Semo gideli 9 sene oldu. Ölümlere, tüm ayrılıklar gibi hiç alışamıyorum.. O'na söz verdiğim gibi, her sene olduğu gibi bu sene de yanındayım. Geçen sene doğum nedeniyle gelememiştim, aklım hep buradaydı. Bu sene gelmek kısmet oldu ama ağzımdaki o tatsızlık, kuruluk, burnumdaki sızı değişmedi. Ölümlere alışamıyorum. Ayrılıkların hiçbirine alışamıyorum.
Bu sene ev öyle sessiz ki.. 40 senedir olmadığı kadar sessiz, kimsesiz.. Ananemin yokluğu evin her milimetre karesinde hissediliyor, bu yokluk, bu yoksunluk üzerime üzerime geliyor. Bu kasaba benden ne çok sevdiğimi aldı, yine de kendine döndürüyor her sene..
Temmuz bu ilkimde çok sıcak geçer. Yine öyle, bu sene de. Ağustos böceklerinin sesine dalgaların sesi, akşam çıkan imbatın sesi karışmasa, hava öyle ağır ki, havada asılı kalmış tüm düşünceler sanki..
Sıcak temmuz. Ölüm. Ayrılık. Omuzlarımda öyle ağır yükler var ki..
Öyle oturdum mezarında yine. Yıllar geçtikçe artan mezar oturmalarını düşündüm. Allah sıralı ölüm versin derdi ananem, anlıyorum onun ne demek istediğini. Ama yine de her ölüm erken ölüm, Semo'yu da ananemi de; adına kaza dediler, katlettiler. Oysa o gün o dakikada o aynı yolda olmasalardı, daha yaşarlardı her ikisi de.. Daha vardı görecekleri günler..
Bunun için ağır içim, bunu kabul edemiyorum, kader diyip geçemiyorum, bu düpedüz haksızlık.. Ama bilemezsin gelen günler ne getirirdi, bedenlerine aldıkları yaralarla ikisi de ömürlerinin geri kalanında mutlu olabilir miydi? İkisi de gururluydu; ikisi de yaşamı dolu dolu yaşardı, bir eksikle, engelle, ağrılarla yaşamak istemezlerdi biliyorum. Onun için bencilce onları geri getirmek istememden utanıyorum. Ama öyle çok özledim ki.. İkisini de.
Öylesine geçiyor zaman, artık onlarla şu yukarıdaki fotoğraftaki denize bakarak değil, tek başıma mezarları başında oturuyorum. Mezarları denizi görüyor, ağaçların rüzgarda çıkardıkları sesler dışında sessiz, sakin; mezarları huzur dolu. Umarım onlar da huzur doludurlar..