Of ne aydı ama, in çık in çık! Seçim süreci senin de şaftını kaydırdı mı? Stres ve heyecandan ben Mayıs boyunca kendim gibi değildim, üstelik normalde en sevdiğim aylardan biridir Mayıs. Sanki bu gerilimde doya doya yaşayamadım, Mayısım benden çalınmış gibi hissediyorum.. Sonuçta bir insan ömrüne kaç Mayıs sığar ki hem.... Kaçan az uz değil!
Tabii seçimin yanında ısınmayan havaların, toplam güneş gördüğüm gün sayısının 4 (rakamla 4!) olmasının ve bazı özel sağlık / aile sorunlarının da etkisi oldu. Aslında elimden geleni yapmaya çalıştım bu süreçte psikolojimi dengede tutabilmek, umudumu koruyabilmek adına. Ama yetmedi, "dış mihraklar" çok güçlüydü bu sefer.... Kısaca Mayıs iyi geçmedi blogcuğum, yine de en azından hayattayız diyelim. Haziran'a bakacağız artık.... Gel, Haziran'ı kaçırmayalım..!
Haziran; "Gül" ayı!
Komşum J. hanımın "huzur köşesi"
Bu ay benim diyarlarda, bakalım "hatırası kalsın" diyebileceğim neler olmuş?
- Oyumu verdim, umudumu korudum ama olmadı.. Tercih ettiğim bir sonuç çıkmadı. Olsun.. Artık önümüzdeki maçlara.. Bir yandan kendi küçük dünyama odaklanmaya, kendi etik anlayışıma uygun yaşamaya, çocuklarımı da kendi doğrularıma uygun yetiştirmeye devam edeceğim, öbür yandan da artık biraz gerçekleri kabulleneceğim. Sonuçta iktidar bunca senedir iktidardaysa, bunun nedeninin, halkımızın büyük çoğunluğunun zaten orta SED'in altında varolmaya çalıştığı, eğitim hakkı, azınlık hakları, demokrasi, hukuk ve insan haklarına dair sorunların onların öncelikleri olmadığı, zaten et girmeyen evlerin et fiyatının artmasından etkilenmediği gibi gerçekler olduğunu artık anlamamız lazım... Yani kendi dünyalarımızdaki çöküş, onların dünyalarında hissedilmiyor ki, "mevcut sistemin devamı"ndan yana kullandılar oylarını.. Elbet bir de insanımızın mutad "değişim ve yeni bir şey denemek korkusu" da eklenince bu denkleme, iktidarın neden iktidarda kaldığını sanırım anladım ben...
tercihim artık kendimden yana :/
- Özelden aynı konuda birkaç email alınca, buradan yazmak istedim. Soru şuydu: Yurtdışına göçmeyi öneriyor muyum? Ben yurtdışına göçüp de sıkıntı çekenlerle çalıştığım için, belki çok moral veremem çünkü gördüğüm, zorlukları güzelliklerinden çok fazla.. Siz kalın ama çocuğunuzu yollayın da diyemem çünkü onu da annemler açıklasın; yurtdışına yolladığın çocuğu, açık söyleyeyim, unut... Ara sıra işte yılda bir iki görüyorsun.. özlem bitmiyor. Ama işte "o iyi olsun da uzakta olsun" yapabileceksen, yap derim. Türkiye'de kalmak ise, biliyorum çok zor, her gün bir savaş.. Ama birilerinin de kalması lazım bu güzel ülkede, vaz geçmemesi lazım.... Zor konular bunlar, çok zor. Hayat bir sistemi değiştirmek için çok kısa maalesef ve önünde sonunda kendi biricik hayatına değer vermen daha önemli gibi geliyor bana.. O nedenle, içinden ne geliyorsa onu yap derim. Artısı da eksisi de işte önünde; ben çok açık, hiçbir filtre takmadan yazıyorum yurtdışındaki hayatımı.. Görüyorsun. Özelden her zaman yazabilir, istersen bu konuda danışmanlık da alabilirsin benden...
kısmet başka bahara..
Adını soran çok oldu: Rhododendron :)
"Dış mihraklar" böyleyken, iç mihraklarda da zor günler geçirdim.
- Oğlanın 21 Nisan'da kırılan kolu yen içinde kaldı resmen. Mayıs bitti, alçı çıkmadı. Alman tıbbına olan inancım yine, yeniden, artık kaçıncı sefer yerin dibini boyladı. Aldım çocuğumu geldim memleketime. Onu Türk Hekimlerine Emanet Ediniz! yapacağım bundan sonra.. Canım Türk hekimlerim ya.. Hikâyeyi anlattığım inanamıyor, o nedenle artık anlatasım da yok, özetle; çocuğun kolu hâlâ kırık ve kemik de eğri kaynadı! Alman tıbbına göre: büyüdükçe düzelecekmiş... Biz elbette ameliyat olmadı diye şükrediyoruz... Yavru "yen içinden" çıkar diye umutluyuz. Bakalım Türk hekimleri ne diyecek...
