Yaşamak ile yaşamın keyfini çıkarmak arasındaki fark, tam olarak şu:
Mahallemizde böyle insanlar var.... Salon balkonlarından aşağıya kayarak inen ve arabalarına binip işe giden (bu kısımdan emin değilim) bazı insanlarla birlikte yaşıyoruz. Bu eve baktıkça, kendimden utanıyorum. Benim içimdeki çocuğa ne oldu??? Odasından denize inen kıvrımlı bir kaydırak isteyen ve bu "proje"sini ailesine açıp "kaymak isteyen her komşudan 1TL alsak yapım parasını çıkarır, kâra bile geçeriz" diyen o çocuğa ne oldu....? Çünü birileri (denize inemese de) başarmış işte bunu! Anne, sana diyorum; haydi asıl şimdi bir "isteyince oluyormuş?" desene....
Annem susuyor. Onun yerine Bernardo Soares: "o yapıyor, sense yazıyorsun. aranızdaki fark işte bu." diyor*. Haklı olsa da, böyle küt diye yüzüme söylenmesinden hiç hazzetmiyor, sayfayı kapattığım gibi dışarıya çıkıyorum. Kabak da hep bu huzursuz muhasebecinin başına patlıyor doğrusu ama ben ne yapayım, o benden daha önce yazdıysa.....
Aslında dışarı çıkmak iyi geliyor. Öyle şeyler görüyorum ki; kendime: "yine fena değilim, en azından görme, duyma, tat alma ve koklama duyum hâlâ çocuk gibi çalışıyor" diyebiliyorum çünkü şu ufacık ayrıntıları da asla kaçırmıyorum:
Keyfim yerine gelince, dönüş yolunda şunu düşünüyorum:
Aslında büyümek, çocukluğun o özgür çıplaklığından mahrum kalmak demek.. Büyüdükçe çeşitli rolleri üzerine giyiniyorsun. Eş, anne / baba, işveren ya da eleman, birinin 30 senelik dostu, öbürünün doktoru / terapisti / dişçisi / öğretmeni... Bunlar hep birer kıyafet. Ve roller arttıkça üstündeki katlar artıyor. Kış boyunca iyi, mutlusun ama bir gün bahar geliveriyor...
Ve baharın o ilk günü vardır ya.. Dışarıya çıkarsın ve ilk defa hava serin değildir, kuşlar cıvıldar, topraktan kışkırtıcı bir koku duyumsarsın ve tam o anda üzerinde mutlaka kaz tüyü o palto vardır! Hiç şaşmaz... Çünkü farkında değilsindir o ana dek baharın geldiğinin. Ve yürüdükçe kan ter içinde kalmaya başlarsın ama terledikçe de "şimdi çıkartsam hiç olmaz, rüzgâr da çarparsa iyice üşütür ve tutulurum" diye düşünürsün. Öyle bir noktaya gelir ki iş, ne yürüdüğünden ne havanın güzelliğinden keyif alamaz, paltonun ağırlığı altında kan ter içinde ezilip durursun. Halbuki paltoyu fırlatıp atman beklenmiyor ki senden; alt tarafı bir süre omzuna, koluna falan alacaksın, bir süre belki dolaba asacaksın.. Mevsimi yeniden geldiğinde de yeniden giyeceksin.... Bu kadar basit. Suyu bulandırmayacaksın.
Evet. Önce bu kaz tüyü paltodan bir kurtulmalı.. Çocukluktan kalan bir çıplaklığı olmasa da, etekleri efil efil esen, çiçekli elbiselerin hafifliğini hissetmeli.. Yaşamı değiştirecek bir iklim değişimi, bir göç, bir aydınlanma yaşamalı.. Bir hayâl kurmalı meselâ. Neşelenmeli. Hafif, uçuşkan, akışkan yaşamalı...
da...... nasıl? Şu kış bitse artık.
* Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı.
Kaz tüyü palto benzetmenize bayıldım,ne hoşsunuz,bu kadar çok yüklenmeyin kendinize lütfen
YanıtlaSil:)
SilEkleyecek bir satırım bile yok, harika tarif etmişsin!
YanıtlaSilNe zaman sorusu da çok canımı sıkıyor...
<3
Silyazının ruhunda bile bir çocuk ve bahar var :) sadece bir iki ay sonra her yer çiçeklerle dolacak belki bazı yerlerde şimdiden bahar yaşanıyordur bile :) bence sen çocuk ruhunu kaybetmemişsin sadece aranız biraz dargın gibi ama barışırsınız kış yüzünden o da bir de şu pandemi :) yalnız o kaydırak hayali bende de vardı küçükken, ne eğlenceli bir şey, bayıldım o balkondakine :D
YanıtlaSil-16 derece burası bugün!
SilHuzursuzluğun Kitabı, hızla bir başlangıçtan ve yaklşık 1/5'ini okuduktan sonra içimin sıkıldığı bir zamana denk geldiği için, yeniden cesaret toplayacağım bir zamanı bekliyor.
YanıtlaSilBernardo Soares: "o yapıyor, sense yazıyorsun. aranızdaki fark işte bu." cümlesi okuduğum bölümde miydi hatırlayamadım doğrusu. :)
Fakat, kaydıraklı ev projesine bayıldım. Eskiden düşünene de şimdi yapana da tebrikler.
Çocuğun özgür hayal gücünün düşündüğünü uygulayabilen büyükler olmayı başarmak... Bütün hayatın olayı bu sanırım.
Büyüdükçe vazgeçtiklerimiz ne çok..
