Yaşamın Tortusu
4 Aralık 2023 Pazartesi
Karanlıklar içinde aydınlık bir gün
27 Kasım 2023 Pazartesi
Kasım biterken..
Kasım çok karaktersiz bir ay gibi geliyor bana; ne sonbahar ne kış, arada kalmış..
*
Bu ayın büyük kısmı ya hasta bakmak ya da hasta olmakla geçti maalesef. Özellikle oğlum iki streptokok ve bir kızılla, sanıyorum okula gittiği günden daha fazla sayıda günü evde geçirdi bu ay. Şu anda da yine hasta. Hattâ güncelleyeyim, sabaha karşı dört itibarıyla kızım da hastalandı. Fakat ben bir karar aldım; artık burada hastalık konusunda mızırdanmayacağım. Kendimden bıktım çünkü.. Bir de böyle deneyelim bakalım; "normalleştirerek"..
Fakat maalesef hastalık dışında da anlatacak pek bir şey olmadı bu ay; hattâ oldu da ben mi unuttum acaba diyerek, çekmiş olduğum fotoğraflara bakayım dedim. 5 adet fotoğraf çekmişim :) Hakikaten hiç bir şey olmamış..
Ama unutmak istemediğim bir olay oldu; ayın en güzel gecelerinden birini geçen gece yaşadım. Yakınlarda tanıştığım ve içimin hızlıca ısındığı bir arkadaşım beni ve 3 başka kadını evine yemeğe çağırdı. 25-45 arası yaşlarda, kadınlığın çok farklı noktalarındayız her birimiz ve hayata, kadın olmaya, üstlendiğimiz ya da üstlen(e)mediğimiz rollere dair çok uzun zamandır yaşamadığım derecede açık, düşündürücü ve derin sohbetler ettik. Bu beş kadının enerjisi bana çok iyi geldi o gece; her ne kadar grubun tek heteroseksüel, evli ve çocuklusu olarak, hakikaten aralarındaki en sıradan ve sıkıcı kadın olsam da :)))
Aslında şimdi fark ettim; Kasım ayı bana "normalleştirme" üzerine çalışma olanağı sunmuş ve ben de sanırım bu dersi güzel çalışmış, ödevlerimi de iyi yapmışım.. Çünkü hayatta en korktuğum karakter yapılarından biri muhafazakârlıktır; hayatı kalıp yargılar üzerinden yaşamak, esnek olamamak, katılık, tolerans gösterememek, tutuculuk ve tabii bunların en temelinde: endişeyle ve korkularla yaşamak... Çok şükür, en azından muhafazakâr değilim, bunu bir defa daha anlamış oldum bu ay. Belki bu sayede "hastalık sürecindeki çaresizlik ve depresyon" sorunumu da çözmek için adım atmaya başladım, ufak ufak? Normalleştirmek... evet.
Kasım'ın son haftası evde yine hasta bakıyor olsam da, itiraf edeyim bu son hafta özellikle çok tatlı geçti.. Biliyorsunuz, Aralık bu diyarlarda şıkır şıkır bir ay, noelden ötürü. Kasım'ın son haftasında biz de evimizi Aralık'a hazırladık. Pencerelerime ve evin çeşitli yerlerine sıcacık loş ışıklı ufak aydınlatmalar astım, Kuzey Yıldızı'mızı çıkartıp kuzeye doğru bir yere astım, kapımıza kış süslerimizi koydum, Noel mumlarımızı ve birbirimize sürpriz noel takvimlerimizi hazırladık. Sıcak şarap ve kurabiye tariflerimizi çıkarttık :)) Daha ne olsun.. Noel pazarları da 1'inden itibaren açılacak, şıkır şıkır, bol tarçın ve baharat kokulu bir Aralık başlamak üzere, ne güzel!
Aralık'a hazırım. Umarım Aralık da bize hazırdır :)) Rengârenk, çoooook ama çok sağlıklı, huzurlu ve neşeli geç, e mi sevgili Aralık? Yazacak ilginç ve güzel şeyler yaşat bana <3 Ve hepimize de, elbette..
