6 Haziran 2020 Cumartesi

5 vakit - 5 renk

Kuşluk vakti. Gökyüzünün rengi turuncu. Kurkuma (zerdeçal) ve tarçın serpilmiş bir kase yoğurtla güne başlamak. Portakalların sonuncusu, kayısının birincisi, mavi gözlü bir arı ile, ne güzel. Mutluluğun rengi sence ne? İçini ılık ılık ettiren; güneşin ilk ışıklarıyla, bir yerde hâlâ kalbi birbiri için atan iki aşığın "kavuniçi, hayır turuncu" diye tartıştığını düşünmek..


Öğlen. Mart başında paketten çıkardığım soğanları toprağa dikerken, paketin üzerindeki yazıya gülmüştüm; çünkü bilgiç paket bana "çiçekler Haziran'da çıkacak!" diyordu. İlk zambak, muhteşem bir mavi-mor, tam 1 Haziran'da açtı. Almanların otu, böceği bile disiplinli demek ki :) Öğlen çiçeklerin sayısı 5 olmuştu, mavi-mor'u doya doya gözlerime çektim. Sabrın, kavuşmanın rengiydi..


İkindi. Elimde aynı anda iki, üç kitap olduğu pek görülmüş şey değildir. Birini bitirmeden diğerine odaklanamam, aynı anda iki farklı dünyanın içine giremem, beceremem sanıyorum. Oysa ben de, herkes gibiyim artık, değil mi? Fakat Pessoa bitmiyor. Bitmesini istemediğim için uzattığımın farkında olarak, Portekiz'den biraz uzaklaşıyor, aynı zamanda bir başka büyük Latin Amerika yazarını, "Sevgili Borges"imi okuyorum. Onun rengi vuruyor duvarlara, mutfaktaki masaya, gökyüzüne. Borges; benim için bir sis perdesi ardından bakmak demek (giderek körleşmek, tüm ailenin kaderini senin de taşıyacağını en ufak yaşından itibaren bilerek ve buna rağmen yazmaya sevdalanarak..) İkindi boyunca dünyanın rengi gri..


Akşam. Şakır şakır yağmur bastırıyor birden. Yıllar öncesinden, uzun sürmüş bir günün akşamını düşünüyorum. Şemsiyesiz ve kaygısız yürüyüşümüzü, ıpıslak saçlarımı koklayışını, gözlerindeki tutkuyu özlüyorum. Dışarıda, arnavut kaldırımı sokakları "döğe döğe" yağan ve benim ıslanmayı göze alamadığım için camın gerisinden izlediğim yağmuru; özlüyorum. Ve birden "yavaşça yere bırakıyorum" elimdeki işi, düşüncelerimi, korkularımı. Olduğum halimle çıkıyorum yağmurun altına, yavaş yavaş yürümeye başlıyorum, yavaş yavaş yüzüme bir gülümseme yayılıyor, yavaş yavaş içimdeki tüm özlem diniyor, yeniden kuş cıvıltıları sarıyor dört bir yanımı. Bileğime taktıklarım gibi, rengârenk oluyorum.


Ve gece. "Simsiyah bir gecede pırıl pırıl parlayan yıldızlar gibisin" demişti. Kim demişti, bana mı denmişti, ben ona mı demiştim, o kadar uzun zaman oldu ki... Hatırlayamıyorum. Ve bu beni korkutuyor; yaşadığımız anların günün birinde unutulacak kadar uzakta kalacağını düşünmek, beni üzüyor. Aynen bizden önce yaşamış milyarlarca insanın hissettikleri, tutkuları, hırsları gibi, günün birinde bizden de tek bir an kalmayacak olması; beni çok düşündürüyor......


Dünya son zamanlarda siyah hissediliyor. Oysa renkleriyle ve farklılıklarıyla güzel.. Siyah olmasa beyazın anlamı, mor olmasa sarının anlamı kalmaz. Her şey aksi var olduğu zaman anlam kazanıyor. Alain de Botton'un (aslında Winnicott'dan esinlendiği) çok sevdiğim bir sözü vardır: "çocuklar sevgiyi ancak ilk defa anneleri onlara kızdığı için sevgisiz kaldıklarında anlayabilirler" diye.. Zorluklar olmazsa, mutluluklar anlaşılmıyor.

Nedir bu ötekileştirme, üstünlük kurmaya çalışma? Kendinden şüphe duymak, kendin dışında kimseyi sevememek dışında, nedir..?! Orada siyah beyaz, burada mülteci, kadın, farklı mezhep.. Herkes tabloda sadece (ve iyi ki) bir renk iken..?

