31 Aralık 2022 Cumartesi

52: Son hafta, bilanço ve hedefler

Noel sonrası, yılbaşı öncesi tüm Batı dünyasında tatil olan yılın son haftasının anlamsız boşluğunda, tek umudum biraz dinlenebilmek ve şöööyle bir geçtiğimiz yıla bakmak, ölçüp biçmek ve geleceğe dair bazı hayaller kurmak, planlar yapmaktı.. 

Onun yerine hasta bakmaya devam ettim :)) 

Ne biçim virüsse 15 gündür oğlanın mide krampları, kızın öksürüğü dinmedi yahu. Bu nedenle yılın son haftası da neredeyse tamamen evde geçti. Öksürük arası monopoly, kusmuk arası elişleri yaptık. Gerikalan zamanlarda saklambaç oynadık (çünkü iyi saklanabilirsem emaillerimi kontrol edebiliyor hatta kitap bile okuyabiliyorum, streetsmart anneden çömezlere tavsiyeler).

Evlat ayrımı yapmamak lazım dostlar. Hafta boyu kızdan öcümü monopoly'yle çıkardığım kadar, oğlanı da elektrikli matkapla tehdit ettim. Bunun bir tahta atölyesi var odasında. Bildiğin çivi çakma, testereyle kesme ve matkapla delme işleri yapıyor. Hakkını yemeyeyim, 6 yaşında bir velet için fena işler de yapmıyor:

Fakat "eline çekiç alan her şeyi çivi olarak görür" sözünü doğrularcasına, bazen de tutup "topuz" falan yapıyor hani şu ucu üç çivili savaş aleti olan topuz!!! Sanatçı mı olacak psikopat mı karar veremedi zaar...

dünyada küçük oğlan çocuklarından daha acaip ve anlaşılamaz çok az şey var bence..

Yine evde oğlanın kızı el yapımı topuzuyla kovaladığı bir sabah "yok bunlar iyice cozuttu, enerjilerini atmaları için bi ormana götüreyim, tutarsa Hansel ve Gretel, tutmazsa da bi yürür eve döneriz artık" dedim. Eve tam kadro ve bol oksijen almış vaziyette geri döndük fakat gecesine öksürükten uyuyamadık, burnumuzdan geldi. 

Bir sabah ben kimse uyanmadan evden kaçıp, tek başıma evin az ötesindeki ormana gittim. Kayboldum falan şehrin göbeğinde, değişik mantarlarla karşılaşıp heyecanlar yaşadım (40 yaşından sonra yaşanılacak heyecan anca bu oluyor sevgili gençler).

Bir gün de yine kimse uyanmadan evden kaçmayı başaran eşim kayağa gitti, ben onun bu inovatif kaçışına sinir oldum. Sonra "yahu adam aslında ne yapıyor, sadece yaşamın keyfini çıkartıyor, beni tutmuyor ya?" diye aslında ona değil kendi basiretsizliğime sinir olduğumu keşfettim.

koca yükselirken, ben de ona yükseldim :P

Kayağa gidemedim ama bir gece en yakın kız arkadaşımla akşam yemeğine çıktım. Bu mekan ödüllü Vietnam mutfağı nedeniyle aşırı popüler, normalde yer bulunmuyor ama şansımıza bir masa boşluk vardı. Süslendik püslendik gittik. Fakat daha içeri girmemle pişman oldum.. Ay dipdibe koymuşlar masaları, iki masa arası döt geçmiyor ancak 20cm boşluk! Sanırım pandemideki zararı sürümden çıkartma kafası. 

üç adet ödüllü su böceği yemek için çekilen cefa..?!

Neyse zorum zorum masaların arasından totomuzu geçire geçire, bardak çanaklara çarpa çarpa oturduk. Odun gibi katı, dimdik, donuk Alman hatunlar arasında iki Akdenizli hemen dikkat çekiyoruz tabii :)) Beş dakika geçmedi, yan masamıza iki adam geldi, onlar da totolarını zorum zorum geçirip 20cm yanımızdaki rezerve masalarına oturdular. Ay ama dipdibeyiz, dirseğim adamın kaburgalarına batacak, çatalımı sallasam gözüne saplanacak mesafedeyiz. Sanırsın dördümüz yemeğe çıkmışız, sinir oldum! Sanırım benim normalde zaten bir hayli mesafeli olan ayarlarım pandemi sonrası iyice uzamış, bu yakınlıklar bana paranoya olarak döndü, eve döndükten sonra bir daha da evden çıkmadım.

İşte öyle böyle bu hafta da geçti, bitti. Yıl geçti bitti hattâ.. O zaman ne zamanı?

bilançocular hazır mıııı?

Haydi o zaman - Yılın Bilançosu:

Yılın sonunda blogtaki 52 haftayı film şeridi gibi gözümün önünden hızla geçirirken, şunu çok net gördüm: Son bir senede ne kadar verimli çalıştığımı, dostlarıma ve kendime zaman ayırabildiğimi, çocuklarıma candan sarılabildiğimi, hissedebildiğimi, görebildiğimi, fark edebildiğimi gördüm bu özellikle derinleşmekten kaçındığım "sığ" yazılarda.. Yaşıyorum, dedim hakikaten.. Dolu dolu yaşıyorum. İşte bu da kendi kendime kanıtım!

Özellikle bu sene, yaşam boyu arayıp durduğum derin anlamın, aslında ufacık deneyimler ve ilk elden hissedebildiğim basit duygulardan geldiğini fark ettim. Ve bu benim için çok öğretici, değerli bir gözlem oldu!

Hayatı karıştıran, arapsaçına çeviren, zorlaştıran kendimiziz.. Hiç dışımızda bahane aramayalım!

Peki ya hanimiş cillop gibi 2023 Blog Hedeflerim:

Canım artık günce şeklinde haftalık aylık yazılar yazmak istemiyor çünkü Almanya'da her şey çok rutin, 2022'de ne yaptıysam 2023'te de hafta hafta aynı şeyleri yapacağıma eminim. Kendimi tekrar etmemek için "haftalık döküm"e burada son veriyorum.

Mesleğimden de yazmak istemiyorum, çünkü aç instagram'ı elini sallasan klinik psikolog görüşüne çarpıyor, hem hepsi de en doğrusunu biliyor.. Ailemi ve çocuklarımı da yazmak ters geliyor artık çünkü büyüdüler ve kendi özel hayatları, bireysel gizlilik hakları var. Koca zaten herkeste aynı, Almanı da bir a dostlar :)) E hobilerim ilgilerim keşiflerim düşüncelerim Tortu'da zaten..

Geriye ne kaldı? Hiç.. Şeytan diyor çek kapıyı çık git.

Ama kaç yıllık bloğa kıyamıyorum ve yazmak benim terapim, her türlü meselemi yazarak anlamaya ve çözmeye alışkın olduğum için, yazmadan duramam da.. 

