30 Ekim 2025 Perşembe

Ekim Raporu

Vay be... Ne aydı, in çık in çık. 

Tatil dönüşü, okullar açıldığında, güneş altında topladığım D vitamininin doping etkisiyle "onu da yaparım, bunu da yaparım, hallederiiiiiiz" bir ruh hali içine girmiştim. Güneş altında ne bedensel ağrılarım kalmıştı, ne düşük enerjim, ne güvensizliklerim ve sanmıştım ki artık bu hep böyle olacak, dersimizi öğrendik, kurtardık...

Elbette hayat demek; sisifos gibi sürekli bir döngü içinde, düşüp kalkmak, düşüp kalkmak demek. Bir dersi öğrendim sandığın her an, yeni bir dersle sınanmak demek.

Ufaklığın içinden geçtiği süreçler vurdu ilk. Ufaklık 3. sınıfta ve çok zorlanıyor çünkü bilişsel gelişim süreçlerindeki birşeyler "normal" gitmiyor.. Ve daha zor olanı, o, tüm bunların fazlasıyla farkında ve çok mutsuz.. Bir anne ve bir psikolog olarak ona nasıl yardım edebileceğimi gayet iyi "biliyorum" ama terzi ve söküğü misali, "uygulayamıyorum" çünkü ben de gereğinden fazla endişeliyim, olasılıklar denizinde boğuluyorum ve bu süreçte çok çok çok desteksiz hissediyorum. 

Bu ay, destek aramakla geçti açıkcası.. Hem ona, hem kendime, hem de bu durumdan tüm aile etkilendiği için, tüm aileye.. El yordamıyla.. Karanlıkta..

Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi, perimenopoz çıktı sahneye. Bir ay içinde, on gün arayla iki defa ve çok ağır regl olmak, beni çok güçsüz düşürdü.. Fiziksel anlamda çok zorlandığım, psikolojik anlamda daha da zorlandığım, üstelik bir de bu nedenle, yani bu kadar güçsüz olmaktan ve sürekli destek ihtiyacı duymaktan ötürü kendimi aşırı suçlu hissettiğim, "yahu millet nelerle uğraşıyor da kaya kadar sağlam, ben ne şımarığım bir toz ile yerle bir oluyorum" diye diye, kendime "elalemle karşılaştırmalı edebiyat" tokadı atıp durduğum bir ay oldu... Daha bir süre de devam edecek bu haller sanırım, çünkü 1). Perimenopoz ortalama 7 sene sürüyor 2). Oğlumun durumu henüz tanı koyma sürecinde, nedir ne değildir bilmiyoruz ve sistem o kadar yavaş işliyor ki....... 3). Farkında olmak, çözmeye yetmiyor.

Çoğu geceler saat 03.00'da uyanıyorum. Çünkü 1). Cortisol hormonum tam o saatlerde zirve yapıyor 2). gecenin o saati hakikaten en sinir bozucu, herşeyin en karanlık ve kötümser göründüğü saat. O saatte uyanınca, bazen kulaklıklarımı takıp birbirinden sıkıcı hikayelerle geri uyumaya - en azından endişelenip durmak yerine, hikayelere odaklanmaya - çalışıyorum. Bazen işe yarıyor, bazense endişelerim o kadar alıp başını gidiyor ki, en sonunda ben bile "C., yuh artık ya, o kadar da değil" noktasına varıyorum. Zaten o sırada da saat 5 falan olmuş oluyor, biraz rahatlar dalar gibi oluyorum ki, kızım uyanıyor.... Sonrası zaten koşturmaca. 

Yeniden totom oturak gördüğünde saat genelde 20.00 oluyor! Yani düşün 14 saat koşturuyorum, cortisol fırlamasın da ne yapsın?!

Hayatı "düşünmeme gerek kalmayacak şekilde" aşırı derecede yoğun doldurdum. Kendime neredeyse her gün spor programı yazdım, çocukların haftanın iki, üç günü sporu, geri kalan günlerde de müziği, sanat aktiviteleri, sosyal programları var. Köpek çılgınlar gibi günde 2 saate yakın yürüyor, tavşanlara elişi oyuncaklar üretiyorum ki "düşünmeyeyim". Çünkü düşünmeye bir başladım mı, sonu gelmiyor. En karanlık senaryolarla, en olmayacak noktalara varıyorum....

Yani; yoğun stresli bir aydı Ekim. Ve birkaç ay daha bu şekilde gidecek, en iyi ihtimalle, en kötü ihtimalle, anneliği daha yeni idrak ettim ve artık hayat boyu böyle hissedeceğim belki de..... Bilmiyorum....

Ama. Bu ay bazı şeyler de iyi geldi bana....

