31 Mart 2023 Cuma

Mart biterken..

İşte böyle sevgili blog, Mart ayını da devirdik. Nasılsın iki gözüm? Beni soracak olursan, Mart nasıl geçti bilemedim ben. Einstein'in hareket kuramına göre, maddenin hızı arttıkça, zamanın yavaşlaması gerekiyordu hani? 

Mart ayında her şey "çok"tu benim için: çok çalıştım, çok gezdim, çok üzüldüm, çok sevindim..

bahçemin ilk çiçekleri <3

Çok çalıştım: Malum deprem çalışmalarına gönüllülüğüm devam ediyor, biraz daha az kaotik, biraz daha düzenliydi diyebilirim Mart ayı için ama tabii barınma ve yeme içme ihtiyacı (göreceli olarak) bir nebze giderilince, psikolojik sorunlar zamanla daha fazla kendilerini göstermeye başladı.. Elbet bu bir süreç ve bu 6-8 ay bizlere çok iş düşecek. Elimden geldiği kadar zaman ve emek ayırmaya devam edeceğim..

Öte yandan Ukraynalı kızlarım vardı hatırlarsınız. Onlar çok hoş bir anma gecesi düzenlediler, malum savaşın 1. yılı bitti 2.ye girildi.. Onların Almancalarını güzelce öğrenmiş ve okullarına devam ediyor oluşları, görece mutlu ve sorunsuz yaşamları beni gururlandırıyor elbette. O proje Ekim gibi bitti ama dostluklar devam ediyor ve gerektiğinde kızlarım beni nerede bulacaklarını biliyorlar <3

Kızlarımdan aldığım teşekkür kartı 
ne sade ama / ve ne tatlı değil mi? <3
Tasarım: Kera Till

Ukrayna projesi sonrası bir genel mülteci projesine girişmiştik. Depreme dek iyi kötü bir düzen kurmuştum ama depremden sonra dedim "kusura bakmayın benim önceliğim şu an Türkiye". Sağolsunlar anlayışla karşıladılar ama o projeye de haftada bir supervizyon veriyorum. 

E bir de sayıyı oldukça düşürsem ve yeni danışan kabul etmesem de, kendi danışanlarım var özel.. Yani blogcuğum, hani "yarı zamanlı çalışma" lüksüm vardı ya sana ballandıra ballandıra anlattığım :))) Yaşam / İş dengesi falan :P Patladı anlayacağın. Ama olsun, çalışmak iyidir! Hem mızırdanıyorum ama bu tip mızırdanmayı da özlemişim, içten içe de hoşuma gidiyor bu yorgunluk, sanki hani elinden birşeyler geliyor ya, birşeyler yapıyorsun, çok yorulsan bile önemli değil. Ama biliyorum uzun vadede bu durumun sürdürülebilirliği zor.. Biraz dengemi kurmalıyım.. Söz sana, Nisan bu dengeyi kurma ayı olacak!

Flowers Forever Sergisi, Kunsthalle, Münih

Çok gezdim: Bu ay iki konser, iki sergi ve bir baleye gittim ama asıl başarım; bir ay içinde iki defa Türkiye'ye geldim (ve bu satırları yazarken yine Türkiye'deyim). Bu sanırım 10 senedir ilk defa başıma geldi :) İlkinde oğlumla ikimiz, ikincide ben yalnız kaçtım. İlki biraz hastalık vs ile geçti, ikincideyse aileme ve arkadaşlarıma zaman ayırabiliyorum. Bana çok iyi geliyor bu ufak ama sık tatiller, inşallah her ay ya da en azından 1,5 ayda bir yapabilirim böyle ufak bir haftasonu kaçamağı.. hak ettiğime bir inandırsam kendimi!

