Her kentte vardır; yaşadığımız kentin inceliklerini öğrenip, onu evimiz olarak görmeye başladığımızda, günlük yaşamının içinde rastlayıp kanıksadığımız, kentin dokusuyla bir bütün oluşturmuş, şahsen tanımasak da önümüze çıkıverdiklerinde kendimizi tanış hissettiğimiz, hani birden yok olsalar kentimizi (kendimizi?) eksik bulacağımız insanlar. Hani mesela 10 senedir her gün o köşe başında duran simitçi, kentin en işlek caddesinde 40 senedir balık satan o adam.. Daha özel örnek derseniz; İstanbul'da İstiklal'de söylevler haykırarak yürüyen o şizofren genç, Bursa'da Heykel'de ellerine geçirdiği ayakkabılarla emekleyerek dolaşan felçli adam, Ankara'da Amerikan Konsolosluğu önünde yaz kış dolanan sivil polis kız vs. Aslında belki de kendi hallerinde yaşayıp giden, ancak kentte bir şekilde dikkatimizi çekip gözümüzün alıştığı, artık kentten ayıramadığımız insanlar.
Münih'te de kentle özdeşleşmiş, "sıradan" şahsiyetlerden birkaç tane var tabii. Bunlardan ilki; benim üniversitemin ana kapısının metro çıkışına kurduğu mavi beyaz naylondan seyyar sebze-meyve dükkanının sahibi Bavyeralı Didi. Bu adamcağız sattığı meyvelerinden çok, hiçbir eğitimi olmamasına rağmen yaptığı tutarlı hava tahminleri ile ünlü ve yan iş olarak yerel bir TV kanalında hava durumunu sunuyor. Masmavi bir yaz akşamı tutup "yarın yağmur var, sel geliyor" derse, ertesi sabah tek bir bulut olmasa dahi, hiçbir Münih'li şemsiyesiz dışarı çıkmıyor. O derece iddialı.
İkinci şahsiyet; Münih'in ana metro istasyonu Marienplatz'da yaşayan, yüzü kırmızı yaralarla kaplı, kokusunu 10 metre öteden duyabileceğiniz, elindeki onlarca poşetle iki büklüm halde dolaşıp duran evsiz kadın. Bu kadını da neredeyse her gün aynı istasyonda görüyorum ve her konuda bir yasa ya da kural olan Almanya'da, akıl ve beden sağlığı bozuk olduğu bariz bu kadına nasıl olup da hiçbir yardım kurumunun sahip çıkmadığını anlayamıyorum. Hoş, bazı evsizlerde ileri derecede kapalı alan korkusu olur ve götürüldükleri merkezlerde kalmaktansa, donma tehlikesine rağmen dışarıda yatmayı tercih ederler.. Yine de bu kadına, kokusuna, pisliğine ve çaresizliğine alışmış olmak utandırıyor ve üzüyor beni.
Bir diğer şahsiyetler - ki bunlar iki kişi olup asla birbirlerinden ayrı görüldükleri olmamıştır - kentin genç, özgürlükçü ve hip merkezi Schwarbing'de yaşayan, bellerine kadar uzun sarı saçları ve tek tüy olmayan göğüslerini gururla ifşa eden siyah file tshirt ile caddelerde el ele turlayan gay çift. Bunlara da cuma geceleri happy hour öncesi rastlamanız garanti olup, gözünüzü dikip dik dik bakmanız halinde size öpücük göndermeleri kaçınılmazdır.
Günümüz Münih'inden, kanıksadığımız insan manzaraları bunlar. Onlarsız Münih, Münih olmaz ki.. Bir de geriye kalan %95'lik kısım var - ki bunların ilk bölümü %80'i Y kuşağını da içine alan hipster gençlik. Yandaki resimde en tipik aksesuarları ve olmazsa olmazlarının bir örneğini görebileceğiniz bu arkadaşlara her köşe başında, her kahverengi Mini Cooper'ın içinde, her ev partisinde rastlamak normal de; artık o kadar sıradan hale geldiler ve o kadar bir örnek oldular ki, bireyleri topluluklardan ayırabilmek, (benim için zaten normal şartlarda zor olan) isim-yüz ilişkisini kurabilmek, kendilerini nasıl hala "farklı" addedebildiklerini anlayabilmek imkansız hale gelmeye başladı.
