22 Temmuz 2024 Pazartesi

Başarılı çocuğun dramı

Haftasonu çooook tatlı bir yatılı misafirimiz vardı. Eşimin Berlin’de yaşayan kuzeninin 24 yaşındaki oğlu J. Beyefendi bizdeydi. 

J.’yi ben ilk tanıdığımda 12 yaşında tatlı ötesi bir çocuktu. Geçen bunca yılda büyüdü, şahane bir beyefendi oldu.. Hani Bahar dizisindeki oğlan var ya Uras, onun bir kat daha ilerisini düşün. Aşırı saygılı, düşünceli, nazik, kibar ama aynı zamanda da aşırı akıllı (bu sene hukuk fakültesini bitirdi ve baro sınavında %3e girmiş yani ister akademide ister hakimlik eğitiminde ister noterlikte nerde isterse orada devam edebilecek ki Almanya için bunlar 24 yaşında çok çok üstün başarılar). O ise dünya meselelerine duyarlı; Türkiye’de de bir dönem okuyup, Kavala davasına giren avukatlarla staj falan yaptı, politik bir duyarlılığı da var ve kesinlikle geleceğin liderlerinden olmayı istiyor. Bu devirde böyle duyarlı ve ilgili gençlere ben bayılıyorum!!! Bir de yakışıklı ki yavrum, bukle bukle sarı saçlar, çekik ela gözler, boybos. Yani çocuk üstün insan gibi birşey yahu :))) Üstelik aşırı nazik, sevecen, hümanist..


J. fakat aynı zamanda bana şunu gösterdi: Başarılı çocuğun dramı diye bir şey maalesef var. Eşim çocuklarla uyku hazırlığı yaparken bir gece J. ile bahçede oturup uzun uzun konuştuk ve belki ılık Temmuz gecesinden, belki mesleğimden, belki artık dolup taşmaktan ötürü, çocuk açılıverdi bana.. 

Yavrum 12 yaşından beri her alanda başarılı bir çocuk. Ve dedi ki; ''benim hata yapma, haytalık yapma şansım hiç olmadı. Üzerimde hep bir “mükemmellik” yaftası var ve bu çok ağır geliyor bana. Türkiye’yi özlüyorum çünkü orada herşey yanlış, eksik, düzensiz ve sen orada hata yaptığında göze batmıyor, insanlar rahat ve umursamaz.. Burada ise beklentiler çok yüksek ve herşey çok kurallı. Hata yapma özgürlüğüm yok benim..'' 

Ah yavrum benim yahu…… Anlattığın kişi de 45 yaşında bu duygularla mücadelede. Ama tuhaftır, çocuğa en doğru kelimeleri seçebiliyorum :)) Kendime de böyle şefkatli olabilsem keşke yahu. Dedim ki: ''Cağnım J, sittiret. Ne istiyorsun hayattan; o kadar kısa ki hayat denen azap, canın ne istiyorsa onu yap. Zaten sen ben gibilerin canı asla başkalarının ızdırabına yönelik isteklerde bulunamaz, neden korkuyorsun ki, kafana göre yaşa gitsin… Bak ben geldim 45ime yaşayabiliyor muyum avare, ancak gençliğimdeki o özgür güzel hayta günlerin anısıyla ayakta kalabiliyorum, ancak o günler gelecek için umut oluyor bana. Onlar da olmasaydı ne yapardım ha sevgili J. Fırsatın varken, biriktir bunları, ileride ihtiyacın olacak....'' 


Bir yanım da idealist tabii; çocuğun potansiyeli çok yüksek dünyayı değiştirme konusunda, bir de benim ipimle avareliğe vurup bu potansiyeli mahvetmesi sözkonusuysa endişesi de var tabii. Ama onun da böyle fırtırık bi “yenge”ye ihtiyacı vardı bence. Bir ağladı o dağ gibi çocuk, bir boşaldı yavrum….. Lan dünyalılar, ne yapıyorsunuz siz bu çocuklara bu gençlere? (Bu ortayaşlı fıttırık yengelere de tabii). Çok ağır yahu beklentiler ve üzerimizdeki etiketler. Çok ağır.. zeka ve yetenek arttıkça dram artıyor.

Sait Faik okuyorum elbette bu hengamede… Yürü ya kulum; hümanizmden gir, dünyanın ruhundan çık, kısacık anlardaki huzuru, sıradan insanların hikayelerindeki bilgeliği yakala falan bu sıra üstüme üstüme geliyor. Açığım, gelsin de…. Bu sıra insanlara bir başka dokunduğumu hissediyorum, onların da bana; iyi geliyorum, iyi geliyorlar, mutlu oluyorum.


