Soğuk içecek dolabının önünde kararsız bir şekilde dikiliyorum. Cola, diet cola, cola zero, portakal suyu, armut nektarı, karpuzlu soda, narlı bilmemne.. Her sene ismi ve içeriği biraz daha karmaşık bir hal alıyor gibi görünen bu post-modern soğuk içecekler arasından birini seçebilmek, yeniyetmelerle bebelerin bile 1-2 saniyesini alırken, benim için "Genç Werther'in Acıları" ayarında bir işkenceye dönüyor. Her sefer böyle bu.
Bazen marketlerde burun buruna geldiğim yaşıtlarımda da aynı kararsızlığı gözlemliyorum. Bizden sonra raflara erişen fıkır fıkır ergenler enerji içeceklerine, "emo" tabir edilen "içli" akranları organik meyve sularına, daha küçük çocuklar cola veya fantaya doğru hemen hamle yapabilirken; biz 30+ kuşağı Matrix filmindeki silah seçme sahnesindeki gibi sonsuza doğru uzayan meyve suyu raflarının önünde ecel teri döküyor ve sonunda avuç içlerimizi iki yana açıp, utangaç bir gülümsemeyle omuzlarımızı silkiyoruz birbirimize. Genellikle de vişne ya da portakal suyu alıp koşar adımlarla çıkıyoruz marketten.
Neden böyle bu? Biz çocukken fazla gazlı içecek verilmezdi bize. Ailelerimiz "10-100-1000 baloncuk"a kuşkuyla yaklaşırdı. Fazla içenin midesi patlayıverirdi mazallah. Çocuklar kahve de içmezdi; kararır, zenci çocuk oluverirdik. Çernobil sonrası çay da azaldı ve o acımsı kekremsi ithal çaya "zehir gibi" denildi. Neden zehir içelim ki? Evde yapılan, içi üzümlü, sıcacık, mis gibi kokan kurabiyelerin yanında koca bir bardak süt içerdik. Sütler öyle yağlı olurdu ki, ayran gibi bıyık yapardı üst dudağımızda.
Meyve suları ise ayrı bir hikaye.. İki gurup çocuk vardı: vişne severler ve şeftali suyu severler. Bu iki grup da sevilen meyve suyuna karşı sanki gizli bir cemaate üyeymişçesine bir tutku ile bağlıydı. Vişneciler, şeftalicileri biraz muhallebi bebesi olmakla suçlardı. Biraz doğruluk payı da vardı bu suçlamanın. Bu çocukların evinde muhallebi pişmezdi pek, çünkü anne babaları çalışıyor olurdu ama arada sırada muhallebiciye giderlerdi. Ama bundan değil bu ismin yakıştırılması.. Doğrusu; şeftaliciler genellikle beyaz yaka kesimin çocukları olurdu ve bu çocukların sırtında her daim hazır bulunan ve oyunun en can alıcı ve en hareketli anında, annenizin ya da bakıcınızın adınızı camdan haykırması ile değiştirilmesi ve sizi diğer çocuklara madara etmesi gereken bir "terbezi" fenomeni olurdu.
Vişneciler ise biraz azılıydılar. Cilli (cam bilye) oyununda şeftalicilerin en güzel cillilerini, hatta bazen pembe etekli bebeklerini ya da mini arabalarını ganimet olarak toplarlardı. Bazen vişnecilerin anneleri geri iade ederdi bu ganimetleri ama şeftalicilerin anneleri kazanılmış haklar konusunda kimsenin anlam veremediği bir nutuk çeker ve bu oyuncakları vişnecilere hediye edebilirlerdi. Şeftalicilerin anneleri ilginç tiplerdi.
Vişnecilerin ağzındaki kekremsi tadı her şeftali çocuğu bilirdi ama bilmezden gelirdi. Şeftaliciler anne-babalarıyla gittikleri "lokal"de şeftalinin olmaması durumunda ısrarlara dayanamayarak vişneyi denemiş ve yüzlerini mutlaka ekşitmiş olurlardı. Fakat vişneciler şeftaliye karşı inanılmaz bir nefret duyar, adını duydukları anda alaylarına başlarlardı. Oysa vişnecilerin şeftali suyu içerken yakalanması ayıp değildi, hatta şeftaliciler onları kendi aralarına katma konusunda bilinçli (ve gizli) bir kampanya yürüttüklerini bugün itiraf etmektedirler.
Çocukken sadece vişne ve şeftali yoktu elbet. Kayısı suyu da vardı - kimse sevmezdi o ekşi kıvamı aslında ama şeftalicilerin bazılarına anne babaları yuttururdu. Kayısıda "K" vitamini var diye. Bugün bile merak ederim bu K vitaminini.. Sonraki yıllarda E'den öteye geçemediğim için, bu aradaki tüm harfleri atlayıp, alfabenin ortasından bize nanik çeken vitamini..
Şeftalicilerin çoğu geçen yıllarda vişneci oldu. Bazısı ise radikalleşerek portakala döndü. Bunun nedeni de, Tamek meyve suyu fabrikasının o kahverengi cam şişeleri üretmeyi bırakması ve Cappy'nin janjanlı metal kutusu içindeki bol şekerli ve kekremsiliği azaltılmış vişne suyunun gönülleri fethetmesi. Bugün karton kutularda litrelik olarak alınan Tamek şeftali artık aynı tadı vermiyor. Ya da o günün çocuklarının ağzının tadı kalmadı artık. Kim bilir..?
İşte bu düşüncelerle büyüyünce, soğuk içecek dolabının önünde yaşanan kararsızlık dakikaları yabanlı olmuyor insana. Sadece fiziksel bir dürtü ile değil, duygusal açıdan da yaklaşıyoruz biz o dolaplara. Dolayısıyla karar vermek zaman alıyor. Ne yapalım.. Böyle garip bir kuşağız biz..
Not. Bu yazıya son verirken, aklıma Uludağ Gazoz da geldi tabii ki ama itiraf etmek gerekirse, bazıları tarafından tadı biraz da asprine benzetilen bu gazozu sevebilmek için Bursalı olmak ya da en azından ilkokul dönemini Bursa'da geçirmiş olmak lazım. Anlaşılamama endişesi ile şimdilik es geçiyorum kendisini.
Güzel yazı. Ben de şeftali severdim ama böyle bir ayrım olduğunu bilmiyordum. Hakikaten Tamek vişne aşırı ekşiydi, şimdikiler öyle değil sanırım :D
YanıtlaSil