Tortuya devam edeceğim çünkü çok keyif alıyorum ama burayı biraz "bu ânı mutlaka not etmeliyim, unutmamalıyım" dediğim çok daha özel ve nadir anlara ayırmaya karar verdim. Bir de eskiden yaptığım gibi ufak hikayelerimi eklemeyi düşündüm. Bakalım yapabilecek miyim :) Yapamazsam da sağlık olsun.. 

2022'yi, bu yılın benim için ennnn güzel ânına dair son bir fotoğrafla kapatıyorum:


Hepimize sağlık, iç huzur, neşe ve şans dolu, 
güzel geçecek, yüzümüzü güldürecek bir 2023 diliyorum 
<3 
Mutlu Yıllar!

25 Aralık 2022 Pazar

51: Dönüşüm hak'kat'ten muhteşem oldu

Yılın sondan ikinci haftasının resimli fotoroman şeklindeki kısa özeti: 

+20 derecelik Türkiye'den -10 derecelik Münih'e dönmek 
ve aradaki 30 derece farkından,
 fiziksel ve psikolojik olarak cortlamak


üstelik evde de iki hasta çocuk bulmak ve hafta boyunca çalışamamak, 
sürekli evde kusmuk temizlemek, tüm kocakarı ilaçlarını sırayla deneyerek 
öksürük dindirmeye çalışmak
bu süreçte kocanın sürekli işte hatta noel eğlencelerinde olmasına uyuz olmak,
dünyanın neresinde olursak olalım biz kadınların özellikle anne rolünü de üstlenmişsek 
hep aynı çıkmaz sokağa varışımızı düşünmek,


bir evlilik ve iki çocuk uğruna çok sevdiğim kariyerimi geri plana atmış ve atıyor olmanın içhesabını yapıp depresyona girmek.. 
evli olmayan arkadaşlarıma "sakın evlenmeyin" temalı yılbaşı kartları atmak.. 


sonra ayaküstü konuştuğum komşum C.'ye 
"burada ne yaptığımı bile bilmiyorum.." diye mızırdanır ve ağlaşırken, 
onun bana "çocuk büyütüyorsun.." demesi ve sıcacık gülümsemesi. 
ertesi gün de elime karakalemle çizilmiş bu kartı tutuşturması.. 
içinde "sen çok iyi bir annesin" yazıyor olması, 
bunu bir yabancıdan duymanın duygusallığı..


"çayın iyileştiremeyeceği hiçbir şey yoktur!" mottosuyla kendimi tedavi etmek,
dışarıda şekeri ve ücreti fazla kaçmış chai-latteleri içip durmak yerine 
evde yapmak, enfes olması, bağımlısı olmak.. (Tarif burada)


tüm bu hengâmede yine de bir umut noelde herkesin sağlıklı 
ve hediye bekler vaziyette olacağını hayal etmek ve 
bitmeyen noel hazırlıklarına girişmek


çocukların hediyelerini açarkenki heyecanlarını izlerken kendi çocukluğuma gitmek.. 
Alman çocukları sadece doğumgünü ve noelde hediye alırlar, 
yılda iki defa yani ve yılın başka günlerinde oyuncak / hediye almayacaklarını bilirler
o nedenle de çok özeldir noel çocuklar için :)


Bu sene aldığım en tatlış noel kartıyla (L/M kardeşler gururla sunar) duygulanıp,
"yok yok kariyeri iyi ki ikinci sıraya attım" diye düşünmek,
tamamen kendi emeğimle yetiştirdiğim meyvelerin gururla keyfini çıkartmak


bayılıyorum bu "dürüm" şeklindeki oturuşa :))
noelin ertesi günü (bugün) saatlerce ve günlerce sürmesi umulan, 
uyuyup uyanıp devam edilmesi planlanan oyunlar sayesinde 
bu tatil haftasında biraz kendime zaman ayırabilmeyi ve dinlenebilmeyi ummak..... 


çünkü gece bitip de makyajı temizleyince,
 gözlerimden belli yorgunluğum ;)

17 Aralık 2022 Cumartesi

50: Ameliyat ve refakat

Anneciğim ameliyat oldu! Bana da yayın yasağı koydu :) O nedenle kimselere diyemedim bu hafta onun yanında olmak için Türkiye'de olduğumu. Neyse çok şükür ameliyat başarılı geçti, maşallah durumu da iyi. İnşallah birkaç ay içinde diğer dizini de olabilirse, bu yaz torunların peşinde ağaçlara tırmanır, trampolinlerde zıplar :P Yok vallahi ağrısız yürüsün, duacıyız..

Bir hafta boyunca onunla hastanede olunca hem Şehir Hastanesi'ne, hem hasta ve yakınlarına, hem de doktorların dünyasına dair çok güzel gözlemlerim oldu ama malum yayın yasağı :) Kısaca yazayım: hastalar müzmin mutsuz, doktorlar çok yorgun ve sinirli, Şehir Hastanesi çok modern, Almanya'ya falan on basar ama çocuk kliniği karşısı oyuncakçı, yanık ünitesi karşısı kuaför neyin kafası hiç anlayamadım.. 

Hastanede yanımda çocuk ve ergen Albert Camus (İlk Adam) vardı, kulağımda da "Deniz Göktaş'a ayıracak vaktim" :)) Güzel podcast ismi dostum.. Anneciğime çok yardımım olmadı tabii ameliyat ve refakat sürecinde ama en azından bedenen ve ruhen oradaydım. Bir su verdim, iki ter sildim, bir iki gereksiz espri yaptım, gelene çikolata kolonya ikram ettim.. 

Bir ara refakatçiliği Alman çoban köpekliğiyle karıştırmış ve "kapıdan girene hırlamış" olabilirim ama beni ipleyen pek olmadı. Normalde ziyaretçi yasak, kartla falan girilebiliyor içeri ama bizimkiler doktor malumunuz, doktorlar da kast sistemi, tüm sosyal ilişkileri doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarıyla olunca, "ben doktorum, bana kilit vurulamaĞz" diyen geldi, diyen geldi.. Odada aynı anda 20 kişi falan olduk ama hepsi doktor, ben ne diyem, kime çemkirem? Bi' bildikleri vardır dedim, kolonya çikolata tuttum oturdum, ney'dem....

Neyse öyle böyle, annem sohbet muhabbet taburcu oldu, eve çıktı. Şimdi fizik tedavisi evde devam ediyor. Ben de çok şükür gözüm arkada kalmaksızın kendi evime dönmek üzere simitçi'de çay içerek uçak bekliyor ve sizlere yazıyorum :) 

45TL'lik çay. 

Dudak uçuklatan fiyat demişken, kartlarınızı Bursa'da yazıp postaladım, umarım elinize geçerler.. 