19 Kasım 2023 Pazar
Kesişmeler - 1
Ulaşım sistemi greve gittiği için, diğer birçok kişiyle birlikte, duvarın önündeki çiçekli alana oturmuş, bir saat sonra gelecek olan treni bekliyorum.
2 Kasım 2023 Perşembe
Polyanna bacı ve sevimli cadıları
Çok akıllıyım ya; kimseye bahsetmeyeyim de nazar değmesin diyordum. Bu sabah 9 gibi eşim ve çocuklar 4 günlüğüne Berlin’e gidecekler ve beni de tam bir senedir nasip olmayan “Bekârlık Sultanlık - 2023” ile baş başa bırakacaklardı. Aman da neler planlamış, ne hayâller kurmuştum. Sessizlik Yogası, piştiğinde benim dışımda kimsenin yemediği çeşit çeşit zeytinyağlı sebze yemekleri, fiziksel sosyal ve psikolojik detoxlar, uzuuuun yürüyüşler, sabahtan akşama dek koltukta yatıp meyve ve çerez tepsisiyle sevişerek kitap okumalar falan! Tamamen kendimle başbaşa, dört günlük bir balayı..
Çok akıllıyım ya, heyecan ve hayallerimi sesli dile getirmezsem, kaderi alt edeceğim sanmıştım. Hattâ L. hastalanınca aslında geçen Cumartesi olacakken Perşembe’ye ertelenen plana “oh iyi ki önden hastalandı, tatilin sonuna doğru toparlar heralde, oh atlattık kaderin son dakika golünü” diye de kıs kıs gülmüştüm.
Fakat iki çocuğum olduğunu ve “M. maşallah kapmadı bu sefer, ayol olacak bu iş..” derken tabii hastalıkların kuluçka süresini hesaplamadığımı unutmuşum..
Uleyn kader; hayâl kurmak bile mi yasak artık?!
Evet plan patladı :) Senede bir defa başıma konan talih kuşu, bir başka coğrafyaya doğru göç ederken, ardından bakıyorum; elimde ağrı kesiciler, kusmuklu bezler, içimde bastırılmış öfke, yüzümde şefkatli anne maskesiyle. Klasik ben yani, klasik ben.. Herkese şefkât dağıtırken kendine bir türlü nefes arası düşmeyen ben.. Hayır hayır, bir önceki yazıda ne demiştim, artık kendime acımaya son!
Hem beterin beteri de olabilirdi: koca hastalanabilirdi :))
*
31 Ekim Cadılar Bayramı’ydı. İki çocuğun da sağlıklı olduğu kısa bir zaman dilimine denk geldi. Komşularla kutladık..
Bu sabah üç yan evden ara sıra gülümseştiğim yaşlıca bir kadın "ama bana kimse gelmedi, halbuki bir sürü çikolata almış ve beklemiştim.." diyince, "seneye kapınıza içinde mum yanan bir balkabağı koyun" dedim. O da koşa koşa eve girip, tüm çikolataları elime tutuşturdu :))
Evde iki kiloya yakın şeker ve çikolata var, oğlumla eşim Berlin'de, kızım hasta yatıyor.. Çok tehlikeli durumlar bunlar çooooook!
Fotoğraflar bu sabahtan, alev sarmaşığım da Kasım’a böyle girdi :) Canım benim.. İşte bunlar, bu küçücük ayrıntılar da olmasa…..!
30 Ekim 2023 Pazartesi
Ekim biterken..
Ekim'in ilk yarısı muhteşemdi. Nasıl nefis bir enerjiyle başlamıştım Ekim'e... Hem kendime odaklanıyordum (wall pilates'e ve doktor tavsiyesiyle hayıt hapı kullanmaya başlamıştım), hem yeni yeni heyecanlar yaşıyordum (yeni danışanlarımla çalışmaya başlamış, oğlumun yeni yaşının partisini yapmış, kızımın yeni okulundaki yeni arkadaşları ve velileriyle toplanmıştım), hem her şeye yetiyordum (iki farklı yatılı misafir ağırlamış, enfes bir ev işi / keyif dengesi kurmuş, "sonbahar temizliği" listemdeki 52 (evet gittikçe artıyor rakam, çok dikkatlisin) maddenin 44'ünü bitirmiştim ama aralarda kendime nefis keyifler sunmayı da başarmıştım).. Hafif ve kıpır kıpır, sürekli dışarlarda, sürekli aktif, sürekli neşeli, sıcacık güneşli günlerin tadını çıkartıyordum kiiiii...