Velhasıl J. Beyi gezdirdik, yedirdik, içirdik, derin derin bahçe sohbetleri ettik, cts gecesi partilemekten sabaha karşı 5.15’te eve döndü ve sabah 7-15’te oğlum L’nin üzerine atlamasıyla uyandırıldı falan derken perişan ettik ve Berlin’e hızlı trenle yolladık. Vardığında demiş ki: muhteşem bir haftasonuydu, siz muhteşem insanlarsınız, teşekkür ederim…. Yavrum ya, biraz konuşmak, iç dökmek, anlaşılmak, nasıl iyi geliyor hepimize…… 

Onun sayesinde Perşembe günü yaşananları ve kışın yaşadığımız taatüütataaa ambulans maceramızdan sonra bir de viyuv viyıv polis maceramız oluşu gerçeğini unuttum gitti, anlatmıycam burada da, çok korkutucuydu çünkü.. Bir daha olmasın, amin. İnsan insana iyi geliyor; bu kesin!


Fotiler: J. Beyefendinin çiçekleri, bahçenin böğürtlenleri, bir salkım üzüm, bahçenin bu hafta açan morları ve buz gibi Würm’e sokulan sıcaktan şişmiş ayaklar.. 

19 Temmuz 2024 Cuma

17.7: Bir anlık aydınlanma

Hafta başında üzücü bir olay yaşadım; minik bir kuş saksağanların saldırısına uğradı ve ellerimde can verdi. Akâbinde tabii ben hemen kendimi suçladım; acaba hiç karışmasa mıydım doğanın işine, ellerimde ölmek belki onun için kuşların saldırısından bile korkutucu oldu diye.. Fakat vicdanım da saksağanların gagalayarak öldürmesini izlemeye izin veremezdi… Hemen elime alıp yaralarına bakmaya, kanamayı durdurmaya çalışmak içgüdüydü.. Uzun süre doğru mu yanlış mı diye düşündüm durdum… ve tabii neden sürekli beni bulduğunu bu tip durumların.. 

Bir ders vardı, fakat anlamıyordum, anlayana dek tekrarlanacaktı, istemiyordum..

Sonra dün akşam birden bir aydınlanma yaşadım. Öğrenmem gereken şey, birden apaçık göründü gözüme.

Kuşcuk ellerimde son nefesleri için çırpınırken ve ben de onun ölmek üzere olduğunu düşünmeksizin ve kabul etmeksizin, hâlâ onu nasıl iyileştirebilirim, onarabilirim diye çırpınırken, bir an için şöyle bir şey yaşandı: Kuş minicik ayağının parmaklarıyla, sol elimin küçük parmağına sıkı sıkı sarıldı….

O an bunun üzerinde durmadım hattâ kanamaya daha iyi müdahale edebilmek için şefkatle çözdüm parmaklarını ve onu yan yatırdım.. Fakat şimdi anlıyorum ki, o bana “lütfen sakin ol ve ölüyor olduğumu kabul et, son anlarımda sadece yanımda ol” demeye çalışıyordu. Benim bu deneyimden ve doğrusu bu ya, birçok benzer deneyimden almam gereken ders sanırım bu: herşeyi onarmaya, iyileştirmeye, herkesi kurtarmaya, düzeltmeye çalışmaktan vazgeç. Kaderin önüne geçemezsin ve onu değiştiremezsin. Bu tip durumlarda kendini asla övmediğin gibi (bak bu doğru), kendini suçlamamalısın da..

Daha sakin ve şefkatle yaklaşabilmeliyim ölüme. Onu bir felaket ve son olarak görmek yerine, bir değişim, başka bir forma geçiş olarak görebilmeliyim. Bedenin de ruhun da değişimi; bedenin yeni varlıkları beslemesi ve dönüşmesi, ruhunsa bilmediğimiz bir boyuta geçmesi olarak..

Cennet cehenneme inanmıyorum, ki zaten İslam dininde bile, imanın şartları arasında değildir dikkat edersen. Fakat öldükten sonra bizi yaratan Tanrıya döneceğimize, onun enerji boyutu içine geri katılacağımıza inanıyorum. Ve bu düşüncemi destekleyen bir çok ayet de var tüm kitaplarda. Dünya yaşamını bir eğitim, ruhu olgunlaştırma ve Tanrıya yakınlaştırma olarak düşünüyorum fakat bu eğitimin sonunda ödül / ceza olan bir sınav olduğuna da inanmıyorum. İnandığım, her insanın kendi kapasitesinde hayattan bir şeyler “fark etmesi”, “alması” ve dünya hayatı deneyiminin ruhun sonsuz yolculuğunda sadece bir dönem olması.. 

Bomboş gelip bomboş gidenler de var, dolu gelip zamanla boşalıp gidenler de, boş gelip dolu gidenler de.. Çok ilginç bu işler bence. Tabii herkes için ilginç değil, bazıları benim gibi sorgulayan, uzun uzun düşünmeyi ve kendini geliştirmeyi sevenler, bazıları fazla takılmayıp tamamen eğlence ve neşe için yaşayan hedonistler, kimi de sürekli mızmızlanıp hiçbir şeyi değiştirecek cesareti olmayan korkaklar. Her tür insan lazım bence, tek tip olsak çok sıkıcı olurdu hayat, birilerine sinirleneceğiz, birileriyle neşelenip vur patlasın çal oynasın yapacağız, birilerine üzülecek birilerine de imreneceğiz ki hayat dümdüz ve bomboş geçmesin, az entrika, az komedi, az trajedi, az da ciddiyet….. Hepsi lazım.