Misal; bu post içine serpiştirdiğim fotoğraflarla, soMbahar, bu sene muhteşemdi... Geçen sene yağış çok olduğu için, böyle bir renk şöleni yaşayamamıştık. Bu sene sündüre sündüre tadını çıkarttım.. Çok yürüdüm, yürürken düşünmemek için, çok fazla sesli kitap, klasik müzik konserleri dinledim. Podcast hâlâ dinleyemiyorum maalesef...

Sonra, meditasyon. Bir gruba dahil oldum, yoksa 10 dakikadan fazla odaklanamıyordum kendi başıma. Şu an grupla birlikte 45 dakika meditasyona oturabiliyorum ve gerçekten gün içinde bir "nefes" oluyor bana.

Sonra fizyoterapi.... Tanrım! Kadının parmakları sanki sihirli! Sol alt bel bölgemdeki ağrının, nasıl sağ ilioposal tendinitten kaynaklandığını hâlâ anlayamadıysam da, kadın öyle noktalara baskı uygulayıp beni inim inim inletiyor ki, vay dostlar! "Ah Frau C., rahatlamanız lazım biraz, boğum boğum kaskatı olmuş bu tendonlar..." diyip bastırıyor o tatlı, sakin, sıcak ve yumuşak sesiyle.... Öyle iyi geliyor ki.... Ben ki bedensel temastan hakikaten hoşlanmayan biriyimdir, her hafta fizyoterapiyi iple çeker haldeyim..

Sonra, eğitimim.. Ekim başında başladığım ve 2 sene sürecek eğitimin aslında bana mesleki bir getirisi olacaktı ama daha ilk haftadan, tamamen bencil bir amaca hizmet etmeye başladı, eğitimi eğitim gibi değil, kendim için bir terapi programı gibi algılıyorum şu an. Yanısıra felsefe eğitimiyle de birleşince (biliyor musun eskiden psikoloji bilimi yokken, insanlar terapiste değil filozoflara giderlermiş, sorunlarını onlarla tartışarak iyileşmeye çalışırlarmış!) muhteşem bir deneyim oldu benim için. Bir sonraki noktaya da taşıyıp, konuları psikanalize götürüyorum ve analistimle de konunun kendi hayatım üzerindeki yansımalarını uzun uzun tartışıyorum. Bunlar iyi geliyor...

Eşimle gittiğimiz aile terapisi iyi geliyor. Kızımla yaptığımız "anne - kız günleri" iyi geliyor. Havhavcanla uzun yürüyüşler iyi geliyor. Okumak çok iyi geliyor. Özellikle Irvin Yalom, çok çok iyi geliyor. 

Ekim bu şekilde geçti açıkcası. Yüksek cortisol, baskın östrojen, düşük progesteron, düşük hemoglobin, sınırda demir, d vitamini ve b12 vitamini ile ancak bu kadar olabildi.. Çok deniyorum sevgili blog, gerçekten suyun üzerinde kalmak için, çok deniyorum......

İşte bir de sürekli duyduğum yetememezlik hissinin, daha iyisini yapabilecek kapasitem varmış da ben başaramıyormuşum hissinin nedenlerini bulup da iyileştirebilsem........ Olduğum halimle yeterliyim, güvendeyim diyebilsem...... Bu neden bu kadar zor?

Haydi bakalım. Kasım; iç ferahlığı ve iyi sağlıkla gel ve geç; kalbi temiz, niyeti temiz hepimiz için..

1 Ekim 2025 Çarşamba

Dengemi bulmak için 1 Ay..

Hoş geldin Ekim, hoş geldin Sonbahar..

Bir şey deneyelim mi seninle bu ay? İç ve dış dengemizi yeniden bulmayı.... çünkü ben bu sıra çok fena sallantılardayım ve eminim benim gibi birçok insan da bu bahar dönemlerinde dengesini yitiriyor, sallanıyor, tökezliyor.. 

Dün gece misal; gecenin 3'ünde bam bam bam kalp çarpıntısıyla uyandım çünkü saniyeler önce rüyamda bir dağa tırmanıyordum ve nereden çıktığını bilmediğim, hayatım boyunca da görmediğim, tanımadığım bir adam geldi ve beni bir itti, sol yanım hep uçurum... Düşerken, bam bam bam, uyandım. 

Sakinleşmem de baya zaman aldı. Önce danışanlarıma uyguladığım tüm teknikleri tek tek uyguladım - hiçbiri işe yaramadı (hayatımda ilk defa böyle bir şey oldu, birinden biri mutlaka işe yarardı halbuki!) sonra rehberli meditasyon yapmaya çalıştım, yok, mümkün değil 3 saniyeden fazla konsantre olamıyorum. Sesli kitabım? I-ıh. Kalk az dolan, köpeği ve tavşanları sev, ı-ıh, hepsi uyuyor zaten kıyamadım... 

