30 Mayıs 2011 Pazartesi
Kim Kimdir - Bölüm IV
29 Mayıs 2011 Pazar
Özel tahtalıköy salatalığı geldiiii

Tabii ki salatalığımı afiyetle mideye indirdim. Ama salatalıkla intihar etme düşüncesi de enteresan geldi, ne yalan söyleyeyim.. Savulun, yerim bak elimdeki salatalığı, yerim diyorum!
Bu arada geçenlerde Amerika'dan bir haber; Sharlotte Hydorn isimli girişimci (ki kendisi 91 yaşında bir nine) internet üzerinden ev-yapımı (hayır çörek, reçel falan değil) intihar kitleri pazarlıyormuş. Biri kiti kullanıp Tahtalı'ya gidince nineyi gözaltına almışlar. Nine demiş ki "ben onulmaz bir sağlık sorunu olan, gururuyla ölmek isteyenlere yardımcı oluyorum". Şimdi bu noktadan bakınca nine haklı, insanın doğum hakkı olmadığı gibi ölüm hakkı da olmuyor kanunlarca. Bazı hastalıklar öyle pis huylu ki, senden hiçbirşey bırakmıyor geriye. Öyle anlarda, ölmek isteyen hastalara saygı duyan ve onlara ötenazi uygulayan bazı kurumlar var. Bazı ülkelern yasaları buna izin veriyor.
İşte bu ülkelerden biri olan İsviçre, "ölüm turizmi" denen bu yeni alanda baya kapsamlı hizmet paketleri sunuyor ve çıkan haberlere göre baya kazanç da sağlamaya başlamış. Birçok ülkeden ölmek için İsviçre'ye gelen insanlar varmış. Bu da bana üzerine yazılıp çizilesi ilginç bir bilgi olarak gözüktü. Bu arada İsviçre'ye vize almak birçok kişi için oldukça zordur, acaba formda "ölesim var, o nedenle ziyaret ediyorum" türünde bir kutucuk var mıdır, onu merak da ettim.
Die lange Nacht
Yani uzun gece. Yaşadığım şehrin en güzel aktivitelerinden biri. Dün gece "Müzikle" uzun gece vardı, çok yakında "müzede" uzun gece, "mimari" uzun gece, "tiyatroda" uzun gece versiyonları da olacak. Yani tek bir biletle mesela gece boyu tüm müzelere giriş serbest, ya da şehrin mimari yapılarını ziyaret edebiliyorsunuz, ya da dün geceki gibi akşam 8'den sabaha kadar süren 400 konser ve partiden istediğinize girip çıkıyorsunuz, mekanlar arasında da otobüs ve tramvay servisleri işliyor. Sokaklarda canlı samba, müzelerde balkan partileri, kiliselerde klasik müzik konserleri, ne ararsan var. Tüm kent dans ediyor, içiyor, eğleniyor; sinegog önündeki olağan koruma dışında etrafta polis molis de görmedim, kavga dövüş de..
Aslında Münih gece hayatı oldukça hareketli kentlerden biri, ama "tüm kent dans edecek" düsturuyla yola çıkılınca, bir başka keyifli oluyor. Muhteşem bir geceydi, sabah 5'e kadar dışardaydık ve ancak 6 mekan gezebildik. Birkaç da sokak şenliğinde dans ettik. Ha bir de tramway'da parti vardı, ona da birkaç durak katıldık. Bizim ikiz DJ'lerimiz Tim&Tom'un Balkan Partisi muhteşemdi yine. Pek kıvırmayı beceremeyen Almanların arasında, benim odunsu beden hareketlerim estetik bile kaçtı. Zaten ultra neşeli ve ezici bir çoğunluk olarak, bir noktadan sonra pistlerde bizim ekibin borusu ötmeye başladı ve etraftaki insanları garip dansımızla büyüledik, ben de arada kaynadım gittim.