Yazmak demişken de, Proje 365 Blog'a 2021 Mart'ından beri düşünüp düşünüp durduğum, hattâ sevgili Kaplan Diary ve Kuyruksuz Kedi'yle de her fırsatta arapsaçı edercesine tartıştığımız ;) "sevmek" konusunu da sonunda toparlayıp yazdım. Benim hoşuma gitti, belki seversiniz bir bakın isterseniz. 14 kısa yazının ilki bu linke tıklanarak okunabilir. Yoruma açık değil ama elbette buradan yazabilirsiniz fikirlerinizi..

Ha bir de.. Ben gelmeden önce, tamamı erkek olan akvaryumda birer hafta arayla iki bebek kiraz karides bulduk, şaşkınız. Sanırım yenilediğimiz filtreyle yumurta olarak geldiler ve filtrede doğup büyüdüler. Filtreyi açıp çıkarttık, diğer balıklara yem etmemek için de küveze aldım, acaba bizimkiler bakabildi mi, başka yavrular da var mı, onu düşünüyorum :) Eve dönmeyi iple çekiyorum yani.. Haydi çayımdan son yudumu da aldım, artık inşallah Münih'te görüşürüz!

Bu haftalık da böyle... Son iki hafta haydi bakalım ha gayret! 

10 Aralık 2022 Cumartesi

48 - 49: Aralık, şıkır şıkır!

Noele ve bir hafta sonrasında da yeni yıla geri sayım başladı. Aralık, son iki seneyi saymazsak, bu diyarlarda şıkır şıkır olur. Bu sene de ayrı bir pırıltılı, çünkü Noel Pazarları 2019'dan bu yana ilk defa açıldı ve biz iki senedir yapamadıklarımızı çok özlemişiz.. Herkes, genç yaşlı çoluk çocuk minicik bebecikler bile, buz gibi havaya inat, dışarda!

yılbaşına hazırlanan sümbül soğanları,
küresel ısınmayla biraz erkenciler sanki?

Henüz ciddi bir kar yok fakat eksili derecelere düşen kuru hava insanın ciğerlerini yakıyor. Kat kat giyinip erkenden inen akşamlarda noel pazarlarına gitmek, Glühwein (sıcak şarap) içmek, krep ya da baharatlı kekleri, kurabiye ve zencefilli Lebkuchen'leri atıştırmak, elişi satan tahta kulübelerden ufak tefek bir şeyler almak ve buz gibi havada canlı müzik dinlemek gerçekten büyük keyif. 

Aralık bizim ailecek bir sürü elişi yaptığımız, bol bol bahçede ateş yakıp sıcak şeyler içerek buz gibi göğe baktığımız, çocukların noel hediyelerini planlayıp hayaller kurdukları bir ay :) 

1 Aralık'ta birbirimize yaptığımız / aldığımız "noel takvimlerini" açmaya başlarız. Her sabah ufak bir hediye; çay, çikolata, oyuncak da olabilir, kozmetik ya da yenilebilecek birşeyler de. Ya da kendiniz hazırlayabilirsiniz, ufak paketlere sevdiklerinize ufak mektuplar, notlar yazabilirsiniz. Bazen yoga takvimleri oluyor ya da farkındalık egzersizleri, yani aklınıza ne gelirse.. Her güne ufak bir mutluluk :)

Her Pazar biri yakılan dört mumlu bir mumluk vardır, onu da biz her sene çocuklarımla hazırlıyoruz. Çok keyifli oluyor, ortaya çok sanatsal bir şey çıkmıyor tabii ama en azından biz yapmış, satın almamış oluyoruz.


bu sene kemerleri sıktık, tek mum :)) 

Sonra Aralık ortasına doğru artık çam ağacımızı alıyoruz. Burada gerçek çam kesiliyor, sadece bu amaçla domates gibi tarlalara dikilip yetiştirilen çamlar var. Mis gibi kokuyor ve plastik ağaçtan daha çevreciymiş. Ben yine de kesilen her ağaç için her sene dört ağaç fidesi diktiriyorum (böyle sosyal projeler var, vicdanımızı yıkamak adına). Ağacımız aldığımız gün süslenir ama dışarıda durur, geceleri bahçede pırıl pırıl ışıklarıyla noel haftasını bekler.. Noelde eve alırız, ev mis gibi çam kokar.. 

kesip paketlenen çam ağacı <3

Ayın 5'ini 6'sına bağlayan gece Aziz Nikolaus Yortusu'dur. Aslında noelle alakası olmasa da, Nikolaus, Noel Baba diye anılır. O gece pabuçlarımızı kapının dışına koyar, Nikolaus'a elma, mandalina ve ceviz bırakırız. Sabah bir de bakarız, pabuçlarımızın içi çikolatayla dolmuş! ;) Ben çevremizdeki evlerdeki komşu çocuklara da yapıyorum (komşu çocuklardan ikisi 20'lerinde, birlikte yaşayan üniversiteli gençler hihihi, olsun çocuğum olacak yaştalar sonuçta!) 

yılbaşı renkleri, kokuları, tatları

Komşuları ve arkadaşlarımızı sık sık bahçede sıcak şarapla ağırlarız biz, bu sene Christian ve sevgilisi Sylvia benim özel misafirlerimdi.. Christian benim yaklaşık bir senedir mektuplaştığım karşı komşum. Pandemi sürecinde komşularla çok kaynaştık ama onun yeri ayrı. O da bir "yazan adam", doktorluğu bırakıp yazar olmuş, üç dilden çevirmen ve kitapları olan bir şair.. 

Şairin “şair” hediyesi, bana..

Çeşit çeşit kanepeler ve sıcak şarap hazırladım, onlar da elleri boş gelmemişler, hele çocuklara kocaman paketler geldi (L. bir ara "sen noel baba mısın?" diye sordu Christian'a) bahçede kocaman bir ateş yaktık, kitaplardan, yazmaktan, dünya ve insan hallerinden konuşarak çok güzel bir gece geçirdik..

Tarifler için link

Sevgilisi Sylvia ile benim eşim de normal insanlar gibi politika ekonomi spor falan konuşup, bizimle dalga geçip durdular; obsesif yazma sevdamızdan, mahalledeki herkesle selamlaşıp kaynaşma halimizden, sonu arada bir kaybolmakla biten uzun yürüyüşlerimizden.. Christian sanki benim 60 yaşındaki erkek ikizim gibi :)))) 

Ertesi sabah mutfak camımı tıklatıp elime bir mektup tutuşturdu... "Siz dördünüz cennetten bir lütufsunuz, yeni sene için tek bir dileğim var, umarım hayat boyu arkadaş kalırız" demiş :) Ay umarım!

