İki durak arasında kalan, transit geçtiğimiz şehirler vardır ya.. Bazen bir uçağın rötarıyla, bazen uzun süren bir yolculukta zorunlu bir soluk alabilmek için durduğumuz. Aslında tam da o şehre gitmek aklımızın ucundan bile geçmemişken, birden kendimizi buluverdiğimiz bir yerde birden kendimizi bulmaktan bahsediyorum. Kendimizi bulmak. İki anlamıyla da. Rastgele bir yerde amaçsızca bulunduğumuz anda, birden o aydınlanma anı.. Daha önce adını bile duymadığımız ufacık bir kasabada; teker patlamışken, kar fırtınası yolları kapamışken, belki bir konukevinde, belki kapısı tanrı misafirlerine açık bir ailenin kurduğu yer yatağının soğuk ama konforlu yün yorganına sarmalanmışken. Olur ya, kendimizi buluvermek.
Ama bundan bahsetmiyorum. Belki sadece bundan bahsetmeliyim ama bugün değil.
Bugün, tüm haftasonu izlediğim ve bu hafta içi geceler boyunca izlemeye devam edeceğim bir belgeselden bahsetmek istiyorum. 24 saat Kudüs (24 Hours Jerusalem) belgeselinden. Bu haftasonu en sevdiğim - tek sevdiğim hatta - Alman belgesel / tartışma kanalı ARTE'de yayınlanan "24 saat Kudüs" belgeseli, beni ve milyonlarca ben gibi insanı TV karşısına kitledi. Cumartesi sabah 06.00'da başlayan yayın Pazar sabah 05.59'da sona erene dek, 24 saat boyunca Kudüs'te yaşayan çeşitli insanların yaşamlarından kesitler sundu. İlginç olan, mesela siz Cumartesi sabah 10.04'te TV karşısındayken, Kudüs'te de saat 10.04 oluyor ve o saniyede bir Kudüs'lünün evinde kahvaltı hazırlığını izliyorsunuz, ya da bir Arap mesela namaz için camiye gidiyor oluyor ya da bir Musevi çocuğunu okula hazırlıyor ya da bir Hıristiyan evinin önünü süpürüyor ya da bir Ermeni çoktan atölyesini açmış, kilden çömlek yapıyor. Eş zamanlı olarak izliyorsunuz. Çok güzel bir konsept bence. İzlediğim kadarıyla yansız bir belgeseldi, yani hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin, hem Hıristiyan, hem Müslüman, hem de Musevilerin gözünden Kudüs'te yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlatıyor ve bunu da gayet güzel yapıyordu. Ama İsrail'in Filistin'e ait bölgelere haksız yollardan yerleştiğine dair yanlı olmasa da bu işlemi normalmiş gibi gösterdiğini söyleyen bir kesim de var tabii, şuradan okuyabilirsiniz. Sıradan insanların sıradan yaşamları, biraz Life in a Day'e benziyor, oldukça sıradan ve o kadar ilginç bir belgesel. 6 Eylül 2012'de bir çok film ekibi tarafından çekilmiş, Grimme ödülüne layık görülmüş olan bu belgesel tam 24 saat sürüyor. Böyle olunca, ben yayının tamamını izleyemedim, ara sıra birkaç saat bakıp çıktım ve eksik kalan saatleri bu hafta içi geceleri internetten izleyerek tamamlamayı umuyorum.
Kudüs, benim için özel bir kent. Yaşamımın dönüm noktası Kudüs'e gitme kararım oldu diyebilirim. Yüksek lisansı tamamlamış, doktora öncesi biraz soluk almak istemiş ve 1 senemi elimde biriken tüm parayı harcayarak seyahat etmeye ayırmıştım. Hayatımın karışık, ne yola gideceğimi bilmediğim, aşktan ağzımın yandığı, mutsuz ve amaçsız bir dönemiydi. O sene bir çok ülkeyi gezdim, bazısını tek başıma, bazısını şimdi eşim olan adamla, bazısını çalışarak, okuyarak.. O 1 sene oldu 2-3 sene, para sandığımın aksine, o kadar hızlı bitmedi.. Sonra İstanbul'a döndüm ama mutlu olamadım, tekrar çıktım yurtdışına, okudum, evlendim, çocuklandım falan filan. Ama hepsinin başlangıcı Kudüs'e gitme kararım oldu. Benim için özel bu şehir.