Çok üzüldüm: Clara'yı Mart başında kaybettik. Sonradan öğrendiğime göre dişi tavşanlarda özellikle hiç doğum yapmadıysa uterus kanserleri çok oluyormuş :( Miniciğim ben yokken, F.'in kollarında verdi son nefesini. Bana göstermek istemezmiş gibi.... Bahçemize gömdüler baba-kız. Bir tavşan diyeceksin ama, aile bireyiydi, çok sevdik, çok etkilendik.. Ben bir daha almayalım diye direttim. Yasımızı tutmalıyız dedim.. Ama Monster hepimizden çok etkilendi, onun yas tutacağını hiç hesaba katmamıştım. Bahçeye çıkardıkça gitti gitti mezarın üstünde oturdu, evde sessiz ve hareketsiz, depresif ve mutsuzdu. 

mezar başı bekleyen monster.. :,(

Az yemeye de başlayınca, anladım ki durum ciddi.. Bir de zaten aslında yasadışı bir iş yapıyorduk itiraf edeyim.... Almanya'da tek tavşan bakmak hayvan hakları yasasına aykırı ve yasak, çünkü tavşanlar sosyal bireyler ve en az iki bakılmaları gerekiyor. İki hafta sonunda, ben de yelkenleri indirdim ve tavşan aramaya başladık. Önce barınaklara haber saldım ama tek dişi bulamadık, hepsi çiftti ve ayırmak olmazdı. Bir de yavru istemedik çünkü oğlumuz artık ortayaşlı... Sonunda ebay'de bir tavşan üretim çiftliğinden bu tatlışı bulduk:

Çok sevindim: Kendisi 4 yaşında, 3 defa yavrulamış ve artık menopoz dönemi yaklaştığı için çiftlik onu emekliye ayırıyor (ve sanırım talibi çıkmazsa fırında patates domates ve baharatlarla takılacaktı çünkü gayet tombul bir baĞyan gördüğünüz gibi). Aldık kızı çikolatamız çiçeğimizle :)) geldik eve, saldık bahçeye. Monster önce çok şaşırdı ve korktu ama sonra merak etti, koklaştılar.. Şimdilik fena gitmiyor daha bir hafta oldu ve sanırım biraz daha zaman alacak çift olmaları. Monster hala Clara'ya gidiyor ama koklayıp eşeliyor sonra Tessi'yle hoplamaya devam ediyor - tipik erkek, n'apacaksın..... 

Flört peşinde koşan yurdum erkeğinin yüz ifadesi :))) 
Fotoyu büyüt de bak.. komedi.

Tessi de Tesadüf'ün kısaltılmışı - hiç sorma, eşimle çocuklar birlikte Türkçe sözlükten bulmuşlar, koptum ben de duyduğumda "tes-südudf" gibi bir telaffuzları vardı çünkü. Kaldı "tessi".. Clara'dan çok farklı bu dişi, her tavşanın karakteri de farklıymış işte. Clara'yı hâlâ çok özlüyorum, arada burnumun direği sızlıyor.. Tessi ise hepimize biraz enerji ve mutluluk getirdi. Ama bir de her yere çiş yapmasa.....! Çiftlik tavşanı olduğu için tuvalet kullanmayı maalesef öğrenememiş ve 4 yaşından sonra da öğrenebilecek mi bilmiyorum :)))) Neyse her güzelin bir kusuru işte.... 

ev içi tavşan oyun alanımız :)) Alman hayvan hakları tüzüğüne uygun, en az 5mt2.
evi mok götürmeden bir an önce havalar ısınsa da, bahçeye geçseler.. :P

Biraz utanıyorum aslında hemen yeni tavşan almış olmaya, yani sadece 15 gün sonra.. Sanki saygısızlık gibi ölene... Ama Monster'ın o hali çok içime dokundu ve sanki yaşayana daha büyük saygısızlık gibi geldi... beni biliyorsun ölümle ve ayrılıklarla ilgili sorunlarım var, bu ilk defa ölenin "yerine" birini koyma deneyimi benim için.. Tam da "yerine" değil aslında... Yakınına.. Of bilmiyorum... Benim için çok yeni bir konu.

Çok özlemiştim, kavuştum: Bir de... Elif yeniden hayatıma girdi blog... Suratını asma, üzüleceksin yine de deme.. Çok özlemiştim. O da özlemiş, öyle yazdı bir gün.. Şimdi yoğurdu üfleye üfleye yiyoruz ikimiz de, yarın ne olur hiç bilmiyorum ama onu yeniden hayatıma almak, orada olduğunu bilmek, içimi ısıtıyor.. Ağzım yine yanacak büyük ihtimal ama şimdilik böyle iyi, böyle çok iyi..