Sadece komşular ve arkadaşlar değil, yılın bu zamanı tanımadığımız insanlara küçük incelikler yapmanın da tam zamanı.. Biz her sene ayakkabı kutularını kap kağıdıyla kaplar, içine ufak hediyeler ve iyi niyetler içeren bir kart koyar, şehrin yaşlılar evlerine, dezavantajlı semtlerindeki çocuklara götürürüz. Bu bence çok güzel bir âdet..

İşte Aralığın ilk yarısı geçti bile.. Noele 2, yeni yıla 3 hafta kaldı!

Siz neler yaptınız / yapmayı planlıyorsunuz şıkır şıkır Aralık ve yeniyıl için? Var mıdır adetleriniz, özel yemekleriniz, çiçekleriniz, süslü kurabiyeleriniz? Kart yazdığınız, hediyeleştiğiniz komşularınız, dostlarınız? Planladığınız sürprizleriniz, ufak incelikleriniz? 

27 Kasım 2022 Pazar

45'den 47'ye: Kasım; ne saçma bir ayımızsın sen.

Kasım'ı pek sevmem ve anlamsız bulurum ben.. Ekim'in sarıları ve kavuniçilerinin enerjisi, Aralık'ın noel pazarlarının heyecanı arasında sıkışmış, olamamış bir ay gibi gelir bana Kasım. Sonbahar desen değil, kış desen değil.. 

Tam bir buçuk ay süren hastalık temposundan bir çıkayım, kendimi bakıma alacağım demiştim. Aldım :)) Dıştan vitamin takviyesi çöken bağışıklık sistemini kendine getirmek için hakikaten işe yarıyor mu bilmem, göreceğiz bakalım..

Fakat tabii ki vitamin almakla olmuyor, probiyotikleri, mevsim meyvelerini ve baharatları da bol bol tüketmek lazım. Sabahları kahvaltı olarak bir porsiyon meyve, iki yemek kaşığı yoğurt, üzerine zencefil, zerdeçal ve ekürisi karabiber, tarçın ve biraz da çörekotu ekliyorum. Enfes bir tadı oluyor, tavsiye ederim.

Bağışıklığımı düzeltmek için beslenmeme dikkat ediyorum, işe de 3 gün bisikletle gidip geliyordum (toplam 55dk sürüyor) ama totom donmaya ve lastiğin altındaki yol buzlanıp kayganlaşmaya başlayınca, artık kafamı gözümü kırmadan durayım diyerek, ofisin önündeki kıpkırmızı Japon akçaağacı ile flört etmekte olan bisikletimi bahara dek garaja kaldırdım. Zira kış günü inatla sökmediğim pembe çiçeklerim yoldan geçen herkesi güldürüyordu :)) ölmeyen hippi ruhu!

Bu sene kızım 4. sınıf, Alman eğitim sistemi de Türkiye kadar tuhaf. Minicik çocuğun neredeyse tüm hayatı az çok belli olacak bu senenin sonunda! Dolayısıyla okuldan sonra ödevlerine dikkat ediyorum, biraz da motivasyon veriyorum gymnasiuma girmesi için ama çok da karışmıyorum, 9 yaşındaki ufacık çocuğu strese sokmaya değmez hiçbir başarı!

çünkü çocukluk demek bu demek..

Kızımın tam "çete arkadaşlıkları" zamanı başladı :) Oğlansa biraz "yalnız kovboy" döneminde.. Bu sene tek başına daha uzun oynuyor (şükür Allahıma) ama hâlâ birlikte oynamayı tercih ediyor(uz) :))) 

legodan teleferik kuran anneye bir alkış!

Bu ay genelde ofis-ev arasında kaldım anlayacağınız. Pek sosyal değildim, küçük evrenime kapandım. İyi okudum, doktorluktan istifa edip yazar olan karşı komşumla kartlaşmaya başladım (bunu sonra anlatacağım çok sevimli bir hikaye!), bazı güzel fotoğraflar çektim, çocuklarla elişi yaptım, güzel hatun çiçeği yetiştirdim, sürekli dökülen güz yapraklarını tırmıkladım, hayatımda ilk defa göz altı maskesi yaptım (şahane bir hismiş!) ve ayı da böylece bitirdim.. 

Bu ay iş-ev doğrusalında gidip gelmek dışında, bana yaşadığımı kanıtlayan 4 güzellikse buydu:

- Banksy'nin Ukrayna'daki eserlerini görüp sevinmek; çünkü bence buradan konuşmak ve "ah vah gaz da az, üşüyoruz" demektense, oraya gidip bir şeyler yapmak, döt ister!

- Geceleri yorgunluktan yığılıp kaldığım için, kafamı "serinleten" tek dizi olarak Long Way Up'ı izledim bu ay:

Ewan McGregor'u zaten severim ;) Filmlerini de kendisini de, bu adam hep böyle neşeli midir yoksa sürekli aktörlük mü yapıyor gerçek hayatta da diye düşündüğüm çok olur. Charley Boorman'ı ise çok çok severim :)) Biraz yaşlanmış ve bitter'leşmiş olsa da.. 

Tabii ki elektrikli motorsikletle ne malt yemeye yola düştüler, mis gibi eski motorsikletlerinin nesi vardı diye  düşündüm ve eski yolculuklarının esamesi okunmadı ama yine de özlemişim bu ikiliyi.. Siz hiç izlemediyseniz ama, en eski seyahatlerinden başlayın izlemeye. 

- Elif Key yeni bir blog yazmaya başlamış! Duyanlar duymayanlara duyursun :) 

- Bu ay iyi okudum: iki Tomris Uyar, bir Paul Auster. Ama en severek de Barış Bıçakçı'nın "Tarihi Kırıntılar"ını okudum. Aşırı derecede güldüm - Bıçakçı'nın kendini çok iyi gizleyen mizahını severim ama bu kitapta bambaşkaydı ve biraz şiir / şair bilgim olsa eminim daha fazla keyif alırdım bu kitaptan. Adım başı gönderme var çünkü. Şiir sevenlere ve metinleri bir dedektif gibi didiklemeyi, satır aralarındaki ufak sürprizleri bulunca heyecanlanmayı sevenlere, kendisi de "eski şair" olan Bıçakçı'nın bu kitabını şiddetle öneriyorum!

Bu aylık bu kadar. Aralık baya renkli olur bu diyarlarda, noel hazırlıkları, pazarlar, sıcak şaraplar, dostlarla buluşmalar.. Umuyorum ki güzel fotoğraf ve anlatılarla geleceğim bir sonraki yazıda :) Herkese sevgiler! 

9 Kasım 2022 Çarşamba

Yeni başlayanlar için Vipassana Sessizlik Yogası

Vipassana nedir?