Bana dönecek olursak. Birkaç kişiden duyduğum bir şey var: “sen dünyanın ruhuyla çok iyi iletişim kurabiliyorsun.” Buna katılıyorum, dünyanın ve içindeki canlı ve cansız varlıkların dilini anlayabiliyorum bence de. Bu benim gücüm. Fakat karışıklığım, aceleciliğim ve sabırsızlığım, bu anlamı bazen kaçırmama neden oluyor. Bunlar da benim güçsüzlüklerim. Sakin, huzurlu, dingin kalabildiğim zamanlarda, yorgun olmadığımda, içimi dinlediğimde, çok güçlü ve doğru yolda hissediyorum. Fakat aynı anda dört beş işi yapmaya kalktığımda, ipin ucunu kaçırıyorum. O nedenle bu minimalizm olsun, zen deneyimleri olsun, tevekkül ve yaradana yakınlaşmak için biraz spirütüel yanımı beslemek olsun, bana iyi gelebilir..

Bir kuşun düşündürdüklerine bak……. Tanrı bazen varlıkları aracılığıyla konuşur der Coelho, Hesse, Popper ve diğer birçok öğretmenim…. :) Evet.. Sanırım uzun zaman sonra, yeniden dinlemeye başladım onları ve tanrının tüm ulak / elçi varlıklarını..

Bir sonraki yazı, içimdeki zen ve ruhsal minimalizm ile devam edecek. Umarım sıkılmaz ve yorumlarla değer katarsınız. Bu sıra hayat beni bu yolda yürütüyor..

Karikatürler: Bu yaz mahallemizin direklerine asılmış bir karikatür sergisi var.. :) Çok sevdim bu sergiyi.

1 Temmuz 2024 Pazartesi

Temmuz ayı başlıyor endişesi

Temmuz ayını sevmem. 7 rakamını sevmediğim gibi. Temmuz aylarında sevdiğim birçok canı kaybettim. Keyifsiz dönemler yaşadım.. Hele 7 Temmuz - 7.7. yani; her sene en korktuğum gündür.

Sonra kalbimle değil mantığımla hareket edip, bu güne, hatta tüm aya bu kötü, uğursuz anlamı yüklememeye çalıştığım zamanlar da oldu. İnatla “rastlantı” demeye çalıştığım, kötü şans, denk geldi, böyle şeylere inanıp güçlendirme vs. dediğim..

Bugün ne hissediyorsun dersen; günü ve ayı sağ salim, ayıpsız kayıpsız kapatabilmeyi istiyorum sadece. Mümkünse evde saklanarak :)) Hatta izin verseler direkt Ağustos’a da atlayabilirim. 


Ben böyle deyince, eşim diyor ki: “C., 1 Kasım’da kış uykusuna yatıp, 15 Nisan’da uyanmak istiyorsun (5,5 ay), üstüne Temmuz’u da atlarsan eder 6,5 ay. Bu yılın yarısından fazlası..” O böyle deyince beni alıyor bir düşünce; aslında seçenek verseler haftasonlarını da atlayabilirim, en azından Pazar günlerini. Bu da 52 gün daha ediyor, etti mi sana 8 ay! Bak daha hastalık nedeniyle yaşamadan geçmek istediklerimi yazmadık bile, bir ay da ona kat: 9 ay. Ayyyy ben yılda sadece 3 ay için mi yaşıyorum yani!!!!

O üç ayın içinde de mızmızlanacak günler eminim bulabilirim. Sonuç Goethe’ye geliyor hakikaten: 'hayatta tek bir haftam mutlu geçmedi' :)))) Ama Goethe gibi ekleyebilecek miyim acaba: 'ama çok mutlu bir hayat geçirdim….'

Pek emin değilim, çünkü baksana yılın 3/4’ünden şikayetçiymişim işte. Vallahi bu kafayla benim “hayatım bomboş geçiyor” diye düşünmem çok normal değil mi? Bomboş çünkü yaşadığım her ana eşit bakamadan, sadece güzellikleri, rahat, sakin ve sorunsuz günleri seçmeye çalışarak. İmkânsıza oynayarak…. 


Bu bakış açısı nasıl değiştirilebilir? Temmuz’a bir şans vermekle başlasam? Temmuz sana bir şans veriyorum. Haydi göster güzel yüzünü….. desem. Kesin bi puştluk yapar ve gelmiş geçmiş en beter Temmuz’u yaşayabilirim diye korkuyorum (çünkü bu tip meydan okumalarda hep böyle sonuçlar aldım hayatta). O zaman şöyle desem; bu Temmuz’u olumsuz ve olumlu bir bütün olarak kabullenmeye çalışacağım. Sadece yang'i değil, yin’i de dibine dek kabullenmeye çalışacağım. Beceremesem de, deneyeceğim….. 

