20 Haziran 2021 Pazar

Bana tuhaf bir şeyler oldu..

Bloglarda genel bir sakinlik var sanki, ben de bu sessiz durgunluğa katıldım. Ama geçerli bir mazeretim vardı; bu hafta bana bir şeyler oldu.. Tam ne olduğunu kelimelere dökebilir miyim emin değilim ama ben "ben" gibi davranmadım bu hafta ve... hayatımın sanırım en güzel haftasını yaşadım!

Daha doğrusu, belki de tam "ben" gibi davrandım, öyle bir şey oldu ki, sigorta mı attı ne oldu, bir "yeter artık başkaları için yaşadığım" hissi geldi; kendimi herşeyin önüne koyma isteği hattâ ihtiyacı, önüne geçilemez bir sadece kendimle olma özlemi.. Bu bana sanırım son 8-10 senedir olmayan bir şey.. Yani yüzüne maske yap, ayaklarını uzat, kendine bak değil demek istediğim; içimdeki duygu, henüz ilkyaz günlerinde, sabah saatlerinde, denizin üzerinde gördüğümüz o pırıl pırıl ışıltı gibi bir duyguydu. Kıpır kıpır, tertemiz, huzur ve umudu bir araya getirmeyi başaran tuhaf bir iç pırıltısı.. İç sıkıntısı denir ya, onun tam tersi bir duygu adeta.. İç pırıltısı, evet.

şelaleyi gördüğüm an.. ama bir süre kavuşamadık, 
çünkü "oturan adam"ın gitmesini bekledim.

Bir sürü işim vardı, zaten iş bitmiyor ki.. Hepsini bıraktım, yapmayacağım dedim! Bu hafta hiçbir sorumluluk ve vicdan yükü duymadan, kimseden izin almadan, ricalarda bulunmadan, kendimde hak görerek, tamamen kendi içimden geldiği gibi yaşayacağım, bakalım ne olacak....

Neler oldu anlatayım: Her sabah bisikletimle 2 saat dolaştım, bazen ormanlara gittim, bazen göllere, bazen sadece şehrin içinde turladım. Banklarda oturdum, çimenlere uzanıp bulutları izledim, rüzgârın getirdiği kokuları içime çektim. Kahvaltı yapmadım, karnım acıkınca canım o an ne istiyorsa onu atıştırdım ki bunlar çoğunlukla basit bir domates, peynir, ekmek, biraz meyve, bazen sadece soğuk bir içecek oldu. Sanki içimdeki bir şeyi doyurdukça, fizyolojik olarak da bir tokluk hissi geldi üzerime.. Bir gün gittim tarladan sadece kendime çilek topladım, eve bir tanesini bile getirmedim, hepsini oturdum dere kenarında yedim! :) Kimseyle buluşmadım, kimseyi görmedim, tamamen kendi başıma oldum. 

kayalara tırmanırken, 
bir türlü fotoğrafı doğru zamanda çekememek :)

Eve döndüğümde saatlerce yazı yazdım, sildim, baştan yazdım, kendime bile itiraf etmeye korktuklarımı sayfalarca yazdım. Hiçbirini yayınlamadım. Kendi içimde tutmayı başardım.. Tüm bunları yazarken bazen şaşırdım, bazen güldüm, bazen de ağladım... Evet ağladım sonunda! Hafta ortası bir de bisikletten düşünce, "hah dizim kanıyor, elime fırsat geçti" dedim dedim ağladım.. Meğer ne çok canım yanıyormuş! Sonra birden sustum, kendi kendime "değer mi güzel gözlüm, değer mi bu gözyaşlarına" dedim aynen annemin ufak bir çocukken bana hep dediği gibi.. Ve yıllar sonra yine aynı cevabı verdim: "değer.. çok canım acıyor çünkü..". Ve annem gibi anlayışla baktım kendime.. "Haydi" dedim sonra, "kalk elimizi yüzümüzü yıkayalım, geçti...

