Bloglarda genel bir sakinlik var sanki, ben de bu sessiz durgunluğa katıldım. Ama geçerli bir mazeretim vardı; bu hafta bana bir şeyler oldu.. Tam ne olduğunu kelimelere dökebilir miyim emin değilim ama ben "ben" gibi davranmadım bu hafta ve... hayatımın sanırım en güzel haftasını yaşadım!
20 Haziran 2021 Pazar
Bana tuhaf bir şeyler oldu..
6 Haziran 2021 Pazar
2. ay özeti
Bundan sonra her ayın özetini, o aydan bana kalanları, düzenli olarak bloğuma yazmaya karar verdim. "Boşa geçirdim bu hayatı" sabit-fikrime bir tokat gibi, "bak bunları bunları yaptın, ama unutuyorsun, bu sadece basit bir hafıza sorunu" demek istiyorum.. Biriktirmek ve aslında yaşıyor olduğumu kendime kanıtlamak..
Bu ay zor başladı, güzel bitti. İçinde yaşadığım coğrafyaya dair havanın berbat durumu ve uzayan "kapanma" süreci nedeniyle oldukça depresif bir ruh haline girdim ve ne denediysem (vitamin desteği, uyku düzenlemesi, meditatif egzersizler) çıkamadım. Ben de tek bildiğim şeyi, işe yarayacağı kesin olan son çareyi uyguladım: bünyeyi hiç beklemediği bir anda şaşırtan ani bir ortam değişimi.. Fakat ne iyi geldi! En azından perspektif kazandırdı, zamanın durağan olmadığı, şeylerin değişebileceği üzerine bir umut verdi. Bıkkınlığa karşı umut..
Arınma ve iyileşme projeme başlamamın 8. haftası biterken, aynı zamanda Almanya'daki "kapanma süreci" de bittiği için (Pazartesi Aralık ortasından bu yana ilk defa okullar normal sistemle açılıyooooor!), aslında bu bir dönemin kapanışı ve yeni bir dönemin açılışına dair bir umut yazısı..
Bakalım neler yapmışım 4-8. haftalar arasında :)
KUTLADIM <3
Miniş kızım kocaman olmuş, 8 yaşına girivermiş! 8 sene nasıl geçti bilmiyorum; günler asla geçmek bilmezken, yıllar çabucak geçiyor! Nice mutlu yıllara canım kızım, neşeyle sağlıkla keyifle inşallah :)
ÖĞRENDİM:
Yeni mi öğrendin diyeceksiniz ama, bir şeyin düzelmesi için bazen iyice bozulması gerektiğini öğrendim. Misal yüzümdeki güneş lekeleri.. 40 yaşıma dek "afacan kız çocuğu" süsü veren çillerim, bu sene beni rahatsız etmeye başladı çünkü genişlediler ve birleştiler sanki. Hayatımda ilk defa cildiyeciye gittim ve bir krem kullanmaya başladım. Fakat bu krem yüzümü öyle bozdu ki, resmen cüzzamlılar gibi böyle soyulmuş, kanlanmış bir cilt! Ah dedim ne yaptım ben, iyice mahvettim.. Ama sonra, o lekeler iyileşti ve hakikaten çillerimde ve lekelerde ciddi bir azalma fark ettim.
Sonra, bir de bahçe konusu var.. Aynı şekilde, bahçeye yeni çim ektim ama öncesinde tırmıkla kazmam ve yosunları temizlemem gerekiyordu, fakat öyle kötü oldu ki, bahçe bildiğin çamur, kel kel toprak öbekleri.. Fakat iki hafta sonra, çimler mini mini çıkmaya başladı ve şu an yemyeşil yumuşacık bir alanım oldu... Demek ki bazı şeyler iyileşmeden önce, iyice bozulması gerekiyor bu hayatta..... Belki insanlar arasındaki ilişkiler ya da yaşam yolundaki dönemeçler için de geçerli bu kural?
OKUDUM:
Bu ay aradaki tatil sayesinde ortalamanın üstünde okudum ama bana kalanlar arasından tek bir paragraf seçmem gerekirse, şunu yazmak isterim: "Daha iyisini yazamayacaksam niye yazıyorum? Ama, kendi seviyemin çok altında kalsam da, kalemimin yettiği şu azıcık şeyi de yazmazsam, halim ne olur?" Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı
Tamam bir de şunu ;) "Ya şimdi tembeldi demek doğru olmaz, amaçsızdı diyelim. Çok çalışırdı ama bir yere varmazdı çalışması, maymun iştahlıydı çok.. Bir şarkı yazıyor mesela, günlerce evden çıkmaz, sabahlara kadar çalışır, sonra vazgeçer. Niye vazgeçtin? İçime sinmedi. E dün çok sinmişti n'oldu? Hep böyleydi yani.. bitmiş işi yoktu. Aslında ergen kaldı Osman, büyüyemedi." Ayfer Tunç - Osman
Söz bu sonuncusu: "İnsan ya kendi kendine konuşur ya da kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?" - Suzan Defter.
