21 Ocak 2021 Perşembe

Müzik; kulak mı, bilgi mi?

Çok ilginç. Bugün müzik hakkında yazacaktım ama yazıya başlamadan haydi önce bir bloglara bakayım dediysem, önce Elisabeth'in yazısıyla, sonra Buraneros'un yazısıyla karşılaştım ve elimde olmadan gülümsedim. Ne güzel bir metinler-arası, bloglar-arası köşe-kapmaca fırsatı! 

Elisabeth demiş ki, "keşke müthiş bir kulağım, müthiş bir bilgi birikimim olsaydı da, dinlediğim şeyleri gerçekten dinleyebilseydim". Buraneros ise, "okudukça çoğaldım, çoğaldıkça dinledim".. Ne güzel satırlar, insanı daha derinlere çeken.

Dün beş çayına eşlik etsin diye, sevdiğim bir müzik severe şu çılgın adamları yollarken (aşağıya eklediğim videoyu göremiyorsanız lütfen buraya tıklayınız) "ah şimdi onunla Verona'da canlı izlemek vardı tüm konseri.." dedim. Verona burnumun dibinde ama aynı zamanda da "ulaşılamaz.." Ne acı. Ama biz buna takılmayalım, Verona konserinin kaydına ulaşabiliriz sonuçta. Benim yazmak istediğim konu başka.

Vivaldi'nin Dört Mevsim konçertosunu ezbere biliyorum. Beni hiç sektirmeden 5 yaşıma, kırmızı bir Tofaş Şahin arabanın içine götürür. 16 KC 668. Ruhu olduğuna, nerede olursak olalım evin yolunu ezbere bildiğine, içinde yalnız olduğumda beni dinlediğine inandığım araba.. Günlerden Pazar, mevsimlerse değişmektedir. Hem arabanın içinde, hem dışında. Vivaldi'yi (ve diğer bestekârları da) öyle çok dinledim ki, konçertoyu ezberlemiştim. Çalarken mırıl mırıl mırıldandığım bir gün, bir yetişkin "bu çocuk yetenekli" diyip elimden tutup piyanon derslerine başlatmıştı. Kısa zamanda ortaya çıktı ki, çocuk sadece dinlemekten keyif alıyor. İş nota öğrenmeye ve çalışmaya gelince, yan çiziyor. İlerleyen yıllarda oturmalı düzenli bir konserde en ön masada oturup bilinçsizce ritm tutarken, verilen arada baterist yanıma gelip "tek vuruş kaçırmadan çalabiliyorsun" diye gülümsemiş, bense hayranı olduğum bu grubun bateristine "yok, sadece ritm, hiç çalmadım.." diye cevap vermiştim utanarak. Yine aynı "ama yeteneğin boşa akmaması.." nasihatlarını dinlemiştim uzun uzun.

Bu adamı canlı yakalarsanız kaçırmayın. Olmo Tigre. 
Vurmalı çalgılara yeni bir anlam katan adam.

Yıllar içinde (nota öğrenmeden, kulaktan) piyano ve klasik gitar çalmayı öğrendim. İlkokulda girdiğim bandodan devamsızlık nedeniyle atıldım (yine aynı yeteneği boşa akıtma nutkunu dinledim). Herkes gibi flüt çalıp, herkesin dışında yanflüt çalmaya özendim. Bir süre bir samba ekibinde drums çaldım, ellerim acıdığı için bıraktım. Bu arada tabii yıllar içinde müzik zevkim değişti. Yıllar içinde senfonik rock ve elektronikaya, indierock'a yakınlaştım. Yıllar içinde üniversitede herkes uluslararası ilişkiler, işletme, en kötü sosyoloji yan dalı yaparken, ben müzik yandalı yaptım :) Ama müzisyen olmayı hiç düşünmedim. Hiç.

Çocukluktan çok yakın bir arkadaşım (şu milli kayak takımından atılma hikâyemizin de kahramanı olan) Türkiye'nin en ünlü rock gruplarından birinin gitaristi. Onun yaşadıklarını izlemek beni yoruyor.. Ona baktıkça ve ayda yılda bir konuştukça, müzik sevmek ile müzisyen olmanın çok farklı iki uç olduğunu tekrar tekrar anlıyorum. Ve ben iyi bir dinleyici olmayı tercih ediyorum.

Ella......  ..  . 