Haydi bakalım. 

Sizin zor zamanlarda kuyruğu dik tutma stratejileriniz nedir, varsa alalım…. En karanlık gecede, en umutsuz anda, sizi hayatta ne tutuyor? Umudu yeniden nasıl bulabiliyorsunuz? Nasıl başarıyorsunuz “bu da geçecek, bu hep böyle gitmeyecek” demeyi? Çünkü bazen geçmiyor.. Bazen çok uzun sürüyor kış (hem kendisi, hem metaforu) ve sabırsızlanıyor insan. Tevekkül diyorum, sabır diyorum, nasıl ediniliyor? Çok içten soruyorum çünkü analizde bu sorulara cevap bulamıyorum……. 

Okuma önerileri de (ekleme: kişisel gelişim veya psikoloji değil de maneviyat, din ve felsefe alanından bahsediyorum) çok makbule geçer bu tevekkül, kabullenme ve sabır konusunda. Şimdiden teşekkürler.. 


Hamiş: anonim yoruma da açık bu yazı :)
Hmiş 2: hayat çok tatlısın şekerim. Bu yazıyı yazdım, cevabı hemen geldi beni pek düşünen yapay zeka algoritmasından. Merak edenler bir de Günün Tortusu'na tıklayabilir ;)

28 Haziran 2024 Cuma

Haziran: Yaaarim Haziran

Haziran denince, aklıma ilk Haydar Ergülen geliyor. Haydar Ergülen, Haziran’ı pek seven, okurlarına da sevdiren bir şair. Eh Haziran’ı sevmemek, Haydar Ergülen severler için pek mümkün değil.. 

Aslında onun şiirleri olmasa Haziran’ı sever miydim, bilmiyorum. Hep sınavlar ve bir şeylerin zamanında bitirilmesi için aşırı koşturmalı telaşlar ayı olmuştur benim için. Yaşım 45 oldu, hayatım daha rutin ve sakin ama yine de o “Haziran = telaş” hissi geçmedi nedense. 

Baharın son kır çiçekleri (Haziran başında komşum N.'den geldi bu buket)

Bakalım bu ay bizim diyarlarda neler olmuş:

Donduk:

Bu sene Haziran buzzz gibi başladı. Siz 40 derecelerde ayılıp bayılırken, bizde 13 derece yağmurlar ve seller vardı. Kadının biri 52 saat ağaçta kaldıktan sonra kurtarıldı, ölenler falan oldu.. İklim krizi hepimizi başka etkiliyor. Haziran sonu bizde de sıcaktı; 28 dereceyi gördük :))) Bizim için bu çok sıcak; tüm Münih ahalisi hemen göllere koştuk, su bulanık, hava yağışlar nedeniyle sivrisinek bulutlarıyla kaplı ve en beteri de, çimenler kene doluydu - hem de FMSEli cinsinden ve bizim aşımız yok, koşa koşa geri eve kaçtık. 21.yy Almanyası 'doğayı koruduğumuz' için, ilaçlama yapılmadığından kene dolu. Sizinki betonkent kabusu, bizimki yeşil Kabus.

Yine alçıya alındık:

Bu ayın olayı, oğlumun yine kolunu kırması oldu. Geçen sene bu sıralar yine kırık olan kol, bu sefer de çılgın bir doğum günü partisinde azıtırken, yine kırıldı. Ben doğum günü partilerinden korkuyorum zaten, ekşın ekşın ekşın, Alman tipi ebeveynlik (yan gözle takip), eh bu sonuç şaşırtıcı değil aslında. Hatta hiç unutamıyorum; bir tanesinde tek doğumgününde 3 çocuk birden hastanelik olmuştu.. Ne diyeyim? Bakalım piyango kime vuracak diye götürüp bırakıyoruz, bizimkine vurdu bu sefer. Geçen sefer de kızım deveden düşmüştü (Münih’te deve ne ya?!?) Ayh bırak allasen…. Doğum günlerine topyekün karşıyım :P

Doğum günü yaralanmalarının 1 numaralı sorumlusu :)) ama çok eğlenceli!

Sakince kutladık:

Fakat kızımın 11. doğumgününü, ailecek, son derece sessiz ve sakince kutladık. Ben “haydi bu sene partisiz falan iyi yırttık” derken, öğrendim ki, “asıl parti” sınavlar bitince, Temmuz ortasında, sınıfın yarısının yatılı (!) katılımıyla, bizim evde olacakMIŞ.. Baba kız karar vermişler. Offf. Neyse dur bakalım daha zaman var.. Belki vazgeçer :P unutur :PP

11 yaş yahu! Dünkü bebek, hayret vallahi! Bu sene “genç kız” halleri yavaştan başlayınca, hediye olarak odasını “genç kız” odasına çevirmemizi istedi prenses hanım. Baya uğraştım.. Hakikaten de prenses gibi odası oldu, çok mutlu oldu kızcem.. 