Haziran'ın ilk günlerinde de Yarim Haziran'ı yeniden elime almak iyi geldi. Özellikle şu satırları okumak (ya da Can Dündar'ın kendi ağzından dinlemek) de..
İZLEDİM:
Bu ay vakit buldukça Netflix'ten Broadchurch'u izledim, tipik bir klasik tarz İngiliz polisiyesi. Olivia Colman'ın kraliçeyi oynamasına öyle alışmışım ki, biraz battı gözüme ama DI Hardy tam benim sevdiğim (gıcık) tip dedektiflerden olduğu için keyifle izletti. İngiliz polisiyelerinde kimseyi "cicili bicili ve güzel" gösterme iddiası olmaması hoşuma gidiyor. Kirli saçlar, huysuz insanlar, eğri dişler...
Bir de Love, Death + Robots'un 3. sezonunu izledim ama ilk 2 sezondan sonra sanki lise öğrencileri tarafından dönem ödevi gibi hazırlanmış hissi duydum. Sadece "All though the house" (aynı isimdeki filme gönderme yapıyor evet) bölümü baya güldürdü.
DİNLEDİM:
Bu ay en çok SYML - Mr. Sandman dinlemişim...
MERAK ETTİM:
Bilimsel bir dayanağım yok fakat bir gözlemim var, fikirlerinize açıyorum: neredeyse aynı renk kavuniçi iki gül aldım ve birini bahçenin sürekli güneş gören yerine, diğerini ise sadece 2 saat güneş gören yerine diktim. Güneş altındaki neredeyse kırmızıya dönerken, gölgede kalan sarıya döndü. Acaba bazı çiçeklerde de, yapraklardaki gibi, fotosentez ile renk arasında bir ilişki mi var?
Ya da... ben asla sevdiğim gibi bir kavuniçi gül sahibi olamayacak mıyım????
BOL BOL PİŞİRDİM:
Mayıs ve Haziran'da Almanya'da bir kuşkonmaz manyaklığı yaşanıyor, ben de dahilim tabii. Üç dört günde bir kuşkonmaz pişirdim, hem yararlı hem faydalı :)) Yeşilini genelde salataya katıyorum ama beyazı Alman tipi beşamel sos, haşlanmış patates (biz kabuklu yiyoruz, annem çok kızıyor böyle ikram edilmez ayıp diyor ama hem yararlı hem faydalı diyerek delirtiyorum kadıncağızı) ile enfes oluyor. Kuşkonmazla ilgili ilginç bilgiler: 1). Afrodizyaktır 2). Yedikten 3-4 saat sonra çişiniz buram buram kuşkonmaz kokar 3). En son 24 Haziran'da yenilir, dini bir anlamı vardır bu tarihin, sonrasında tek bir kuşkonmaz bulamazsınız marketlerde..
Ortada ise bizim Ege bölgesinde de çok bilinen ışgın ya da rhubarb bitkisi. Bunu Ege'de nasıl yiyorsunuz lütfen yazın, burada biz reçelini yaparız (bazen içine çilek de eklerim ben, güzel olur) ve bir de turta yaparız. O da şahane olur.. Ben bu sene henüz turtasını yapamadım (üşengeçlik) ama şöyle oluyor:
HEM SİNİRLENDİM HEM GÜLDÜM:
Eşim sofrayı toplamış, tabakları makinaya "atmış", resmen atmış adam yaaaa!
Sonra nedense adım obsesife çıkıyor.... Ya da "her şeyi de sen yapma canım yaaa..." diyorsunuz, ooooof of, ben yapmayayım da kim yapsın?
ÇOK SEVDİM:
Tam bir dağ adamı olan oğlum, nereden kafasına estiyse bana çiçek buketi getirmiş.. Üstelik verirken "seni çok seviyorum" demesin? Eririm erirrrr.