Boş anlarımda çayımı alıp okumak, yazmak; 
bu da benim terapim...
<3

Çok sevdim: Malum Ramazan ayı başladı. Bu fotoğraf Mısır'da çekilmiş, işte benim Ramazan'dan anladığım budur! Kişi başı ufak bir servete malolan "Topkapı Saray İftarları" değil.. Oruç tutan arkadaşlara Allah kabul etsin, güç versin diyorum. Oruç tut(a)mayanlara da ramazanın asıl anlamının yemek kısıtlaması değil, kendimizi yemeksiz bırakarak "diğeri"nin halinden anlamak olduğunu yani birlik, beraberlik, paylaşmak olduğunu, birbirimizi gözetmemiz gerektiğini hatırlatıyorum..

Photo: Ahmed Mostafa Saudi, link

Çok heyecanlandım: Nisan'da bazı gelişmeler / değişmeler olacak aile hayatımızda, onlar için heyecanlanıyorum. Kızımın okulu belli olacak, dua edin ne olur istediği okula kabul edilsin. Sonra eşim bir iki ödül aldı dünya çapında, onun törenleri için belki İngiltere ve Mısır'a gidecek. En yakın arkadaşım Noe belki komşum olacak, boşandı ve bizim mahallede bir ev arıyordu ne zamandır.. Olursa C.'den sonra bir komşum da Noe olacak.. Sırtım yere gelmez bu ikisiyle :)))

Yani Nisan diyorum, bence güzelliklerle gelecek inşallah. Umarım sizlere de çok güzellikler getirsin..

Mart ayı, tohumları çimlendirme ayı!
Oğlum odasında çekirdekten "kabak" yetiştiriyor bu ay :)))) çitleyecekmiş.
Türk genleri....

Ha bir de, Çok Düşündüm :) ve diyorum ki, kısa kısa her gün yazmak bana iyi geliyor. Böyle devam edeyim bu blogta, adı değişen, eski "Kontrollü Çılgınlıklar" yeni "Günün Tortusu"nda her gün kısa kısa ve ayın son günü uzun bir "Ayın Özeti" yazısı yazarak. Evet evet, bence iyi fikir :) Haydi kalın sağlıcakla!

29 Mart 2023 Çarşamba

Bucket listten bir başka madde daha

Geç kaldım bugün ama mazeretim güzel:

Hania Rani’yi de canlı dinlemek kısmet oldu ya…

Sevgili Hirondelle, bir dahaki sefere birlikte inşallah, bu da sana..

Hania Rani - There will be hope.

Düzeltme: Ne tuhaf bir video eklenmiş, şimdi fark edip değiştirdim, çok pardon 🙄🤷🏻‍♀️

15 Mart 2023 Çarşamba

mavi yastık

Çok uzun yıllardır istememe rağmen, hem çiçekli döneminin sadece 1-2 ay ve bahar başı oluşu, hem de dikim zamanını sürekli kaçırdığım için buradaki adıyla "Mavi yastık" (Blaukissen) çiçeği, bizdeki adıyla "sahte kaya teresi" ya da obrizya çiçeğini bir türlü bahçeciğime dahil edemiyordum. 

Bu sabah eve biraz salatalık almak için markete uğradığımda, ufak bir saksı içinde üç beş tane mavi yastık çiçeği görünce, birden boğazım düğümlendi ve dedim ki, bu Clara'nın üstüne çok iyi olur.... 

Mavi bir yastık.... Her bahar ilk o açacak. 

Bu da büyümüş hali, komşudan. Ama geçen sene Nisan. Daha biraz zaman var yani :) 

Sabırsızlandıysam demek ki.. Ama sence de yetmez mi artık bu kış?

6 Mart 2023 Pazartesi

içtenlik

Kapı çaldı, bu saatte kimdir ki diye açtım. N. Elinde bir buket rengârenk lale ve sümbül, kurdeleyle bağlanmış. Aa nereden çıktı bu güzeller, demeye kalmadı, dedi ki "C., bunları görünce sen geldin aklıma. Ben insanlık adına teşekkür etmek istedim sana, bunca çabaladığın için..."

Bir an ne demek istediğini anlamadım. Boş boş bakmış olmalıyım ki yüzüne, o zaman ekledi "deprem çalışmalarından bahsediyorum.. "

Doğru ya. Çalışmalar... Depremzedeler.. Utandım. 

