Soyut; Eylul 1996'dan beri tuttugum hatira defterim. Nilgun Marmara'nin "kirmizi kahverengi defter"ine ozenip aldigim, kocaman, sut gibi bembeyaz sayfalari olan, daha ilk sayfasina "simdi bu defterin son sayfasinda ne yazdigini merak ediyorum, keske sayfalari cevirip okuyabilsem" yazdigim defterim.. O son sayfayi dun aksam yazdim. Tam 16 sene sonra, artik o son sayfada ve daha onceki sayfalarda ne yazdigini biliyorum. Icindeki fotograflari ile, sevdigim, hayatimda bir donem yeri olmus insanlarin ani niyetine sakladigim ufak notlari ile. Bu insanlardan bazilari artik hayatimda ya da hayatta degilken bile.
Soyut'un sayfalari hayallerimle, uzuntulerimle, sevinclerim ve sonsuz uzunluktaki "yapacagim bunlari" listelerimle dolu. Bazi zamanlar birbirimizden uzaktayken, bulabildigim kagit parcalarina yazdigim ve sonra sayfalari arasina sikistirdigim "Soyut'a mektuplar" da var icinde. Bazi kucuk takvimler, sosyal ya da politik hayattan haberler, doviz kurlari ve hava durumu istatistikleri bile var. Benim icin cok degerli Soyut. Ucak yolculuklarinda el bagajimda, evimde bas kosede durur. Avustralya'da yangin alarmlari caldiginda alelacele - ve yalinayak - evden disariya kosarken bile koynumda olan iki esyamdan biridir Soyut (digeri tabii ki Herby). O derece degerlidir. Ve dun son sayfasina yazdim..
Soyut'a hoscakal derken; yepyeni bir Soyut'a merhaba diyecegimi de biliyorum. Yeni Soyut'u Ankara'da bir sahafta buldum. Onun da kar gibi, birinci kalite hamurdan sayfalari, deriden el isi dikisli bir kabi var. Onu gorur gormez, Soyut 2 oldugunu biliyordum. Ve onun da son sayfasinda ne yazdigini simdiden merak ediyorum. Zaman yavas yavas dolduracak sayfalarini. Aynen Soyut'ta oldugu gibi bazi sayfalari tekrar tekrar okuyup gulecegim, bazi sayfalarda Orhan Pamuk'un yasadigi tedirginligi yasayacak ve "Tuttugum hatira defterlerini tekrar gormek bile istemiyorum. Gecmiste yasadiklarim o kadar gulunc, basit ve cocukca geliyor ki; okumaya utaniyorum" diyecegim, bazi sayfalar ise oyle aci verecek ki, yazdigim gunden sonra asla yeniden okuyamayarak, hizla gecistirecegim. Cok kararsiz olacagim yine, donup dolasip ayni sacma sapanliklara kafami takacagim, sonucundan mutlu olmadigim olaylari dusunurken "Oyle mi olsaydi acaba, boyle yapsaydim ne olurdu" diyecegim. Sonra ertesi hafta gunes acacak, hersey gozume cok daha basit ve kolay gorunecek.