Geçen hafta, çok uzun zamandır okuyup araştırdığım, merak ettiğim ve deneyimlemek istediğim Vipassana yani sessizlik yogasını yapma şansım oldu. Bol çocuklu, bol gürültülü, sürekli hareket halinde, koşturmacalı, her dakikası planlı bir hayatım olduğu için ve üstüne de terapist olarak işim de "konuşmak", "iletişim kurmak" olduğu için, bu benim için MUHTEŞEM bir deneyimdi!

bedenimin olmasa da aklımın sık sık gittiği yer; güvenli alanım.

Önerildiği gibi; beni merak edebilecek kişilere önceden haber verdim. Önerildiği gibi; evde tek başıma olacağım ve çalışmam gerekmeyen (haftasonuyla birleşen resmi tatil) bir dönemi seçtim. Önerildiği gibi; kendimi her tür yazılı ve sözlü iletişime kapattım. Önerildiği gibi; konuşmadım, okumadım, dinlemedim, izlemedim. Onun yerine düşündüm, hissettim, hatırladım.. 

Tam 40 saat boyunca! Ben-Kendim-Bendeniz. (Asıl Vipassana deneyimi grup içinde olmak kaydıyla 10 gündür, fakat ashramda topluca yapılan vipassanalar sırasında hocalarla konuşmak, deneyimi ve gelişimi tartışmak, verilen sözlü seminerleri dinlemek, birlikte yenen yemekler, yapılan yoga ve meditasyonlar sırasında en azından iki insan gözü görmek mümkündür).

Önerildiği gibi, uyanık vaktimin %40'ını bedensel işlere, %30'unu yürüyüşe, %10'unu meditasyona, diğer %10'unu kişisel bakıma (banyo, vücut bakımı) ve kalan %10'unu da yemek hazırlama ve yavaş yemeye ayırdım. 

Başardım. Hayattayım. Mutluyum. Farklı bir kapı açmış, içine cesaretle bakmışsın gibi bir his bu. Kendinle karşılaşma cesareti de deniyor sanırım..

alev sarmaşığından dökülen yaprakları izlemek..

Neleri sevdim?

Hani hep "yetmeyen" o zaman var ya, onun inanılmaz yavaşlamasını, sakinleşmesini çok sevdim. Vipassanayı "beyin dalgalarının hızını yavaşlatarak, zihni dinlendirmek" olarak tanımlayan yogiler var, hakikaten onlara katılıyorum. Entelektüel hiç bir aktivite içine girmemek, okumamak, dinlememek, izlememek, tartışmamak gerçekten insanı tuhaf bir dinginlik seviyesine getiriyor. Sadece bedensel işler ve beden bakımı yapıyorsun, bu sayede ruhun dinleniyor, sakinleşiyor, sanki fabrika ayarlarına dönüyorsun.. Çocukluktaki "sıkıldığın zamanlarda ne yaptığın" meselâ geliyor aklına yeniden, düşüncelerini kontrol edemediğin için serbest olarak akmalarına izin veriyorsun, düşünceler hayâller istekler hatıralar hepsi sanki içiçe geçiyor ve yavaş yavaş, kendi hızlarında çözülüyor ve sen tam bir izleyici oluyorsun, hepsini gözlemliyor, müdahale etmeden, edemeden, saf bir merakla izliyorsun.

Yavaşlıyorsun. Yaptığın bedensel işleri her zamankinden farklı yapıyorsun. Ne bileyim misal ev işi yaparken podcast dinlerim ben hep, dinleyemeyince, tuhaf bir şekilde yaptığım işe daha fazla odaklandım, daha ayrıntılı, daha sakin çalıştım. Bir de zaman çok ya, üşenmiyorsun, ertelemiyorsun. Yapacağın işi tam o anda, adamakıllı yapıyorsun çünkü "tek işin" o! Tanrım "multi tasking" mahvetmiş bizi ya! Her şeyi bir arada yapmak, hiç bir şeyi tam yapamamak olmuş da haberimiz yokmuş! Hele o zihin yükü.... 

Bunları fark etmeyi çok sevdim. 

ayrıntılarda gizli olan şeytan değil, hayatın güzelliği..

Neleri sevmedim?

Geceleri sevmedim.. Çünkü gece çökünce; insan yok, tv yok, müzik yok, kitap yok, kalem yok.. Uzun uzun yemek yaptım, en meşâkatli ve uzun süren tarifleri (önceden hazırlanmıştım geceleri zorlanacağımı hissederek) denedim ve tek başıma, yavaş yavaş yedim yemeğimi. Hani 40 defa çiğne derler ya... Sonra, çayımı alıp akvaryumun karşısına geçtim ve tam bir saat balıkları izledim. Düşünceler üşüştü, hatıralar, duygular.. Çok ağladım ama ne çok.. Hüngür hüngür ağladım.. Sonra boşaldı zihnim, düşünceler sakinledi, dümdüz bir deniz haline geldi. Çok ilginç bir deneyimdi bu.. Yıllardır meditasyon yapıyorum, 1996'dan beri de yoga yapıyorum ama bu derece bir derinliğe hiç bir zaman ulaşamamıştım. Hem korkuttu bu beni, hem bu yoğunlukta duygular yaşamak yordu, hem de çok çaresiz hissettim.. Hiçbir yere kaçamıyorsun ya..

Bir ashramda olmak belki bu nedenle daha kolay olabilir; evde kendin deneyeceksen, geceler zor..

netflix yerine çay ve akvaryum

Bana katkısı ne oldu?

Açık söyleyeyim, ilk gece çok korktum ve bırakmanın eşiğine geldim (açayım netflix'i ne olacak kim bilecek..) ama kendime yediremedim. Verdiği sözden ölse dönmeyen bir yapım var. Bir şekilde uyudum ilk gece bölük pörçük ama ertesi sabah büyük bir özgüvenle ve daha güçlü kalktım. İkinci gece daha kolaydı çünkü ne yaşayacağımı biliyordum artık. Yemeğimi yedim, çayımı aldım, akvaryumun karşısına geçtim ve "gel bakalım..." dedim ikinci gece. 

Vipassana'da beyin dalgalarınız çok net ve keskin bir şekil alıyor, müthiş odaklanıyorsunuz. Bunu çok insandan duydum, vipassana bittikten sonra, yıllardır konuşmadıkları insanlardan telefon alanlar, yıllarca çözemedikleri olayları çözenler.. Ben de benzer bir deneyim yaşadım. Vipassana yapmamış olsaydım çok farklı bir tepki vereceğimi düşündüğüm bu olaya çok yerinde ve olgun bir tepki verebilmiş olmam, beni çok şaşırttı ve çok sevindirdi.. Yıllarca üzerinde çalışıp beceremediğim "içimi dinlemek", "kimseden etkilenmeden kendi kararlarımı verebilmek" gibi konularda çağ atladığımı hissettim resmen!