Fakat bu noktada, acaba kulak mı, bilgi mi? sorusu geliyor aklıma. Nedir iyi bir müzik dinleyicisinin özellikleri? Ben de Buraneros'a ve Elisabeth'e katılıyorum. Önce bilgi.. Okumak, öğrenmek, derinlemesine bilmek.. Ve sonra kulak, müziği dinlerken arka planı çalışmak, ezginin gidişini, kesilmelerini, kısırdöngülerini görebilmek. Bir kitabı okur gibi dinlemek müziği.. Gerekiyorsa konçertoyu ezberlemek..

Fakat bir de şu var. Bir konuda öğrendikçe, okudukça, bilgi kulağın önüne geçmeye başlıyor. Müzik, herşeyden önce bir sanat, bilim değil. Bir güzellik anlayışı üzerine kurulu. Duyusal. Düşünsel değil.. O nedenle, müzik bilgisi arttıkça insanın aldığı keyfin azaldığını düşünüyorum ben.. Biraz düz bir tabir olacak belki ama "bakir bir kulakla dinlemek" ile alınan hazzın çok daha "öz", çok daha "gerçek" olduğunu düşünüyorum. 5 yaşımda dinlediğim "Sonbahar"dan aldığım haz, resmen bedenseldi. Orgazmik diyebileceğim bir keyifti benim için beynimde dönen tını. Oysa şimdi 40 yaşında ve farklı müziklerin girip çıktığı han kapısına dönen beynimle dinlediğim, hikayesini (Vivaldi'nin sara hastalığı nedeniyle yazdan nefret edişi, kışın bitmesini istemeyişi.. Ya da aslında 4 mevsim değil de "köylülerin dansı", "pınarların fışkırması", "saka kuşu", "buzda kayan adam" ve "avcıların kovaladığı ceylan" olması isminin..) bildiğim, farklı yorumlar arasında tercihlerim olan konçertodan aldığım keyif çok daha farklı... Belki daha ince ayar fakat doğrusu ben o asla geri kavuşamayacağım "bedensel, temel hazzı" arıyorum..

Kısaca müzik; bence kulak işi, tamamen keyif işi.. Sizce?

Bu arada bu çılgın çocukların Verona konseri linki için buraya tıklayabilirsiniz. Onların hikâyesi de bir tuhaf, hep birbirlerine karşı çalarlarmış yarışmalarda, günün birinde "neden birbirimize karşı çalacağımıza beraber çalmıyoruz?" demişler :) iyi demişler. 

23 yorum:

  1. Yan dalda müzik mi? Çok iyiymiş. Bence alanınla şahane uyumlu.
    Benim de kulağım iyidir, sesim de iyidir. Okul gösterilerinde solo çıkmışlığım çoktur. İlkokul beşinci sınıfta "Nasıl Geçti Habersiz"i söyleyen bir çocuktan bahsediyorum:) Daha o zaman ailem konservatuvar sınavlarına katılmamı söyleyenler oldu. Ama ilgilenilmedi. Ben de tutkuyla bağlanmamışım demek ki. Kısacası kulağım iyidir ama müzik zevkim ve bilgim karman çormandır:) O an bana ne iyi gelirse onu dinlerim. Spotify 2020 listem karmakarışık:) Klasik müzik konusunda dün bir arkadaşımla konuştuk tesadüf. Müzikleri bildiğimi, bestecileri bildiğimi, hayatlarına dair çok okuduğumu ama bir eseri duyduğum zaman kimin olduğunu kafamda netleştiremediğimi söyledim:) Böyle bir şuursuzluk. Bazen eğileyim diyorum şu konuya, sonra "Ne gerek var, alacağın hazzı al işte, kurcalama" diyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hatta bitirme tezimin konusu da "Haiti etnik müziği ve müziğin biçimlendirdiği kültürü" idi ;)
      Şimdi başlasanız? Yani ilginiz devam ediyorsa, koroda söylemek insanı çok mutlu eden bir deneyim derler.
      Bestecisini bilmek için dönemi bilmek gerekiyor, bazen ben de zorlanıyorum, birbirlerinden çok etkilenmişler, birindeki tını diğerine geçmiş ve zenginleşmiş :) Karışıyor. Benim hocalarımdan biri Murat Belge idi. Kendisi edebiyatçı yandalı müzik, ben psikoloji yandal müzik :))) Onun verdiği birkaç dersten çok güzel bir müzik tarihi eğitimi almıştım, o sayede biraz da oturmuştu karışıklıklar.. Birinin "ipuçlarını" göstermesi gerekiyor.. Bence çok da güzel yaparsınız, kurcalayın derim.