Bu kapı süsünü ben yaptım. Minik cam şişelere pırıltılı simler koydum ve dedim ki, ne zaman kendini mutsuz, korkmuş, endişeli ya da yalnız hissedersen, bu küçük sihirli şişeleri aç ve biraz sim al eline, bu kötü duygular hemen geçer gider göreceksin. 
💕 



bu düş kapanını da ben yaptım, sevenleri ufak notlar yazıp asıyor..

gece lambasının tatlı rengi

Tabii yine de çocuk ;)

Kızım tüm bu küçük tatlı ayrıntılar içinde özellikle de makyaj masasına çok sevindi :)))) Yaş 11, kokoşluk 1001! Yapacak bir şey yok, ben hippi bir kadınım, herşeyim doğal ve aşırı sade ama kızım bana çekmemiş.. N'apalım….

Fakat onun bu kokoş halleri, benim kokoşluk konusundaki kalıpyargılarımı yıkıyor. Bizim nesilde önemli olan doğallık, içtenlik, saçı uzun aklı kısa olmamak yani derslerine, entelektüel gelişimine falan odaklanıp, süslenme püslenme işlerini bir adım ileriye (üniversiteye) bırakmaktı değil mi? Süslü feminen tipler hâlâ bana biraz “hoş ve boş” gelir.. Biraz aşağı da görürüm itiraf edeyim.. 

Fakat bu yeni nesil bambaşka valla, hem süslüler hem çalışkan, hem aşırı sosyal kelebek, hem özdeğeri ve güveni yüksek, hem duygusal hem mantıklı; kısacası hiçbir şeyden geri kalmıyorlar. Aferin onlara vallahi! Uzaktan hem şaşırarak ve bazen de özgüvenlerine imrenerek izliyorum bu “hem saçı hem aklı uzun” yeni nesilleri..

mini miniler büyüyor..

Beslenme deneyi yaptım:

Bu ay çok ilginç bir aydınlanma yaşadım! Ameliyattan beri şu “bağırsak ikinci beyin” olayına sardırdım ben. Hazır antibiyotikle herşey cillop gibi kazınmışken, dedim sil baştan güzel bir bağırsak florası kurayım kendime. Omnibiotic Panda kullanmaya başladım (yararlı bakterileri prebiyotikle dışardan almak), şekeri bıraktım, zaten unlu gıda sevmem yemem, bitkisel ve aslında çikolataya dalmadığım anlarda :)) çok dengeli besleniyorum. Bir de bu “seed cycling” duymuşsunuzdur belki hormonları düzenliyormuş, yanısıra sabahları şahane tahıl gevrekleri hazırlıyorum, işte kefirler, antioksidan meyveler, ısırgan çayları yani resmen kafayı çizdim dostlar :)) 

sağlık kavanozları köşem :)

Fakat hakikaten şahaneydi; fitleştim ve enerji bombasıyım bir görsen! 15 gün böyle beslendim. Sonra analizde çok kilit bir noktaya geldik. O gün terapiden çıkınca gittim 200gr kahveli çikolata aldım, deliler gibi yedim.. “Nasılsa piç oldu bu bağırsak işi” dedim, o hafta her gün çikolata yedim, sabah tahıllı kahvaltım yerine kahve içtim, öğlene sandviç, akşama salata eski sisteme döndüm ve anında psikolojim değişti ya inanamadım! Yine geceleri uyuyamıyorum, vücudum şişti, bacaklarım ağrıyor, stres anksiyete cortladı, sinirliyim, çocuklar deli ediyor, eşimi boğazlayasım, kaynanayı keserle doğrayasım geliyor.. Aaaa n’oluyo ya?!


durumdan sorumlular..

O zaman uyandım dostlar! Hakikaten bağırsak florası çok önemli yahu. Denedim ve inandım; bu kadar kısa zamanda bu kadar ciddi bir değişim sadece psikolojik olamaz!!!

O zaman kararımı verdim. Zor oluyor ama yeniden probiyotikli tohumlu şekersiz ısırganlı sisteme dönüyorum. Kısa sürede böyle değiştiriyorsa bakalım birkaç ay deneyince ne olacak. Yazarım birkaç aya..

Ve geriye kalanlar / unutmak istemediklerim:

- Kızcem tiyatro öğretmenleriyle birlikte, tüm bir sene boyunca, senaryosundan dekoruna, ışığına ve kostümlerine kadar “Denizler altında 20.000 fersah” üzerinde çalıştı ve harika bir oyun sahnelediler. Gurur duyarak ve biraz da sanatçı kimliğinin günlük kimliğinden bu kadar farklı oluşuna şaşırarak izledim. Anası gibi, yetenekli olduğu şeylere karşı bile maymun iştahlı olmayıp :) tiyatroyu, severek sürdürmesi, en büyük dileğim..

