24 Eylül 2020 Perşembe
Makineler
21 Eylül 2020 Pazartesi
Yeşil bir ruh
Hayatımın 42. yılında Röyksopp sevmeye başladım. Videoyu koyuyorum (görebiliyor musunuz bilmeden) ve devam ediyorum.
Göremiyorsanız da bu linke tıklayarak ayrı bir pencerede dinleyebilirsiniz.
Dün yoluma bir ren geyiği çıktı. Bu bana ilk defa oluyor; yani ormanın ortasında birden önüme ren geyiğinin çıkması ve gizlenmeden, dokunacak kadar yakınıma gelmesi. Sadece durdum ve izledim (tamam bir de fotoğraf çektim çünkü tüm 21.yy insanları gibi benim de en büyük çözülmezim: "bir anı kayıt altına almazsam, gerçekten yaşanmış sayılır mı?" sorunsalı).
Öyle güzel bakıştık ki.. Yumuşacık, yemyeşil bir bakıştı; karşılıklı. Sonra o yavaşça eğdi boynunu, aynı anda farklı yönlere doğru yürümeye başladık. Ben açıktaki çimenliğe, o ise ormanın derinliklerine..
Açıklıktaki çimenlik, yanından dere geçtiği için idil bir yer. Çimenler, günün sabahtan kalmış buhuru ile nemli. Tabii ki çıplak ayak.. Bundan neden bu kadar keyif aldığımı bilmiyorum; yani her sabah - karda bile - ıslak çimenlere çıplak ayaklarımla basmaktan, hafif bir acıyla karışık büyük bir zevk alıyorum. Kişiliğimin çözülemeyen sırlarından, hayatımın tuhaf rutinlerinden sadece biri..
19 Eylül 2020 Cumartesi
10 sene önceki ben'le bitmeyen kavgam
15 Eylül 2020 Salı
Pazartesi'yi Salı'ya bağlarken..
İşe geri döndüm! Öyle mutluyum ki bloggercıklarım.. İşe yürürken etekleri uçuşan gölgemi bile sevdim, öyle diyeyim. Dile kolay Şubat'tan bu yana ofise uğramamıştım. Söz verdim artık her gün, danışanım olmayan günler bile gideceğim ofisten çalışacağım çünkü ben evden çalışmayı beceremiyorum. (Hayır keşke yan gelip yatsam ama tutup ev işi yapıyorum).
Öğlene dek işteydim, sonra havanın "23 derece ve güneşli" oluşuna daha fazla dayanamayıp bisikletle çocukları aldım ve piknik yaptık çimenliklerde (ben çimenlere yatıp bulutları izledim, onlar koşturup durdu, birer de elma yedik; piknik dediğim bu).
Eve döndük. Hava lodosmuş meğerse, şehrin yarısı migrenli. Benim hiç ağrımayan baş çatlıyor ağrıdan. Baş dönmesi ve burun kanaması da oldu, o derece.. Umursayacak vakit yoktu, devam. Misafirlerim vardı akşama. Biraz ona hazırlandım, eşim geldi, misafirler eşimden 5dk önce geldi (klasik, misafiri tek başına ne yapacağını bilememe halleri). Yenildi içildi çocuklar coştu, en son komşunun ağacından yarasa gibi sarkıyorlardı topluca (daha fazla bakamadım, tabakları temizlemeye, suya tutmaya giriştim; kibarca "geç oldu gidin artık" mesajımdır bu benim, saat 19.25! Gülmeyin, Alman çocuklar 19.30'da uyuyor). Gittiler. Çocukları yıkadım, yatırdım (eşim koşmaya gitti çünkü onun bir hayatı var.. evet) ve oğlanın pastasına giriştim.
4 sene önce bu gece..... ne geceydi be!