Cogu zaman dusuncelerimin hizina yetisemiyorum. Hayatim boyunca boyle oldu. Tum ani ofke patlamalarim, kirdigim tum insanlar bu huyumdan kaynaklanan sorunlarin kurbani oldular. Ote yandan, bu huyum ayni zamanda bircok insanin ilk fark ettigi ve "seni bunun icin seviyorum iste" dedigi bir kisisel ozelligim de oldu. Icimdekini tutamam ben, hemen soylerim. Bunun icin yalani dolani beceremem, kimseye yag cekemem ve kimse icin kisiligimi, etik degerlerimi ve inancimi degistiremem ben. Hem meziyet hem de kusur bu. Ama Soyut'la oyle degil. Ben yazarken yavas dusunebiliyorum, yazarken bazi anlarin farkina varabiliyorum. Kisaca; yazarken yasayabiliyorum. Ya da belki yazarak yasayabiliyorum? Okunmak ise hic istemedigim birsey, Soyut'un yeri hep gizlidir bu yuzden. Soyut'a baska bir gozun degmesini istemem. Baskalarinin gunluklerine de elim ya da gozum asla degmemistir hayatta, kisilerin ozeline saygim vardir cunku. Blog farkli tabii, yazarsin, okurlar, begenirler, yorum yaparlar, sen de okursun, begenirsin, yorum yaparsin. Blog sosyal bir ortam, buraya yazdiklarim da ozel seyler degil ve okunmasi, begenilmesi hosuma gidiyor. Benim gibi dusunen insanlar oldugunu bilmek, beni mutlu ediyor. O nedenle ismim, cismim acikta. Bazen icim cok dolup tasinca bu aciklik hic hosuma gitmiyor, o ayri tabii.. O zaman Soyut var iste.
16 senelik Soyut'a yazdigim son satirlarim sunlar oldu: "Yasayacagim o zaman. Tum duyularim sonuna dek acik, hayati tum getirdikleriyle ve tum siddetiyle yasayacagim. Ve yazacagim sana. Cunku soz ucar, yazi kalir. O zaman; hem bir hoscakal bu, hem de yepyeni bir merhaba!"..
Sözel yerine yazınsal biri olsam da, defter tutamıyorum. Çok imrendim.
YanıtlaSilBlogların herkese açık olması ve kısıtlı olması tam bir bela.
Değerli Ceren;
YanıtlaSilİyisiyle, kötüsüyle yaşadığımız hayat bize ait. Okusak da, okumasak da, baksak da bakmasak da.
Geçmişteki 16 yılımın çoğunu birileri hatırlatmasa hatırlamıyorum.
Keşke sizin gibi bir defter tutsaymışım...
Bence sen guzel deri bir defteri tutarsin Jardzy :) Defter daha karsina cikmamis olabilir, o yazindaki lifebook da hosuma gitti ama kocaman, nereye sigar o...
YanıtlaSilCagatay abi, ben esime evlenirken hediye olarak bir defter hazirladim, bizim hikayemizi anlattim, evlilik oncesindeki hazirliklari, basimizdan gecenleri ve hissettiklerimi yazdim. Evlendigimiz gun de hediye ettim ve dedim ki, ben ileride yaslanip bunarsam, bu defteri ac ve bana oku arada.. :)) Oldukca sevinmisti aldiginda bu hediyeyi..
Cerenmus, ben defter tutmayı çok severim. Eşimle birbirimize yazdığımız mektuplardan oluşan defterlerimiz var; yaş ilerledikçe onların da çoğalmasını umuyoruz :) Ben de yıldönümümüzde, tanışmamızdan evliliğimize kadar bizim hikayemizi anlatan özel bir dergi hazırlamıştım eşime; çok mutlu olmuştu. Yazılanlara bakıp hatırlamak, güzel şey...
YanıtlaSilkesinlikle.. bir de geriye donup bakinca ne kadar büyüdügünü falan görüyorsun, o da güzel.
YanıtlaSilCERENMUS Kardeşim;
YanıtlaSilDünyanın en güzel hediyesini vermişsiniz eşinize. Kalbinizi çıkartıp verseydiniz bu kadar olmazdı.
Elbette hepimiz bir gün yaşlanıp Azrail'in gelmesini bekleyeceğiz. O anda o hatıraları yaşamak için Azrail Efendi 5 dakika müsaade etse ne güzel olurdu.
CERENMUS,
YanıtlaSilŞu yorum yazarken eğri-büğrü harfleri okuyamayacak kadar yaşlandım. Bir de kapı numarası gibi sayısallar çıkıyor çok zorlanıyorum ;)
ben de hic sevmiyorum o "robot olmadiginizi kanitlayin" kelime ve rakamlarini ama nasil iptal edilecegini de bilmiyorum..
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil