Hava 30 derecenin üstüne çıkınca, biz tüm kent deliriyoruz. Herkes yakaları yukarı kaldırılmış Polo tshit'leri giyip (ne beter bir moda bu yahu, ne anlamsızlıktır bu?!), üstü açık arabalara doluşup, eşarpları rüzgarla savura savura, nehir ve göl kenarlarına doluşuyor. Daha sportmen olanlarımız Alplerin tepelerinde dağ bayır dolaşıyor, bakınız burdan okuyunuz.
Türkiye'de sizlerin Mayıs ortasından Ekim başına dek yapabildiğiniz nice yaz aktivitesini, biz burada 2 hafta içinde gerçekleştirmek durumundayız yoksa yaz kaçıveriyor ve biz doyamadan kalıveriyoruz. İki haftalık yaz boyunca her sabah erkenden kalkıp "amanın bugün de mi güneş var?" diye şaşırmayı takiben, hızla çantaya üç beş parça eşyayı (yedek dondur tshirttür havludur kitaptır) atıp, iki litre suyumuzu, elmalı sodamızı ve hızla hazırlanmış peynirli sandviçlerimizi de kumanya niyetine hazırlayıp, bisikletlere atlayıp soluğu evimizin yakınlarındaki Würm nehrinin kenarında oluşan doğal kumsallarda ya da ufak göletlerde alıyoruz. Küçük Joe'nun sakin ve serin İstanbul sabahının aksine, Münih ahalisi sabahın 6'sında kalkıp maraton falan koşma huyunda oldukları için, yollar kalabalık ve cıvıl cıvıl. Hatta biraz geç kalsak (misal saati 9.30 falan etsek) göl kenarlarında oturacak birkaç metrekarelik çimenlik bulmak zorlaşmaya başlayabiliyor..
Benim gibi soğuk sudan hiç hazzetmeyen biri bile kendini Alplerin doruklarından gelen buz gibi suların içine atıp neşeli çığlıklar atarak yüzebiliyorsa, Münih'e yaz gelmiş demektir. Yüzmek dışında Isar nehrinde sörf yapmak, buz gibi ve berraklıkta son nokta Alp göletlerinde dalış yapmak, yelken üfürmek, kano kulaçlamak, koca koca adamlar ve kadınlar olarak bir elimizde soğuk bira ile şamrel tipi simitlerin içinde ya da deniz yatakları üzerinde nehrin en üst noktasından en alt noktasına doğru tembel tembel "akmak" ya da bir portakalı hırsından ağlatacak denli turuncu olana dek güneş altında geviş getirmek de diğer aktiviteler arasında tabii.
Kahvaltılık sandviçlerimizi ya da Bavyera adeti olarak saat öğlen 12'yi vurmadan tüketilmesi şart koşulan beyaz sosis ve beyaz birayı mideye indirdikten sonra, işe gidebilir (6'da kalkarsanız, tüm bunları yapıp yine de 9'da işte olursunuz tabii ki) ya da şehrin aylak takımındansanız (bu yaz Maya sayesinde benim de olduğum gibi), tüm günü göl/nehir kenarında hak yüzerek, kah okuyarak, kah yiyerek içerek geçirebilirsiniz. Akşam programı ise bambaşkadır. İş çıkışı Isar kıyısında buluşulur, mangala herkes getirdiği birşeyleri atar, hardallı patates salataları ya da peynir tabakları ortaya konur, yine biralar, Spezi'ler, elma sodaları açılır. Yine yüzülür, yenir, içilir. Ya da bira bahçesinde buluşulur ve kestane ağaçlarının koca yaprakları altında sohbetler uzar da uzar. Ya da bir açık hava sinemasına ya da açık hava operasına gidilir, parkta çimenlere uzanılır, yıldızlar ışıl ışılken sevdiceğin göbeğine yatılır ve güzel bir film izlenir.
Yaz geceleri de bir başka güzeldir tabii.. Dışarıda bir sürü aktivite vardır. Evdeyseniz ise, mutlaka balkonda uzun uzun oturur hoş bir sohbete ya da sürükleyici bir kitaba dalarsınız. İlla ki limonata yapmışsınızdır, önünüzde buz gibi, nane nane kokar durur. Her yaz olduğu gibi karpuza dadanır, "hakikaten yutulan çekirdekler apandisit hastalığına neden oluyo mu ki?" diye düşünmeden edemezsiniz. Bir de zıııızt zıııızt diye öten gece böceklerinin sesleriyle, hafif ürperten bir esintili gecede, incecik pikeye sarınarak uykuya dalmak vardır ya, işte o hepsinden güzeldir..
Yaz mevsimi.. Mevsimlerin en güzeli..!