Eşimle İsrail'de tanıştık ve Kudüs'te eski kentin o efsanevi çatılarından birinde birbirimize aşık olduğumuzu itiraf ettik. 10 senelik ilişkimizde bir çok defa gidip geldik Kudüs'e, her defası çok özel oldu. Nedense bu kent mıknatıs gibi çekiyor beni / bizi ve her bir köşesi, tüm o kültürlerin beşiği oluşu, insanlarının her birinin anlatacak bir hikayesi oluşu, her bir karışı duygu ve tarih yüklü oluşu ve çözülemeyen tüm o karmaşık politik ve sosyal düğümleri ile, Kudüs benim / bizim için dünyanın merkezi. Hala aklımız Kudüs'te, ara sıra gitsek yerleşsek dediğimiz oluyor. Günün birinde Kudüs'te eski kentte bir ev alıp oranın yerlisi olmayı istiyoruz, kısmetse..
Bu nedenle belgesel beni esir aldı, fırsat bulduğum her boşlukta Kudüs'üme koşuyorum. Tüm bir hafta da böyle geçecek sanırım, 24 saatlik bir belgeseli bu yoğunlukta anca 1 haftada bitirebilirim gibime geliyor. Eğer ilginizi çekiyorsa bu tip şehir belgeselleri, Kudüs'ü buradan izlemenizi tavsiye ederim. Berlin'in de 24 saatlik bir belgeseli var bu arada..
Hamiş: Yazıdaki fotoğraflar bana aittir ve izinsiz kullanımı ve paylaşımı kanunen suçtur.
Ceren'ciğim galiba şimdiye kadar en büyük keyifle okuduğum yazılarından biri. Belgeselin konseptine bittim. Seni hiç aklımda mutsuz canlandıramıyorum, ama mutsuzlukla başetme şekline de bittim. Arte benim de favori kanalımdır. Fransız-Alman ortak kanalı ya ordan biliyorum. Ama Lyon'dayken bizim televizyon çekmezdi. Hep içimde kalmıştır o yüzden. Neyse ki internetten belgeselleri izleniyor. Zaten beni yogaya özendiren belgesel de arte'ninkiydi.
YanıtlaSilGerçekten harika bir kanal, bizdeki İz Tv'yi de izliyor musun Küçük Joe?
SilAh Iz tv nin methini duydum ama digitürke abone olmak lazım. Ben uydudan alıyorum yayınları dolayısı ile mahrum kalıyorum.
SilNe güzel, Kudüs'ün sen ve eşin bu kadar anlamlı bir kent olması, hayatınızda önemli bir yer kaplaması... Hayatın işareti, bir simge, çekim merkezi olmuş. Bir gün ben de görmeyi çok istiyorum eşimle, umarım hayat denk getirir.
YanıtlaSilUmarım kısmet olur Verba, hakikaten çok farklı bir havası var Kudüs'ün, o kadar ülke gezdiğim halde, onca şehirde yaşadığım halde, nedense "ev" oraymış gibi geliyor bana.. Tuhaf.
SilMerhaba,
YanıtlaSilYazınızın bir kısmını Şalom Gazetesi'nin "Ağa Takılanlar" köşesinde misafir edebilir miyiz? Köşenin amacı , yazıların çarpıcı bir bölümünü Şalom okuyucularıyla paylaşıp, okuyucuyu hemen altında yer alan link ile sizin yazınızın tamamına ve sizin blogunuza yönlendirmektir. Belki normal koşullarda sizin blogunuza rastlamayacak olan Şalom okurunu sizin yazılarınızla tanıştırmaktır.
Ne dersiniz?
Selamlar...Izak Baron
http://salom.com.tr/newsdetails.asp?id=90725
Tabii, kaynak vererek paylaşabilirsiniz, hatta çok sevinirim.
Sil