8 yorum:

  1. "...gözlerindeki tutkuyu özlüyorum..."
    Acıyı nerede hissediyoruz Ceren? Sen bilirsin, anlatsana bana. Beynimizde mi başlıyor, kalbimizde mi? Hangisi hangisini sinyal veriyor da göğüs kafesimize öküz oturuyor? Acı nereden doğup nereye yerleşiyor? Tam hikayesini bilsem belki daha kolay alışırım. Alıştıkça yabancılaşırım belki de. Ne de olsa ruhum tüm rutinlerden nefret etmeye adamış kendini...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim onunla ilgili özlemim hiç bitmeyecek çünkü ulaşma şansım yok. Eğer ölmeseydi belki o da herkes gibi olacaktı, rutin olacaktı, belki o aşktan iz kalmayacaktı gözlerinde. Ama bunu öğrenme şansım olmadığı için beynim onu "olabilecek en iyi" mertebesine yerleştirdi ve sorun da bu. Yaşandığında vasat olacak bir şey, hayal ederken çok farklı. O acıyı yaratan tam olarak bu. Hayalperest değil realistsen ne kalbin ne beynin toton dahi acımıyor :)
      Rutin hayatın güzelliklerini bulmak bizim yaşam görevimiz (amacımız değil ama görevimiz), yaşadığımız ana odaklanmak, sahip olduklarımızı görmek, bilmek, yaşamak yani..

      Sil
    2. Ölümle ve yaşamla ilgili bir şey daha yazmak istiyorum. Onu ve ondan önceki tüm sevdiklerimi kaybettiğimde, öbür dünyanın varlığına inanmayı çok istedim, yeniden bir araya gelmek vs.. Ama içimde bir şey bunun olmadığını, öbür dünya yaşamının insan algısının çok üstünde ve farklı olduğunu söyledi hep. Öbür dünya bu dünyada sevdiklerimizle kavuşmak değil, bizzat sevgi duygusu dediğimiz belki de tanrısal özle kavuşmak olabilir gibi geliyor bana. Bu durumda evet bir daha asla onları göremeyeceğiz ama bize yaşattıkları duygularla bütün olacağız diye düşünüyorum. Eskiden bu nedenle "öyle bir yaşam yaşamalıyım ki, yeniden görüştüğümüzde ona anlattığımda "çok iyi yaşamışsın" demeli" diye düşünüyordum ve bu nedenle bir çok insanın "yapılacaklar listesi"ni yaptım ben hayatımın ilk yarısında. Bitirdim. E şimdi?
      Şimdi elimden geldiğince yaşamımı güzelleştirmeye, yaşamın getirdiği yeni deneyimlere açık kalmaya, yenilenmeye çalışıyorum ama bunu ona kavuşunca anlatmak için değil, şu kısacık hayatta becerebildiğim en dolu şekilde yaşayabilmek için yapıyorum. ha corona buna çok pis daldı ve bu nedenle bu sıra çok düşünüyor, yeniden tasarlıyorum o ayrı... Ama özetle, öbür dünyaya değil, bu kısacık yaşamın güzelliğini "anlamaya" ve şükran duymaya çalışıyorum sanırım... Ama ben de tam emin değilim, bazen de biri giriyor ya da birşey okuyorsun ya da deneyimliyorsun ve herşey tepetaklak oluyor. Ben de çözemedim yani. Ama ne yapıyorsan kendi kendine yaptığını düşünüyorum..

      Sil
    3. Yani kendini bırakmamak. Önemli olan bu. Yaşamla pasifçe akmamak, seçimler yapmak, koşturmak, yaşamak.

      Sil
  2. Selam yazını atlamışım. Gizli depresyonu okudum ona cevap yazacakken bu yazının başını okumuş bırakmışım. Şimdi okudum. Ben ölümden sonra hayata inanmıyorum. Varsa sürpriz güzel olur. Sevdiklerimiz içinde onlar doğdu yaşadı ben doğdum öldü. Ve ben onların şu an parçasıyım anne ve babamdan bana duygular düşünceler yaşanmışlıklar vb.(diğer tanıştığım insanlar içinde geçerli.) miras kaldı sonrası bilmiyorum onu düşünmüyorum bazıları hiçlik diyor.ben ailemin bir parçasıyım. Ayrıca hücreler var. Düşünürsem mutsuz olacağım.Derin konular şu an
    için ilk aklıma gelenler. Panteistim. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazıyı değiştirdim, ilk versiyonu çok kuru renksiz gelmişti. Ben mesneviyi oluyalıberi ölüm ve sonraki hayat konusunda farklı düşünmeye başladım sanırım, Manxcat’e yazdığım gibi ama daha okuduklarımla yine değişir heralde. Bazı felsefeciler gibi bir savunduğumu sonra yeriyor olabilirim belki de.. Hayat dinamik :) Eskiden kızardım değişip duranlara şimdi değişmeden kalanlara kızmıyorum ama anlayamıyorum da..

      Sil
  3. En sevdiğim vakit akşam olduğundan olsa gerek, en çok akşamın hisleri kavradı yüreğimi, aldı götürdü <3

    YanıtlaSil