Ha bir de.. Tabii ki ben de, tüm vipassana deneyiminden geçenler gibi, en büyük korkumu keşfettim. Hayır yalnızlık değilmiş bu! Çok net; unutmaktan korkuyorum ben. Aldığım tüm notlar, tuttuğum tüm ajandalar, hatırlatıcılar, günlükler.. Şu bloğa bile "unutmamak" için yazdığımı fark ettim! Ve onca düşünce üşüşürken bunları not alamamak, yazamamak offff, bu korkumla yüzleşmemi sağladı.. Kendime çok doğru sorular sordum: "peki yazamıyorsun, unutacaksın evet, ne olur unutursan?"... En büyük korkun kesinlikle önüne gelecek ve çok net duracak önünde, buna hazırlıklı olmak da pek mümkün değil maalesef..

bu yazıyı yazarken tüm yaprakları düşmüş bulunan alev sarmaşığına
son bir selam ederek, soMbaharı kapattım.. fakat renklerin güzelliği..

Yeniden yapar mıyım? 

Çok istiyorum! Ama bu sefer 40 saat değil, en az bir hafta yapmak istiyorum. Müthiş ufuk açan bir deneyim oldu benim için ve yetmedi... 

Sana önerir miyim?

Kesinlikle. Ama yeni başlayacaksan ve evde kendi kendine yapacaksan, ilk aşamada sadece 24 saat. Konuşmamak, teknolojik detoks bunlar zorlamıyor insanı ama bu çağın insanı olarak "amaçsız oturmak" deneyimini çok zor kabulleniyoruz. 

Birkaç "acil durum planı" hazırlamanı öneririm. Meselâ ben önceden alışveriş yapıp, yapması çok uzun sürecek yemekler yapmayı denedim. Özellikle gece sürecini geçirmeme yardımı oldu. Düşünceler üşüştüğünde, meditasyon deneyimin olmasını öneririm, hayat kurtarıyor. Bir de akvaryum, trafiği akan bir sokak, deniz, doğa ne olursa bir manzaran olsun, uzun uzun bakarak düşünebileceğin..

Bedensel bakımı hafife almamanı, hazırlık yapmanı (maske, köpüklü banyo, krem, el ayak bakımı vs) öneririm, bedenini "groom" etmek ruhunu iyileştiriyor.

Bir de çok şaşıracaksın, beynine bir sürü şarkı üşüşecek. Üşüştüğü anda yüksek sesle söyleyemeyeceksin, mırıldanamayacaksın bile, bu da seni delirtecek. Ama dans edebilirsin, unutma ;)

Aklıma bunlar geldi, soruların olursa, yanıtlamaya çalışırım :)

*

Özetle; Vipassana çok farklı bir deneyim.. Korkutucu, kendinle yüzleştirici, en temel duygularına inmeni sağlayan, şaşırtıcı, etkileyici, cesaret isteyen ama çok büyük bir hazla sana geri dönen bir deneyim. Kesinlikle öneririm! Daha fazla bilgi istersen yaz bana..

Link 1.  / Link 2.  / Link 3.  / Link 4.

5 Kasım 2022 Cumartesi

43-44: Hastalık, sultanlık ve bazı özlemler

İki haftadır gelip gidip ufak notlar alıp, bambaşka bir yazı hazırlamıştım hattâ başlığı "hastalık sonrası sultanlık"tı ama hayat işte.... Bu sefer anladım galiba dediğin anda, bir tokat aşk'ediyor... 

İki haftanın kısa özeti şu; 43. hafta Corona ile geçti. Bu geçirdiğim 3. Corona. Bu seferki diğerlerine nazaran daha hafif geçti (üç gün ateş ve yorgunluk, sonra biraz öksürük, ses ve koku kaybı ile burun tıkanıklığı) fakat negatife dönmem tam 9 günümü aldı. Eşim de beni bir Alman psikopatlığı titizliğiyle izole ettiği için, bol bol yattım dinlendim, spotify, storytel ve netflix'in dibini gördüm. Fakat aynı zamanda da; hayatın bensiz de gayet güzel devam edebildiğini, hiç de vaz geçilemez, yeri doldurulamaz olmadığımı (yani ebemi de) gördüm. Bu tip hastalıkların "iyi" yanı insanın egosunu yerle bir etmesi. O zaman önünde 2 seçenek var: Ya depresyona gireceksin ya da "e ben de o zaman herkese hizmet ettiğim kadar biraz da kendime bakayım, şefkat göstereyim" diyeceksin. 

Ben ikinciyi seçtim..

çalıkuşum da oldu benim <3

44. hafta, senkronize öksürük ve burun çekmeleri saymazsak, hepimizin iyileşmiş olduğu bir anda, ani bir kararla, eşim ve çocuklar okul tatilini de fırsat bilerek İsviçre, İtalya, Fransa'ya gittiler ve ben tavşanları, akvaryumu ve annemin ameliyat olma olasılığını ve benim aniden Türkiye'ye gitmem gerekebileceğini öne sürerek (onun da hiç niyeti yok, erteledikçe erteliyor) tam 6 gün tek başıma evde bekarlık ve sultanlık yapma şansını ele geçirdim! Peki yaptım mı?

Evet dibine kadar.. 

kanıtı :))

Yani tabii ki üç gün full çalıştım ve evi de dipköşe temizleme fırsatını kaçırmadım, sonuçta Türk kadınıyız.. Ama geri kalan zamanımda - ve inanamadım ne kadar çok zaman kaldı geriye - hakikaten kendimi şımarttım, bana iyi gelen ne varsa hepsini yaptım, saatlerce yürüdüm, kız arkadaşlarımla buluştum, en sevdiğim vejeteryan yemekleri pişirdim, okudum, dinledim, izledim, vücuduma baktım, ruhuma baktım, artık yapacak başka bir şey kalmayınca da, sonunda, yıllardır yapmayı istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım (korktuğum) "Vipassana" yani sessizlik yogasını yapmaya karar verdim!

Vipassana'da sadece konuşmamak değil, aynı zamanda insanlarla göz teması dahil iletişim kurmamak, tv, bilgisayar ve telefonu tamamen kapatmak, müzik dahil dinlememek ve sıkı duruuuuuun: okumamak ve hiç bir surette eline kalem kağıt almamak da gerekiyor! Yani iletişim ve teknolojik detoks sorun değil, ara sıra yaptığım şeyler bunlar ama ilk defa okumamak, yazmamak ve müzik dinlememek.... Of inanılmaz bir deneyimdi, bunu yazacağım.

sonbaharın son tablosu

Vipassananın bittiği sabah tam burnumun üstüne çok büyük iki darbe geldi.. Eskiden olsa yerle bir ederdi bu iki darbe beni. Yönetmeye çalışıyorum son birkaç gündür. İlk darbeyi yönetebildiğime inanıyorum, en azından yoluna soktuğuma.. Bu beni çok mutlu ediyor çünkü çok sevdiğim, değer verdiğim bir arkadaşımla ilişkili, benim için önemli ve aslında çalışmam gerektiği halde çalışmamakta inat ettiğim bir huyumla ilişkili bir konu bu. Kendimi geliştirme fırsatı... 