sarı çiçeklerin arasında sarı oğlanı görebilen? :)
- Birkaç aydır boynum ve boğazım ağrıyor. Geceleri pek uyuyamıyorum. Ama asıl gündüzleri sorun; aşırı motivasyonum düşük hayata karşı.. Yapmam gereken işler, kendi işim, gönüllü işlerim, çocuklar, ev, eşimin işle ilgili bazı sorunları derken, sanki kendim gibi davranmıyorum bir süredir.. Mutsuz değilim ama o canlı enerji dolu ben de değilim.. Mektup yazmaktan çok zevk aldığım Elif'e dişe dokunur iki satır bile yazamıyorum meselâ, yazar komşumdan resmen kaçar haldeyim, arkadaşlarımla ay boyu görüşmedim, doğru dürüst spor yapmadım, pek iyi de beslenmedim.. Çocukları görev gibi görüyor ve görev aşkıyla hizmete koşuyorum ama sanki tutuk gibiyim, sarılırken öperken bile bir suçluluk var, eksikmiş hissi var, neden anlayamıyorum.. Derken derken, son vaka analiz toplantımızda süpervizörüm beni durdurup "senin hakkında konuşalım mı" deyiverince..... başladım ağlamaya. Nereden çıktı onca gözyaşı bilmiyorum...
- Sonuç: Aile doktorumun "psikosomatik boyun tutulması" teşhisini takiben, süpervizörümün de "high functioning burnout" teşhisiyle, Haziran ayında kendime zorunlu bir ara vermem gerektiği önerildi. Zaten Haziran 11'e dek ön-yaz tatili nedeniyle Türkiye'deyiz (Allahım onda da ne akla hizmetse 3 çocuklu bir Alman arkadaşlarımızı davet ettim, ah kafam, 8 Almanın sorumluluğuna da ayrı yusufluyorum tabii ki....!), geri kalanında da tüm işlerimi bırakıp, tamamen kendime odaklanmam ve halimden endişe duyan süpervizörümle bol bol görüşmem gerekiyor.... Evet, oluyor böyle şeyler, psikologlara da oluyor.. Belki daha bile fazla oluyor, her şeyi düşünmeyi, onarmayı kafaya takmayı, her yere yetmeyi huy edinen psikologlara...
İnsanın sırf bu posta kutusunun hatrına,
mektup yazası gelmez mi?
- Ama güzel şeyler de yaptım Mayıs'ta. Blog yazılarımı sevdin mi? :) Ben sevdim yazmayı ama itiraf edeyim beni onaranlar 31 tane falan değilmiş, 8 taneymiş: su, güneş ışığı, toprak, açık hava (allahım resmen bitkisel hayat tarifi!) ve ek olarak uyku, insan ilişkileri, sevdiğim şeyleri daha sık yapmak ve gelecek ya da geçmişte değil şu anda yaşamak.. Bu kadarmış.. O nedenle geriye kalan günlerde biraz gevezelik ettim sanki :) neyse sevdiysen sorun yok.
- Güzel uğraşlarım da oldu: Mayıs başında birden Lüzumsuz Adam edebiyatına sardırdım ve sanırım çevremdeki herkesi de devamlı bundan bahsederek bıktırdım :) Korkma yine başlamayacağım zaten
goodreads'ten okursun ilgini çekerse, okuyup düşünüp yazdıklarımı..
Mayıs ayı sınırları içinde, 14 kitap bitirmişim, 1 dizinin (Killing Eve) ilk sezonunu bitirmişim ki ekransız bir insan olduğumdan bu bir rekor, 240.000 adım atmışım, 42 maddelik "bahar temizliği listem"i uygulayarak, bahçe dahil evi bal dök yala temizlemişim. Ha bir de, kaç senedir komşunun yıkılan evinden sökülen devasa mor salkımın ardından ağlıyorum da, bir tane alıp kendi bahçeme dikmek daha yeni aklıma gelmesin!?
büyüyünce böyle olacak inşallah :))
Veeeee bu ayın tartışmasız ennnnn güzeli:
- Kızcem çok güzel bir okula, hem de en çok istediği okula kayıt oldu, çok şükür..! Bundan sonraki 9 senesi (vay be 9! yazınca bir hoş oldum) bu okulda geçecek. Almanya'nın eğitim sistemi biraz gıcık, 9 yaşında neredeyse geleceğin belirleniyor gibi bir şey. Bu önemli yaşam adımını tamamen kendi azmiyle başardığı için, hem bir anne olarak gurur duydum, hem de onun başarmak sevincine sevindim diyeyim.. Asıl karne taaaa Temmuz sonunda alınacak ve dersler tam gaz devam ediyor ama artık stressiziz..
M. bir süredir hikâyeler ve tiyatro oyunları yazıyor ve kurdukları tiyatro kulübünde başlarında tiyatro sanatçısı bir eğitmen ile, dekoru, ışıklandırma ve tasarımı da kendileri hazırlayıp, sahnelendiriyorlar. Kayıt yaptırdığımız gymnasiumun bir artısı da, 9 sene boyunca seçmeli yan dal olarak tiyatro eğitimi vermesi :) M. zaten bu nedenle tercih etmişti okulu, bakalım gerçekten motivasyonu devam edecek mi yoksa anası gibi maymun iştahlı ve zora gelince totoyu yan çizen türden mi çıkacak :))))
oyunlarını yazdığı defteri :)
Mayıs böyleydi işte. İnişleri ve çıkışlarıyla.. Önümüz ilk yaz ayı, caĞnım Haziran! Umarım çok güzellikler, mutluluklar, iç ve dış huzuru getirir hepimize.. Çok yakında görüşürüz sevgili blog... Kendine iyi bak, sağlığını ve ruhunu koru kolla....