      Sil
    2. Yok şimdi hiç koro işlerine giremem Ceren:) İnsanlardan feci bunaldığım bir dönemdeyim. O kurs senin, bu kurs benim gezen günlerim sanırım uzakta kaldı. (Belki salgın bitince bir seramik atölyesi:)) En son oğlum ortaokuldayken veli korosundaydım. Hâttâ orada da solom var:)
      Murat Belge'ye en son Pera Müzesi'nde rastlamıştım. Kültür sanat işlerinin yoğun olduğu salgın öncesinin güzel zamanlarında:)
      Bitirme tezi konusu da çok hoş. Bayıldım.

      Sil
    3. Veli korosu :D Emekliliği gelen Hatice öğretmen için hepbirlikte söylüyoruz: "Her gün seni düşünür, her an seni yaşarım. Seni sevmekten değil, kaybetmekten korkarıııım" Yemin ederim ben olsam o koroda.....
      Canım Murat Belge... Bende çok büyük yeri vardır.

      Sil
  2. İlginç. Konuşulmaya değer bir konu. Şuradan başlayayım, "işin teknik kısmına girdikçe zevk almak zorlaşıyor". O kadar doğru ki.. Bu yüzden bazı kısımlara bulaşmamaya çabalıyorum çünkü günün sonunda müzisyen değilim ve olma niyetim de yok :) Yeteri kadar müzik bilgisi kafi. Müziği "okuyabilecek" kadar bilgi. Yönetmenler de benzer fikirdeler. Onları sinefillerden ayıran şey bu. Onlar işin mekanik yönünden giriyorlar incelemeye ve haliyle filmden "haz" alması güçleşiyor. Belki ikinci seyredişlerinde alabiliyorlardır. Kim bilir.

    2 Cellos'u yıllar önce Elton John konserinde tanıdım. Orkestrasında çalıyorlardı ve epey sempatiklerdi. Yaptıkları yorumları da seviyorum. Vivaldi'ye gelirsek. Senelerdir kapsamlı bir Vivaldi yazısı yazmak istiyorum. Niyetleniyorum ama vazgeçiyorum. Korkuyorum. Çünkü o yazının fevkalade olması gerek. Zira kendisi benim için bir titan konumunda. Müziğin titanlarından. Herkes gibi ben de çocukken müzik derslerinde tanıştım kendisiyle. Dört Mevsim'i ile. Fakat müziğe farklı bir gözle yaklaşmaya başladığımdan beri onun külliyatında yüzdükçe çok acayip keşiflerle karşılaştım. Besteci yarıştırmak çok yersiz ama bence Vivaldi isminin en az Mozart kadar, hatta bence daha bile çok zikredilmesi gerek. Vivaldi'nin dini eserleri gerçekten dünyadışı güzellikte. Keza bu güçlü hissi Wagner ve Schubert'ten de alıyorum. Ne tesadüf ki dün gece (aslında sabaha karşı 2'de) Wagner'in müzesinin restore edildiğini okudum ve ileride Bayreuth'a nasıl gidebilirim kaç gün kalmalıyım tarzında planlar yaptım :)) Blogumda pek yazmadım ama çocuk yaştan beri klasik müziğe saplantı derecesinde bir sevgim var. İlk yurtdışı gezim bile tamamen opera ve Mozart için Viyana'ya olmuştu. Daha reşit bile değildim :D

    Konuya dönersem, müzik bence de kulak işi. Elbette belirli temeli alıp müziğin ne anlattığını anlayacak kadar bir background oluşturmak lazım. Ama kulak olmadıktan sonra baştan sona müzik eğitimi bile alsanız sizi bir yere kadar götürür. Sonuçta bütün müzisyenler okulllu değil. İşin bir "gift" tarafı da var.