*
Bundan tam 4 sene önce, tam bu gece, saatler gece yarısını az geçmişken.. doğuruyordum ben arkadaşlar. İlginç bir gece olmuştu cümlemiz için, çünkü koltuğu "suladıktan" sonra, gayet normalmiş gibi 3 yaşındaki minnoş kızımın ayak tırnaklarını kesmiş, yatağına yatırmış, masalını okumuş, rujumu sürüp evden hastaneye doğru gitmiş ve "ay evet sanki evet sancı bu" dedikten 30dk sonra da (arada bir takım bağırmalar ağlanmalar vs.) hamilelik boyunca cinsiyetini öğrenmemek için inat ettiğim "oğlanı" doğurmuştum. Her şey o kadar hızlı olup bitti ki; ne bir ağrıkesici verebildiler bana, ne ebe (doktoru görmeye zaten fırsat olmadı) eline eldiven takabildi, hattâ ben aceleden normal bir doğum pozisyonu bile alamayıp 4 ayak üstünde doğurdum çocuğu, sonra da 1 saat boyunca çocuğa isim seçemedik. Sonra işte bu "Gassaraylı futbolcu L." aramıza katıldı.
*
Ve şu an saat gecenin 2'si. Kelimenin tam anlamıyla "Epik Bir Yenilgi" oldu bizim pasta! Buyrun kanıtı:
Gülmek serbest :D Çünkü ben de yarım saattir kahkahalarla gülüyorum. Şimdi bu pastayı sabah 4 yaşındaki yavruya "made with love" (içine sevgimi kattım) diye yutturabilir miyim, yoksa kırayım dizimi bir de klasik mozaik pasta yapıp üstünü meyvelerle süsleyeyim mi bilemiyorum.... (yaptım).
*
Ertesi sabah: Beğendi!?!?!? :D Üç tane pasta yaptım; itfaiye, araba (ki görüyorsunuz o daha da beter oldu) ve klasik üstü meyveli düzgün bir pasta.
Ama oğlan itfaiyeyi kaptı gururla götürdü anaokuluna! Arabayı da evde ailecek kutlarken yedik. Kimse (M. bile) yorum yapmaya yeltenmedi. E gerçekler ortada :D
Haydi bu sene de böyle yırttık bakalım..... Seneye Mayıs'a kadar rahat olun, vallahi hiç pasta yapmayacağım, söz :D
9 Eylül 2020 Çarşamba
Karışık saç, karışık kafa.
Neden? Çünkü evde kahve de bitmiş ve yaklaşmakta olan "teker teker gelin uleyn" atağını kahvesiz ya da alkolsüz geçirmem zor. Dönem dönem uzun yollar tepenler ya da büyükşehir-yazlık arası mekik dokuyan şen emekliler bu ruh halini iyi bilir; uzun süre ayrı kalınan evi döndüğünde bıraktığın şekilde bulamamak diye bir durum var. "Yaz Bekârı" olarak evde sorumlu bıraktığın sanatçı kısmısı da totoyu iyice yaymış, tam 1 ay boyunca evde donla dolanıp legolarıyla oynamak dışında pek bir iş yapmamışsa.. O evi afedersiniz mok götürmektedir. Üstelik muhterem biriktirdiği 5 posta çamaşırı tam ben gelmeden 1 gün önce bir panikle hatırlayıp, hepsini aynı anda yıkamaya kalkınca makineyi de bozmuş. Benim geldiğim sabaha bırakılan temizlik hadisesinden hiç bahsetmek dahi istemiyorum. Ya da İngiliz kraliyet bahçesi gibi bıraktığım bahçemin allahın dağına dönmüş olmasından.. Boyu 2 metreye yaklaşan bir ot yükselmiş arşa doğru ki, insan gözlerini kısıp dikkatlice bakınca onun bir ayçiçeği olduğunu ve güneş görebilse çiçeğe durduğunu dahi görebilir!
Velhasıl ben bu hengâmeye saçlarım fönlü geldim.
