8 Nisan 2015 Çarşamba

Orhan Pamuk'la Paul Auster'i çekiştirmek

Şahane bir rüya gördüm dün gece. Orhan Pamuk'la ben telefonda konuşuyoruz uzun uzun, konu da Paul Auster'ın "Winter Journal"i. Orhan'ın Nişantaşı'ndaki apartmanında geçirdiği yıllarla Paul'ün Brooklyn'deki daracık apartmanlarda geçirdiği yılları konuşuyoruz, yazmanın "dans etmek gibi olduğunu" ve Dante, Hemingway, Auster gibi ancak yürürken düşünebilen yazarları konuşuyoruz.

Rüya bu tabii.. Büyük bir yazarla başka büyük yazarı çekiştirmek ne haddime.. Yazarlık üzerine konuşmak ne haddime.. Ancak düşünebilirim, o da kimseye çaktırmadan, kendi kendime.

Sosyal medyada yüzbin takipçisi olan bir arkadaşım var benim ve yine de kendine "yazar" deme haddini göstermiyor. Çünkü başarı aslında rakamlarla ölçülemez. Popüler olmak ile başarılı olmak çok farklıdır. Popüler olmak kendini satabilmekle ilişkili, bu da basit pazarlama tekniklerini bilen herkesin ulaşabileceği bir mevkii. Ama başarı; ki genellikle gerçekten başarılı olmakla popüler olmak arasında zıt ilişki de vardır; o bambaşka kriterlere bağlı. Bunlar arasında, çok çalışmak, sabretmek, kendinle yarışmak, devamlı ama devamlı öğrenmek, kendini asla beğenmemek ve alçak gönüllü olabilmek yatıyor. Tabii her başarının arkasında biraz da tatminsizlik, doyumsuzluk, güvensizlik, mutsuzluk da var, kaçınılmaz olarak.. Belki de entellektüel insanın mutsuzluğu bundan..

Hele yazar olmak.. O bambaşka bir şey. Bir kere çok okumak, araştırmak, devamlı öğrenmek, kendini devamlı yenilemek gerek. Ama okumak ve kendi çapında karalamak da yazar etmiyor insanı. Eğri oturalım doğru konuşalım, blog yazmak aslında "yazmak" değil. Bu bir nevi sesli konuşmak. Yazmak kalpten geliyor, bir tutku. Yazmazsan çıldırmak (Sait Faik) demek.. Kalbinden geliyor, başkasının kalbine dokunuyor. Yazar olmak bu bence. Bizim bloglarda yaptığımızsa, anca karalamak. Bloglarını okuduğum herkesi çok seviyorum, hepsini takip etmek, onlardan öğrenmek ve yazdıklarını düşünmek benim için bir tutku ama yazar olabilmek bambaşka bir şey.

Meslek bir kere.. Eğitimini almayı ve yaşam boyu da öğrenmeye devam etmeyi gerektiren bir meslek. Sabahtan masanın başına oturup 8 saat yazmak ve bazen tek bir satır yazı çıkarabilmek ya da sabah koyduğun virgülü öğlen kaldırmak, akşam tekrar geri koymak.. Bu işte yazarlık. İnce iş. Sabır. Mükemmelliyetçilik. Çok çalışmak. Ve belki %10 Allah vergisi bir yetenek, birşeylerin içine doğması, sanki birinin kulağına üflemesi, esinlenmek. "Başıma iyi şeyler ve kötü şeyler geliyor ve sonunda herşey sözcüklere dönüşüyor. Özellikle kötü şeyler edebiyata dönüşüyor çünkü mutluluk bir sonuçtur, dönüştürülmesi gerekmez.. Ve yazgım bu; edebiyat" der J.L.Borges..

Yazar olmak her zaman tüm hobileri, tatilleri, dostları boşvermek demek. Bazense evliliği, çocuğu, hatta kendine bakmayı boşvermek demek. Yazmaktan başka birşey yapmamak demek. Bunlardan vazgeçebilir misiniz? Ya da kritiklerden en acımasız, en işe değil kişiye odaklı, en sert cümleleri duymaya hazır mısınız. Yerin dibine sokulmaya, özel hayatınızın didiklenmesine, demediğiniz, düşünmediğiniz şeylerin sizin ağzınızdan söylenip fırtınanın tam ortasına atılmaya gönüllü müsünüz? Özgür olamamaya değer mi? "O zamanlar bana gerekli olmayan şeyleri unutmasını bilmiyordum" (Gorki), "Yazılarım hakkında yazılanları okumamayı öğrenmemiştim daha" (Auster)..

