Canım Ananeciğimin aramızdan ayrılışının ilk yıl dönümü bugün. Çok sevgili Orta Karar'ın dediği gibi, bazı acılar ömürlük.. Hiç azalmıyor ki.. Ölümlerle eksiliyoruz yavaş yavaş, ömrümüzün sonunda belki de elimizde hiçbir şey kalmayacak anılardan başka.
Ananemi düşünmeden geçirdiğim bir gün olmadı bu bir sene içinde. Annelik konusunda zorlandıkça, o ne yapardı, nasıl davranırdı diye düşündüm. Sanki bazen melek olup da beni ve kızımı koruduğunu ya da birden bir fikir getirerek aklıma, beni doğru yollara sevk ettiğini hissettim. Bazen ise, sokakta yürürken ya da mesela saçma sapan bir iş yaparken birden öyle aniden geliverdi aklıma. Bir bıçak gibi saplanıyor acı, fiziksel bir acı resmen. Nefesin kesiliyor, boğazına bir yumru oturuveriyor, bakıyorsun birden gözlerin yaşlarla dolmuş. Ah.. diyorsun, ah neden böyle oldu?
Olumluya odaklanmaya çalışıyorum ben, çok sevdiğim iki varlığın kaybında da.. Bu benim kişisel savunma mekanizmam, acıyla başa çıkabilme yolum. Hep aklıma iyi hatıraları getirmeye, onları gözümün önünde en mutlu, neşeli, sağlıklı halleriyle görmeye çalışıyorum. İki ölüm de zamansız ve kaza (cinayet?!) ile olduğu için, başa çıkabilmemin tek yolu bu.
O nedenle şimdi burada, ananemle ilgili bir ufak hatıra paylaşmak, onu bu şekilde anmak istiyorum.. Ananem de her kadın gibi çiçek severdi elbette ama saksı çiçeği yetiştirmeyi hiç beceremezdi. Çocukluğumdan beri ananemin evinde ve balkonunda topraklı hiç çiçek gördüğümü hatırlamıyorum. Bir gün bunun nedenini sorduğumda, bana "aman hiç açma o konuyu, ben çiçek bakmayı beceremiyorum" dedi. "Nasıl yani anane? Su vereceksin, o kadar" dedim ama hikayeyi anlatınca, bu işin sadece su vermekle ilgili olmadığını da öğrendim. Meğerse ananem gençliğinden bu yana birkaç çiçek bakmayı denemiş, bazı doğal yollardan kuruyanları bir köşeye atalım, hadi fazla sulanan ya da haftalarca sulanması unutulanları da doğal sayalım ama ananem konuyu bir üst boyuta taşımış: bir tanesini dedemin pantolonundaki lekeyi çıkaracağım diye gaz yağıyla silip, balkondaki çiçeğin tam üstüne asarak yani gaz yağıyla kurutmuş, ötekini kibritle oynayan haşarı komşu oğlunun sayesinde salonun perdeleriyle birlikte bildiğin alevle yakmış. Komşusunun "benim hatırıma ilgilenirsin" diye zorla hediye ettiği çiçeği, komşu tatilden dönerken gözüne güzel gözüksün diye duşa sokup yıkamış, balkona atmıi, gece boyu unutmuş, tabii Ankara'nın ayazında sabah çiçek donmuş.. Yani, ananem çiçek bakamıyormuş.. Ya da, çocuklarına, torunlarına bakmış ama çiçek bakamamış..
Ona hep kesilmiş çiçek götürürdük; nergis, sümbül, gül ve papatya.. Ve şimdi üzerinde rengarenk sardunyalar büyütüyor.. Yolun çiçek dolu olsun canım ananem.. Ruhun şad, mekanın cennet olsun.
Fotoğrafın aynısını geçen aylarda görmüştüm bir yazında. Ama sizsiz, boş bir manzara olarak. Hayatımızda değer verdiklerimizi kaybedince de böyle oluyor sanırım. Her şey aynı duruyor ama daha yalnız, daha boş :(
YanıtlaSilÇok güzel ifade etmişsin.. Ben de fotoğrafı yüklerken sanki manzara üzerine ananenle ben ayrıca photoshop'la ilave edilmişiz gibi hissetmiştim..
SilDilediği, dilediğin bütün güzellikleri verecek hayat! Toprakta ya da demet demet açılacak kapılar her sıkıştığında.. Aklından çıkmadığı gibi, 'aklın' olmaya devam edecek, yüreğinde var oldukça.. Gülümse, gülümse ki seni ve kızını gülümserken görsün hep..Unutma,gerçek özlemekler tek taraflı değildir.
YanıtlaSilUmarımcanım ortakarar..
Sil