İkinci darbeyi de aldım ama akışına bırakmayı başardım.. Söz vermiştim kendime, sözümü tutuyorum. Müdahale etmiyorum artık hayata, su gibi o, doğru yolunu buluyor nasılsa. 

Görüyorsun blogcuğum, eskisi gibi değilim artık, ben de fark ettim. Daha dengeli, daha olgunum, daha çabuk duruluyor içimdeki dalgalar, daha kolay kabulleniyorum. Biraz yaşlanmakla ilişkili belki ama daha çok sanırım geçen seneki Mimas Yolu bana çok iyi gelmişti ya, bu seneki Vipassana da aynı etkiyi verdi sanki. Dağ tepe yürümeden, evde kendi içimde kalarak da başarabiliyorum demek ki artık o iç huzuru bulmayı... Neyse konuşuruz bunu daha detaylı, haftaya falan, Vipassana yazımda... Biraz zaman ver bana, iyice durulsun dalgalarım. Yazacağım.

Bu renkler izin verirse tabii..

Bu son iki hafta böyleydi işte. Perşembe akşam çocuklar geldi, hattâ +1 çocukla geldiler :) Ev nasıl gürültülü ve karman çorman. Güzel de ama.. Onca sakinlikten ve dinlenebildikten sonra, güzel geliyor bu kaos..

Pazartesi yeni bir hafta başlıyor. Proje, terapiler, ev işleri, sporlar, fırsat buldukça kendime zaman ayırmalar.. Öyle böyle hayat geçip bitecek. Önemli olan sanırım deneyimlemek, tutuk olmamak, canlı olmak, izlemek yerine yapıyor olmak, yaşıyorum, hissediyorum, sevebiliyorum, üzülebiliyorum diyebilmek.. Eh şükür bunları da yapıyorum layıkıyla.... 

Devam o zaman.... 

Pil bitene dek.

28 Ekim 2022 Cuma

Yeni başlayanlar için akvaryum hobisi

İki aylık acemilik dönemim sona erdi ve artık kendime "orta düzey" bir akvarist (akvaryumculukla uğraşan kimse) diyebilirim! Bu süreçte sıfırdan çok fazla şey öğrendim ve bunları paylaşmak, belki de aramızda akvaryum isteyen ama cesaret edemeyenlere bir "gaz vermek" istiyorum. 

;)

Bir defa; çok zor değil, çok masraflı değil, çok zaman istemiyor. Biraz merak, suyu ve balıkları sevmek gerekiyor. Çocuklar için güzel bir sorumluluk olabilir, günde bir defa yemlemek kolayca yapabilecekleri bir görev. Fakat akvaryumun bakımı ve temizliği kesinlikle yetişkin işi.. Tatile gittiğinizde, otomatik yemleme ve ışık sistemi kurulduğunda, 3 haftaya dek temizlik istemeden kendi kendine durabiliyor. Sadece ilk kurulumu ve ekosistemin dengesinin oturtulması süreci biraz zor fakat sonrası yani balıkların teşrif etmelerinden sonrası, çok daha kolay ve keyifli :)

Türkiye'deki fiyatları bilemediğim için fiyat vermeden, sadece neye ihtiyacınız olduğunu yazacağım.

- 60 litrelik yatay dikdörtgen şeklinde klasik bir akvaryum. Cam kalitesi önemli, ucuz malzeme bazen suyun ağırlığıyla patlayabiliyor.. Nano akvaryumlar bu sıra çok moda ama klasik akvaryumları temizlemek ve temiz tutmak çok daha kolay ve balıklar açısından da daha mutluluk verici bir ortam.

balık dünyasının en acıklı görüntülerinden biri, 
zaten çoğu sonunda atlayıp intihar ediyor..

- Kaliteli, mümkün olduğunca küçük (bizimki 10x7x5cm) bir su filtresi, 7/24 sürekli çalışacak. Bazı karides ve balık türleri içine kaçabiliyor ve bu maalesef ölümcül olabilir, en kapalı sistemi sorarak almalısınız (ya da en ince naylon çorap geçirebilirsiniz çevresine ama çorabı sık sık değiştirmelisiniz yoksa yosun olabilir).

- Akvaryum ısısını 25 dereceye sabitleyecek bir ısıtıcı ve kontrol etmek için ekstra bir sualtı derecesi.

- Akvaryum ışıklandırması için "otomatik sistem", bunlar çok basit manuel fiş şeklinde aletler, istediğiniz aman aralığını seçip günde 8 saat ışıklandırmak zorundasınız, yoksa yosunlaşma olacaktır.

akvaryumumuz ve çocuk kitaplığımız :))

Akvaryumunuzu aldınız, önce güzelce (deterjansız) yıkıyorsunuz, suyu koyduğunuzda en az 100 kiloyu bulacağı için, sağlam bir dolap üzerine ve direkt güneş ışığı almayan, sakin ve güvenli bir köşeye koyuyorsunuz. Evinizde çocuk varsa lütfen akvaryumu çok dikkatli kurun, 100 kiloluk bir ağırlıktan bahsediyoruz!

nano akvaryum, az yer kaplıyor ve daha şık
ama klasik akvaryumlar balıklar için daha iyi ve daha az yosun kaplıyor..

Tatlı su balığı alacağınızı var sayıyorum (çünkü hem daha ekonomik, hem de bakımı daha kolay). Akvaryumcudan iki çeşit kum aldınız, ilki canlı bitkilere gübre de sağlayan bir kum, ilk olarak bunu 2cm kalınlığında akvaryum tabanına koyuyorsunuz. İkincisi balıklara göl havası verecek koyu renkli orta incelikte bir başka kum, bunu düz suyla yıkıyorsunuz ve 2-3cm yüksekliğinde eşit seviyede yayıyorsunuz. Daha sonra temiz suyla (bizde musluk suyu içilebiliyor, fakat Türkiye'de bence şişe su daha mantıklı olabilir) akvaryumu dolduruyorsunuz. Aldığınız dekoratif taşları da üzerine koyuyorsunuz. Biz akvaryumun duvara bakan arka yüzeyinin dış tarafına kağıttan bir su altı resmi yapıştırdık, bu onlara sahte de olsa bir derinlik hissi veriyor ve rahatlatıyormuş. Filtreyi, ısıtıcıyı ve dereceyi de çalıştırdığınızda işiniz bitiyor. Bu şekilde akvaryumunuz tam 2 hafta boyunca dinlenecek. İlk haftanın sonunda, filtreyi durdurup, suyun 1/3'ünü boşaltıp, yeni su koyacaksınız. Filtre suyu temizleyecek ve bakteriler yavaş yavaş üremeye başlayacak. Bu süreçte akvaryumu henüz ışıklandırmak zorunda değilsiniz.