Sonra, finalde, ölsem yapmam dediğim bir şeyi yaptım: 7 derecelik buz gibi şelale sularında, ani bir kararla üstümü çıkarıp iç çamaşırımla yüzdüm :) Yaptım bunu! Ben, Ağustos gününde bile üşümeyi başarabilen ben! İlk başta utandım, korktum, sonra dedim ki, "ya şimdi ya asla... bu insanların hiç birini bir daha hayatın boyunca görmeyeceksin, sende olan zaten onlarda da var, utanma, çıkart üstünü, gönlünce yüz..." Tırmandım kayalara keçi gibi, bir iki üç, atla! Ama nasıl soğuktu anlatamam :)) Ölüyorum sandım, kalbim duracak sandım, ufacık göleti yüzemeyeceğim, kıyıya asla varamayacağım sandım ama başardım.... Çığlık da attım ama "şahane" diye! Önü topu 10 saniye falan sürmüştür o buz gibi suda yüzmem ama çıkınca sanki yeniden doğmuş gibi hissettim!

Kısacası: bu hafta bana tuhaf bir şeyler oldu... ve bu, çok iyi oldu!

ve mutlu son; yüzmüş çıkmış, 
yeniden giyinmiş, içim buz gibi otururken..

Buralılar ya da ziyaretçiler için hamiş: Gittiğim şelale, Münih'in arabayla 1 saat güneyinde, Garmisch-Partenkirschen bölgesine (ünlü Zugspitze'ye) yakın Farchant kasabasının hemen kuzeyindeki "Kuhflucht-Wasserfälle". Lütfen şelalede yüzmenin hızlı debi, gizli girdaplar ve 2-7 arasında değişen derece nedeniyle oldukça zorlu olduğunu, yalnızken kesinlikle yapılmaması gerektiğini unutmayın.. Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma! :))

6 Haziran 2021 Pazar

2. ay özeti

Bundan sonra her ayın özetini, o aydan bana kalanları, düzenli olarak bloğuma yazmaya karar verdim. "Boşa geçirdim bu hayatı" sabit-fikrime bir tokat gibi, "bak bunları bunları yaptın, ama unutuyorsun, bu sadece basit bir hafıza sorunu" demek istiyorum.. Biriktirmek ve aslında yaşıyor olduğumu kendime kanıtlamak..

Bu ay zor başladı, güzel bitti. İçinde yaşadığım coğrafyaya dair havanın berbat durumu ve uzayan "kapanma" süreci nedeniyle oldukça depresif bir ruh haline girdim ve ne denediysem (vitamin desteği, uyku düzenlemesi, meditatif egzersizler) çıkamadım. Ben de tek bildiğim şeyi, işe yarayacağı kesin olan son çareyi uyguladım: bünyeyi hiç beklemediği bir anda şaşırtan ani bir ortam değişimi.. Fakat ne iyi geldi! En azından perspektif kazandırdı, zamanın durağan olmadığı, şeylerin değişebileceği üzerine bir umut verdi. Bıkkınlığa karşı umut..

Arınma ve iyileşme projeme başlamamın 8. haftası biterken, aynı zamanda Almanya'daki "kapanma süreci" de bittiği için (Pazartesi Aralık ortasından bu yana ilk defa okullar normal sistemle açılıyooooor!), aslında bu bir dönemin kapanışı ve yeni bir dönemin açılışına dair bir umut yazısı.. 

Bakalım neler yapmışım 4-8. haftalar arasında :)

KUTLADIM <3

Miniş kızım kocaman olmuş, 8 yaşına girivermiş! 8 sene nasıl geçti bilmiyorum; günler asla geçmek bilmezken, yıllar çabucak geçiyor! Nice mutlu yıllara canım kızım, neşeyle sağlıkla keyifle inşallah :)

ÖĞRENDİM:

Yeni mi öğrendin diyeceksiniz ama, bir şeyin düzelmesi için bazen iyice bozulması gerektiğini öğrendim. Misal yüzümdeki güneş lekeleri.. 40 yaşıma dek "afacan kız çocuğu" süsü veren çillerim, bu sene beni rahatsız etmeye başladı çünkü genişlediler ve birleştiler sanki. Hayatımda ilk defa cildiyeciye gittim ve bir krem kullanmaya başladım. Fakat bu krem yüzümü öyle bozdu ki, resmen cüzzamlılar gibi böyle soyulmuş, kanlanmış bir cilt! Ah dedim ne yaptım ben, iyice mahvettim.. Ama sonra, o lekeler iyileşti ve hakikaten çillerimde ve lekelerde ciddi bir azalma fark ettim. 