Ayın 15'inde kurulu saat gibi döndü hava ve o güzel uzatılmış yaz, yerini bir gecede 28 dereceden sıfır dereceye bıraktı! Resmen yaşam enerjim çekildi dostlar... Tüm psikolojim ve bedensel dengem altüst oldu. Maalesef işleyişi güneşe ve ısıya bağlı olan insanlardanım ve bu ani düşüşler ve yükselişler beni mahvediyor. Bir de oğlum hastalık sezonunu açmasın! Ama ne açmak... Streptokok üstü kızıl üstü antibiyotik alerjisi. Tam 10 gün evden burnumu çıkartamadım.
Hastalık sürecindeki bu kısıtlanmışlık, çaresizlik ve yalnızlık hissini, bunca yıldan ve hastalıktan sonra bile hâlâ yönetemiyorum.. Özellikle de "tek başıma kaderime terkedilmişim" hissini.. Halbuki bu son hastalık sürecinde L.'ın iki okul arkadaşının velisi aradı, sordu sağolsun. Canım komşum C. her gün uğradı; bir gün elinde narlarla, ertesi gün ananasla, bir sonraki gün papatya çayıyla geldi, hep yokladı. Keza annemle babam, 2500km öteden dostlarım, sizler de yazdınız hep sordunuz.. Ama işte bazen insan uzakların yakın, yakınlarınsa uzak oluşuna, destek göremeyişine çok takılıyor...
Aslında, kabul ediyorum, bu biraz algıda olumsuz seçicilikten de kaynaklandı. Ben bir defa "yalnızım dostlar yalnızım" edebiyatına başladım mı, o kısırdöngüden çıkamıyorum.. Tamam hakikaten yalnızım ve desteksizim ama güçsüz değilim. Bir çok şeyi zaten tek başıma yapıyorum, tek başıma başarıyorum. Bunu bir başarı olarak görüp kendimi yücelteceğime, ben kendime acımayı seçiyorum bazen.. Ve istiyorum ki birileri de benimle birlikte bana acısın, başımı okşasın, birlikte ağlaşalım falan... O "birileri"ni yanımda bulamayınca da işte, iyice kendimi o kısırdöngüye çekiyorum.. Bana bu şekilde başvuran bir danışanıma "kısırdöngüye çekildiğini hissettiğin an, kendi kendine neleri başardığını ve yalnız başına nasıl dik durabildiğini hatırla" derdim, bir de mizahı devreye sokar, kendime acımak yerine gülerdim "bedensel yalnızlık isterken, ruhsal yalnızlıkla başa çıkamıyorsun kuzuuuu" diye.. Ama bazen olmuyor işte; kelin merhemi bazen bulunamıyor...
O on gün boyunca evdeyken ve yalnız hissedip kendime acımakla meşgulken, o kadar daraldım ki, sırf kendimi oyalamak adına sürekli alengirli, uğraşılı yemekler ve pastalar yaptım ve tartıda sadece bir haftada +2 kiloyu gördüm (ki bu vücut ağırlığımın %4'ü olduğu için, ciddi bir rakam) ve sinirlerim iyice bozuldu.. 44 yaşımda 47 kilo olma inadımın saçmalığının ben de farkındayım ama, bir de bunun altında yatanları deşemeyeceğim şu an. Önümüz kış, ne yaparsam yapayım, nasılsa kilo alacağım.. Biliyorum. Body Positive'i o zaman devreye sokarız artık :P
Fakat bu son 2-3 gündür Wall Pilates'e ve hayıta geri döndüm. Wall pilates hakikaten iyi gidiyor, üzerine kimi günler yoga, kimi günler koşu bandı, kimi günler de evde bacak kalça egzersizi ekliyorum. Pasta börek işinden de vazgeçtim :) Hayıt ise bence pek işe yaramıyor ama doktorun önerdiği gibi 90 gün kullanacağım, bir fark hissedersem yazarım.. Önümüz kış, bir yerden destek bulmak zorundayım, yoksa daha Ekim'den böyle tarumar olursam, bu kış geçmeeeeez..
