Eylül benim için göz açıp kapayıncaya dek, hızla geçti. Bunda sanırım uzuuuun süren öğrencilik yıllarının etkisiyle, yılbaşını Eylül'le özdeşleştirmemin etkisi de var. Eylül demek benim için yeni başlangıçlar, plan ve projeler demek. Dolu dolu geçen bu ayı kısaca nasıl özetleyebilirim emin değilim ama haydi deneyelim :)
PROJELER PROJELER PROJELER:
İki senedir pandemi nedeniyle oldukça boşalmış olan depolarımı, bu yaz güneş, deniz ve sevdiklerimle doldurarak, içim umut ve yepyeni projelerle dolu döndüm evime. Heybemde üç yeni projem var; en yakını Ekim sonu kısmetse Mimas Yolu'nu yürümek, ikincisi başvurduğumuz okul kabul verirse Temmuz sonu Urla'ya taşınmak, üçüncüsü de bu seneyi sağlıklı, mutlu ve neşeli, verimli ve dolu dolu geçirmek.
Bu üç projeye beş kaplan gücüyle atıldım bu ay. Mimas Yolu için uçak biletimi aldım, rotamı aşağı yukarı belirledim, etapların üzerinde çalışmaya ve kondisyonumu kaybetmemek için bulduğum her boş anımda egzersiz yapmaya başladım. Urla projem için şu aşamada yapılabilecek tek şey okula başvuru yapmak. En son doktoraya başvururken bu kadar uğraşmıştım, okul resmen doktoraya öğrenci alır gibi davranıyor! Belgeleri hazırlayıp bir de niyet mektubu falan yazıp yolladım, şimdi uzuuun bir bekleme ve mülakat süreci var. Hayırlısı diyelim.
Son projem tabii bir süreklilik içerdiği için en zoru :) İşime eğildim, iş dışı işleri de bir düzene koymaya, çocukların okul sonrası programlarını oturtmaya çalışıyorum hâlâ.. Bunları yaparken de kendime sevgi göstermeye, iniş çıkışlarımı dengede tutmaya çalışıyorum. En zoru bu tabii..
BLOG AÇIP KAPATMA UZMANI:
Yazmadan duramayanlardanım ama sürekli yazdığımda yazı kalitesi "çöp"e dönüyor. Ben de yazı aşkımı ikinci bir bloğa her gün yazarak gidermeye ve sevdiklerimi buraya almaya karar verdim. Bir nevi orada "filizlendirip", buraya "dikme" şeklinde.. Önce Proje 365'e yazayım dedim ama onun konsepti bu işe uygun değildi, sildim yazıları. Yeni bir blog açtım ve kendi kendime yazmaya karar verdim bir süre. Hoşuma gidiyor oranın sadeliği ve minimalizmi. Sır değil, isteyen bulur okur ;) Reklamını yapmayacağım.. Öğrenen Anne'yi de, Kontrollü Çılgınlıklar'ı da öyle kendi halinde açmıştım, hiçbir reklam almadan, sosyal medyaya bulaşmadan bu kadar okunduysa yazılarım, bu bir başarıdır bence. Ora da iyiyse tutar..
YÜRÜDÜM YÜRÜYORUM YÜRÜYECEĞİM:
Bu ay 250.000 adım yani 190km yol tepmişim! Mimas Yolu 150km ve 7 gün sürüyor, kara kara düşünüyorum sevgili dostlar, halım ne olacak benim.. İçimdeki son şeytanla da yüzleşmeden dönmeyeceğim ben bu yoldan! Bir an Forst Gump ya da Into the Wild geldi aklıma, neyse karıştırmayalım. Yürüdükçe forma girmeye de başladım sanki.. Pandemi kiloları çok şükür gitti, bin şükür, inşallah geri gelmezler amin amin!