Sonra, bir de bahçe konusu var.. Aynı şekilde, bahçeye yeni çim ektim ama öncesinde tırmıkla kazmam ve yosunları temizlemem gerekiyordu, fakat öyle kötü oldu ki, bahçe bildiğin çamur, kel kel toprak öbekleri.. Fakat iki hafta sonra, çimler mini mini çıkmaya başladı ve şu an yemyeşil yumuşacık bir alanım oldu... Demek ki bazı şeyler iyileşmeden önce, iyice bozulması gerekiyor bu hayatta..... Belki insanlar arasındaki ilişkiler ya da yaşam yolundaki dönemeçler için de geçerli bu kural?

OKUDUM: 

Bu ay aradaki tatil sayesinde ortalamanın üstünde okudum ama bana kalanlar arasından tek bir paragraf seçmem gerekirse, şunu yazmak isterim: "Daha iyisini yazamayacaksam niye yazıyorum? Ama, kendi seviyemin çok altında kalsam da, kalemimin yettiği şu azıcık şeyi de yazmazsam, halim ne olur?" Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı

Tamam bir de şunu ;) "Ya şimdi tembeldi demek doğru olmaz, amaçsızdı diyelim. Çok çalışırdı ama bir yere varmazdı çalışması, maymun iştahlıydı çok.. Bir şarkı yazıyor mesela, günlerce evden çıkmaz, sabahlara kadar çalışır, sonra vazgeçer. Niye vazgeçtin? İçime sinmedi. E dün çok sinmişti n'oldu? Hep böyleydi yani.. bitmiş işi yoktu. Aslında ergen kaldı Osman, büyüyemedi." Ayfer Tunç - Osman

Söz bu sonuncusu: "İnsan ya kendi kendine konuşur ya da kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?" - Suzan Defter.

Haziran'ın ilk günlerinde de Yarim Haziran'ı yeniden elime almak iyi geldi. Özellikle şu satırları okumak (ya da Can Dündar'ın kendi ağzından dinlemek) de..

İZLEDİM:

Bu ay vakit buldukça Netflix'ten Broadchurch'u izledim, tipik bir klasik tarz İngiliz polisiyesi. Olivia Colman'ın kraliçeyi oynamasına öyle alışmışım ki, biraz battı gözüme ama DI Hardy tam benim sevdiğim (gıcık) tip dedektiflerden olduğu için keyifle izletti. İngiliz polisiyelerinde kimseyi "cicili bicili ve güzel" gösterme iddiası olmaması hoşuma gidiyor. Kirli saçlar, huysuz insanlar, eğri dişler...

Bir de Love, Death + Robots'un 3. sezonunu izledim ama ilk 2 sezondan sonra sanki lise öğrencileri tarafından dönem ödevi gibi hazırlanmış hissi duydum. Sadece "All though the house" (aynı isimdeki filme gönderme yapıyor evet) bölümü baya güldürdü. 

DİNLEDİM:

Bu ay en çok SYML - Mr. Sandman dinlemişim... 

MERAK ETTİM:

Bilimsel bir dayanağım yok fakat bir gözlemim var, fikirlerinize açıyorum: neredeyse aynı renk kavuniçi iki gül aldım ve birini bahçenin sürekli güneş gören yerine, diğerini ise sadece 2 saat güneş gören yerine diktim. Güneş altındaki neredeyse kırmızıya dönerken, gölgede kalan sarıya döndü. Acaba bazı çiçeklerde de, yapraklardaki gibi, fotosentez ile renk arasında bir ilişki mi var?

Ya da... ben asla sevdiğim gibi bir kavuniçi gül sahibi olamayacak mıyım???? 

