20 Ağustos 2010 Cuma

Kim Kimdir - Bölüm I

Bir süredir düşünüyordum bu diziyi yazmayı; şimdi bir Ege köyünde denize bakarak, saçlarımdan tuzlu sular akarak, cırcır böcekleri sesleri eşliğinde yazmak kısmetmiş. Avustralya'ya - evden uzak evime - dönüş yaklaştığı için ve Ege'nin havasının-suyunun neden olduğu rembetiko ayarında günler yaşadığım için de farz oldu. Hayatımın önemli kişileri ve kişilikleri üzerine isim vermeden yazılmış bir dizi bu; buyrun okuyun. 


Doğmamış olsa, doğmazdım; ilk kişimizin doğum günü bugün. İyi ki doğdun desem, bencillik mi olur :) İyi ki varsın diyelim. Saçları kestane rengi ve aslında buklelidir, ama o düz sever. Fön çektirmezse, saçları burcunun tüm özelliklerini gösteren aslan yelelerine benzer. Gözleri sürmelidir, bu da onun kendi annesinden gelmedir; eyeliner bile çekmese güzel durur. Tıp fakültesinde kaldığı yurtta geceleri ders çalışmaktan gözlük edinmiştir ve 40 senedir çeşitli modalara bağlı olarak değişen; kemik, tel, çerçevesiz onlarca gözlük; uyanır uyanmaz elini attığı, uyumadan önce bıraktığı en önemli eşyası olduktan sonra, 60 yaşında bir cesaret gözleri "çizdirmiş" ve gözlüksüz yaşama kavuşuvermiştir.

İnsanları, seyahat etmeyi, bulmaca çözmeyi, bardak bardak şekersiz çayı ve yumurtanın her şeklini sever. Haksızlığı, kıymet bilmezliği, etsiz yemekleri, tuzsuz salatayı ve yüzmeyi sevmez. Çocukken merakla içine bakarken tepetaklak düştüğü, su ve kül dolu çamaşır küpünün de bir etkisi olmuştur bu hoşnutsuzlukta. Yemek yapmayı bir sanata dönüştürür; ama tariflerini verirken en önemli detayları içtenlikle unutabilir. Duygulandığında burnu kızarır, sevindiğinde yanağında gamzesi çıkar, birşeyi anlatırken gururlanırsa elini bilekten sağa sola ampül takıyormuş gibi çevirir. Dinlemeyi en çok sevdiğim anısı; yaramazlığıyla ün saldığı çocukluk yıllarından: ev oturmasına gittiği komşu evinde tuvalete girip, orda bulduğu tüm sardunyaları kökünden çıkarıp yere atması ve ev sahibi "niye yaptın" diyince de "tutmuş mu baktım" demesidir. İlerde seçeceği mesleğin deneysellik, kontrol, koruma ve iyileştirme özelliklerini ve zor durumlar anında açığa çıkan kıvrak zeka ve hazır cevaplılığın izlerini taşıdığı için.. 

33 sene önce kendi gibi çay içmeyi ve gezmeyi seven bir adamla tanışmış, asistanlık yaptığı hastanenin koridorlarında. Biraz ağır kanlı, hiçbir yere gitmede acelesi olmayan bu adam, hemen birkaç ay içinde gönlünü kazanmış, bir yılı geçmeden artık "evli ve çocuklu" olmuşlar beraberce. 

Allah ayırmasın diyerek, aynı dizinin diğer ucuna koymak istedim bu kişinin hikayesini de. Sakin, sabırlı yapısı; tam yerinde söylenen içi anlam dolu söz ve hikayelerine, güldürürken-düşündüren mizah anlayışına ve çok yönlü bakış açısına bir ying-yang etkisi bırakır. Sivrisinekler tarafından tapılan, güneşte kızaran bir bedeni, son yıllarda kendisine çocukların "dedeeee" diye koşmasına neden olan ağarmış saçları, ilkokul yıllarımda patates baskısı gravürleri hazırlama ve böbrek taşlarını kırmada ustaca kullandığı parmakları vardır. En sevmediği şeyler; tek yönlü bakış açısı olan insanlar, yersiz övünmeler, gereksiz lafı uzatmalar, desteksiz atmalar ve patlıcanlı yemeklerdir. 


Yıldızlı gecelerde yıldız kümelerini ismen saymayı, denizde sırtüstü yatmayı, doğayı ve belgeselleri izlemeyi, kendi kendine bırakıldığı ender anlarda hayal alemine dalmayı ve içinden eşya aldığı dolap gözlerini kapatmamayı sever. Mangal yakma ve nohut yemeği konusunda ordinaryus profesörlüğe yükselmiş, ailenin gelecek nesillerini beslerken, kendine közde mısır yapma hayalleri kurduğu çok olmuştur. Çocukluğunun üzüm bağlarında ve leblebi diyarında geçen anıları arasında simitin nasıl yapıldığına şahit olup, tiksinip, bir daha ağzına koymak istememesi ve biz simit-severleri de sıklıkla uyarması en sevdiğim anı-huy'larından biri ve "uyaran ama farklı görüşlere de saygı duyan" kişiliğinin de göstergesidir..

2 yorum:

  1. Değerli Ceren;

    İkinci şahsın, o mübarek insanın bir huyu daha vardı...

    Tıp kitaplarıyla boğuşurken, bütün dikkatini kitaplarına vermiş okurken yanındaki radyo, masanın üzerindeki radyosu hiç kapanmazdı. Ben kendisini rahatsız etmemek için kapının aralığından baktığımda radyosu devamlı açık olurdu.

    Bir de çok güzel bisiklet sürerdi. Şimdiki bisikletlerden değildi o zamanki bisikletler. Kalınca tekerlekleri vardı U şekinde kaba didonları bulunurdu. İşte o mübarek insan bisikletle Samsun yolu Hasan Zahir mevkiinden Çorum'a pedal çevirmeden iniş yapardı...

    Bir defasında Ilıca bağında beni Elvan Ağanın atına bindirmişti, bir ata bindiğimi, bir atın dört nala koştuğunu, birde düştüğümü hatırlıyorum. Ama ne düşüştü...

    Aklımda kalanlardan bir tanesi de Sapanca'ya gelmesiydi. Kumbaz'daki askeri gazinoda tahta iskeleden göle atladığı hayal meyal aklımdadır.

    İyiki varsın ağabey, ellerinden hasretlerimle öperim. Gökhan...

    YanıtlaSil
  2. teşekkürler! okuyan arkadaşlar, bu anı-hatıralardan daha da çok bekliyorum :)

    YanıtlaSil