SilYa, işte, yirmi beş kuruşa ön koltukta gidilmiyor. Hep o yüzden... Reklamlardaki gib; hem anne, hem kuannför, hem doktor, hem ayakkabı bağlayıcısı vs olunmuyor. Ya da bunların hepsi olunuyor da, özgür olunamıyor; ben özgürüm, ben özgürüm diye bağırılamıyor. Ya da ne bileyim; çocuk da yaparım, kariyer de deyip, mutlaka biri yarım yamalak yapılıyor. -ıyor da -ıyor.... Yine de her şeye rağmen, arada çocuklaşıp kendimizi özgür bırakmamıza da, yürüyen merdivenlerde gudiklerle birlikte Superman gibi kolumuzu öne uzatıp, uçuyor taklidi yapmamıza da, ağızları açık bize bakan züppelere kahkaha ile gülmemize de kimse karışamaz. Her gecenin bir sabahı var, illa bitecek kış da, salgın da. Çiçekli elbiselerin bini bir para bende, halımdan nevresimime yer gök çiçek deseni bizim evde. Bak şimdi gaza geldim yine, yaşamak çok güzel şey be C. Halbuki bir sürü de derdim varken heybemde...Ehehehe, nasıl başladım, nasıl bitirdim, resmen yazarken öforiye tutuldum, ahahaha sana yazmak bile terapi gibi oldu şu an. O kaydıraktan ben de istiyorum, neden olmasın??? ❤️
YanıtlaSilE komşu gidiyor işte :)) şaka bir yana, çok doğru tesbitler, tamamına katılıyorum... bazen sırf bu nedenle klasik rollerdeki kadınlara ama bu rolü de seven, dolduran kadınlara imreniyorum. bir türlü hiç bir yere yaranamadığım hissi var bende, ne annelikte ne ev hanımlığında eşlikte ne çalışan kadın olmakta bir türlü %100 yetemiyorum.. bir gün "yettiği kadar amanh" demeyi istiyorum, yakınına geliyorum ama bir türlü o çizgiyi aşamıyorum :,(
Silunutma arkandayız 😁👏👏👏👍👍👍🧿
SilDün nette "YesDay" diye bir filme rastladım. Sanırım Mart'ta Netflix'te yayınlanacak. İki çocuklu bir aile bir tam gün boyunca çocuklar ne derse "evet" demeye karar veriyor. Fragmanı eğlenceli geldi bana. Ben de yapmak istedim ama Corona olmaması lazım ki işin tadı çıksın :)) Bir günlüğüne çocuk aklına uymaktan çok zarar gelmez gibime geliyor ama fena halde yanılıyor da olabilirim :D Corona bitince deneyeceğiz :)
YanıtlaSilYa biz onu yaptık!!! Hatırlıyor musun Öğrenen Anne'de yazmıştım! Şahane olmuştu.. Tabii çocuklardan biri 4 biri konuşamazken hahaha şimdi bilemedim nasıl olur. Dün Bayan 7 yaş odasının kapısına "rahatsız etmeyin. 100 sene sonra görüşmek üzere" yazmış, çocuk bile bizden sıkıldı....
SilEvet düşünmekte, yazmakta iyi olabilir insan; ama hayata yansıtmadıktan sonra üzülüyor sonra. Çok şey buldum bu yazıda kendimden.
YanıtlaSil:)
Silkışın bitmesi temennisi dışında her şeyiyle çok sevdim bu yazıyı. kendi içimdeki geç kalmışlıklardan doğan telaşları hatırlattı bana. o kadar naif anlatmışsın ki benim de 30 yıllık dostummuşsun (yaşını bilmiyorum, u mümkün mü) gibi hissettim, o samimiyeti duyumsadım. çocukluklara ne kadar sahip çıkılsa o kadar iyi, en başta da düşünme şekillerinde..
YanıtlaSil<3
SilÖyle güzel anlatmışsın ki, tam da böyle dedim .
YanıtlaSil<3
SilYazını ilk yayınladığında da okudum, çok şey var ama yazılmıyor bir türlü. Kısacası, ben bahçeme trombolin koyardım:)
YanıtlaSilAnlamadım yeniden mi yayınlanmış? Ben yapmadım bir şey ama sistemde bir saçmalık mı var nedir :((( hiç sevmediğim şey!
SilHa bir de trampolin asla, çünkü çocukların acil servise başvurmalarının %80'ini trampolin kazaları oluşturuyor kentimizde. kafa çatlakları, kol kırıkları, Allah korusun!
SilYok, iki kez yayınlanma değil, benim gidip gelip yazacaklarımı toparlama sürecim söz konusu:)) Bizdeki tek çocuk benim, kafeslerle desteklersem sorun çıkmaz sanıyorum, kilodan mütevellit çok yukarıya da sıçrayamam zaten:)
SilKenarları ağlı sistemler var evet, iki çocuk olunca birbirlerine çarparak kırıyorlar yarıyorlar ama tek başına ve ağlı sistemde, çok keyifli olur :)
SilKurgunun mu yoksa gerçeğin mi içindeyim bilemedim. Balkonundan aşağıya kaydırak inen bir eve canlı kanlı hiç şahit olmadım. Yalnız, kaldığım yurtta çöpler kaydırak ile çöpe gidiyordu.
YanıtlaSil:(((( son cümlenin gerçek olmamasını dilerim.. ama her kurgu gibi bir gerçeklik payı olduğunu malesef gayet iyi biliyorum.
SilSağ olunuz, bana göre bu ayırdın içinden çıkamamam, başarı sayılır.
Sil