BOL BOL PİŞİRDİM:

Mayıs ve Haziran'da Almanya'da bir kuşkonmaz manyaklığı yaşanıyor, ben de dahilim tabii. Üç dört günde bir kuşkonmaz pişirdim, hem yararlı hem faydalı :)) Yeşilini genelde salataya katıyorum ama beyazı Alman tipi beşamel sos, haşlanmış patates (biz kabuklu yiyoruz, annem çok kızıyor böyle ikram edilmez ayıp diyor ama hem yararlı hem faydalı diyerek delirtiyorum kadıncağızı) ile enfes oluyor. Kuşkonmazla ilgili ilginç bilgiler: 1). Afrodizyaktır 2). Yedikten 3-4 saat sonra çişiniz buram buram kuşkonmaz kokar 3). En son 24 Haziran'da yenilir, dini bir anlamı vardır bu tarihin, sonrasında tek bir kuşkonmaz bulamazsınız marketlerde..

Ortada ise bizim Ege bölgesinde de çok bilinen ışgın ya da rhubarb bitkisi. Bunu Ege'de nasıl yiyorsunuz lütfen yazın, burada biz reçelini yaparız (bazen içine çilek de eklerim ben, güzel olur) ve bir de turta yaparız. O da şahane olur.. Ben bu sene henüz turtasını yapamadım (üşengeçlik) ama şöyle oluyor:

HEM SİNİRLENDİM HEM GÜLDÜM:

Eşim sofrayı toplamış, tabakları makinaya "atmış", resmen atmış adam yaaaa!

Sonra nedense adım obsesife çıkıyor.... Ya da "her şeyi de sen yapma canım yaaa..." diyorsunuz, ooooof of, ben yapmayayım da kim yapsın?

ÇOK SEVDİM:

Tam bir dağ adamı olan oğlum, nereden kafasına estiyse bana çiçek buketi getirmiş.. Üstelik verirken "seni çok seviyorum" demesin? Eririm erirrrr.

DÜŞÜNDÜM:

Biz aslında bir nehir üzerinde botla sehayat ediyoruz. Bu nehir bazen azgın bir hâl alıyor, bazense sakin ve usulca akıyor. Nehir azdıkça benden beklenen elimdeki küreği yana bırakmak, botun yan halatlarına sıkıca tutunmak, yüzüme gözüme gelen buz gibi damlalara rağmen, botun alabora olmayacağına güvenerek beklemek.. Ve nehir elbet sakinleşince, yeniden asıl küreklere, yeniden manzaranın keyfini çıkart, kasılmış bedenini gevşet, rahatla.. Bu kadar! Oysa ben hep nehir azdıkça küreğe yapıştım, gözüme ağzıma giren buz gibi sudan yakındım, nehir sakinleyince de hep bir sonraki azgın anın beklentisiyle endişelendim. Böylece de ne durgun zamandan zevk alabildim, ne de zor zamanla başa çıkabildim.... Hatam tam olarak bu oldu....

HİSSETTİM:

Bu ay bu iyileşme projesinin bana gerçekten iyi geldiğini ama haftalık yazılar yerine aylık tek bir yazı yazmanın bana daha uygun ve sürdürülebilir olduğunu fark ettim :) Haydi bakalım, güzel geç güzel Haziran!

3 Haziran 2021 Perşembe

Karavanla Avusturya, İsviçre, İtalya

Batı cephesinin delisi geldiiii :) Hoş bulduk. 14 gündür yoktum, özlemek ve özlenilmek ne güzel! Gerçekten öyle ihtiyacım varmış ki.. Her şeyden biraz uzaklaşmak, tam 10 gün boyunca telefon ya da herhangi bir ekran görmemek, doğanın koynunda kelimenin tam anlamıyla arınmak ve iyileşmek...

İnsan çok yorgun ve depresif olduğunda gerçekten bunu fark edemiyormuş.. Biraz dinlenince, temiz havaya ve Alplerin güney yakasına özgü o sıcacık güneşe, hafif yaşayan insanlara ve bizdeki yaz başı gecelerine özgü o tatlı kokuya, henüz sadece usul usul ötmekte olan cırcır böceklerine kavuşunca, birden son zamanlarda ne kadar yorgun ve bezgin düştüğümü fark ettim... Tam zamanında atılan bir cam simidi gibi sarıldım doğaya.... Öyle iyi geldi ki! 