- Tam bir sosyal kelebektim. Bir sürü davetler verdim.

Bu en sevdiğim tablodur; Neşeli Günler, 1978.

Bu da bizim ailemiz, Neşeli Günler, 2024. :))

- Kelebekler arasında yürüdüm.





- İsimsiz ve gizemli bir komşum, bu kadife çiçeğini bahçeme bırakmış, çok sevindim.


Taşınır ve dikilirken kopanlar da evi bir hafta kokuttu

- Bahçemde bol bol kitap okudum, hatta bir sefer uyuyakaldım (en son 3 yaşımda öğle uykusu uyumuştum ben, n'oluyor yahu, yaşlanıyor muyum, yoksa hayatın güzelliklerini yeni mi fark ediyorum?)

bu salıncakta uyunmaz mı?

Hele en sevdiğim kavuniçilerim de açtıysa..

Yasemenimin rengi 🧿

- Bahçemde ilk ahududu ve frenk üzümleri çıkmaya başladı, sırada en sevdiklerim, böğürtlenler var. Her sabah bir avuç toplamak öyle keyifli ki.. Saksıda bile yetiştirebilirsin, bol su ve öğleden sonra gölge istiyorlar.



Dalından 💕

İşte böyleeeee. Haziran tatlı tatlı, biraz telaşeli, azıcık endişeli ama bolca da küçük ayrıntılara tutunmalı ve aydınlanmalı geçti. 

Yıldızlı geceleriyle sıcacık, keyifli, neşeli, açık havada bol bol gezmeli, eğlenceli, bol bol gülüşmeli, iyi şanslı, şahane bir Temmuz; bekleniyorsunuz, haydi sahneye!

12 Haziran 2024 Çarşamba

İzledim okudum yedirdim falan işte

Eskiden haftalık yazılar yazarken, okuduklarımdan ve izlediklerimden daha çok bahsediyordum. Aylık yazmaya başlayınca, bu bölümleri ister istemez atlıyorum, yoksa yazı bitmiyor (ne zaman bitirebildin ki bağırışları, yuhlamalar, alkışlar vs vs.)

Öhöm ne diyorduk. Bu sıralar birkaç güzel keşfim oldu, belki bayram tatilinde sıkıl.. öhöm keyif yaparken elinin altında bulunsun istersin.

İzledim:

Geçen hafta Netflix’te Flight Attendant dizisinin ilk sezonunu gülerek ve ilgiyle izledim. Boş ama hoş bir dizi. İkinci sezon çok kötüydü, bıraktım.

Moritz Bleibtreu komik bir Alman (komik ve Alman kelimeleri pek aynı cümle içinde geçmez malum öhömm). Prime’da yeni bir dizisi var, aşırı gülüyorum: Viktor bringt’s (Dağıtımcı Viktor), hem Almancanı geliştirmek hem de Berlin’in “tuhaf” (ve gerçekliğinden nedense şüphe duymadığımız) sakinlerini izlemek istersen öneririm. 

Okudum:

Aylık okumalarımı goodreads ve bloğun sağ tarafındaki sütunda paylaşıyorum aslında ama bu sene özellikle bir yazarı alıp suyunu çıkarana dek ve başarabilirsem kronolojik sırayla okuyorum. 

Fakat bunun dışında, geçen gün bir danışanımın üzerinde konuşma isteği üzerine (hep psikolog kitap önerecek değil ya, bazen de danışan psikoloğa öneriyor, ne iyi oluyor) Alaycı Kuş’u okudum ve çoook uzun yıllardır distopik roman mı deniyor işte geleceğe dair ütopyalar, hiç ama hiç okumadığım bir türdü (çünkü hepsinin de konusu aynı ve 1984 ile Hayvan Çiftliği’ni kimse geçemedi bana göre) ama bunu okudum ve sevdim. 

Hemen öncesinde de Ercan Kesal’ın Peri Tozu’nu okumuştum. O da aşırı bir Türkiye gerçekleri travması tabii. 1970-80 Türkiyesi ile distopik 2380 dünyası arasında kafam bin oldu.. 

Kafam bin deyince. Almanya’da marijuana yasal ya artık, herkes saldırdı tabii birden. Umudum şu: totosuna sopa girmiş gibi kasılıp duran Almanlar biraz gevşer belki bu sayede, bir de bakıyormuşsun bir sene içinde Almanlar pamuk gibi olmuş böyle raggee dinliyor, hiçbir şeyi kafaya takmıyorlar.. :)) Haydi inşallah. Fakat iki kitabı okurken de, bunu kafa dumanlıyken okumak lazım diye düşündüm.. Birine katlanabilmek, diğerini anlayabilmek için..

Dinledim:

Storytel’de Didier Laroche’un yazdığı ve sesini çok beğendiğim Mehmet Atay’ın seslendirdiği “Anadolu’da medeniyetlerin hikayesi” serisine başladım, kısacık kısacık bölümleri çok keyifli ve bilgilendirici, tavsiye ederim.

