Bunları severdi diye betimler Gorki, "Benim Üniversitelerim" eserinin bir yerinde anlattığı kahramanını. Tek bir cümlede ne fırtınalar koparan bir betimleme.. En azından benim için, çünkü ben de o kahramanın ağzından ne demek istediğini anlayabiliyorum büyük yazarın. Bu dörtlüyü ben de severim, hem de tarifsiz..
Denizden başlayalım. Denize olan aşkım yaşamımın ilk yıllarında başladı. Ananemle dedemle geçirdiğim yaz tatillerinde, uyumuyorsam, ananemle gezmeye gitmemişsem, oyun oynamıyor, kitap sayfası çevirmiyor ya da önüme kurulan sehpada öğle yemeği yemiyorsam; illa ki denizdeydim. 2 aylıkken sokmuşlar beni denize, okula gitmeden önceki 6 sene yılın 4-5 ayını denizle kucaklaşarak geçirdim ben. Kolluğum olmadı, 3 yaşında yüzdüm, 7 yaşında babamın arkasında filika gibi paletli şnorkelli yüzer, nefes tutar dalar, tek kanallı tv'de Kaptan Cousteau belgeselleri ile hayaller kurardım. 15 yaşımda aletli dalışa başladım. Denize aşığım. Üşümediğim sürece çıkmam, dalgalısını severim, düzünü severim, taşlısını, kumlusunu severim, derinini en çok severim. Gece izlemesini başka severim, sesiyle uyumayı başka, tuzunu tenimde hissetmeyi bambaşka. Adı Deniz olan insanı severim. Bir çocuğum olursa ismi Deniz olacak derdim hep, ananem kucağına alamadığı tornunun kızı doğup da ismini öğrenene dek "Deniz bu" dedi durdu o nedenle..
Sakin geceler. Severim. Türkiye'de özellikle 80'lerin sonlarına dek geceler sakindi. Zırt pırt kesilirdi elektrik ya, en güzeli de o sessizlikti. Hele bir de yazsa.. Balkona çıkılır, sohbet edilirdi. Ne karşı kafenin müşteri çekmek için bas bas bağırttığı hoparlörü vardı, ne başıboş salınmış onlarca çocuğun son perdeden attığı çığlık yaygara. Ne de akıllı telefonlara eğilmiş, kendi dünyası içinde hapsolmuş insanlardık ya, o ayrı.. Hayatımın en güzel gecelerinin, ananemle kocaman ve bembeyaz balkonda oturup tam altımızdaki faleze vuran denize bakarak sohbet ettiğimiz, o anca insanın yanağını okşayacak kadar esintili yaz geceleri olduğunu, artık bunu yaşayamayınca fark ettim.. O zamansa ne kadar sessiz, sakin derdik biri 20lerinde, diğeri 70lerinde iki genç gönül.. Hele bir de Semo'nun sıcacık başı, nemli burnu elime değen..
Yalnızlık. Çok severim. Tek başıma kaldığımda hiç yalnız hissetmedim ben kendimi. Hayat boyu kendimle başbaşa kalmaktan zevk aldım, alıyorum. Aksine, bazen kalabalıkta, çevrem insan doluyken, kendimi çok yalnız hissediyorum. Neden buradayım, neden bu insanlarlayım diyorum. Kalabalıklar, mesela çatal bıçak sesleri, gürültülü gülüşmeler, birden bağrışmalar, çocuk çığlıkları, anne azarlamaları, hepsi bana çok fazla geliyor. Büyük alanlar ve az insan.. Az ve öz insan.