Fazla lafa boğmamaya çalışarak, sizi Alplerin güney yakasında, İsviçre, İtalya ve Avusturya üçgeninde karavanla ufak bir gezintiye çıkarayım istiyorum.. 


Evet karavan! Ani bir kararla karavan kiraladık ve ilk gün öğlene doğru anca hazırlanıp (test vs.) atladık karavana, ver elini Avusturya üzerinden İsviçre. Yollar hep canola tarlası, bulutlar hep pamuk şeker..

Lago Maggiore'deki kamp yerine akşama doğru vardık. Eşimin çocukluğu burada geçtiği için çok mutluydu ama ben yağmurlu buz gibi havayı yiyince sinirlerim bozuldu, e biz Almanya'da da donuyorduk, ne gerek vardı bir de İsviçre'de donmaya?! 

göle pıtır pıtır yağan yağmur..

Tüm gece ve ertesi gün boyunca şakır şakır yağmur yağdı ve ayakkabı içinden çoraplara hatta tabiri caizse donumuza kadar ıslandık ve çamura battık. Hah dedim başladık, 10 gün nasıl geçecek böyle? Fakat ertesi sabah öyle güzel bir güne uyandık ki! Şansımıza hava da sonraki 8 gün boyunca güneşliydi. Hattâ son günkü yağmur bile "pıtır pıtır ne güzel" geldi, itiraf edeyim. 

İsviçre'de aslında bir "son görev" için de bulunuyorduk; Opa'nın külleri, yaşamının büyük kısmının geçtiği Lago Maggiore'ye döküldü, dolayısıyla yalnız değildik. Gerçekten güzel bir son uğurlama oldu, kanolarla göle açıldık.. Korktuğum gibi "Big Lebowski"deki sahne yaşanmadı :)

Opanın külleri göle döküldükten sonra, Opa'nın gençliğinde tüm aileyle defalarca gittikleri "efsane" Grotto Baldoria'da akşam yemeği için yer ayırtılmıştı. Bu yarım asırlık aile işletmesi restaurant hakikaten efsane; menü falan yok, iç içe masalarda oturuyorsunuz ve o gün ne piştiyse size o servis ediliyor. Tabii ki hesap da tipinize göre geliyor ;)

Yaşları 4-7 arası 3 çocuk, yaşları 35-65 arası 12 yetişkin toplam 15 kişiydik ve kamptan yemeğe 3km yolu bisikletlerimizle gittik. Dönüşte saat 23 gibi zifiri karanlık orman yolunda üç ufak çocuğun hiç mızmızlanmadan bıcır bıcır bisiklet sürmesi bence efsaneydi, eminim ömürleri boyunca hatırlayacaklar o yolu; yasemen ve hanımeli kokusu, cırcır böcekleri, hafif ürperten serinlik, sürekli bismillah çeken bir tavuk anne :))) Neyse kimse düşmeden yaralanmadan kampa vardık, şükür..

Tabii çocuklar için geniş aile muhteşem bir şey. Biz büyükler de öğle uykusu, sessiz zamanlar, benim için Ayfer Tunç - Osman.. Off o konuya hiç girmiyorum, yanlış kitap seçmişim, oldukça içine (ya da dibine mi demeli) aldı beni Osman, bir de ona acımak üzülmek sinirlenmekle cebelleştim.....


Kamp alanında en keyiflisi de, artık nerede bulursan, öğle uykuları.. Gölgede ana-oğul meyve sefaları.. 

Ertesi sabah erkenden kalkıp Corona testimizin 72. saati dolmadan hemen İtalya sınırını geçmek istedik çünkü AB sınırları artık açık değil, sınır kapılarında polisler kontrol yapıyor ve test sonucu isteniyor.. Aynı gölün kamptan 15km uzağı İtalya halbuki :) Göl yolu çok keyifliydi ve ortada bir yerde mola verip eşimin bu sefer anne tarafından profesyonel fotoğrafçı olan kuzeni ve rahip ve teolog olan eşinin şirin evine kahvaltı keyfine uğradık.. 