Yazmadan duramayan, çıldıracak gibi olanlardanım. Okunup yorum aldığında tabii ki seviniyorum ama okunmasa da, kendi kendime yazmak terapi bana. 6 yaşımdan beri yazıyorum, kendime. Düşünmemi yavaşlatıyor, zihnimi berraklaştırıyor, çözüm yolu sunuyor bana yazmak. Ama yazmayı bu işin eğitimini alıp, ciddi emek verip profesyonel boyuta taşımak; o beni aşar. İstemem. Hem korkarım (başarısızlıktan da korkarım ama daha çok özgürce yazamamaktan korkarım) hem de kriterleri bana uygun değil; evlilik, çocuk, sorumluluklar.. Sadece boş zamanda iki satır karalayabilmek değil çünkü bu, meslek.

Yine de, rüya da olsa yazar olmak güzeldi be.. Bir daha geriye dönebilsem, psikolojiden sonra yaratıcı yazarlık eğitimi alırdım. Çok isterdim bu hobimi geliştirmeyi. Ama o zaman da bulunduğum bu noktada olamazdım sanırım.. İyi mi olurdu bilmiyorum.. Bunu kim bilebilir ki..?

14 yorum:

  1. Kendimi bildim bileli yazar olmak istedim, benim en büyük fantezimde Dostoyevsky'le tanışmak, onun arkadaşı olabilmek belki de onyun yeteneğinin şöyle milyonda birine sahip olmaktır. Gelgelelim gercekler benim icin farklı, ben yazma ihtiyacı hissetmiyorum. Örnegin okumadan yaşayamayanlardanım, biriyle sohbet ederken bile bir yandan hayal kurabilirim. Hiç bir şey yapmadan saatlerce o konudan bu konuya zıplayarak düsünebilir, kendi içimde farklı düsünceleri tartistırarak keyifli vakit geciririm. Hep böyleydim. Beynim böyle calısır, anca böyle rahatlarım. Ama bir turlu yazamam, kafamın içinde kurduğum hikayeleti kağida dokmek icin ne zaman otursam tıkanır yazamam. Hayatimda hep özenmiş ama hiç günlük tutamamışımdır. Bebeğim olunca okumaya basladigim bazı anne blogları çok hoşuma gittiği icin blog yazarlığina heveslenmiş ama 7 aydır tek yazı bile yazmamışımdır.
    şimdi kendimce şöyle bir fikrim var bu duruma, yazarsam aklimdakileri sabitlemis olacagim. Yani onlar sanki benim mutlak gerçeklerimmiş gibi. Bundan hoslanmıyorum, düşünürken, hayal kurarken özgürüm, yalnızım. Yazarsam sanki kendimi bitiriyorum. Bir de ifşa olmak duygusu var beni bunaltan. Yani hem okunmak isterim hem de yazarsam ve okunursam diye dehşete düsşrim hep. Bir psikolog olarak sen ne düsünüyorsun bu durumuma merak ediyorum.
    Bütun bunları nasıl oldu da boyle bir çırpıda yazabildim diye düsündüm de simdi, sanırım seni o kadar çok okudum ki çok yakın hissediyorum, güven duyuyorum. Bir de bu platformda tanınmamanın getirdiği rahatlığı yeni yeni hissetmeye basladım. Şimdi daha da uzatmadan, göndermekten vazgecmeden, yazıyı kontrol etmeden gonderiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de bu sabah seni düşünüyordum, ne zamandır yok ortada diye :) Yazdıklarına gelince, düşündüklerin bana çok yakın ama buna ek olarak dediğim gibi yazmak, birine okutmak olmasa bile kendime "anı not etmek" ihtiyacı bende çok fazla. Sanki yazmazsam unutacağım, hiç yaşamamış gibi olacağım.. Biraz da yaşlanmak ve unutulmaktan korkuyor olabilirim, bir iz bırakmadan ölme korkusu hepimizde var çünkü.. Ama işte sen demek ki ürettiklerinle mutlu ve huzurlusun, o nedenle bu ihtiyaç çok fazla değil (ne güzel bir özellik bu!)
      Gizlilik ve kişisel özgürlüklerin zorlanması noktasına hiç girmeyeyim çok haklısın. Geçenlerde şu şekeri bırakma bloğumu okuyan babam "arkadaşlarıma önereyim mi?" dedi, bir an "yok aman özel gizli" gibi kelimeler döküldü ağzımdan. Babam "facebookta blogda gizlilik mi olur" diyince ayıldım, hakikaten de yok.. Rumuz bile kullansan bir süre sonra ifşa oluyorsun özellikle iki sosyal medyayı birbirine bağladın mı bittin :) O nedenle, ya olduğun gibi görüneceksin ya da kişisel sansür uygulayacaksın ya da çoğunun yaptığı gibi rumuz kullanıp aslında olmadığın birinin hayallerini yazacaksın (hatta bunun üst noktasında çocukların fotolarını çalıp kendine aile bile yapan var!!!) o da hastalık tabii...