    Bu kallavi uzunluktaki yorumumu dehşet bir eserle sonlandırayım. Her seferinde farklı şeyler yaşatıyor (Andreas Scholl farkı da olabilir): https://www.youtube.com/watch?v=GFoT6UUNLZc

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Offf bu sizin alanınız, bana laf söylemek düşmezdi kötü yakalandım :))) O yazıyı lütfen yazın lütfen.. Eminim çok şey öğreneceğiz bizim için fevkalade olacaktır!
      Ooooooooo çok teşekkürler ben de şu yorumu size armağan edeceğim: https://youtu.be/qYjAIUIJh3k

      Sil
  3. vivaldi'nin 4 keman konçertosunun ulaştığı popülerlik nedeniyle aslında hak ettiği yeri bulamadığını düşünüyorum hep. bu aralar ne izlesem bir şekilde tekrar çıkıyor karşıma-özellikle de "yaz". filmi izlemediğini düşünerek sadece şu sahneyi ekliyorum: https://www.youtube.com/watch?v=En3SOFEnHkM

    ama artık vivaldi'nin ikinci keman konçertosu benim için eşittir filmin son sahnesi ve adèle haenel oldu benim için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmi çok merak ettim!
      Popülerlik konusunda benzer düşünüyoruz, ben de kaçınırım popülerliği olan tüm eserlerden, popülerliği biraz azalana dek. Fakat klasikler için bunu yapamıyorum :) ve seviyorum arkadaşım ya, çocukluğun büyüsü.
      Vivaldi aslında diğer bloglarda çıktığı için bu yazıya konuk oldu. Yoksa aslında benim zevkim biraz daha Stravinski / Shostakovic gibi neoklasiklere kayıyor..

      Sil
  4. Hauser aşkımmm yaaa Caruso yu bira içerken dönüp dönüp dinliyorum bakir bir kulağa ne yapılabilirse yapıyor işte... Dero da Karayip Korsanları falan dinliyor. Bugün de piyano kursu vardı Deren in, hem istiyor gitmeyi hem eve gelince çalışmıyor bırak o zaman dedim kavga ettim. Ne yapsam bilmiyorum. Beni gönderselerdi o yaşta piyanoya pehhhh :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet biraz hatun mıknatısı gibi o senin dediğin, onun gibi bir de violinist var david garrett.. Erkekler için de bu akımın hatun versiyonu sanırım Lindsey Stirling. Ben video ve canlı pek izlememiştim tiplerini bilmiyordum. Şimdi alıcı gözle baktım kimmiş hauser olan diye, yok öbürünü daha çok seviyorum sakin efendiden bir adam gibi geliyor bana.. :))
      7 yaş öncesi için (özel bir yeteneği yoksa tabii) müzik eğitimini çok erken buluyorlar buradakiler, çocuklar sıkılır diyorlar :) kızma yani belki biraz büyüse daha ilgili olabilir

      Sil
  5. Çocukluk hayalimdi gitar çalmak. Üniversitede aldım ilk gitarımı, en yakın arkadaşım Oktay başladı öğretmeye ama anladım ki o kulak, o ritim bende yok. Çalışıp şarkıyı ezberleyip çalsam, 2 gün sonra gidiyor ritim. Bir süre vazgeçmedim uğraştım; çalsam söyleyemedim, söylesem çalamadım. Benden heveslenip kendi kendine gitar öğrenmeye başlayan arkadaşım klasik, akustik, elektro derken uçtu gitti. Ben yerimde saydım. Amerika'ya giderken Ibanez gitarını bana hediye etti arkadaşım. 2 gitar yıllarca evde yattı. Geçen sene niyetlenip tekrar başladım gitar dersi almaya. Bu kez de Corona taş koydu yoluma. Şimdi yine kendi kendime çalmaya devam etmeye çalışıyorum ama yok işte. Bende ne ritm ne kulak yok maalesef. İçimde ukte olarak kalacak sanırım bu sevda da :( Ama yine de arada sırada gitarı elime alıp uğraşmak iyi geliyor, amatör olarak zevk alıyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En güzeli değil mi? ;) Meslek seçimi gibi, hobini mesleğe dönüştürme, hobinden olursun derler ya...

