8 Kasım 2020 Pazar

Savaşçının ölümü

1926'da doğmuş olan herkes gibi, o da bir savaşçıydı.. Bunu bu sabah düşündüm. Dün gece saat 2'de hastaneden aradıkları zaman, dilimin ucuna bu cümle geldi. 

Son bir haftadır kalp ve böbrek yetmezliğine bağlı olarak, kendi ciğerleri içindeki denizde boğulmasın diye, hastanedeydi. Corona nedeniyle sadece oğlu, o da günde bir saat yanında oturabiliyordu; ilk evliliğinden olan, bizden 15 yaş büyük kızlarına bile izin verilmemişti. Bir tek oğul. Baba ve oğul. Oysa son günlerini hep istediği gibi, aileyle kuşatılmış olarak geçirebilseydi.. Corona bunu bile elimizden aldı. Veda etmeyi bile.

Dün sabah da F. ile yine birlikte oturmuşlar, şakalaşmışlar, izin süresi bitince de bu sabah yeniden bir araya gelmek üzere sözleşip ayrılmışlar. Ardından el sallamış, sonra birden C.'yi öp benim için demiş. Gülümsemiş. Adımı andığında hep gülümserdi..

Şimdi onu düşünüyorum. Hatalarıyla, sevaplarıyla, insan olarak geride bıraktıklarıyla, bize kattıklarıyla. Ondan dünya üzerinde kalanlar 3 çocuk, 6 torun, 1 torun çocuğu, şehrin çeşitli yerlerine dağılmış 15 bina, 3 fabrika, 1 toplu konut, kimi geçen yüzyıla ait, çoğu biz daha doğmadan çekilmiş bir sürü fotoğraf. Bazılarında alplerin tepelerinde gülümseyerek bakıyor objektife, bazılarında üstü çıplak, altında sadece edep yerlerini örten bir havluyla (ki kendisinin en çok beğendiği fotoğrafı da budur) muzurluk yapan enerji dolu sarışın mavi gözlü bir genç adam, birisinde tüm aileyi çevresine toplamış (ben de çaprazında) kameraya doğru keyifle birasını kaldırmış, saçları pamuk gibi beyaz.... 94 senelik yaşamın fotoğraf karelerine yansıyan halleri.


Doğduğu kasaba savaştan sonra Polonya sınırına dahil olduğu için "ben bu ailenin ilk göçebesiyim, siz hepiniz sonradan geldiniz" diye takılır bize. Tek kelime İngilizce bilmeden Afrika dahil bir çok dünya ülkesini dolaşmış, iki evlilik ve iki boşanma yaşamış ve 55'ten bir yaş büyük olmaması kaydıyla kadınlara hala hayran olduğunu her fırsatta dile getiren bu adam, son günlerine dek zehir gibi çalışan aklıyla, ne bileyim, mesela Nkusi nehri'nin Kongo'da mı Uganda'da mı göle döküldüğünü benden çok daha hızlı şekilde bildiği için bile, beni haddinden çok etkilemiştir.. 

Beni ilk gördüğünde, iki eliyle havada 90-60-90 ölçüleri çizip sonra İtalyanların sıkça yaptıkları gibi tek elinin tüm parmak uçlarını bir araya getirip öperek "bellissima!" diye bağırmış ve hepimizi güldürmüş, benimse yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Onu sırf bu buz gibi kültürdeki akıl almaz sıcaklığı için bile çok sevebilirdim, sevdim de..... Ailede en çok sevdiğim, kendi "güneyliliğime" en yakın bulduğum insan oldu. Hatta tek insan.

O katılmam "icap eden" ve bitmek bilmeyen uzun, gürültülü ve sıkıcı aile toplantılarında, masanın altından bana hışır hışır paketli ufak çikolatalar verip göz kırpması ya da geçen Mart'ta ilk hastaneye kaldırıldığı gün ziyaret ettiğimde "sen... çok farklısın, sen bizdensin!" deyişi.... Ait olamadığım bir coğrafyada bana hep evde olma hissi verdi.