Yavaş yavaş baharın gelmesiyle birlikte, kış aylarını palto ve kalın kazaklara bürünerek sonsuz bir sıkıntı içinde geçirmiş olan hipsterlerimiz de yavaş yavaş açılmaya, kıçlarının çatalını en belirgin şekillerde gözümüze sokmaya başladılar. Ben bu kıç çatalı gösterme olayını kat-i surette anlayamıyor ve maruz bırakıldığım her yeni kıç çatalıyla birlikte biraz daha içime kapanıyor, biraz daha hayatı sorgular hale geliyordum. Lakin şu yanda sizinle paylaştığım açıklamayı okuyunca, herşey beyaz bir ışık kümesiyle sarmalanarak anlam kazandı ve artık kıç çatallarına çok farklı bir gözle bakar, durumu X (bu ben oluyorum) ve Y kuşakları arasındaki çatışmaya bağlar ve "gençlik işte pey pey pey" der geçer oldum. Başka türlü insan akıl sağlığını koruyamıyor çünkü. Sonunda "evladım belini ört belini, üşüteceksin böbrekleri" diyen anne ve ananeme benzemekten korkuyorum, a dostlar..
Elimi sallasam 5-10 hipstere çarpar bu kentte ama genel güruhun tamamı öyle değil. Bir de geleneksel Dirndl ve Lederhosen kıyafetleri içinde bira bahçelerini şenlendiren klasik Bavyera ahalisi var - ki bunlar da Münih'te yaşayan %95 sıradan insan nüfusunun rahat bir %15'ini oluşturuyor. İnanınız insanlar bu şekilde sokakta geziyor, günlük işlerini yapıyor, 1 senedir burda yaşadığımı ve hala bir Dirndl sahibi olmadığımı duyunca sinir krizleri ve şaşkınlık nöbetleri geçiriyorlar. Aslında evet, beni ziyarete gelen aile ve arkadaşları havaalanında geleneksel kıyafetler içinde karşılamak ve şok üstüne şok yaşatmak var ama bu kıyafetler 250-300 euro'dan başladığı için, itiraf edeyim öğrenci halimle henüz tam bir Bavyeralı olamıyor, bunu entegrasyon sürecimin bir sonraki aşamasına havale ediyorum.
Ve son olarak; sıradan halkın kıç çatalı ya da gerdan tümseği göstermeye pek hevesi olmayan, geriye kalan %5'i.. Bu insancıklar bir zamanlar "akıllı, uslu, edepli, iyi aile kızı, doktor mühendis çıktı evladım" diye tabir edilen, aslında son derece sıradan, bayık, içimizi daraltan, normalliği anormal bir hal alan, sen-ben-biz gibi insanlar işte. Bu güruhun moda anlayışı uyumlu renkler, göze batmayan rahat ve kullanışlı elbiseler, hadi hadi kafaya bir Audrey şapkası, ele bir bileklik, modadan çok hava şartlarından korunmak için edinilmiş bir güneş gözlüğü. Bunların erkekleri çok güzel yemek yapar, kadınları da herşeyi fazla okumuş, fazla araştırmış, fazla gözlemlemiş olup, tutar bu fenomeni kendine blog post'u yapar. Tamamı kendini herkesten farklı görüp, hiçbir sınıfa koyamadığı için, narsistik kişilik bozukluğu sınırında gelip gider.
İnsanları neden kategorilere ayırma ihtiyacı içindeyim bilmiyorum ama sanırım bu benim dünyayı anlamama ve bu tuhaf haliyle kabul edebilmeme yardımcı oluyor..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder