Sıra ona gelince, şu dizeler de beraber geldi: “ ... Rüzgar kanatlı atlılar gibi geçti hayat”.*.
TDK’ya bakmam gerekti; salkım söğüt mü, salkımsöğüt mü diye. Doğrusu ilk hali ama ben yine Nazım’ın yazdığına güveneceğim. 76’dan sonraki plakalar gibi, inatla öğrenemediğim bir detay olarak kalsın, ne olacak ki?
Salkımsöğütler çocukluğumun ağaçları; çünkü çocukluğum onlarla, beyaz kuğular ve (hayır Sebastian, uzak bir ormandaki bir şatoda, kuğular ve Wagner ile büyütülmedim ben) parkla geçti (evet dostum, doğru, Aşağı Ayrancı’dır bana şekil veren). Edebiyattaki izinden habersiz büyürken, dalgalı (nedense ve mutlaka) kızıl saçlarını sulara vermiş bir kadın gibi gelirdi bu ağaçlar bana. (Fazla parantez açma huyum da, yine onlardan kalmadır, haklısın).
O yıllarda bu ağaca karşı hissettiğim bağlılığı (düpedüz korkardım yapraklarını döktüğünde, bir daha saçlarını suya veremeyecek sanarak), hüzünle birleştirmem ise; 1983 sonbaharına rastlar. Tam gününü sorma bana, ananemin “4 sene baktığı emanet”i artık ana baba (ve anaokulu)nun kollarına geri teslim ettiği o ezberleri bozan, yıkan, yakan gün işte. Ankara’dan Bursa’ya (farkında olmadan) göç ettiğim o gün, Eskişehir’in tozundan hemen önce verilen molada, altında büyülenerek durduğum o boyumun kaç katı salkımsöğütü unutamam. Saçlarının indiği bir su olmaksızın gördüğüm (ve belki de tam bu nedenle) beni hüngür hüngür ağlatan ve yol boyunca kendimi susturamadığım o diğer salkımsız (böyle bir kelime olmalı!) söğütler arasında tek başına, (başı dik değil ama) tüm heybetiyle duran o söğütü..
İlerleyen yıllarda, okul tatillerinde ananemin evine dönerken, otobüsle (ve sonra da benim ısrarlarıma babamın kendi kullandığı arabada da teslim olduğu gibi) hep onun önünde mola verildi (o yoldaki tek benzinlik ve bozkırdaki tek gölgelik olması mı dersin? Hayır, bence herkes aşıktı ona, benim kadar aşıktı herkes). Ve sonunda bir gün, o söğütlü benzinlik yıkıldı, yerine yenisi yapıldı ama söğütlere yer yoktu bu yeni benzinlikte. Ben de yoktum.
Ve yıllar (ve yollar) sonra bugün dahi, ne zaman bir salkımsöğüt ağacı görsem, hıçkıra hıçkıra ağlamak gelir içimden. Onun güzel (ve kıpkırmızı, nedense) saçlarını salması için su olsun diye mi, yoksa bilinmeze giden (ve yerini/ağacını o günden sonra hiç bulamamış) o küçük kız için mi ağladığımı bilmeden, sadece ağlamak gelir..
Hamiş: Bu ağacın İngilizce adı, weeping willow yani ağlayan (ağlatan da olabilir duruma göre) söğüt.
Photo: Francisco Delgado, Unsplash.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder