Sevdiğimiz birini kaybedince duyduğumuz acı zamanla azalıyor derler ya.. Bugün Semo'm gideli 10 sene oldu ve bir süredir onu ölümüyle değil de bana bıraktığı hatıralarıyla anmayı da başardığım halde, acının azalıp azalmadığından hala emin değilim. Azalsaydı, hatta unutulsaydı, hiç yaşanmamış gibi olsaydı, hayat onsuz da aynı devam etseydi; şu an binlerce km öteden gelip, onun mezarı başında oturup, onun genetiğini taşıyor umuduyla üstüne diktiğim sardunyaları severek göz yaşı döküyor olmazdım. Acı azalmıyor, unutulmuyor ama şekil değiştiriyor. Hayat devam ediyor ama aynı devam etmiyor. Ondan kalan hatıraları gülümseyerek anıyorsun belki ama birden o acı geliyor boğazına takılıyor, gözünden yaş olup akıyor, midene saplanıyor. Giden her biri, yanında hayatı götürüyor..
Ramazan ayında düşünerek, bilişsel egzersizler yaparak oruç tutuyorum demiştim. Bugünün benim için anlamı büyük olduğu için, gerçekten karşılıksız sevdiğim ve sevildiğime emin olduğum için, Semo'ya dair duyduğum en güçlü duygu olan sevgiden bahsetmek istiyorum. Gidenin ardından sadece hissettirdiği sevgisi kalıyor çünkü..
Sevginin çok çeşidi var diyorlar ve Türkçe'de tutku, aşk gibi kelimeler de sevgi sınıfına girse de ve hatta diğer dillerde sevgiyi ifade etme yolları daha geniş olsa da (belki de biz Türkler sevgimizi sırf kelime hazinemizin fakirliğinden dile getiremiyoruz?) yine de bence sevgi farklı farklı duygular değil, kendine özgü, öz, apayrı bir duygu. Aşk, takıntılı ihtiras, tutku bence farklı kavramlar. Bence bir çok ilişkinin tıkanma noktasında da aşk ile sevgi arasındaki uçurum yatıyor. Sevgi ise daha derin, hatta sanki daha az sonradan öğrenilen, daha çok insan doğasına ait bir temel duygu gibi. Annenin çocuğuna, kadının köpeğine, adamın kedisine duyduğu, fizyolojik bir ihtiyaçtan kaynaklanmayan, beklentisi sadece geri sevilmek olan bir duygu. Tam tanımlayamamamızın altında da aslında, hayatımızda - o da gerçekten şanslıysak - belki bir, belki beş canlıya karşı hissettiğimiz, karşımıza nadir çıkan bir duygu olması yatıyor belki de. Hiç kimseyi, kendini bile sevememiş insanlar var, öyle çoklar ki..
Hissettiğim duygunun aşk ya da tutku değil de sevgi olduğunu şu şekilde anlıyorum, kokusunu içime çekerek öpüyorsam, bu sevgi.. Neden böyle bilmiyorum ama; sevdiğim adamı, çocuğumu, Semo'mu ve ailemle birkaç dostumu koklayarak öperim, onların kokusunu severim, üzerinden 10 sene geçse de hatırlarım. Koku hafızam çok iyidir ve hep sevdiğim kokuları hatırlarım, istediğim anda hatıralarla birlikte kokuları da geri getirir, duyumsarım. Bu yeteneğimden ötürü çok şanslıyım, bu sayede özlem duyduklarım uzun süre geçse bile yanıma gelir, doya doya koklar, özlemimi gideremesem de, sanki bir an olsun onlarla geri karşılaşmış gibi hissederim.
Geriye sadece sevgi kalıyor demiştim ya. O da gidenin bize son hediyesi işte, birini gerçekten sevdiyseniz acı tatlı anılar arasından sadece sevgiyle dolu olanları hatırlıyorsunuz, insan beyninin en olumlu, en güzel "eksikliği" bu olsa gerek.. Bizi seven, bize sevmenin ne demek olduğunu öğreten tüm sevdiklerimiz için Allah'tan rahmet ve huzur diliyorum..
Uff içim cız etti! Anneannem giderek kötüleşiyor ve.hayatımızdan özlemi alsalar eksilir moydik, hayat daha mı kolaylaşir mıydı diye kafa patlatiyorim bir süredir. Kaçınılmaz olana katlanmak, insanlığın en büyük sınavı galiba:(
YanıtlaSilÖyle sanırım :(
Sil:( Düğme burun Semo, çok tatlıymış.
YanıtlaSil:( O burnu öpmeyi öyle özledim ki..
Sil