Ama daha kışa girmedik! Henüz sonbahardayız ve son üç dört gündür biraz nefes alabilmeye ve baktıklarımı görebilmeye başladım hamdolsun.. Son iki gündür elimi ve zihnimi oyalamak için - pasta börek yerine :)) - uğraştıklarım bu güzellikler oldu:
Bu son iki üç gündür gündür kendime sürekli: "Evet! Sonbahar çok güzel bir mevsim! Sarı ve kırmızı yapraklar çok romantik, hafif üşümek, üzerine bol bol kazaklar, bereler, atkılar almak da çok tatlıŞ, hele kahve kakao çay üçlemesinin ellerde ve kalplerde bıraktığı sıcaklığa hiç girmiyorum, tamam aşırı keyifli bir şey sıcacık oturup yağmuru izleyerek kitap okumak ya da en sevdiğin podcasti (bu sıra Mirgün Cabas, Can Kozanoğlu - İlk Sayfası) ve şemsiyeni alıp yürüyüşe çıkmak muhteşem şeyler" diyip duruyorum. Çünkü sonbahar gerçekten güzel.. Baksana, görmesini bilene, masal gibi:
Biliyorum kural şu: Zor günler olmazsa, güzel günlerin önemini anlayamayız. Ve zor günlerde bile, ufacık da olsa güzelliklere odaklanalım, nasılsa hayat "durmuyor", hep akıyor ve zor günler de geçiyor.. Hem daha kış gelmedi.. Var daha! :)
Umarım Kasım daha sağlıklı ve "dengeli" geçer; daha sakin, şefkatli, kabullenmiş, huzurlu biri olabilmeyi diliyorum kendim ve çevremdekiler için.....
Haydi yallah dengesiz Ekim, güzellikler getir sakin ve huzurlu Kasım!
29 Eylül 2023 Cuma
Eylül bitti.. Yaz bitti.
Eylül nasıl geçti ve bitti inanın bilmiyorum!? En son hâlâ yazdı, tatildeydik, denize güneşe doymaktaydık, sonra ne oldu bilmem, şu an üzerimde kazak, ayağımda çoraplar, elimde çay, önümde de 12'si anca bitirilmiş 43 maddelik bir yapılacaklar listesiyle oturuyorum.
Yapılacakların yanına bir de keyif listesi hazırlamayı akıl ettim neyse ki :)) Buraya aylık raporumu yazmak da bu keyif maddelerinin başında geliyor.
Yazın son haftasından kalanlar, son renkler..
Haydi başlayalım ve bakalım Eylül nasıl geçmiş:
Eylül bence çoooook güzel bir ay! Yepyeni başlangıçların ayı bir kere; okullar açılmış, bu sezona dair kim bilir neler planlanmış, belki yeni hobilere, kurslara kayıt olunmuş, sonra aşırı sıcaklar geçmiş ama günler hâlâ uzun ve sıcacık, dolayısıyla tiril tiril incecik elbiselerin, iş çıkışı arkadaşlarla buluşmaların, balkonlarda akşam yemekleri ve çay içmelerin, gece camlar açık, efil efil uyumaların, sabaha karşı tatlı tatlı üşümelerin de tam zamanı! Hele bir de güneş ve denizden faydalanabildiysek, yazdan kalan pırıl pırıl cilt ve saçlarla, verilen kilolarla kendimizi güzel ve enerji dolu hissetmek de yanımıza kâr.
Tabii ki mevsim geçişleri bazen stres de yaratıyor. Misal bizde iki tane 1. sınıf öğrencisi var. İkisi için de hayat kocaman bilinmeyenlerle dolu bir denklem şu anda ve bu geçiş dönemi ikisi için de zor oluyor. Yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler, yeni sorumluluk ve ödevler.. Nasıl yorgun geliyorlar anlatamam, yorgun (ve tabii asabî)..