Ama geceye damgasını vuran, Mojito'ya açık ara farkla gönülleri fetheden "Tiki Puka Puka" oldu. Dünyanın en iyi barlarından biri olan ödüllü Trader Vic'te 15 euro'ya ulaşabileceğiniz bu muhteşem buzlu karışımın içinde 3 çeşit rum, limon suyu, portakal suyu ve greyfurt suyu bulunmakta ve üstünde muhakkak taze bir çiçekle servis edilmekte. Münih'e yolunuz düşerse mutlaka deneyin (hatta beni de alın yanınıza, beraber deneyimleyelim)
Valla sağolsun Münih Belediyesi, çok güzel bir gece geçirdik; sosyal devlet diye buna derim. Her yaş ve çevreden insan vardı, mekanlar da tıklım tıklımdı. Cıvıl cıvıl sesi sokaklara taşan Taksim'i özlemiştim nicedir, bana özellikle iyi geldi.. Bakalım diğer uzun geceler nasıl olacak!
Aslında Münih gece hayatı oldukça hareketli kentlerden biri, ama "tüm kent dans edecek" düsturuyla yola çıkılınca, bir başka keyifli oluyor. Muhteşem bir geceydi, sabah 5'e kadar dışardaydık ve ancak 6 mekan gezebildik. Birkaç da sokak şenliğinde dans ettik. Ha bir de tramway'da parti vardı, ona da birkaç durak katıldık. Bizim ikiz DJ'lerimiz Tim&Tom'un Balkan Partisi muhteşemdi yine. Pek kıvırmayı beceremeyen Almanların arasında, benim odunsu beden hareketlerim estetik bile kaçtı. Zaten ultra neşeli ve ezici bir çoğunluk olarak, bir noktadan sonra pistlerde bizim ekibin borusu ötmeye başladı ve etraftaki insanları garip dansımızla büyüledik, ben de arada kaynadım gittim.

Valla sağolsun Münih Belediyesi, çok güzel bir gece geçirdik; sosyal devlet diye buna derim. Her yaş ve çevreden insan vardı, mekanlar da tıklım tıklımdı. Cıvıl cıvıl sesi sokaklara taşan Taksim'i özlemiştim nicedir, bana özellikle iyi geldi.. Bakalım diğer uzun geceler nasıl olacak!
27 Mayıs 2011 Cuma
Malın gözü
Evde yetiştirmek zor, ithal edilenler de aynı kalitede değil. O zevki vermiyor. Çok aradım, sonunda buldum kıyıda köşede kalmış bir fide. Mutfakta gözden uzakta, kaynatılmış, süzülmüş sularla, sabah güneşinin sıcak sarılışlarıyla yetiştirdim. Geçen hafta çiçeğe kaçmaya başlar gibi olunca topladım, salonun en özel köşesinde güneşte kuruttum. Bu akşam tek tek topladım kuru dallarını, bardağa koydum. Artık kullanıma hazırdı.
Heyecanlıydım.. Nasıl olacaktı diğer tadlarla uyumu, kokusu keskindi ama tadı nasıldı?! Kıyabilecek miydim yemeye O'nu?!? Ürpererek aldım bardağı, fırınladığım limonlu tavuk, patates ve havuçların üzerine serptim usulca.. Sonra 150 derecede.. İçimi buruk bir sevinç kapladı!
Ve yedim onu, hapur hupur! Nı-ha-ha-ha (bknz.kötü ve çılgın karakter gülüşü)
Ya ben böyle bi mal görmedim arkadaşlar, tamamen organik, mis gibi mal :D Kekik ayol kekik! Görmemişin evinde organik bahçesi olmuş hadisesi işte...
15 Mayıs 2011 Pazar
Dahi miyim, deli mi?

Ben de Türk eğitim sisteminde yaratıldığım için, hepimiz gibi çok zeki ama tembelim. İlham gelmeden de şurdan şuraya gitmiyorum. Ömrüm Godot'yu bekler gibi ilham beklemekle geçiyor; o da hınzır, hiç çalışırken, çabalarken gelmez. Alakasız anlarda, mesela tuvalette değiştirmeyi unuttuğum, şak diye biten, domala domala ve lanet okuya okuya, en uzak rafın en dibine konuşlandırılmış kağıda doğru uzanırken falan ya da daha sıklıkla tam uykuya doğru aktığım o biliçaltı anlarında geliverir. Böyle anlar için yatağımın başına bir defter ve kalem koydum, sonsuz notlar alıyorum geceleri. Sabah kalkınca o tek kelimelik aydınlanma anlarının anlamını çözebilene aşkolsun. Bazen işe yarıyor ama, sonuçta bana burs kazandıran, master tezimle ilgili bir fikre böyle sahip oldum mesela! Neyse geçelim, özetle "ne kadar da cool'um yarabbim"..!