      Sil
  6. kulak mı bilgi mi demişsin, ben onu kulak mı eğitim mi diye çevirdim kafamda, çok az koro tecrübemden öğrendiğim kulak geliştirilebilen bir şey, yani eğitimle güçlenebiliyor ve o zaman duyduğun müzikten aldığın haz da kat kat artıyor. Özellikle Üsküdar Musikide geçirdiğim birkaç ayın sonunda tesadüfen bir klasik müzik eserine denk geldim radyoda, ve duyduğum güzellik sözle tarif edilemezdi. O geçişler, alttaki melodiler, uyum, insan elinden çıkamayacak kadar güzel gelmişti diyeyim. Şimdi öyle dinleyemiyorum ama, gerilemiş olmalı kulağım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak bu önemli. Eğitim ile bilgi arasında bir ayrım yapamadım ilk başta, e aynı şey yazacaktım. Sonra durdum, acaba aynı şey mi. Eğitim daha hands on experience (nedir Türkçesi, yani işi işteyken öğrenmek) yani sosyal eğitim gerektirirken bilgi daha içsel bir yolculuk mu? Bu konudaki fikrin nedir?
      Evet senin koro tecrüben beni bile eğitmişti :) Bir şey yazıyordun bloğa, diyordum aa ne kadar güzel bir bilgi..
      Kulağın gerilemesindense, kullanılmayan bilginin önem listesinde geriye düşmesi, algıda seçiçilikte geri planda kalması bence. Biraz önem sırasını yükseltsen hemen geri geleceğine inanıyorum ben.

      Sil
    2. Eğitim kulağın eğitilmesi olarak düşünmüştüm ben yazarken, bilgi de teori olarak yani mesela müzik tarihi, solfej ve harmoni bilgisi, nota okuma gibi şeyleri bilgi olarak sınıflandırmıştım aklımda.
      Evet haklısın yeniden koyulsam işin başına tekrar geri gelebilir. Dil öğrenmek gibi. Ya da herhangi başka bir şey. Yine de Türk sanat müziğinin eğitiminin daha incelikli olduğunu düşünüyorum belki ses aralıklarını ikiye değil de dokuz (muydu yoksa yedi mi? bak unutmuşum)a bölmelerinden dolayı.

      Sil
  7. (Ne kadar dinlersem dinleyeyim bıkmayacağım sanırım, senin paylaştığın da ne kadar güzelmiş!)

    Canım C. o kadar keyifle okudum ki yazıyı hem beni bazı çocukluk anılarına götürdün hem de düşündürttün tekrar müziğe olan yaklaşımımız üzerine.

    Benim araba ve özellikle pazar sabahlarımın eşlikçisi, babamın tercihi Türk sanat müziğiydi. Bu yüzden özellikle uzun araba yolculuklarının vazgeçilmez eşlikçisiymiş gibi geliyor tsm. Keyifli, uzun kahvaltılı pazar sabahlarının ise keyfini katlayan. Yazını okuyunca konser dinlemeyi ne kadar özlediğimi fark ettim (en az sinemaya gitmek kadar)

    Diğer konu ise şu; ben insanı insan yapan şeyin uygular olduğuna inandım hep. Hissetmek o kadar değerli ki. Bilgi bu hissi derinleştiriyormuş gibi düşünerek yazmıştım senin de buraya taşıdığın cümleyi. Ama şimdi size daha çok hak veriyorum, edebiyat okumalarında yakaladığım o bir miktar bilmek eylemi hem daha seçici hem de daha zor keyif alan biri olmama neden oldu. "neden oldu" yerine "sağladı" da yazabilirim elbet çünkü bu bir şekilde beni iyi bir okuyucu haline de getirdi. Haz aldığımda müthiş bir seviyeye çıksam da bu seyrekleşti zaman içinde. Senin de söylediğin gibi, müzikte de bunun yaşanmasını istiyor muyum, şimdi düşününce pek emin değilim. Sadece duyduğumun yarattığı hissiyatın keyfini çıkartmak belki çok daha güzeldir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben sana teşekkür ederim. Aslında sen ve Buraneros yazmasa ben büyük ihtimalle "kime ne" diye düşünüp yazmaz, onun yerine "ne kadar sıkıntılı bir gün geçiriyorum" temalı yazılarımdan birini yazar, hayatın çekilmezliğine bağlardım :)
      Biz evde çocuklarla haftada bir gece bale izliyoruz, bizim tv altkattaki yatak odamızda, hepimiz birlikte yatağa giriyoruz ışıkları kapatıyoruz sanki hakikaten konser salonundaymışız gibi (pijama yerine süslenelim dediysem o olmadı hihi) yanyana tıkış tıkış oturuyoruz, sora başlatıyoruz geniş ekranda baleyi, 1-1,5 saat sanki konser salonundaymışız gibi. MIŞ GİBİ zaten hayatımız oldu ama ne yapayım bu yokluklarda ben de bilmiyorum....
      Sanırım bilgi arttıkça karşılaştırma artıyor, o nedenle o anda önünde olandan, özgün şekilde yani, zevk alma olasılığın azalıyor.. Olabilir mi?