Tahminimizden uzun ama çok keyifli geçen bir kahvaltı ve yürüyüş sonrası yeniden yollara düştük ve bu sefer bambaşka bir iklime, Garda Gölü'nin güney ucundaki şarap bölgesine vardık. Aman Allahım... İşte bu! Kamp bu! İtiraf edeyim İsviçre'deki kalabalık (ve aşırı pahalı) ortamdan sonra, bu şarap bağlarının arasındaki sessiz, sakin ve kimsesiz kamp alanına ben bayıldım.... 


O akşam ancak arabayı yerleştirdik, dışarıdan pizza getirdik ve gün batımının keyfini çıkardık. Kızım anında bir arkadaş bulup yokoldu yine :)) Oğlumsa çiçek böcek arasında mest oldu.

Ama ertesi sabah bizi muhteşem bir gün karşıladı. Uyandığım anda yatağımdan gördüğüm yeşilin canlılığı, sıcacık ilk yaz havasının kokusu karşısında afalladım!


Ne olur tüm gün burdan kıpırdamayalım ve kamp alanının keyfini çıkartalım dedim.. İyi ki de öyle demişin, nasıl iyi geldi.. Çocuklar yok oldular yine, bir ara bizi "BAHR"a (bar) davet ettiler bir şeyler içmek için ama hesap kabarık geldi :))))


Akşam mangal yaktık, kamp alanının şaraplarından birini satın alıp açtık ve keyfimize baktık... 


Gece öyle güzeldi ki, bir yandan şarap bağlarının o sıcak buhuru, bir yandan cırcır böcekleri... Tepede kocaman bir dolunay... O zaman anladım işte; benim tek sorunum, ait olmadığım bir iklimde yaşıyor olmak. Yoksa bir derdim yok, biraz güneş ışığı ver, her yerde kolayca mutlu olabilirim ben... 

Sabah çok şaşırdığım ve çok imrendiğim bir sürprizle karşılaştım. Bölgedeki çocuklar bizim kaldığımız alandaki çiftlik evinin bir bölümünde "uzaktan eğitim" alıyorlardı! Şu ortama bakın! 


Onları sessizce dersleriyle baş başa bırakıp, biz de bu güzel günü değerlendirmek için çıktık ve ufak kasabalar arasında zaman geçirdik. 

Üçüncü ve hiç ayrılmak istemediğim son gün ise, yine sakin bir gün geçirdik ve çocuklar arkadaşlarıyla oynar, işkolik eşim de telefonuna yapışık bir gün geçirirken, ben tek başıma çıktım ve kamp alanının çevre kasabalarında bisikletle gezdim. Ne de iyi ettim! Bu güzel kareler, asla unutamayacağım o güzel güne ait... 


Eşimin durumu beni çok üzüyor. Bazen ona sinirlensem mi yoksa acısam mı emin olamıyorum çünkü tatilde bile çalışmak zorunda olması hakikaten üzücü.. Öte yandan, işini çok seviyor ve aslında kendi değimiyle "doğada çiçek böcek arasında çalışırken" mutlu da, o nedenle bilmiyorum... En iyisi kendi haline bırakmak ama kızımın değimiyle "anne babam tatili göremeden dönecek"... Ne diyeyim... Ben de bu nedenle kendime tek başıma bir dünya kuruyor, tek başıma keyfini çıkartmaya bakıyorum.... Neyse bırakalım bu meselelerimi. İtalya'daki son günümüzde buzzzz gibi Garda Gölü'nde yüzdük ve yine buzzz gibi "gelato"lara doyamadık.


Ertesi sabah kızım kampta tanıştığı arkadaşından ayrılırken öyle çok ağladı ki.. Doğrusu ben de İtalya'dan Avusturya'ya geçmeyi hiiiiiç istemedim ve yol boyu hepimiz keyifsizdik. Artık karavan tatilimizin 8. gününe gelmiştik ve biraz da yorgunduk sanırım. Ama yol yine çok keyifliydi..