Güldüm:

Bu sıralar Almanya’nın bir numaralı toplumsal derdi, düşüp çevre kirliliği yarattığı için fikslenen süt ve meyve suyu kapakları :)) Evet adamların derdi bu. Fakat hakikaten sinir bozucu bir kapak, sert plastiği kopartamıyorsun ve o dönüp eline dolanıyor ya da sürün döküldüğü yere gelip etrafa saçıyor sütü, kapak oturmuyor falan yani bu tetrapak kapağı konusunda evrimimizi tamamlayamamış oluşumuz bir gerçek ama gerçek bir dert mi, bilemem. Referandumlar falan düzenleniyor :)) Yediğimin 1. Dünya meseleleri…..

Kafayı taktım:

Bu ay emekli memurlar gibi sudoku’ya kafayı taktım (çünkü 7 yaşındaki oğlum hepimizi satrançta hallaç pamuğu ediyor artık keyfi kalmadı onu oynamanın). Aman sudoku nasıl güzel bir keyifmiş :)) Sağda solda sürekli sudoku çözüyorum, bilişsel bir faydası olduğunu sanmıyorum ama keyifliymiş.

Yedirdim:

Bir hastalık daha belirdi bende. Çilek dönemi başladı ya, ben sürekli pasta ve kekler yapıyorum, ama sürekli. Neredeyse her gün! Sanırım bir tür stresle başa çıkma yöntemi.. Üstelik rejimdeyim kendim de yemiyorum :)) Ekmek yoksa pasta yesinler durumları.. (Gixli emelim aslında hepsini şişmanlatıp, ortalarında ipince göxükmek hehe) Fotoğraflar sadece bu ay yaptıklarımdı..

İşte böyleee, ağız tatlılığıyla yazayım, ağzımız tatlansın dedim..

31 Mayıs 2024 Cuma

Mayıs: Güllerin hakimiyeti

Bugün akşama dek yalnızım, bir sürü ev işi ve akşamki partinin hazırlığı beni beklese de; yeni huyum şu: güne sevdiğin bir şeyi yaparak başla, yapılması gereken işleri ertele :)) Bugüne dek tam tersini yapıp sorumluluklarımı hep öne koydum da ne oldu; mutlu mu oldum, şilt mi verdiler, işler daha çabuk mu bitti de kendime zaman bulabildim? Bir de böyle deniyorum işte! Hıh :))

Mayıs bol inişli çıkışlı geçti. 

Analiz zorluyor. Yıllardır bastırdığım konuları açıp deştikçe, kendimi hasta mı ediyorum diye düşündüğüm anlar oldu. Meğerse gerçekten hastaymışım :)) 15 gün önce bir ameliyat atlattım. Ve en büyük korkularımdan biriyle yüzleştim. Fakat sanki apayrı bir C. olarak geçtim o ateş çemberinin içinden, şaşırdım.. Daha vakur, kabullenmiş ve tuhaf ama cesaretliydim! Elbette mızmızlandım ve bolca sevgi ile şefkat istedim ama öteyandan, kendim de şaşırdım, ilk defa kaçmadan ve anksiyete atakları yaşamadan, tıbbi müdahale korkusu olan küçük bir çocuk gibi değil, olgun bir C. olarak yaşadım bu süreci. İşte o zaman anladım, analiz beni değiştiriyor.. İyi anlamda :)


Tarladan topladığım Allium’lar

Bu ay çok komik birkaç şey geldi başıma. İlki, bizim evin kilerinde bir su borusu patladı ve evi su basınca, alt katın duvarları kavladı. Bir grup usta geldi ve eve şu düzeneği kurdular:

Evin zeminini deldiler, bu boruları soktular, deliğin çevresini betonla ördüler. Bu aletler evin temeline sıcak hava üflüyor ve zeminin nemini emiyor. Aletin tepesinde de bir elektrik sayacı, ne kadar ekstra elektrik kullandığını hesaplayıp, o miktarı hem belediyeye mazeretiyle bildiriyor ve çevreci ev statümüzü koruyor, hem de ücreti bizden düşüp sigortaya aktarıyor :)) Dedim Alman kafası bu işte; tek kuruş dolandırıcılık ve haram yok adamlarda..

Yine bu Alman Kafası’na bir başka örnek de ustalardan biriyle yaşandı. Bu aletlerden biri ilk çalışma anında aşırı sıcak oluyor. Adam da eldivenli maşalı elinde alet, yürürken beni uyarıyor: “dikkat et şu an çok sıcak (heiss)” sonra 2 metre yürüdü ya, düzeltiyor: “şu an sıcak (warm)” :))) 2 metrede alet aşırı sıcaktan bir derece azaldı ya, kelime de değişti.. Gül Allah gül, Alman netliği de bu işte.