Bir başka teknik; sevdiğin birine telefon et ama saat 3'te yapılacak iş değil. Hoş gündüz de yapamıyorum ben bunu; gerçekten dertliysem "ne diye insanları gereyim" diye düşünen, içine kapanan bir yapım var. 

Peki. Yürüyüşe çık? Her zaman işe yarar uzuuun bir yürüyüş. Aslında son yıllarda - hele pandemi döneminde - ne çok çıkardım gecenin üçünde dördünde yürüyüşe, nehir kıyısına iner, simsiyah suyu izleyerek rahatlardım ama bugünlerde parmağım yüzünden terlikle gece gece nehir kıyıları gözüme tekin görünmedi.. E ne yapacağım şimdi ben?

Hiç. Öyle bekledim sabahı. Anksiyeteme teslim olmuş, kafamda binbir felaket senaryoları döner vaziyette. Bir noktada eşim uyandı, sağolsun bana sarıldı, çocuklar uyandı, sağolsun onlar da birer posta sabah kucaklaşması yaptılar, sonra zaten günün koşturması başladı, anksiyetenin sesi kesildi. Ama tam da geçmedi o ağır his..

Çocuklar okula gidince, Havhavcan'ı 1 saat gezdirdikten ve eve geri girer girmez de sıcacık uzuuuun bir duş aldıktan sonra azaldı.. O beyaz sabun kokusu yok mu! Gecenin 3'ünde korkunç görünen dertler, sis bulutu gibi inceldi, yavaş yavaş dağılayazdı... Hâlâ ordalar tabii, geceyi beklemekteler ama gün ışığı altında herşey daha "kolay, başarılabilir" geliyor insana....

Sonra komşum bir dal üzüm getirdi bahçesinden. Hayat inceliklerle güzel..... Ben de bizim minicik ağaçtaki 200'e yakın kıpkırmızı elmayı napıcam napıcam derken, al işte, "paylaşım" kelimesinin anlamını unuttuk. Fotoğrafını çekip bloğa koymak sanıyoruz :)) Doldurdum bir torbaya, kapı kapı dağıttım.. İşte bu ya, birinden üzüm gelir, sen birine elma verirsin, "hasat için şükür günleri" deniyor Almanca'da bu günlere, işte tam da bu nedenle......

Tüm bunları neden yazdım biliyor musun...? Göründüğü gibi değil hiçbir şey. Nasıl dişçilerin dişi çürüyebiliyorsa, "ilişki terapistleri" boşanabiliyorsa (hem de gayet ciddi oranlarda boşanıyorlarsa), biz anksiyeteciler de anksiyeteli olabiliyoruz :) İnsanız... Bazen tüm teknikleri de bilsen, uygulasan da, olmuyor işte.... Bazen geçmiyor. 

Belki bu dönemi kabul etmek lazım. Çünkü anksiyete bir sorun ama anksiyeteye karşı anksiyete duymak bambaşka bir sorun. Eyvah geliyor, eyvah geldi, eyvah gitmiyor... Ya gitmiyor işte ne yapayım? Bazen de gitmiyor, bazen de çözemiyoruz sorunları, iyileştiremiyoruz.. Her sorunun bir çözümü yoktur bazen.....

Böyle işte. Bugün de böyle.. Ters terapi :))

Lakin iyi geldi mi, geldi.

Bu ayı biraz dengemi bulmaya ayırmak istiyorum. Aslında sabah seninle de yaparız belki birlikte diye bir sürü öneri yazmıştım ama daha yolladıktan 1dk sonra bana bile saçma geldi hepsi. O nedenle, herkes bildiği gibi "sağaltsın" kendini. Sen yürü, ben gecenin üçünde yorganımı kemireyim, öteki kalksın sağlıklı beslenip spor yapsın, beriki şükür listeleri falan hazırlasın günlük yazsın. Kime ne iyi geliyorsa, herkes onu yapsın..... Kimse de kimseye hiçbir şey önermesin, zaten internet öneri kaynıyor, binlerce "herbokubilenolog" kaynıyor, isteyen açar onları okur.

Ben kabak oyucam içine de mum koyucam :)) 

Bir de şu alttaki bina girişini bu şekilde çiçeklerle donatmak için nasıl bir mental performans gerektiğini düşünüp durucam gecenin 3'lerinde uykum kaçtıkça.. Ne bileyim bu kadarı da normal gelmiyor bana.... Ama güzel tabii, "irkilten güzellik" bu olsa gerek.

Haydi kal sağlıkla, huzurla..