Nisan'ın ikinci ve üçüncü haftası boyunca cennet gibi bir yerde, Seyşeller’deydim. Yaza ait kokular, seslerle kuşanmış halde doğanın tam kalbinde olmak, düşünmemiz gereken, planlamamız ya da yapmamız gereken hiçbir şeyin ve hattâ corona endişesinin bile olmaması.. Ah o sakinlik.. Zamanın yavaşlaması hissi.. Hem dinlendik, hem de eve dönüşte hepimizi ayrı ayrı bekleyen projeler için bol bol enerji topladık.
Aldım kitabımı, yayıldım kumsallara.. Yanımda şu tuğla vardı:
Ne olur ne olmaz, yetmez metmez diye de Çılgın Palmiyeler’i almıştım - ki pişman oldum, Faulkner'in bu kitabını hiç sevmedim ben! İkisi de bitince, kaldığımız evin önceki misafirleri tarafından kitaplığa bırakılmış Maggie O’Farrell’dan “Hamnet”i okudum. Açıkçası hiç duymadığım bir yazar fakat ödülleri varmış. Ayrıca kitap Shakespeare’in Hamlet’ine gönderme yapan ilginç bir roman, beğendim. 2022’de çıkardığı The Marriage Portrait’i de alacağım sanırım.
Kitap okumadığım zamanlarda ise doğayı izledim, dinledim, bu sakinliği, yavaşlığı, zorunda olmama halini doya doya içime çektim.
İnsan kendi kendine doyunca, daha bir mutlu ve dengeli hissediyor. Hayat her zaman tatil değil, hattâ bak 3 senedir çıktığımız ilk tatil bu, hayat hakikaten bazen bitch.. Pandemi, ekonomik kriz, yorgunluk, yetişememeler, özlemler, umutsuzluklar belki güzel anlardan daha büyük yer işgal ediyor. Ama güzel bir anı yakaladıysak da onun keyfine varmalıyız. Doya doya yaşamalı, o anla tüm depolarımızı doldurmalıyız ki, yine hayatın bitch'likleri başlayınca "geçecek.." diyecek gücü, umudu bulalım. Ben bunu kendimle başbaşa kalabildiğimde hissediyorum en çok ve enerji toplayıp, çocuklarıma, günlük hayatıma geri dönebiliyorum.
Yani geri dönebiliyorum dedim ama hakikaten dönüş tam bir efsaneydi. Seyşellerden gelen uçağımız İstanbul HL'ye indi ama aktarma uçağımız Sabiha HL'den kalkacak! Ve biliyorsunuz bu iki havalimanı arasında bir İstanbul var :))) Pazar trafiğiyle, 5 saatlik uyku sonrası "sınırda" çocuklarla ve sırt çantaları ve yazlık giysilerle hem de..
Bizimkiler havaist otobüsünde horul horul uyurken, ben İstanbul trafiğinde 2 saat süren yolculukla tüm şehri, martıları, boğazı, iki tane de erguvan ağacını gördüm ya, ooooh mis, memleket.. 2 saat de sürse, tamamı trafikte de geçse, en azından gördüm. Bence o iki erguvan için o perişanlığa değdi.
Nisan’ın bu son haftası; 32 dereceden 12 dereceye geri alışmak, bolca da koşturmak, yetişememek, yetememekle geçse de, itiraf edeyim, piller tam dolu olunca insana koymuyor bu yoğunluk.. İyice dinlenebildiysen, çalışmak çok güzel geliyor dönüşte.
Ukraynalı ergen kızlarla proje başladı. Tahminimden çok daha iyi İngilizce ve çarpat Almanca konuşuyorlar. Bizim zorluk ve yokluktan, savaştan bi’haber çocuklarımızın yanında çok olgun, esnek ve uyumlular. Boş bir kazan gibiler her biri, içine ne koysan almaya hazırlar. Bu kişilikteki gençlerle çalışmak muhteşem bir şey, beni çok doyuruyor ama bir yandan da daha da vereyim, elimden gelenin fazlasını yapayım diye kamçılıyor.
Bu aylık da bu kadar. Herkese iyi bayramlar! Ve yaşasın Mayıs; ayların ennnn güzeli, hep güzellikler, neşe, barış, huzur ve sağlıkla gelsin hepimize!
*
Zihnin arka sokakları'nın şalanjıyla bitirelim Nisan'ı da:
Şalanj 15. Hangi duygunu daha iyi kontrol etmek isterdin?
Buna sanırım herkes öfke diyecektir ama valla ben tüm duygularımı kontrol edebilmeyi isterdim çünkü hakikaten kontrolsüzler :)) Sevincimi, üzüntümü, heyecanımı, özellikle de coşkumu, hepsini sonuna dek götürüyorum; gri rengin olmadığı bir dünyada yaşar gibiyim! Aslında düşündüm de, sanırım öfke benim tek kontrol edebildiğim duygum olabilir çünkü kolay öfkelenmem, öfkem anlıktır, kin hiç tutamam, ertesi saat sorsan niye öfkelendiğimi, hatırlayamam.. Bu da pek kötü bir huy değil zannımca ;)
Şalanj 16. Hangi fotoğraflar senin üstünde derin bir etki bırakıyor?
Fotoğraf sanatına genel olarak meraklıyım fakat özellikle beni yakalayan tür, siyah beyaz portreler. Uzun uzun bakabilir, üzerine yazılar yazabilirim, arada günlükte yapıyorum zaten. Dijital fotoğrafçılık çağında değil de, 1920-1995 arası çekilmiş siyah beyaz portre fotoğrafları özellikle içime işliyor.. Fotoğraf sanatı, yeteneği bence en güzel siyah beyaz portlerde, ışık ve gölge oyunlarında gösteriyor..
Şalanj 17. Şu günlerde size ilham kaynağı olan şey ne?
Soruyu anlamadım yahu. Ne için ilham olan? Zihin'den kopya çekeyim diye baktım, o da güzel yazmış ama tam anlamadım yani ne ilhamı.. Blog yazmak içinse, deneyimler elbette. Yaşamadan yazamam. Yaşamaya devam edebilmek içinse, sıradan küçük incelikler. Tanımadığım insanlardan gelen güzellikler ya da sevdiklerimin bana ufacık bir sevgi cümlesi, konuşmadan bir bakışla söyledikleri, ufak ve tamamı manevi şeyler.. Başka türlü bir ilhamsa, yani işimde projede vs tıkanıp kaldım, o zaman ne yaparımsa soru, çıkar koşarım genelde fiziksel aktivite iyi gelir. Ama "şu günler"eyse vurgu, yani şu sıralar içimi hop hop ettiren şeyse, o zaman elbette bahar dalları.. Doğanın yeniden renklenmiş olması.
Böyle yani. Oldu mu acaba? İnşallah olmuştur.