Bu aletlerle 15 gün yaşadık ve hergün alet tam 5lt su çekti duvarlardan! Ya biz nasıl nemli bir ortamda yaşıyoruz?! Acaba benim psikolojik sandığım tüm eklem ağrılarım nemden mi yahu?! İmdaaat, ben diyorum size Almanya beni çürütüyor!

Bizim altkat :)) 
komşunun minik zen havuzu

Şaka bir yana; Almanya’nın en güzel mevsimi başladı. Gündüz şeker gibi hava, gece sağanak yağış. Yemyeşil olduk. Mayıs-Ekim arası bura bir cennet, güller de açtı üstüne! Baktığım her yerde bir güzellik görüyorum, duygulanıyorum, sanırım yaşadığım hastalığa dair korku nedeniyle de hayata bambaşka gözlerle bakıyorum.. Hayat güzel dostlar; kolay değil ama güzel.

Umarım bu sefer hayatın bana vermek istediği dersi (yavaşla, sakinleş, sadeleş ve aslında sana kısacık bir hediye olan yaşamının tadını çıkartmaya çalış) öğrenmişimdir. Ben öğrenmedikçe tekrar ediyor çünkü.. En azından bunu anladım artık.

Hepimize iyi sağlık, denge ve farkına varabildiğimiz anlık mutluluklar ve güzellikler diliyorum! :)

7 Mayıs 2024 Salı

Uyan! Dediysem..

Geçen gün “Ceren, uyanmaya hazır mısın?” dediğimde, gecenin 3’ünde uyanmaya başlamayı kastetmemiştim! 

Son dört gündür 3 dedin mi gözlerim açılıyor; umarım alışkanlık olmaz. Orta yaş zor azizim, ikinci ergenlik her anlamda. Yine değişmeye başlayan hormon düzeyi insanı 5-7 sene zorluyor. Hormon-bilim hakikaten eğilmemiz gereken bir alan, nasıl her şeyi bu kadar etkiliyor?! Kendimizi komplike entelektüel bir birey sanarken, aslında bizi belli bir şekilde davranmaya zorlayanın temelde hormonlar olduğunu görmek de çok tuhaf bir duygu..

Bu konuda bilgim arttıkça psikolojik anlamda daha rahat hisseder oldum çünkü ayın belli günlerinde gece yarısı uyanıp saçma sapan şeylere endişelenmek ya da gün içinde aniden düşen enerjimin, pamuk gibi bir insanken birden tahammülsüzleşmemin nedenlerini ve dolayısıyla suçunu da üstlenmemeye, aha yine östrojen coştu anlaşılan deyip topu ona atmaya başladım. Terapi kadar hormon-bilim eğitimi de beni rahatlattı doğrusu. Bu konuda bilgilenmeni tavsiye ederim..

Bu hormon konusu sadece biz kadınlar için geçerli değil tabii. Birlikte büyüdüğüm erkek arkadaşlarım da benzer ama yine de benzemez bir süreçten geçiyorlar :) ama onlarınki daha eğlenceli duruyor: extrem sporlar, azgın teke sendromu vs, neyse ki kırmızı korvet araba modası kalmadı :))) Neyse, uzaktan izlemek ve biraz da kendilerini düşürdükleri hallere gülmek eğleceli..

Kimimiz de güzel yaşlanıyor. Böyle sakin, kendi halinde, hayatın tat veren ayrıntılarına odaklı. Kendine bakarak, şefkat vererek. Onlardan kan alıp baksak bence çok farklı bir hormon yapısını göreceğiz :)) Evet genç arkadaşlar bakın size hazır doktora konuları.

Neyse gecenin 4’ünde bana bunları yazdıran işte bu. Alternatifi düşünüp düşünüp karalar bağlamak. Gecenin bu saatinde hiçbir düşünceden hayır gelmeyeceğini ve hepsinin de aldatıcı olduklarını bildiğim halde..

Onu yerine demin Konserve Ruhlar’dan öğrendiğim bu muhteşem grubu dinliyor ve bloglarıma yazıyorum. Böylece bir sıkıntıyı keyfe dönüştürüyorum. Birkaç günün uykusuzluğuyla, umarım gün içinde sinirlerime hakim olabilirim. Ya da olmam, önceden uyarayım yine de koca ve çocukları, kişisel almasınlar.

Şimdi biraz Jeremy’nin çiftliğindeki son durumu izleyeceğim, bu adam da resmen çiftçi oldu yahu! James dünyayı gezer, Richard mühendislik harikası buluşlarla bizi etkilerken, Jeremy yine Jeremy işte :) Seviyorum bu üçlüyü..

Bir saate güneş doğmuş olur, az kaldı. Bu sabah spor sabahım, umarım yapacak enerjiyi bulurum.. Haydi tüm erkenci ortayaşlı yoldaşlarıma güzel günler!

Fotolar. Günün güzeli Leylak Hanım, biizm Leylak Hanım’ımıza sevgilerle :)