- 15. günde su testi yapılıyor (su kalitesi, kireç ve bakteriyel ölçümü yapan ufak kağıt çubukları akvaryumculardan alıyorsunuz) ve test sonucu iyiyse, akvaryumunuza bitkileri alabilirsiniz. 60lt'lik bir akvaryumun geri kısmına 3büyük bitki, ön kısmına ise iki küçük bitki yeterli olacaktır. Bitkileri aynen çiçek diker gibi, kumu biraz açıp içine dikiyor ve üstünü kumla kapıyorsunuz. İlerleyen günlerde salyangozlar çıkmaya başlarsa şaşırmayın, onlar bitkilerle gelen iyi huylu salyangozlar :)

- Bitkileri diktikten sonra her gün günde 8 saat akvaryumun ışığını açık tutmalısınız. Biz sabah 7-11 ve akşam 4.30-8 arası otomatik ışıklandırma yapıyoruz. Bu sayede balıklar gece boyu rahatça uyuyor :)) Bitkiler de yeterli fotosentezi yapmış oluyorlar. Eğer 12 saatin üzerinde ışıklandırırsanız, balıkların uyku kalitesi ve dolayısıyla immün sistemleri bozulacak, ayrıca alglar yani yosun ve bakteriler de ışığı sevdiği için, zevkle üreyecek ve su kaliteniz düşecektir. Ayrıca elektrik faturanız da yükselecektir :) O nedenle ideal 8-9 saat ama maksimum 11-12 saat ışıklandırma öneriliyor.

Bitkilerle bir 10 gün daha geçirdikten sonra, ilk sakinlerinizi akvaryuma davet etmenin zamanı geldi! Fakat önce 1). Su kalitesini yeniden kontrol edin hatta mümkünse biraz su örneğini akvaryumcuya götürüp onun da kontrol etmesini sağlayın. 2). Filtrenizin sürekli çalıştığından emin olun 3). Su ısısının 25 derece olduğuna emin olun.

kiraz karides volta atarken

60litrelik bir akvaryumda ideal olan maksimum 15 küçük balık, 3-5 karides, 3-4 çöpçü / temizleyici balık ve 5-6 büyük salyangozdur. Daha fazlası kalabalık oluyor, fakat tek tür balık alacaksanız ve bunlar çok küçük balıklarsa, 20 balığa kadar çıkabilirsiniz. Biz renkli ve farklı balıklar istedik fakat akvaryumcumuz ilk hafta sadece salyangozları ve karidesleri verdi bize :)) Karidesler, özellikle amano türü, sürü halinde yaşıyorlar ve sosyal hayatları önemli. Biz iki de kiraz karides aldık fakat bizimkiler pek geçinemiyor (biri diğerinden daha irice, sizinkiler boyca eşit olsalar iyi olur). İtiraf edeyim ben karidesleri balıklardan daha ilginç buluyorum ;) saatlerce izleyebilirim, çok ilginç ve sosyal canlılar. Renkli şeyleri çok seviyorlar, akvaryuma renkli parlak şeyler yaklaştırırsanız hemen geliyorlar..

Balık olarak da ertesi hafta lapistes, guppy ve molly aldık. Renkleri ve sudaki hareketlilikleri enfes! Fazla büyümemeleri de iyi.. 

Betta ya da kavgacı balık çok güzel ama akvaryumdaki diğer balıklar için bir kabus..
Aynı türden bir tane alabiliyorsunuz, yoksa ölümüne kavga ediyorlar.
Diğer balık ve karidesler için de stresli bir ortam, almayın daha iyi....

Şimdiiiii. Akvaryumu kurdunuz, balıkları aldınız. Balık yemini tarife göre veriyorsunuz. Su 25 derece, ışık 8 saat, filtre çalışıyor, bitkiler sağlıklı, peki bu "cennet"i nasıl sürdürülebilir halde tutacaksınız?

- Akvaryumun suyunun 1/3'ünü her 3 haftada bir değiştirmeniz gerekiyor. Bunu yaparken balıklar ciddi stres yaşayacağı için lütfen dikkatli ve yavaş çalışın. Su değişimi sırasında filtreyi kapatmanız gerekiyor (susuz çalışan filtre motoru yanabilir). 

- Eğer bizimki gibi 15 salyangoz (çoğu kendi kendine üredi) ve 3 çöpçü balığı sahibiyseniz, alg ve yosun problemi pek yaşamazsınız :))) Ama yine de 3 haftada bir camları temizleyin (akvaryum cam temizleyicisi ya da dıştan mıknatıslı sistemler kullanabilirsiniz). 

- Filtreyi her ay söküp, temizleyip, yeniden takmanız gerekiyor. Filtre kalitesine göre, belli aralıklarla filtreyi de yenilemeniz gerekiyor.

- Bitkiler için bazı vitaminler satılıyor, ben gerek görmediğim için henüz almadım. Henüz tatile gitmediğimiz için otomatik yemleme de kurmadım. Otomatik yemleme, ışıklandırma kurarsanız 3 haftaya dek tatile gidebilirsiniz, sorun olmaz.. Tabii elektriklerin kesilmediği ülkeler için geçerli bunlar, Türkiye'de bence en geç 2-3 günde bir birinin kontrol etmesi lazım sistemi.. Yazık telef olmasınlar.. 

- Bizim en büyük problemimiz amano karideslerinin sürekli yokolup yeniden ortaya çıkması! Transparan gövdeleri ve utangaçlıkları nedeniyle bu karidesler birden ortadan yokoluyor, sürekli karides sayma halindeyim ve 2 sayınca "ah filtreye girdi öldü" paranoyası yapıyorum. Hatta son filtre temizliğinde eşim "bir amano karidesi girmiş filtreye ve ölmüş" dedi, meğerse çürük yaprak gibi bir şeymiş çünkü ertesi gün üçü de sapasağlam ve neşe içinde yüzüyorlardı :)))) Kiraz karidesler sürekli volta attıkları için onları görmek kolay ama amanolar yürek hoplatıyor.. Sürekli 1-2-3 oh 1-2 eyvah...

benim en sevdiklerim: neon tetra. fakat aldınız mı 10 tane almanız lazım 
çünkü sürü balığı bunlar, kendilerini yalnız hissediyorlar..

Anlatacaklarım bu kadar. Beslenme ve suyun derecesini kontrol etme bizim evde çocukların görevi, temizlik ise yetişkinlerin. İnanılmaz keyifli bir hobi, karşısına oturup kahvemi çayımı içerek yarım saat balıkları izleyebiliyorum, o kadar dinlendirici ki.... Suya ve balıklara düşkün herkese tavsiye ederim!