Okul yolu desen ayrı bir dert. Burada çocuklar okula assssla veli tarafından arabayla ya da servisle bırakılmıyor. Herkes evine yakın okula gittiği için, bu güzel bir yaklaşım ama minikler dikkatsiz oldukları için, 1. sınıflara bisiklet ve roller da yasak, ille de yürünecek o yol. Tabii benim ananesi tarafından yaz boyu mantılar, pilavlar ve su börekleriyle beslenip göbek Türk kası yapmış bulunan tembelişko oğlum daha ikinci günden "bu okul denen şeye her gün mü gidicez böyle?" diye sormaya ve oflamaya poflamaya başladı bile...
Bu arada bir sorun da, sabahın 7'sinde acıkmayan çocuğa kahvaltı hazırlamak.. Kızım 1 adet meyve yiyip gidiyor okula (okulda 9.30 gibi araları var ve beslenme kutusundan benim hazırladığım kahvaltıyı yiyor) ama oğlum ciddi sorun, onu yapayım mı hayır bunu yapayım mı hayır, meyve böğk.. 1 bardak soğuk sütle yallah... Siz bu sorunu nasıl çözdünüz? Fikir isterem...! Bu arada edepsiz arkadaşımın biri "biricik yavruma ve canişkom kocişime bu sabah bunu yedirdim" diye yolladı (direkt arkadaşlıktan çıkartasım geldi ayol), lütfen insan evladının hazırlayabileceği fikirlerle geliniz...
Ya da "boşveeer kahvaltı yapmasın zaten uzmanlar uyandıktan sonra ilk 3 saat bi'şey yenmemeli diyor" diyiniz :))
Okullar işler koşturmalar tam gaz başladı işte... Ay dur dur! Asıl neye uyuz oldum ay boyu! Eşim yeni bir huy edindi: her haftasonu cuma akşamdan pazartesi sabaha hasta! Çocuklar ellerimden öper vaziyette. En son altın vuruşu yapıp nanovirüs türü bir şey geçirdi, ishal halsizlik ateş.. Corona'nın yeni versiyonunu da geçirmiş olabilir bence çünkü testlerde pozitif çıkmıyor bu yeni versiyon ve biz malum hangisi çıkarsa hemen hop almaya ant içtik... Özetle bir hafta süründü ve beni de süründürdü (erkekler hasta olunca tam teşekküllü bakıma ihtiyaç duymaları nedir Allahaşkına?!) şimdi şükür iyi. Ben ve çocuklar da hafif bir soğukalgınlığı (ya da doktorların iddiasıyla: Oktoberfest gribi, çünkü her sene bu dönemde Oktoberfest sayesinde tüm Münih hasta) geçirdik ama şükür, fazla süründürmedi. Şimdilik deniz ve güneşin etkisi devam ediyor bence ama Ekim ayı vitaminlere başlamanın zamanı sanırım... Bu arada eczacı bana şunu verdi :))) Hayır hayır yaşlılık emaresi değil, düzenli vitamin alışkanlığı içinmiş :P İtiraf edeyim kutularından çıkarıp tek tek yerleştirmek de oyun gibi, hoşuma gitmedi değil. Bakalım işe yarayacak mı?
Ama tabii "haydii bu sene erken başladık" hissi de gelmedi değil.. İnanın şu kışı, sırf bu hastalıklar, sürekli oradan oraya koşturmalar ve tüm bunları da totom dona dona yapmalar nedeniyle hiiiiiiç sevmiyorum hiç. İnsan bekar ya da haydi çocuksuz olsa kış hoş bişi tabii, romantik romantik durumlar.. Ama bu "orta yaşlı çalışan anne" kişisi için kış vallahi eziyet, eziyet.... Bir de ben durup durup "of offff şimdi yaza en uzak andayım" diye düşünüp duruyorum! Evet olumsuzum bu sıra biraz, susayım en iyisi size de bulaşmadan.
Hem daha sonbahar var, turuncu günler var, Allaaah! Federweisser var, fırında kestane, mis kokulu mandalina, bol bol doğa yürüyüşü ve pastırma yazı denen cennet de var.. Kuyruğu dik tutalım, daha var.... Hem ben son iki yıldır her mevsimin kendince güzelliğini görmeye çalışıyorum, daha çok dışarıda zaman geçirmeye, daha aktif olmaya çalışıyorum. O zaman kış da sanki daha hızlı geçip bitermiş gibi bir umut duyuyorum..