Önce İtalya'nın düzlükleri yavaş yavaş Dolomitler'e dönüşmeye başladı, akşama doğru da Avusturya'nın aman vermez karlı Alpleri'ne kavuştuk.. Kaldığımız çiftlik evinde bize ayrılan köşeye aracımızı çektik, yerleştik ve güneşin karlı tepeler üzerindeki dansını izleyerek akşamı geceye bağladık. Gece tabii aracın kaloriferi yandı...


Ertesi sabah (maalesef) buz gibi bulutlu hava ve yağmurla uyanınca, bastı mı bir "offf yine döndük kürkçü dükkanına" hissi.. Neyse ki hızlı geçti çünkü yağmur da hoş bir doğa olayı sonuçta ve biraz da psikolojik olarak "eve dönüş"e hazırladı beni. Yine de biraz homurdanıp mızmızlanmayı ihmal etmedim elbette :))) Akdeniz insanıyız sonuçta. 

Bu arada kaldığımız çiftlik evi hakikaten insanların 12 ay yaşadığı, hayvancılık ile uğraştıkları gerçek bir çiftlik eviydi. Dolayısıyla çocuklar inek, keçi, köpek ve kedilerle de bayağı bir haşır neşir oldular.


Bizim gibi şehir zibidileri için böyle anlar çok kıymetli tabii, köy ortamı artık bir lüks...

Lüks demişken, tabii Alp köylüleri sadece çiftçilikle geçinmiyor, aynı zamanda hepsi bir ya da iki odalarını yazın trekking ve kışın kayak turizmi için halka açıyor ve rekabet nedeniyle sundukları imkânlar baya göz dolduruyor. Meselâ bizim ücretsiz kullandığımız Alplere nazır 32 derecelik infinity havuzu ve sauna kamp alanına dahildi ;) Saunanun girişinde asılı levhada saunaya tabii çıplak girilmesi ama bazı müşterilerin utangaç davranışlarına karşı "liberal" olunması öneriliyordu :)))) Liberalizm anlayışı farklı tabii bu diyarlarda.


Son gün yine çiçeklerle donattığım (elbette, asla şaşmaz!) piknik masamızda yeni dinmiş yağmur sonrası o tatlı kokular eşliğinde kahvaltımızı yaptık ve aracımızı son bir defa toparlayıp, yola koyulduk.


Ben biraz erken çıkıp vadiden kasabaya kadar yürüdüm. Kıvrımlı kıvrımlı çok güzel bir dağ yoluydu, yürümeye doyamadım. Ve sonra, ver elini Almanya....

Özetle; bence bu 10 günlük karavan tatili tecrübesi bize çok şey kattı. "Benim büyük hayalim"i gerçekten de gerçekleştirebileceğimize dair içim umut ve inanç doldu. Ailecek çok fazla lüks seven ihtiyaç duyan insanlar değiliz ama ben temizlik konusunda biraz titizim ve biraz da konfor sever bir insan olduğumu itiraf etmeliyim. Ama yine de çok hoşuma gitti hattâ vallahi son gün eve dönünce karavandaki yatağımın çok daha rahat olduğunu ve pencereden yıldızları izleyerek uyumayı özlediğimi fark ettim... Yani bence, bu ikinci karavan deneyimimizi iyi tutturduk ve biraz daha deneyim kazanırsak, olacak bu iş :) Olacak evet, inanıyorum!

Bir sonraki seyahat maceramızda görüşmek üzereeeee! 

Not. Bir sürü tanıtım videosu çektim aslında "acemisinden karavanlı tatil" falan gibi bir kısa film hazırlayabilirsem blogdan da duyuracağım.
Not 2. Eve dönüşte 5 makina çamaşır yıkama ve hemen o gün doğum günü olan kızıma pasta pişirme ve ufak bir parti verip misafir ağırlama işlerine hiiiiç girmeyeyim. Anca kendime geldim bugün ;)