Bu sıra Bulgakov'dan (sen de onu herkes gibi Usta ve Margarita'dan tanırsın mutlaka) "Genç bir köy hekimi"ni okuyorum yeniden. İlk okuduğumda 99 depremi olmuştu. Ufacık çocuktum daha ama gönüllü çalışmıştım yine.. Değirmendere, Gölcük.. Aradan tam 24 sene geçmiş, yine deprem, yine gönüllü çalışmalar, yine Bulgakov. 

İnsan mesleğinin ilk zamanlarında herşeyi bildiğini sanıyor. Kitapları yalamış yutmuş, terapi protokollerini ezberlemiş, pırıl pırıl genç bir idealist.. Aynen Bulgakov'daki gibi, yüzmeyi kitaplardan öğrendiğini sanıp, derin bir suya atlayıveren bir.. şaşkın? cesur? aptal?

Hayat ders kitaplarındaki gibi değil oysa ki. Deniz de sandığından derin. Üstelik içindeki canavarlar... Bulgakov'un köy hekiminin "boğulmuş fıtık" kabusu gibi bir şeylerden korkarken, kendini bambaşka bir mücadelenin içinde buluyorsun ve fıtık mıtık vız geliyor bir noktadan sonra. Çocuk tecavüzleri, intiharlar, toplumun sapkınlık diye gördüğü ruhsal bocalamalar, varoluş sanrıları, kişilik bozuklukları, travmalar.... Bazı insanların dinlemeye dayanamayacağı yaşantıları dinlemeye, sarmaya, iyileştirmeye çalışıyorsun.. 

Banksy re-touch of jean-François Millet, 1957 "The Gleaners"

Elbette umutsuzluk duyuyorsun. Bazen ağlamak istiyorsun (arabayı sağa çekip bağıra bağıra ağlıyorsun). Yapamıyorum ben, diyorsun. Vazgeçmek istiyorsun. İşin kötüsü tüm bunlar olurken bir de hayattaki kendi rolünü "layıkıyla" oynaman gerekiyor. Çocuklarını güler yüzle okuldan alıyor, kocana siyah çorabı beyaz sepetine attığı için sinirleniyor, mücvere sarmısak koyulur muydu diye internete bakıyor, ellerine sürdüğün kremin kokusuna bayılıyor, günün tortusu diye bir bloğa tuhaf tuhaf, belki de anlamsız bir sürü şeyler not ediyorsun. Bir dostla dertleşmek istiyor, elifi özlüyor, bazense kimsenin olmadığı sessiz ve kimsesiz, kuytu bir yerde tek başına saklanmak, elma deseler bile çıkmamak istiyorsun.

Sonra biri geliyor işte. Kapıyı çalıyor. Eline bir buket çiçek tutuşturuveriyor. Ondan yarım saat sonra başkası geliyor (hani hayat "sen anlamamış olabilirsin" der gibi) o da eline Descartes'ın "İlk felsefenin meditasyonu"nu tutuşturuyor. Akşamına iki farklı konser bileti, bir "basit bolluk" kitabı.. N'oluyor ya? Tek tek gelin.... hayır hayır, vaz geçtim, hep birlikte gelin.... Yalan söyledim, gelin de kim olursanız olun, gelin.

Küçük içtenlikler yapın bana. Utandırın. İyi biri olduğumu, ananemin dualarındaki iyilerle karşılaşmayı hak ettiğimi hatırlatın. Çünkü ben, çok hızlı ve kolay unutuyorum herşeyi... Kolayıma gidiyor kendimi suçlamak, beğenmemek, yetersiz bulmak. 

Siz hatırlatın. Bana. Ve birbirinize..

Her şeyin başına gelmesine izin ver.
Güzelliğin ve korkunun.
Sadece yürümeye devam et.
Hiçbir duygu son değildir.
Rilke.

4 Mart 2023 Cumartesi

3 Mart

Gün bitmeden, hızlıca, kısacık da olsa tortusunu yazmak istedim. Ama hangi birini seçeyim, bilemedim. 

İnsanlardan yana şanslıyım ve bunun için şükrediyorum her zaman. Ama sanırım şunu da kabul etmem gerekiyor artık, insanlar da benden yana şanslılar ;)

Veeee “bucket list”ten bir maddenin daha üstü çizildi canım blog. 

Cem Adrian’ın ağzından canlı canlı “Sar Gelin” dinlenmeden gidilmeyecekti ya bu dünyadan hani.

Gidilmedi.. ;)