Benden şimdilik bu kadar. Eylül ayı "geçiş ayı". Bence çok güzel bir yazdan çıktık, umarım hepimiz için çok güzel geçecek bir sonbahara girmişizdir.. Amin bin!
23 Eylül 2023 Cumartesi
Mini mini birler, çalışk...
Oldu vallahi oldu; evimizin en küçüğü de okullu oldu. Daha doğrusu iki hafta oluyor o okullu olalı da, annesi yazmaya anca fırsat buldu. Üstelik sadece o değil, evimizin Hürrem Sultan öhöm PreMsesi de gymnasiumlu oldu! Bir değil, tam iki tane mini mini birler var evimizde; biri ilkokul bir, diğeri ortaokul bir.
Belki ilginç gelir, hoşunuza gider diye, bu yazıda okula başlayan çocuklara Almanya'da neler yaptığımızı anlatayım dedim. Anaokulunun son haftalarında, çocuklar ilkokul için ergonomisi özel tasarlanmış ve türün dışına çıkmamızın yasak olduğu, "Schulranzen" denen ilkokul çantalarını satın alıyorlar. Yine aynı günlerde, hep birlikte öğretmenleriyle birlikte "Schultüte" denen huni şeklinde kutular yapıyorlar. Kesiyorlar, biçiyorlar, yapıştırıyorlar ve sonra gururla "yaz partisi"nde gösteriyorlar.
Bu hunilerin içini doldurmaksa biz velilere ait. İçine şekerlemeler, oyuncaklar, kırtasiye malzemeleri ve ufak sürprizler koyuyoruz ve kurdeleyle bağlıyoruz. Çocuklar okulun ilk günü bu hunilerle okula gidiyor ve aslında okulda kurdeleyi açıp birbirlerine "aaa sende şu var, bende bu var" derken kaynaşıp ilk arkadaşlıkları kuruyorlar ama zamane çocukları "ben hepsini kendime saklıycam" kafasında olunca, okuldan eve döndükten sonra açıyorlar hunilerini :))
Çocuğun ilk günü hattâ ilk haftası genelde tanışmayla, oyunla ve velilerin yanlış aldıkları malzemeleri değiştirmeleriyle :)) geçiyor ama ikinci haftadan itibaren dersler, ödevler başlıyor. Okulun ilk günü her şube birbirinden 30dk arayla başlıyor ve öğretmenleri ve müdürleriyle tanıştıkları ufak bir tören sonrası öğretmenlerinin peşi sıra sınıflarına gidiyor, 1 saate yakın sınıfta kalıyorlar. Bizim müdürümüz çok tatlı ve yaratıcı bir kadın ve çocuklara yaptığı "hoş geldiniz" konuşmasında, okulu "bir gemi" ve kendisini de "bu geminin kaptanı" olarak tanıttı :) Fotoğraftaki kaptan şapkalı olan, o. Yanındaki sarışın bayansa L.'in ilk öğretmeni. Oturan miniklerse 4 sene birlikte okuyacağı sınıf arkadaşları <3
Bir saat boyunca bahçede velilere kahve ve kek sunumu vardı, sonrasında çocuklar yine öğretmenlerinin arkasında neşeyle çıkıp bize koştular. Almanya'da genellikle okulun ilk gününde tören sonrası öğlen yemeği ailecek dışarıda yenir. Hava çok güzel olduğu için şansımıza, biz de ailenin diğer %50'siyle buluşup bira bahçesine gittik. Evet maalesef M.'in de okulunun ilk günüydü ve aynı anda iki yerde bulunamayacağımız için maalesef sabah bahçede birer foto çekip sonra çocukları paylaşmak, ayrı ayrı okullara dağılmak durumunda kaldık.... Şans işte..
Gelelim M.'in ilk gününe. Bizim kız biraz nasıl diyeyim, enteresan bir çocuk. Aşırı derecede sosyal ve kendine güvenlidir ama aynı zamanda aşırı derecede mızmız ve nazlıdır. İkizler burcu tabii ki, tam bir drama queen öhöm Diva kendisi....