DİNLEDİM:
Genelde doğayı ama bazen de Faber'i, defalarca ve saatlerce.. Piç ya, piç! (Piç bizim ailede "sevimli oğlan çocuğu" demektir, gerçek anlamını 14 yaşımda feci şekilde rezil olarak öğrendim, sormayın). Bir ara gaza geldim, 20 Ekim'de konseri var bize 2 saat uzaklıktaki bir kasabada ama, yemedi gözüm gece gece otoban faresi olmayı.. Evli barklı kadının "Nie wieder Kokain!" diye bağırması zaten yakışık alır mı ayol? (Az gaz versenize ya, hâlâ bi yanım git diyor).
İZLEDİM:
Bu ay çok fazla bir şey izlemedim çünkü çocuklar uyuduktan sonra planlanacak çok fazla işim vardı ama Modern Love'ın ikinci sezonunu izledim, sıcacık bir dizi. Zaten New York Times'ta köşe yazısı olarak yazılmış çoğu hikâye ve şu linkte bir de podcast var, doyamıyorum dinlemeye.
Ha bir de Squid Game’i izledim. Baya sarıyor, Kore dizisi. Kore tipi saçmalıklar da var içinde ama sanırım bu senenin en iyi, en heyecanlı, hattâ New York Times’da “siz hayatta kalabilir miydiniz bakim!?” şeklinde bir köşeyazısına ilham olacak kadar da bağımlılık yapan dizisi.
OKUDUM:
Geçen aydan sözüm var, Murathan Mungan "Kadından Kentler"den birkaç paragraf alacağım buraya.
"Kocasının bütün o uygar, uyumlu, sorun çıkarmayan halleri, bunca zaman aslında böyle bir hayat istemediğinin farkına varmasını engelleyip, sanki içini yaşamasını geciktirmişti. Bu nedenle içinde ona karşı kızgınlık birikmeye başlamıştı. Böyle olmadığını bildiği halde, gene de hayatta bir şeyleri sanki kocası yüzünden kaçırmış gibi hissetmekten alıkoyamıyordu kendini."
"Aradan geçen yıllar değil de, içinin durgunluğunda yaşlanmış sanki. Yaşlanmadan çok matlaşma demeli belki de; gözbebeklerinden bütün varlığına yayılan bir pırıltısızlık.."
"Fasülyelerden bunca söz etmesi, aşçılığıyla övünmekten çok, yakaladıkları bu mutluluk ânını uzatmak içindi.."
"Vaktinde iç çayını, yoksa çayın canı sıkılır, derdi.", "İyice oğulup parlatılmış ince belli bardaklara dökülen çaylar, bir tek Erzurum'da böyle yakut rengi ışıldıyor sanki."
Bu ay Hermann Hesse'den "Öldürmeyeceksin"i (1), Sait Faik Abasıyanık'tan Alemdağ'da Var Bir Yılan'ı (2) ve yeniden Tomris Uyar'dan Günlerin Tortusu'nu (3) okudum. Birkaç ufak alıntı da onlardan olsun mu?
"Ruh sözlerde değilse mimiklerde, ses tonunda değilse, nerededir peki?" (1)
"Öldürme eylemini yalnız o aptalca savaşlarda, devrimlerin budalaca sokak çatışmalarında ve idam sehpalarında gerçekleştirmiyor, adım başı bu cinayeti işliyoruz. Çaresizlik içinde bırakıp kendileri için uygun sayılmayacak meslekler edinmeye zorladığımız yetenekli gençleri öldürüyoruz. Yoksulluklar, çaresizlikler, yüz kızartıcı durumlar karşısında gözlerimizi yumarak öldürüyoruz. Toplum, devlet, okul ve kilisede ömrünü tamamlamış uygulamalara kararlı bir tutumla sırt çevirmediğimizde öldürme eylemini gerçekleştiriyoruz. İçinde yaşanılan zamanın öldürülebileceği gibi, geleceğin kendisi de öldürme eylemine konu yapılabilir.." (1)
"Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak." (2)
"Ellerini severim, gözünün rengini severim. İçime ondan durmadan yağmur gibi bir şeyler yağar" (2)
"Ama yüreğimi bir şey, demirden bir avuç da sıkmıyor değil hani." (2)
