ve ulaşamadığın herşey için kendini suçluyorsan yani kısacası kendinden razı değilsen, kendinin en iyi dostu değilsen, oku derim... Oku çünkü bizim gibiler için nokta atışı bir kitap. Tek sorun şu; biraz öfkeni arttırıyor çevrendeki "sevimli" vampirlere karşı :))) 

Son bir söz ile bitirelim Carl Rogers'tan: "En tuhaf paradox da şudur; kendimi olduğum gibi kabul etmeye başladıkça, değişmeye de başlamam." ;)

29 Eylül 2024 Pazar

Eylül: Adaptasyon ve ayarlamalar ayı

Eve dönüş süreci 10-15 günü buluyor malum; temizlik, düzen, eksiklerin giderilmesi ve okul / iş rutininin kurulmasıyla. Son bir haftadır artık Almanya'ya geri adapte oldum, rutin hayatıma döndüm diyebilirim. Buyrun rutin hayatım; hakikaten feci rutin :)))

Yenilenmiş rutin hatta bugün itibarıyla daha da kalabalık bir halde :/

Offf çok sıkıcı böyle "tahmin edilebilir" bir yaşam sürmek biliyorum ama Almanya'da, evli ve çocukluysan başka türlü (örn. Akdeniz kafası) olmuyor ne yapayım? İnan herkeste 3er ajanda; iş ajandası, çocukların ajandası, sosyal hayat ajandası... Bir de gerçekten bilmiyorum bunca şeye nasıl yetişebilirim başka türlü, ki yetişemiyorum, bu programlı hayata rağmen yetişemiyorum.. Mutlaka bu şekilde görsel bir liste hazırlayıp masamın üstüne asmam gerekiyor.

İşte yine listemi yaptım, renk kodlarına göre spordur, iştir, sosyal hayattır kodladım. Renk dengesi beni mutlu etti. Bir de çoğu gün 45 dakika bomboş zamanım olacak, her sabah güne yogayla başlayıp her gece meditasyonla bitireceğim ve bence bu rutin içinde bana "yaşadığımı hissettirecek" güzelliklere yer kalacak; ne bileyim haftada bir gece spontan yüzmeye gitmek olsun, çarşamba öğlen arkadaşlarımla videolu konuşmak ya da telefonlaşmak olsun, cumaları biraz maneviyata zaman ayırmak olsun.. Güzel ayrıntılar bunlar. İhtiyacım olan ayrıntılar. Daha başka ekstra bir şey de beklemiyorum hayattan; sağlıklı olalım, bu rutinimizi uygulayabilelim yeter..

Ayın tek sosyal hali: Garajımızın önüne bit pazarı kurduk, gelen geçenle lafladık,
kayınvalideyle limonçello spritz keyfi yaptık, baya bir şey sattık, hafifledik :)

İşte böyle... Eylül'ü de devirdik. Bu işlerle boğuşurken Eylül hakikaten nasıl geçti anlayamadım! Tek dikkatimi çeken, günler ciddi ciddi kısaldı, yağmurlar çoğaldı, doğa hafif hafif kızarmaya başladı. Bu sene normalden daha geç geliyor sonbahar, buna çok seviniyorum. Bana çiçeklerimi ve çiçek soğanlarımı söküp sonbahar çiçekleriyle yenilemek, kışlık giysileri çıkartmak, en güzeli de bir sürü değişik değişik çay alıp depolamak için zaman tanıdı sağolsun, yani hazırım sonbahara :) Umarım sonbahar - kış geçişi uzuuuuuun sürer bu sene; kademe kademe azalır ısı, tatlı bir geçişle sonbahar bizi yavaaaaş yavaaaaş, yumuşak bir kışa teslim eder. İnşallah öyle olur.... 

Olmazsa da.. :)) Burda yazar, birlikte mızırdanırız..

20 Eylül 2024 Cuma

Evveeet, nerede kalmıştık?

Bu sabah gayet "evimde" olduğumun bilinciyle uyandım, alışmam 10 gün sürmüş demek ki.... 