Fakat hakkını yemeyeyim, akıllı ve aklına koyduğuna ulaşmanın yollarını da bilen bir Diva :)) Sonuçta benim ya da başka birinin hiçbir desteği olmadan, tamamen kendi çabası ile çok iyi bir okula, istediği okula girdi, bir anne daha ne ister.. O nedenle, adı okununca okul müdürünün ve sınıf öğretmenlerinin elini sıkmak için bu kadar kendinden emin adımlar atmasına da şaşmamalı.. Tabii ki bu kendi minicik ama kendinden emin adımlarla onlara yürüyen "dev kadın"a bakan öğretmenlerin yüzündeki sevecen ifadeyi fotoğrafı büyütüp görmek de benim için bir mutluluk oldu :) Yolu açık olsun, umarım iyi ve vicdanlı eğitmenler ve doğru düzgün arkadaşlarla birlikte olur hep...
İşte böyleeee. Başladık yepyeni okullara. İlk haftadan hepimiz (yani en çok ben) kendimizi kaybolmuş hissediyoruz ve yapacak öyle çok şey var ki.... Özellikle gymnasium apayrı bir dünyaymış gerçekten, eve öyle yorgun geliyor ki.. Kendisi 26 kilo, çantası 7 kilo ve bu çocuğun belinde özel bir sorunu var, doktoru 18 yaşına dek asla ağır taşımaması lazım diye özellikle uyardı.. Ama gel gör ki o 7 kilo çanta, her gün sırtında :( Kafayı çok takmıştım ama sonra Elif "ikinci bir set kitap alıp okulda dolabına koysa ya" diyince ampul yandı (Elif tekrar teşekkür ederim sana), evet oluyormuş, şimdi ikinci set kitap siparişi verdik, dur bakalım ne zaman gelecek.... Bir de okuldaki dolabı üç katlı dolap rafının en üstüne denk düşmüş, müdüriyet onu değiştirmeye çalışıyor. İnşallah çabucak çözülür de mini mini 1'iciğim sırtındaki 7 kilonun bari 3'ünden falan kurtulur..
Yani çocuk büyüyor ama dertler de büyüyor. Önümüzdeki 9 senesi bu okulda geçecek, bu okulda büyüyecek, yetişkin olacak.. Çok tuhaf bir his. Biraz korkuyorum, biraz onun için seviniyorum, bolca da kaybolmuş vaziyetteyim demiş miydim.... Ama adım adım... Yavaş yavaş....
Biz böyle başladık işte.. Okullu çocuğu olan tüm blogdaşlarım da benzer heyecanlar içindedir eminim. Hepimize sağlıklı, başarılı, neşeli, eğlenceli veeee bürokrasi içinde az kaybolmalı bir eğitim yılı diliyorum :)
31 Ağustos 2023 Perşembe
Ağustos biterken..
Memleketin ekonomik halini, aşırı sıcakları, orman yangınlarını ve insanlık dramlarını dışarıda tutarsak - ki tutmazsak aklımızı oynatabiliriz - tamamen bencilce söyleyebilirim ki, Ağustos - çok şükür - çok güzel geçti.
Eşim Ağustos’un ilk 10 günü sırt çantası ve çadırıyla tek başına Norveç’e gitti. Böyle her sene bir 10 gün tek başına çıktığı ve bedensel anlamda kendini zorladığı, eve perişan ama mutlu geldiği tatilleri oluyor kendisinin. Kafasını boşaltıyor, topukları totosuna vura vura kaçtığı çocuklarını ve beni özlemiş oluyor falan. Hoş bir “aralık” oluyor, yalnız zaman geçirebilmek çok büyük bir lüks evli ve çocuklu hayatta..
Bu “aralık” bana ve çocuklara da çok iyi geldi. Yalnızken tam bir Akdenizli gibi yaşadım; rutinsiz, plansız, spontan ve tamamen anda kalarak. Kim arayıp buluşalım dediyse evet dedim, eşimin kuzeni ve eşimin liseden bir arkadaşıyla bile buluştum ki hep onlarla beni bağlayan tek unsur eşim sanıyordum..