"Yirmi yaşındaki bir kızın ya da delikanlının gözünden bakamam ben dünyaya; bir ağacın yıkılışını, bir çocuğun su içişini, bir sevişmenin değerlendirmesini onlarla paylaşamam. Kişi yirmisinde, kırkında duyabileceği tatları duysaydı, neden yaşasındı ki?" (3)
"Ben kendi adıma, tek başıma mutsuz olmaya karar verdim." (3)
"O gittikten sonra, uzun süre ellerime baktım. Öyle uzun bakmışım ki, sonunda el olmaktan çıktılar." (3)
DÜŞÜNDÜM:
Bu ay insanlar arasındaki bağı, aslında hepimizin "bir" olduğunu düşündüm ve panteizm konusunda okumalarımı ve düşünce egzersizlerimi tazeledim. Çok ufak yaşımdan beri inanç sistemim panteizme çok yakın, hümanistik psikoloji ve felsefe ile de güçleniyor bu inancım, hissediyorum. İlginizi çekerse, bu konuda önerebileceğim birkaç kaynak da burada:
HİSSETTİM:
Ağustos'tan beri hissediyordum ama eve dönünce daha bir anladım; bu ay ne yapsam kendimi %100 vererek yapmaya başladım. Çocuklarlaysam zaten yıllardır elimde telefon olmazdı ama kitap olurdu, aklım başka yerde olurdu falan, o bitti meselâ. Deli gibi oyun oynuyorum oğlanla. Kızla sohbetlere doyamıyorum.
Danışanlarla seanslarda da daha bir enerji ve kıvrak zekâ sahibiyim. Yaptığım yemekler, ev işleri parlıyor gözümde.. Bir de kendimi sevesim tuttu mu.... Zaten yeni saçlarım kendimi aynada apayrı biri gibi görmeme neden olmuştu, şimdi bakışımda duruşumda da bir farklılık var.
Buna neden olan da sadece iki tanecik hayâl kurmak, onları gerçekleştireceğine dair umut duymak. Bu kadar mı iyi gelirmiş insana..!? Ne olur henüz yoksa, oturun bir hayâl kurun....!
Tabii ki içimdeki utanmaz arlanmaz felaketler kraliçesi sürekli çuvaldızla dürtüyor "kesin bi'şi çıkacak, totonun üstüne oturacaksın" en çok üstüme gelen senaryo da tabii ki "seyahatimden 1 gün önce çocuklar hastalanacak" klasiğimiz. "Mörficiğim geçen yıllarda ne zaman umutlansan kırmadı mı dizlerini, bu sene de yapacak aynısını" demiyor muyum kendime? Diyorum.. Ama sonra da diyorum ki sakin sakin "olsun, canım sağolsun, bu noktaya gelmem bile bir şans, bu sefer gidemezsem de nasılsa hazır artık program, bir sonraki sefere gideceğim, bu sadece bir zaman ve iyi şans meselesi..." Yani gidemesem de, kabulüm sevgili kader... Bu kadarı bile iyi geldi bana, hayâli bile iyi geldi.... <3
ÇOK SEVDİM:
Son derece amatörce, evde hazırlanmış bu yol işaretini çok sevdim! Hakikaten bir sabah kirpiyle de karşılaştık, yol verdim kendisine.. Homurdana homurdana geçti "buralar eskiden hep dutluktu.." diye diye...
Bir de ben yemek yaparken mutfak penceremin önünde yaşanan bu "derin mevzu"ya bayıldım ;) Yaşasın "pembe inadı duruşu" olan kızlar ve kaldırıma oturup onlara zaman veren takım elbiseli kocaman adamlar :)
KUTLADIM:
Ailemizin en miniği 5 yaşına girdi bu ay.. Bu sefer pastasını iyi kotardığımı düşünüyorum, özellikle de geçen yıllardaki hezimetlerden sonra :)))) Davet ettiğimiz minik insanlar baş parmaklarını havaya kaldırıp onay da verdi, daha ne isterim?
Eylül işte böyle dolu dolu geçti, bitti.. O zaman haydi bakalım Ekim, sahne senin! Sağlıkla, neşeyle, verimli işlerle ve iyi şansla gel ve çok güzel geç, e mi!?