Açık sözlü yaşam. Deniyorum. Her zaman olmuyor. Beyaz yalanlar var, illa ki söylenmesi gerekiyor. O yalanı söylemezsen, doğru söz insanı daha fazla yaralayabiliyor bazen. Çok yakın bir arkadaşım yalan söylememeye karar vermiş ve uygulamaya koymuştu. Beyaz yalan bile söylemeyeceğim artık demişti. Öyle anlar geliyor tabii, "allaşkına söyle saçımın rengi nasıl olmuş?" diyor biri, "güzel" diyorsun yalandan ya, bu arkadaşım susuyordu öyle anlarda. Tuhaf suskunluklar.. Yalanlı açık sözlü yaşam olmuyor, o nedenle, beyaz yalanlara bir çare bulana dek, anca "deniyorum" diyebilirim. Ama samimi olmaya, sağ gösterip sol vurmamaya, hak yememeye ve yedirtmemeye, kendi gözümle kulağımla duymadığım, başkasından duyduğum şeyleri kerteriz kabul etmemeye çalışıyorum. Bu şekilde son 10 senede başkalarının hakkımda ne düşündüğüne önem vermemeye, merak dahi etmemeye ve bu sayede de daha olumlu, mutlu, dengeli bir insan olmaya başladım. Açık sözlü yaşamı, zorlanarak da olsa, seviyorum.
Tamamen acik sozlu yasamda etrafimda kimse kalmazdi, diye dusundum
YanıtlaSilArkadaşım da yalnızlaştığından şikayet ediyordu, haklısın. (Doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar zaten)
SilHepsine evet de, bu açık sözlülükten çok çekiyorum ben :)
YanıtlaSilKonu saç rengi olsa neyse de, kişilerin egolarına çat çat balta ile girdiğimi fark ettim. bu konuda çalışmalara başladım.
Öncelikle müdürüme ses çıkarmamakla başladım. Mal gibi bakıyorum adama. Eli ayağı karışıyor aahrhahrha
Politik olmayı en iyi İKcılardan öğrenebiliriz.
Zaten saç rengini öyle hafiflikten verdim, asıl sorun egolar ve davranışlara dalma hali zaten :D Aslında söz gümüşse sükut altındır da derler tabii..
SilTüm kalemlere tek tek katılıyorum. Özellikle yalnızlık konusuna.Kendisiyle başbaşa mutlu olabilen insanların zorunlu yalnızlıklara da hazırlıklı, omurgalı insanlar olduklarını düşünürüm hep.
YanıtlaSilEce Ayhan geldi bak aklıma: Ey yalnızlık, herkesin koynuna girip çıksan da, bir tek benimle mi düzenli ilişkin var? ;)
SilNe güzel bir anlatım, bir "iç dökme" olmuş. Okurken insan zaman zaman kendini buluyor. Açık sözlü yaşamı sevenler çoğalsa keşke. Görüntüsüyle iç dünyası, sözü başka başka olan öyle çok insan var ki....
YanıtlaSilMutsuzluğumuz da biraz ondan zaten... Güven kalmadı insanlar arasında.
SilAyy, ne güzel bir yazı yine ya. Ben de, ben de, ben de demek istiyorum.
YanıtlaSilAslında ne kadar çok insanız, koca bir güruhuz di mi, yalnız ve sakin severler olarak... Ne tezat :)
Sil"The Invention of Lying" izlemediysen muhakkak öneriririm. Olmasını çok istediğim ama pratikte mümkün olmayan bir konu yalansız yaşam. Hatta bu konuda çocuklara hem çok özenirim hem de onları çok acımasız bulurum.
YanıtlaSilSevgiler
İzledim sevdiğim bir filmdir, insanı düşündürüyor da.. Teşekkürler öneri için.
SilDoğru valla, herkes çocuk gibi davransa işler daha da sarpa sarabilir gibi geliyor bana (bknz. Sineklerin Tanrısı)
Ellerinize saglik güzel yazmissiniz. Deniz ve Can adini bende cok severim. Bu arada merak ettim güzel prensessin adini neden Deniz koymadiniz? Selamlar
YanıtlaSilİsim konusunu ben aslında çocuğun kendi koydurduğunu düşünüyorum :) Bizde öyle oldu en azından, babası bir sabah uyandı Maya olsun mu diye, benim de hemen içim ısındı, daha garibi ben hamileyken ismi herkesten özenle resmen sır gibi saklarken babam birden "ben buldum bence Maya bu kızın adı" demez mi!!! Bir sabah uyanmış aynen babası gibi Maya diye :D Çok acaip hikayeler bunlar ama....
Sil