      Sil
    2. Aklına gelmiş olmak çok mutlu etti beni, :) ne guzel !
      Sen söyleyince düşündüm de, ben de yaslanma korkusu yok pek. Hatta emeklilik hayalleri kurarım sık sık. iste klasik sıradan şeyler. Deniz kenarında şirin bahçeli bir ev. Ev kitap ve bira dolu. İçerek okuyorum, okuyarak içiyorum. Sabahlarıve akşamuzeri hayali ķöpeğimle yürüyüş yapıyorum. Aksamları kocayla film izliyorum falan filan.
      Ürettiklerime gelince bir yl tezim var, bir de benim üretimim sayılırsa eğer 7 aylik bir keloğlum var :)
      Doktorayı bile tam tezi yazma noktasına kadar getirip ( işte yeterlilik, tez önerisi falan bitmisti ), tezi yazmamak için arkama bakmadan bırakıp kaçtım. Biraz üzülüyorum bu duruma ama cok sıkılmıştım,0.
      sekersiz hayat deneyimini takip ediyorum. Senden sonra kocamla ben de basladık. 10 gün oldu. Onu da artik oraya yazarım.
      sen yazmaya devam et, ben de keyifle okumaya.

      Sil
  2. Gene uçtu yorum... diyordum ki Öğrenciyken benzer tarzda rüya görmüştüm. Bir masanın etrafında toplanmıştıK. Kim kim dersin? Kankam Freud , Klein ve Abraham. Freud ve Klein kapışıyorlardı ben de ortalığı sakinleştirmeye çalışıyordum. Bana kaldı ya ☺. Daha önce anlattım belki.
    Biliyor musun yazarlığa fazla zorluk yüklediğini düşünüyorum. Günde sekiz saat masa başı çalışma k diye bir şart yok. Çocuğu çocuğu ihmal edeceksin diye de. Bak dün mesela being a chess Monk diye bir kavram la karşılaştım. Satranç uğruna dünya işlerinden çekilip satrancı ızdırap haline getirmeyi anlatıyordu. Bunu alıp istediğine uygula. her şeyi ızdırap haline getirebilirsiN istersen. ya da kendi şartlarına uydurmayı deneyebilirsin. Kolay demiyorum.zor. ama şartlar da dahil istediğini yapmakta özgürsün. Öğrenmek için de nette şahane kaynaklar elinin altında. 😉

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ;) Bilemiyorum Joe.. Sanat biraz felsefe biraz ama her ikisi de yetenek kadar çalışmak çalışmak çalışmak.. Öyle eşi de herkes istemez obsesif ;) Eşim bile blog yazmaya takılınca sinirleniyor, yazıya giden zamanımı kıskanıyor, ondan gizli zamanlarda yazıyorum blogları. Yazar olsam boşar bu adam beni :D

      Sil
    2. Kesinlikle çalışmak. Yetenek ten daha önemli. Meşhurlardan bir kadın yazar (adını unuttum şimdi ) kocanın desteğinin belirleyici olduğunu söylemişti. Hatta başarını filan da kıskanmaması lazım demişti. Erkeklerin böyle dertleri yok demek ki.

      Sil
    3. Çünkü kadınlardan ev, iş, çocuk vs. gibi çoklu alanda at koşturmaları beklenirken, erkeklerden sadece iş bekleniyor.

      Sil
  3. Yazarlık meselesinin ciddi mesai gerektiğine katılıyorum da, olmadığı birinin hayallerini yazan biri blog yazmayıp bunu farklı edebî türlere dökse sevinirim. Bu platformda, hayal gücüne değil gerçekliğe prim veriyorum, kişisel tercihim bu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ama hayal gücüyle çok iyi yerlere giden blogger'lar da var.. Aslında bu konuda yazmıştım ben, tekrar etmeyeyim ;) Fikrim hala değişmedi, sabit! http://cerenin-gunlugu.blogspot.com/2013/04/bloglar-ve-blog-yazmak.html

      Sil
    2. Okumustum yazıyı. Ben galiba blog yazılarını biyografi tadında seviyorum. Öbür türlüsü kandırmaca gibi geliyor bana.

      Sil
  4. yazmayı hiç sevmedim çocukluğumdan beri ama yazıdan sonra kıskandım yazmayı sevenleri :D
    Bu arada resimde çok güzel :D

    YanıtlaSil
  5. Davutoğlu da rüyalarında Hegel ve Gazzali'yle tartıştığını görürmüş :)
    https://eksisozluk.com/ruyalarimda-hegelle-tartisiyorum--4557920

    YanıtlaSil