Ve onu görmemize izin verilen son gün..... Dalgalar onu yutmak üzereyken, kayığımda oturup izlemek dışında elimden hiç bir şey gelmiyor. 94 senelik bir ömür. 94 sene savaşmış bir beden, hâlâ savaşıyor. Hiç bir makinaya bağlı değil. Boncuk gibi masmavi gözleri ara sıra açılıp her birimizin yüzünde dolaşıyor. Bana geldiğinde yumuşuyor bakışları, nemleniyor göz kapakları, hissediyorum "bizim köye gidiyorum, korkma" deyişini. Yine de savaşıyor, yine de tatlı geliyor o nefes; o serin sonbahar havasını hafifçe ciğerlerine çekmek, usul usul geri vermek. 

"Dakikada 35 defa atıyor kalbi..." diyor beyazlar içindeki genç doktor. Çok değil, sadece 94 sene önce, minicik bir bebekken dakikada 135 defa atan kalbi...... Yorgun. Böbrekleri artık çalışmıyor. Bir zamanlar çok güzel kadınların incecik bellerini kavramış güzel elleri, dans pistlerinin tozunu dumanına katmış zarif ayakları, artık vücuduna yabancı, yük gibi birer uzuv. Kadınların güzel başlarını yasladıkları, kendilerini güvende hissettikleri geniş göğsü, yavaş yavaş, adeta ürkekçe inip kalkıyor. 

Hayattaki tüm savaşlarını vermiş, kuşandığı zırhını çıkarıp yanındaki sandalyeye koymuş, sadece beyaz içliğiyle sıcak yatağında sonsuz bir uykuya dalmak üzere olan bir adamın koza-bedeni bu. Yakında terk edeceği, kimsenin bilmediği yeni bir gerçekliğe uçup gideceği bir kıyafet sadece. Onun gerçekte kim olduğu ise, bizlerde saklı.. Bir gülüşte, bir sözde, köşesinden sararmaya başlayan bir hatırada... Çok yakında, 35...25...15...5...1 atım daha zorla ve usulca duruverecek kalbi. Tüm savaşlar bitecek, yenilgiler ve zaferler önemini yitirecek.

Savaşçı; bizleri geride, cevapsız sorularımızla başbaşa bırakıp, uçup gidecek....

* Opa, 08.11.2020 tarihinde aramızdan ayrıldı........

2 Kasım 2020 Pazartesi

Alpfront Trail: Koşmanın çılgınlığa dönüştüğü an

Tırmanma koşusunu ilk defa birkaç sene önce, 60 yaşına yaklaşan bir dosttan duyduğumda "insan davranışının tuhaflığının sınırı yok vallahi" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Çünkü koşmayı özellikle son yıllarda oldukça sevmeye başlasam da, hiçbir güç beni dağ tepelerini koşarak tırmanmaya ve 8 günde toplam 850km yapmaya ikna edemez! 


Evet! Alpfront Trail tam olarak bu! Ortalama günde 106km (yani bu, her gün tam maratonu yaklaşık 2,5 defa koşmak demek) koşarak dağa tırmanmak! Nasıl bir fiziksel ve hattâ psikolojik güçtür bu? Üstelik bakıyorum takımda yaşları 26-43 arası değişen, üç farklı ülkeden 10 çılgın... 


Tamam bu diyarların insanları hem mizaç, hem bedensel kapasite anlamında bayağı sert oluyor ama bu derece bir zorlama? Bir psikolog olarak laf etsem, e katılımcılardan biri de psikolog! Kısacası, yutkundum, hakikaten imrendim, çok saygı duydum ve yazmak istedim....


Alp Front Trail aslında 10 Ekim 1920'de Avusturya ve İtalya arasındaki alan savaşında ölen askerlerin anısına, tam 100 sene sonra bir "anma koşusu" olarak yapıldı. Koşucular bu rotada can veren askerlerin anısına, özgürlük ve "AB içinde de olsa, sınırların kaldırılılabileceğine dair bir kanıt" adına koştular. 

Sergiyi gezmeye covid süreci nedeniyle ancak fırsat bulduğum için, sizi de kendi çekebildiğim fotoğraflarla ancak baş başa bırakıyorum.. İyi eğlenceler!






Daha fazla bilgilenmek için: 
https://alpfronttrail.com/
https://alpfronttrail.com/blog-de3