Çocukların bir sürü arkadaşı gidip geldi - kimi yatılı - ben evde arkadaşlarımla şarap geceleri, kahvaltılar yaptım, bir danışanım seansı iptal edince iki çocuğu emrivaki babanneye yıkıp haftalık (Prensesten Mektuplar) uzuuuun yürüyüşümü bile yaptım.
Sadece gezmedim tabii. Evi de pürüpak ettim, çocukların eylülde başlayacak okullarına dair ihtiyaçlarını tamamladım, anlayacağın tamamen kendi kafama göre yönettim evimi ve çok ama çok iyiydim yahu! Çocuklar da bir sakin, bir söz dinler..!
Şahane bir haftaydı kısacası. Tabii herkes birbirini özlemiş, kavuşmamız da efsane oldu. Belki de işin sırrı budur; herkes kendi alanında, ara sıra bir araya geliniyor? :))
Biraraya geldikten 2 gün sonra yeniden ayrıldık. Bu defa ben çocuklarla ve annemlerle İzmir’de birkaç gün geçirdim, eşim de peşimizden geldi ve bir 15 gün de birlikte ailecek tatil yaptık. Denize güneşe kıpkırmızı domatese keçi peynirine sele zeytine miss gibi Girit mezelerine doyduk :)
💚💙
Bahçeden domates 🍅
Giritten meze 🫒
Son dört gün geçen sene oğlumla gidip çok keyif aldığım Bergama ve Dikili’ye kızım ve eşimle de gittik. Bir senede Türkiye nasıl değişebiliyor şaştım kaldım ama yine de güzeldi.
İşte Ağustos da böyle geçti, bitti. Bu ay sadece 1 hafta çalıştım 3 hafta yan gelip yattım (çok iyi geldi), baya güzel okudum (okuduklarımı goodreads’e ve bloğun sağına ekledim bak), yine hiç tv / netflix / youtube / blog dışı sosyal medya vs izlemedim (bu sanırım artık kalıcı olacak bende yaşasın), hiç vicdan falan yapmayıp çocukları direkt babalarına ve anane dedelerine yıktım ve kendime zaman ayırdım; bol bol yürüdüm, tek başıma deniz keyfi yaptım, okudum yazdım ohhh missss!
Aaa dur bak ne anlatıcam! Kızım şnorkelle dalarken denizden bir bileklik buldu. Sahilde neredeyse herkese sorduk, sahibini bulamadık. Öyle pahalı bir şey değil ama doğal taş, hoşumuza da gitti, kızım çok istedi sahip olmak. Ama ben haramdan aşırı korkarım, asla böyle şeyleri zimmete geçirmem. Bir iki defa hani yerde bulduğunda şans getirdiği söylenen 1 cent’ler vardır ya, inanayım dedim, yok, çok daha büyük ve değerli şeylerimi kaybettim. Asla almam yani bana ait olmayanı, buluntuyu direkt bulduğum yere bırakırım, çocuklara da böyle öğrettim.
Gel gör ki kerata çok güzel :)) Oturdum araştırdım, hatta biriki dindar ya da etik yönü ağır basan, adil arkadaşa danıştım, ederinden biraz fazlasını bir ihtiyaç sahibine bağışlarsan haram olmuyormuş. Minarenin kılıfı hazır anlayacağın :)) Hemen biz de bu şekilde davrandık, gördüğümüz bir ihtiyaç sahibini sevindirdik. Hattâ o gün içinde bir de karavanlı birileri yolda durup “susuz kaldık, hiç çeşme bulamadık, bahçenizden karavanımıza hortumla su alabilir miyiz?” diye sorunca, resmen hayır işi ayağıma geldi yahu diye düşündüm. Çok matrak değil mi ya bu karma işleri?! Vallahi garip bir sistem var hayatta..
İşte Ağustos böyleydi bizde. Güzel şeyler ne çabuk geçiyor.. Eylül ferahlık ve yepyeni, taze bir enerji getirsin hepimize inşallah!
Hamiş. Daha 10 gün Türkiye’deyim, bir iki güne Bursa’ya geçeceğim. Görüşmek istersen haber sal ;)