Dönüşüm her sene ağrılı oluyor. 30 dereceden 10 dereceye dönmek insanı fiziksel anlamda da psikolojik anlamda da yoruyor. Bu sene okullar açılmadan önceki akşam dönmüş olmamız da tuz biber oldu. Böyle dahiyane fikirlerim var bazen.. :) Aslında çocuklar için daha bile iyi oldu, hiç boşluğa düşmeden 6. ve 2. sınıfın kollarına düştüler.. Öğretmenleri de tam "Alman mürebbiye" denen cinsten, o nedenle ilk günden onlar erdi rutinlerine, ben çıkayım depresyonun kerevetine. 

Neden depresyon? Çünkü:

1). Geldiğimde evi mok götürüyordu afedersiniz. Bir de eşimin "ben dün temizlik yaptım, nasıl olmuş?" diye mavi mavi açıp gözlerini, aferin bekleme halleri yok mu? Sus kız, şükret otur, kabasını almış işte, ayrıntıya sonra sen girersin! diyen bir Anadolu Kadını halim de var, büyük memeli ve anaç bir Kybele. Fakat hayır, dominant halim maalesef bildiğin cazgır. Sonuç: 2 hafta sürdü ama evi şartladım. Türk genlerim ilk adımı temizlikten başlatıyor... Temiz ev mühim. Temiz ev elzem.

2). 10 derecede palto giyiliyor çünkü sabah evden çıkarken hava 5 derece. Utanmasa kar yağacak. Atom karınca gibi yazlıkları kaldırıp kışlıkları indirdim ki, bir de ne göreyim? Ayol kıyafetler küçülmüş! Sus kız, şükret otur, çocuklar büyümüş işte! Şşşt Kybele çık aradan. Çocukları okula yazık ilk gün "Şarlo" gibi gönderdim, pantolonlar bilek üstü, ceketin önü kapanmıyor, bir de utanmadan diyorum "löp löp yutarsanız ananenizin dolmalarını böreklerini göbek yaparsınız işte böyle..." Resmen psikolojik şiddet var Hakim bey! Neyse sonra gittik bir tam maaşı bırakıp pantolonlar, kışlık ayakkabı ve ceket aldık. Her şey ne kadar pahalı yahu :( Türkiye'den birkaç sweatshirt almıştım Koton'dan neyse ki, onlar kurtardı.. Koton'un ve Waikiki'nin kıyafetlerini hesaplı ve kaliteli buluyorum ama pantolonların bacak boyu kısa, beli ise bol nedense... Elim mahkum onları buradan almak durumundayım. Palto da aynı şekilde, çok ince oluyor, burada -10'a uyumlu olması gerekiyor.. Pof. Kıyafet de elzem ve mühim.

bunlarda da kendim için gözüm kaldı;
 turkuaz ve cart pembe tam benlik ama şimdi zamanı değil artık.. seneye.. 
(geleceğe yönelik alışverişe karşıyım da.. sadece ihtiyacım olanı alma politikam var yıllardır, 
evet iyice sıkıcı bi insana dönüştüm bence de :P)

3). Tavşan meselesi. Monster'ımız öldüğünden beri 2,5 haftadır Tessi yalnız :( Gündüzleri bahçede bir şekilde oyalansa da geceleri çok hissediliyor mutsuzluğu. Tavşanlar sosyal canlılar, tek bakılmaları hayvan haklarına aykırı. Harıl harıl eş arıyorum iki haftadır fakat yaşı yaşına boyu boyuna uygun bir eş bulamadım bir türlü. Sonunda neyse barınaktan bir aday çıktı, koşa koşa gittim ki ayol Alman tipi hayvan bakım kurallarına göre bizim tavşan odamızı beğenmedi yetkili kadın! (Bundan 4 sene önce de en yakın arkadaşım 1,5 senelik bir sürecin ardından başvurdukları evlatlık çocuk için "siz anne baba olmaya uygun değilsiniz" denerek (kendilerinin 1 çocukları var aslında!) reddedilmişti, bu Almanya'da her şey mümkün..). Kadın da 30 metrekare bahçede serbest dolaşmak okey ama ev içindeki 5mt'2 alan olmaz da olmaz, yetmez de yetmez diye tutturdu. 2 tavşan için en az 6mt'2 alan gerekiyor, resmen 1mt'2'nin hesabını yapıyoruz! Sonunda yalvar yakar bin tane sözle (ve imzalı senetle!) ikna ettim, odaya dedim ikinci bir kat çıkayım (tam Türk müteahhit kafası bendeki!) yani işte şöyle bir şey:

