Sıkılan bir ben değilim. Bey, sıkıntıdan bugün yerlere vileda yaptı. Şıpır şıpır terledi dağ gibi adam, nefessiz kaldı. 4,5 kilo vermiş geçen hafta. Ben de 1,5. Öksürmekten six pack karın kası da yaptık, bu yaz inleticez beach'leri.. Temizlik diyordum. Ben kalkabilsem, tek hayalim damarlarımdaki asil kana riayet ederek sağı solu kloraklarla olmadı üstüne sirkeli sularla iyice temizlemek ama, kader utansın, kalkamıyorum. Alman standartlarında temizliğe mahkumum, duramıyorum yine de "koltuğun altını da al" diye yetiyorum ölüm döşeğimden. Göz deviriyor.
Hazır kilo vermişken ve evde sıkılıyorken, bir arkadaşın maymunmuşuzcasına getirip pencere önümüze bırakıp kaçtığı 3 kilo muzun bir kısmıyla muzlu kek yapayım dedim. Yaptım da. Nasıl şekersiz, nasıl tatsız, lokmalar ağzımızda büyüyor. Ama ne iş, çocuklar öle bayıla yiyor! "Şekerini mi unuttun?" dedi bey, ordan kızım atladı "ya hayır çok bile şekerli olmuş, susadım, suuuu suuuu!" O zaman ayıldık, koku duygumuz zaten kaç gün önce gitmişti, anlaşılan bugün de tat duygumuz gitmiş. Her gün enteresan yeni bir semptomla karşı karşıyayız.. Öyle bir noktaya geldim ki, tüm vücudumda mavi benekler çıksa şaşırmayacağım artık.
Siz daha gezin parklarda bahçelerde, denize karşı pikniklerden fotolar atın ;) Biz bir de sporuna beslenmesine dikkat eden, koca kışı tek bir burun çekme yaşamadan geçiren bir çifttik ha. Biz böyle cortladıysak... Yaşlısı, iki çocuğuna tek başına bakmaya çalışanı, yaşlı babasıyla yaşayanı, sağlık sorunu olanı ne yapsın, düşünmeyin hiç. Güneş ısıtıyor mu? Oh. Karıştırma gerisini....
Hayır kızmıyorum, benim de tek hayalim şu yukarıdaki göl kenarında kalabalıklar arasında bira içmek.. Balthus (Kafka'ya Mektuplar) son blog yazısında öyle güzel yazmış ki neden "dışarı çıkmak zorundayım, yoksa aklımı kaçırırım"ın nedenlerini. Biz 80-90'ların çocukları yani şu an 40+ yaşlarında olanlar, gerçekten karantinanın en pis vurduğu kesimiz. Çünkü bizden sonrakiler, Balthus'un değimiyle, "zaten doğduklarından beri karantinadalar". Oysa biz, sokakta oynayarak, telefonun olmadığı dönemlerde bile tam saatinde ve doğru yerde arkadaşlarımızla buluşmayı başararak, güneş çıktı mı hemen sahile koşarak büyüdük.. Ne AVM vardı, ne gün boyu gömüldüğümüz bilgisayar oyunları ve sanal alemler. O yokluk içinde şanslıydık; çiçeklerin kokusunu, arkadaşımızın cam bilyalarının güzelliğini, salçalı ekmeğin tadını hafızalarımıza kazıya kazıya büyüdük. Ama şimdi şanssızız; çünkü hele bir de güneş çıktı mı, ağaçlar o kokuyu yaymaya başladı mı... Evde kalmak, en çok da bize zor. Şöyle uzaktan bile denize bakamamak? İmkansız! Deliririm yoksa! Vallahi laf aramızda 13 senelik terapistlik hayatımda "deliririm.." denen hiç bir şeye delirilmediğini gördüm ama.. Neyse. Delirme korkusu, delirmenin gerçekliğinden daha korkutucu.
Her şeyden sıkıldım dostlar. Yazmaktan, okumaktan, başka konularda okuyamamak ve yazamamaktan, yediğimin tadını alamamaktan, zırta pırta çıkan ateşimden, ağrıyan eklemlerimden, hala arayıp da test sonucunu bildirmemelerinden, Merkel'in bile doktorunun hasta oluşundan sıkıldım. Uyumak ve 2 ay sonra uyandırılmak istiyorum. İstiyorum istemesine de, uyanıp kendini Alien filminin setinde, beyaz don ve sütyenle bulan Sigourney olarak bulmak da var. Ondan çekiniyorum.....