31 Ocak 2011 Pazartesi

Ürküten 30lar

Geçen gün bir arkadaşım 37 yaşına girdi. Masada pasta da yoktu, üflenen mumlar ya da şıngır-mıngır paketli hediyeler de. Birkaç arkadaş, birkaç bira eşliğinde sessiz ve derin düşüncelere gömüldük. Şimdi benim bildiğim; "37" bir ayakkabı numarasıdır, 37 diye yaş mı olur? İnsan ürküyor..

30'lu yaşlar üzerine düşünmek lazım biraz. Gelişim Psikolojisi kitaplarında yazan; 20'li yaşlarda insanın yaşam hedefleri aile kurmak, kariyeri bir yere oturtmak vs vs.. Ama ne kadar gerçekçi hedefler bunlar? 20'lerinde bu hedeflere ulaşan birçok arkadaşım boşandı, kariyer değiştirdi, okuduğu bölümden tamamen uzak bir alanda yüksek lisans yaptı. "Yetti gari" diyip dünya turuna çıkanlar oldu.. Kendini insanoğlunun gözlemine adamış ve 20'leri geride bırakmış biri olarak açıkça diyebilirim ki, bu tip "ağır abi" ve "hanım abla" durumları 20'lere uygun değil; 30'lara uygun mu, onu da henüz bilemiyorum.

Belki insanın hamuruna da bağlı; bazımız çocukken bile bi olgun, bi ağırbaşlı, bazımızsa büyümüyor hiç. Yaş almış başını gidiyor, ayakkabı numaralarına doğru.. Artık doğum tarihimi isteyen elektronik ortamlarda, doğru tarihe ulaşabilmek için fareyi aşağılara çekmem gerekmeye başladı (bu durum oldukça sinir bozucu aslında) ama olgunluktan eser yok hala üzerimde; deliyle deli, çocukla çocuk olma durumum var (ve de pek memnunum aslında).

Ama bazı şeylerin de yaşı var deniyor ve elastik kavramlar değil ki bunlar, çeke çeke uzatasın.. Velhasıl, çevremdeki "tevellütü eski, kendisi genç"lerin genel kanaatine göre; 30'lu yaşlar aslında yaşamın anlamını ve dinamizmini yakalayabileceğimiz yaşlar. Bu 10 yılda başımıza pek çok mucize gelebilir. Gözü açık tutmak lazım. Kaçırırsak bi sonraki aydınlanma çağı 60'lara denk geliyor, bilginize..

29 Ocak 2011 Cumartesi

Bir-berber-bir-berbere

Dün hayatımda ilkkez berbere gittim, bildiğiniz erkek berberine. Bu erkeklerin kutsal mekanında benim bir hatun kişi olarak ne işim vardı derseniz, çevirmenlik yapmam gerekliydi. Yalnız öyle bir akıllara ziyan deneyim oldu ki, çıkarken "ben bunu bloga yazmaz mıyım?" diye hin hin gülerek çıktım.

Şimdi arkadaşlar erkek ve kadın berberleri arasında inanılmaz bir fark var sanardık, değil mi? Yalaaaaaaaan! Tamam bizimkilerin süslü isimleri var; kuaför, saç tasarım uzmanı falan.. Ama yemin ediyorum bu "berber" denen zatlar hizmet ve nazlamada bizim kuaförlere beş basar. Orda bi başka numara dönüyo arkadaşlar!

Olay şöyle vuku buluyor, berber abimiz önce size soruyor "kaç mm?" Verilen cevap karşısında, hemen yan masada duran cerrah kutusu gibi bi kutudaki farklı uçlar arasından uç beğenip, eline aldığı traş makinesiyle saçları istenen-mm inceliğine getiriyor. Ha bana göre iş burda bitiyor, bitmeli.. Ama bitmiyor arkadaşlar, olay yeni başlıyor.. Önce müşteriye bi çay geliyor -tavşan kanı- sonra ele bir makas alınıyor ve saçların üstü-önü falan düzeltiliyor.. Sonra bir başka traş ucu ile favoriler ve ense alınıyor.. Sonra müşteriye üstünde buharı tüten sıcak bir havlu veriliyor, yüzüne kapatılıyor.. Sonra nemlendirici kremle yüze masaj falan yapılıyor. Hizmetin sınırı yok. Üstelik sohbet de kadın kuaförlerine beş basar, nintendo wii'den arabalara envai çeşit hoşsohbet konuları işleniyor.

Çok kıskandım.. Bizim kadın kuaförlerinde hiçbiri yok bunların.. Şak şak makas darbesi, foşurtulu kokulu boya, elinin küçük parmağı havaya kalkık "hayatım, ama o istediğin model 70lerde kaldıııı" diyen bi kuaför-tiplemesi.. Üstelik sohbet nasıl bayık anlatamam, bilmemkimin yengesi ne demiş, popstar bilmemneye ne olmuş. Ay o tiplerin arasında kendimi uzayda gibi hissediyorum.

Yemin ederim, çok kıskandım. Ben de berber konsepti istiyorum!

27 Ocak 2011 Perşembe

"Kendime" geldim


Evet Afrika macerası bitti ve tilki döndü dolaştı, kürkçü dükkanına geri döndü. Geldim geleli bir gevşeme ve huzur hali içindeyim; annemin "bol kepçe lokantası" yemekleri, yumuşacık-sıcacık-mis kokulu battaniyeler falan. Neydim, ne oldum.. Yanda; Abidin Dino'dan halimin (mutluluğun) resmi..

Burnumu bile dışarı çıkarasım yok, a dostlar..! Kar geliyormuş, gelsin buyursun; elde sahlep, pofuduk taneleri pencereden izlemek gibisi yok. Bu rehavet halim Şubat ortasına dek sürecek, sonra Almanya..

Yalnız birkaç şikayetim var; takip ettiğim blog'lardan bir ikisine rehavet çökmüş, biri Belçika'ya gitmiş, öbürü "yetti gari bu blog" demiş, bir diğeri hasta yatıyor.. Kendilerini bi silkelenip tez zamanda "kendilerine gelme"ye davet ediyorum!