      Sil
  8. Bir önemli nokta var yalnız, üçümüze de Vivaldi etki etmiş.:) Ben bir dinleyiciyim, bir enstrümanla bağım ilkokulda mandolin düzeyinde ve dolayısıyla okuldaki müzik dersleri. Şansım şu ki ortaokuldaki müzik öğretmenimiz muhteşemdi, piyano çalardı ve müfredat dışı konulara fazlaca girerdi. Ev halkının da plak alıyor olması, kalabalık ailenin hepsinin tarzları farklı olsa da müzik dinlemesi kar suyunu kaçırmıştı bir kere, halam neredeyse her enstrümanı çalar ve söylerdi. Ayrıca sonradan kuran dersleri aldığım mahallemizdeki hoca şahaneydi, ve doğduğumda o okumuştu kulağıma... Alt yapı kuvvetli yani:) Benim söz ettiğim kitap profesyonellik içermiyor ve neyin ne olduğunu öğretiyor, anlatıyor; o bakımdan dinleyici eğitmeni diyebiliriz, kaderimi değiştirdi yahu:)Okuyunca bilgiyle müzik hikâyeleniyor, duygularınız etkileniyor ve hayatın tadı ve anlamı yüceleşiyor:) Yani ben de duygucuyum, bilgi türle ilgili olarak bilmediğimi bildirdi ve duygularımı ateşledi diyebiliriz:) Son yazdığım Carmina Burina konser yazımda bunun altını şu cümlelerle çizmişim zaten: "Olayın teknik analizini yapmak beni aşar; bu noktada yorum yapmayı sevmediğim gibi yeteri kadar donanımım da yok, ama söz konusu duygular olduğunda üzerime pek de insan tanımam. Bir şeyi izlerken ya da dinlerken kötünün ne olduğunu bilirim. İyi konusundaki tek ölçüm ne hissettiğimdir. Kolektif alanlarda yükselen duyguların nasıl bir armoni oluşturduğunu da sezer, hisseder, yazıya da dökebilirim."

    Senin yazın aslında, Sevgili Elisabeth'in ve benim yazımın- olayın içinden biri tarafından- toparlanmasını sağladı ve şahane oldu, üstelik duygu temelinde... ellerine sağlık Sevgili Ceren:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok ben de olayın içinden değil de kenarından bakan biriyim sadece, ama çok hoşuma gitti bu metinler arası paslaşma :) Çok teşekkürler!
      Bir de senin yazındaki (sen dedim! bunu kutlamak lazım), bir sanat dalının diğer bir sanat dalına etki edip, dallar arası bir iletişime neden oluşu (müziği dinleyip duyguların yazıya dökülmesi) beni asıl etkileyen sanırım...

      Sil
  9. Çok güzel bir yazı olmuş. Müzik kulağı bende yok sanırım. Türkçe şarkı söylendiğinde bile bazen sözleri zor anlıyorum. Şarkı söylemeye kalksam ritmi tutturamıyorum. :) Görsel algım, işitsel algımdan çok daha önde. Görseller aceleciyken işitseller ağır kanlıdır derler. :)
    Klasikler tabi ki çok güzel. Dinlemeye doyamıyor insan. Günümüzde de çok farklı bulduğum ve dinlemelere doyamadığım insan ise Dimash Kudaibergen. Sesini bu kadar iyi kullanan az insan vardır dünyada. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiç duymadığım biri, Kazakmış sanırım. Dinlediğim eseri opera türündeydi ama beni çok fazla etkilemedi nedense :) Belki kulağım aşina olmadığı için, evet bir oktavdan diğerine çok değiştiriyor ama bilmiyorum ki bu gırtlak yeteneği dışında bir müzikal yetenek mi tam anlayamadım ben..

      Sil
    2. Sinful Passion diye şarkısı var, en çok onu seviyorum. Gesi Bağlarını bile söylemiş. :)
      Müzikten çok anlamam ama bana göre biraz da zor olanı başarmak önemli. Kolay şarkıyı herkes söyler. Belki yanlış düşünüyorum ama benim için yetenek işin zorluğunda. :)

      Sil
    3. Bak şimdi onu da dinledim çok severim çünkü Selda Bağcan’dan o türküyü dinlemeyi... Ortada kapattım :))) Yok benlik değil sesi.
      Hakikaten müzik çok “zevkler-renkler” :) Ya da tüm sanatlar öyle aslında..
      Ama keşif için teşekkürler :)

      Sil