DÜŞÜNDÜM:
Biz aslında bir nehir üzerinde botla sehayat ediyoruz. Bu nehir bazen azgın bir hâl alıyor, bazense sakin ve usulca akıyor. Nehir azdıkça benden beklenen elimdeki küreği yana bırakmak, botun yan halatlarına sıkıca tutunmak, yüzüme gözüme gelen buz gibi damlalara rağmen, botun alabora olmayacağına güvenerek beklemek.. Ve nehir elbet sakinleşince, yeniden asıl küreklere, yeniden manzaranın keyfini çıkart, kasılmış bedenini gevşet, rahatla.. Bu kadar! Oysa ben hep nehir azdıkça küreğe yapıştım, gözüme ağzıma giren buz gibi sudan yakındım, nehir sakinleyince de hep bir sonraki azgın anın beklentisiyle endişelendim. Böylece de ne durgun zamandan zevk alabildim, ne de zor zamanla başa çıkabildim.... Hatam tam olarak bu oldu....
HİSSETTİM:
Bu ay bu iyileşme projesinin bana gerçekten iyi geldiğini ama haftalık yazılar yerine aylık tek bir yazı yazmanın bana daha uygun ve sürdürülebilir olduğunu fark ettim :) Haydi bakalım, güzel geç güzel Haziran!
3 Haziran 2021 Perşembe
Karavanla Avusturya, İsviçre, İtalya
Batı cephesinin delisi geldiiii :) Hoş bulduk. 14 gündür yoktum, özlemek ve özlenilmek ne güzel! Gerçekten öyle ihtiyacım varmış ki.. Her şeyden biraz uzaklaşmak, tam 10 gün boyunca telefon ya da herhangi bir ekran görmemek, doğanın koynunda kelimenin tam anlamıyla arınmak ve iyileşmek...
İnsan çok yorgun ve depresif olduğunda gerçekten bunu fark edemiyormuş.. Biraz dinlenince, temiz havaya ve Alplerin güney yakasına özgü o sıcacık güneşe, hafif yaşayan insanlara ve bizdeki yaz başı gecelerine özgü o tatlı kokuya, henüz sadece usul usul ötmekte olan cırcır böceklerine kavuşunca, birden son zamanlarda ne kadar yorgun ve bezgin düştüğümü fark ettim... Tam zamanında atılan bir cam simidi gibi sarıldım doğaya.... Öyle iyi geldi ki!
Fazla lafa boğmamaya çalışarak, sizi Alplerin güney yakasında, İsviçre, İtalya ve Avusturya üçgeninde karavanla ufak bir gezintiye çıkarayım istiyorum..
Lago Maggiore'deki kamp yerine akşama doğru vardık. Eşimin çocukluğu burada geçtiği için çok mutluydu ama ben yağmurlu buz gibi havayı yiyince sinirlerim bozuldu, e biz Almanya'da da donuyorduk, ne gerek vardı bir de İsviçre'de donmaya?!
Tüm gece ve ertesi gün boyunca şakır şakır yağmur yağdı ve ayakkabı içinden çoraplara hatta tabiri caizse donumuza kadar ıslandık ve çamura battık. Hah dedim başladık, 10 gün nasıl geçecek böyle? Fakat ertesi sabah öyle güzel bir güne uyandık ki! Şansımıza hava da sonraki 8 gün boyunca güneşliydi. Hattâ son günkü yağmur bile "pıtır pıtır ne güzel" geldi, itiraf edeyim.
İsviçre'de aslında bir "son görev" için de bulunuyorduk; Opa'nın külleri, yaşamının büyük kısmının geçtiği Lago Maggiore'ye döküldü, dolayısıyla yalnız değildik. Gerçekten güzel bir son uğurlama oldu, kanolarla göle açıldık.. Korktuğum gibi "Big Lebowski"deki sahne yaşanmadı :)
Opanın külleri göle döküldükten sonra, Opa'nın gençliğinde tüm aileyle defalarca gittikleri "efsane" Grotto Baldoria'da akşam yemeği için yer ayırtılmıştı. Bu yarım asırlık aile işletmesi restaurant hakikaten efsane; menü falan yok, iç içe masalarda oturuyorsunuz ve o gün ne piştiyse size o servis ediliyor. Tabii ki hesap da tipinize göre geliyor ;)
Yaşları 4-7 arası 3 çocuk, yaşları 35-65 arası 12 yetişkin toplam 15 kişiydik ve kamptan yemeğe 3km yolu bisikletlerimizle gittik. Dönüşte saat 23 gibi zifiri karanlık orman yolunda üç ufak çocuğun hiç mızmızlanmadan bıcır bıcır bisiklet sürmesi bence efsaneydi, eminim ömürleri boyunca hatırlayacaklar o yolu; yasemen ve hanımeli kokusu, cırcır böcekleri, hafif ürperten serinlik, sürekli bismillah çeken bir tavuk anne :))) Neyse kimse düşmeden yaralanmadan kampa vardık, şükür..