Buna ikna ettim kadını, kadın dedi ki "15 gününüz var bunu yapın, gelip göreceğim" :))) Hani diyordum ya "ben hep tahta ile çalışmak istemişimdir, hep içimde keşfedilememiş bir marangoz yatıyor" diye... Hah o rüyam gerçek oldu sağolsun bu kadın sayesinde. Hatta "sen 6 mı dedin, 8 ulan!" diyip 25mt2'lik salonun orta yerine 8mt2'lik tavşan alanı kurmaya karar verdim! Yeminle "Ah bu çılgın Türkler...." 

Evde "delidir ne yapsa yeridir" politikasıyla karışanım görüşenim yok, "koku olmaz mı?" sorularını "olmaz. bakarız oldu, birbirlerine alışınca 5mt'2'lik odaya geri alırız" diye bertaraf ediyorum. Bu arada kedi gibi tuvaletleri var tavşanların, gidip oraya yapıyorlar, günde bir temizlenince gerçekten koku olmuyor.. Ay neyse yani anlayacağın bir de bu "tahtalıköy projesi" var hayatımda.. Hırt hırt günboyu tahta kesiyorum.

dolduracağım alan bu.. haydi bakalım..

4). Bilgisayar yapıldı Türkiye'de (400 euroya bilgisayar almaktansa 1500TL'ye mis gibi yaptırdım diye seviniyordum) ama adamcağız "iyilik olsun diye" Windows'umu yenilemiş. Ne oldu bilmiyorum, hiçbir şey çalışmıyor bilgisayarda. Çalışanlar da Türkçe çalışıyor, hiçbir şey anlamıyorum bilgisayar Türkçesinden.... Terapilerim aksadı, cep telefonundan saçma sapan çalışmaya çalışıyorum falan, asabiyet yaptı bu "ucuz etin yahnisi" durumu bende.... "Yazmıycam ulan" dedim, "blog mlog yok yeter". Ama sağolunuz öyle çok aradınız sordunuz ki, sahnelere sayenizde yeniden geri dönmek "zorunda" kaldım hahaha külliyeten yalan, aslında çok yazasım vardı ama hakikaten yoğundum. Neyse kavuştuk artık, Allah ayırmasın diyelim....

5). Tüm bu hengamede bir de oğlanın ilk parça doğum günü kutlaması vardı. İlk parça nedir? Yani nedense bir aile, bir de arkadaş kutlaması adeti var bunlarda - babaları da böyledir bunların - işte aile kutlamasını yaptık geçen haftasonu. Arkadaş kutlamasını çıkmaz ayın son perşembesi diye düşünüyorum bakalım..... Fakat şimdiden planlar planlar... Bence yeterince güzel bir doğumgünüydü ama "yeterli" bir türlü "yetmiyor" bu model çocuklara. İlle arkadaşlarıyla da kutlayacakmış. Son sözü elbet ben söylüyorum: "peki evladım."


6). Bahçe işleri. Kayınvalide sağolsun "12. Geleneksel Sardunyalarımı Öldürme Girişimi"ni yine çok güzel, layıkıyla başarmış. Coşmuş halde bıraktığım sardunyalardan ölmemekte inat edenleri şimdi ben 1 ayda yine canlandırmaya çalışacağım her yaz sonu olduğu gibi. Nedir bu kadının sardunya beceriksizliği bilmiyorum. Bu sene dışarıya koyup "sen hiç elleme onlar birşey istemiyor" dediğim halde, inatla sulamış - sardunya su istemeeeeeez! dilimde tüy bitti. Bence sırf onlar da benim gibi Akdenizli diye.... Almanya'ya entegre olamıyorlar işte yahu, bırak aaa. Sardunyalar dışında ama elmalar (tamamen %100 Almanya bitkisi malum) coşmuş, 100 elmadan fazla topladım, ayırdım, 52 tanesi yemelik kaldı. Diğerleri çürümüş ya da kurtlanmış, malum %100 organik :))

İşte eve dönüş böyle vuku buldu. Haydi bakalım. Yeniden görüşmek iyi oldu, devamı da gelsin tez elden :) Herkese güzel bir güz mevsimi dileklerimle....