Evet. Her yaz kızıla dönen saçlarımı "terapist biraz ciddi ve olgun görünmeli" diyerek kahverengine boyatıyorum yoksa çiller ve kızıl saçlarla bir Pippi Uzunçorap karakteri gibi çalışamam takdir edersiniz.. Ah bu saçlarım.. Koca Alman olduğundan sarışın sevmez. Danışanlar kızıl istemez. Kahveye talim.. Tabi; doğal iyidir.
Saçlarım, yazdıklarım ve kafam çok karışık farkındayım. Defalarca “D’ror Yikra” dinliyorum bu günlerde. Defalarca. Bazen on, yirmi, otuz defa üstüste. Aklım bir yerde, kalbim bir yerde, bedenim bir başka yerde..
Her sene olur bana böyle Türkiye dönüşlerinde. Gittikçe adım adım depresyona girer "beni bu memlekete sen getirdin" diye kocaya çemkirir, sonunda da "ev nerede zaten?" diye düşünüp, zırıl zırıl ağlayıp açılırım. Genellikle Eylül ayı benim için "yeni yıl başlangıcı" gibi olur ve beraberinde de yeni yıl açılımları ishaline tutulurum. Yani şunu da yapacağım, bunu da yapacağım, planlar, yeni girişimler.. Bu sene Corona nedeniyle bu planlar sekteye uğradı biraz. Fakat evi düzene sokup, bahçeyi kışa hazırlayıp, çocukları bugün açılan okullarına tıkıp (evet Münih'te okullar Salı günü açılır çünkü Almanlara kimse "yahu yapmayın etmeyin, salı sallanır" dememiş?!), haftaya işime geri dönüyorum.
Resmen Corona yokmuş gibi bir açılış yaptık ama haydi hayırlısı.... Bana öyle geliyor ki 2 hafta sonra kapanır bu okullar yine ama "ağzımı hayrı aç"ayım, belki de bu kış korkulan olmaz, rakamlar ciddi seviyelere fırlamaz ve hayat yavaş yavaş rayına girer.. Almanya Türkiye'den biraz daha rahat, açık havada maske zorunluluğu yok meselâ. Fakat insanlar da mesafeye Türkiye'den daha çok önem veriyor (zaten mesafelilerdi, şahtı şahbaz oldu durumu). Fakat havaalanına gelen kayınvalidem boş bulunup beni şap diye öptü! Çözülemeyen olaylar dizisine bir yeni halka..
Fönlü saçlarımla geldim ama 3. gün o fönlü saçlar yıkanınca karışık saç / karışık kafa gerçeğine geri döndüm diyordum. Evet. Of yapılacak çok iş var.... Biram ve kuruyemişim de bitti... O zaman haydi bana müsaade....... Ama gitmeden, biraz gülümseyelim. Tam 35 sene önce bugün, minik Ceren'in günlüğünden bir sayfa sunuyorum size (pek farklı bir gün geçirdiğim de söylenemez ya....)
6 Eylül 2020 Pazar
Unutulmuş bir yaz
Zor bir günün akşamında şu hayatta ne halt yersem yiyeyim, beni olduğum gibi kabul eden, tek de değil tam 3 dostum olduğunu yeniden hatırlama ve üçüne de tam yüzlerine karşı "iyi ki varsın!" diyebilme şansını buldum. Sonra "ya ben istemiyorum Almanyaya dönmeeeek, hep burda kalsam" diye hönkürdüğüm bir anda Almanya'dan en yakın arkadaşımın hissetmiş gibi tam o anda yazıverdiği "ay çok özledim, covid movid umrumda değil, gelir gelmez, hattâ okulun açıldığı sabah kahve için buluşalım!" mesajını aldım ve "evet belki yuvam bura ama evim de ora.." diye düşündüm ve şanslı hissettim; iki arada bir derede kalmak yerine, ara sıra kesişen iki paralel yaşamla zenginleştiğim için....