Lakin; bu sıra zeka pırıltıları gösterme konusunda biraz durakladım. Belki fazla sakız çiğnemek geçici beyin fonsiyonlarımın kaybına sebep oldu, bilmiyorum. Dil kursunda fena çuvallamış haldeyim. Millet bülbül gibi şakıyor, ben dut yemiş gibi oturuyorum. Eski kursumda bir yıldızdım, bu sınıfta fena söndüm. Bu kadarla kalsa iyi, doktoraya başlayalı 1 ay oldu, daha bugün kütüphanenin evden de kullanılabilen online sistemini çözebildim. Çözdüm de ne oldu, hala konumun engin belirsizliği devam ediyor. Terapiye mi odaklansam, engelleyici çalışmalara mı, saptamalar mı yapsam, teoriler mi geliştirsem? Doktora tezimle dünyayı kurtarmam beklenmiyordu dimi benden???? Bekleniyor muydu yoksa ya??? Dünyayı geçtim, kıçımı kurtarmaya odaklandım.
Yeni bir ülkede, yabancı olmak zor mudur? Hayır, bence değil. Öğrenilecek birsürü şey, deneyimlenecek bir sürü yenilik var. Çat pat dil konuşmak utandırır mı? Bence, hayır. Sevimli bir hal var üzerimde; kaşını gözünü yardığım Almancam ve kahverengi saç-göz ikilisi, beni egzotik bir meyve havasına soktu. İnsanların ne konuştuğunu anlamamak da güzel bazen, duymak istemediklerini duymamış oluyorsun. Bir de, dün Trevanian şunu dedi bana: "Sen şanslısın. Herhangi bir şey olduğun için. Biz çoğumuz hep aynı kumaştan biçilme insanlarız. Çağdaş eğitilmiş Fransızlarız (Almanlarız). Hepimiz birbirimize benziyoruz. Aynı kitaptan bilgi almışız. Aynı korkular ve önyargılarla sınırlıyız. Birimizi çekip yerine öbürünü koyabilirsin.. eşiz. Kendimizi benzersiz sanma konusunda bile eşiz. Ama sen.. bir başka kökten geliyorsun. Değişik bir şeysin! Bin yıllık geleneklerin, niteliklerin parçasın”. Doğru. Böyle düşünüyorum ve hissediyorum. Bana önyargıyla yaklaşıldığını düşünmüyorum, hissetmiyorum; öyleyse yaklaşılmıyor. Yeni bir ülkeye adapte olmanın ilk koşulu bence budur (sayısız deneyimle de sabittir, önerilir).
Son olarak; bir başka dostum Andre Gide de benim ağzımdan düşünmüş ve demiş ki: "Susmayı öğrenmeliyim. Kendi kendimi ciddiye almayı ve kendini beğenmişliğe kapılmamayı öğrenmeliyim". Sustum o zaman.
Biriktirdiklerim
Doktora ve ağırlaşan dil kursu beni tarumar ettiği için, yazsam da basamıyorum bu sıra. Kopmamak lazım. Kısa kısa, son dönemlerde başıma gelen 5 şahane hadise:
1. Yolcu koltuğu ve ön camı tepeden tırnağa kaktüslerle dolu halde, gayet huzur dolu bir ifadeyle araba kullanan bir adam gördüm trafikte. O kadar kaktüsle ani bir fren yapma olasılığı beni ürküttü.
2. "Şu hayatta başladığım hiçbir işi bitiremiyorum" diye yakınırken, koca bir kutu haribo ayıcığı yiyip bitirmiş olduğumu fark etmek, beni sevinç ve dehşet denizlerine saldı.
3. İki ay sonraki "memleket seyahati"nin uçak biletlerini aldığım günün akşamında gördüğüm, havada değil de bir tarlanın ortasında pişkin pişkin oturmakta olan 50 kadar leylek beni sinirlendirdi ve durduk yere batıl inanç sahibi etti.
4. Bit pazarından bulup, hemen alıp eve getirdiğim, üstüne bir de canavar gibi çalıştığını görüp sevindiğim bu yanda fotosu bulunan kavuniçi Elvis'li telefonum; tüm hafta boyunca bana "Hayatı fazla ciddiye alırsan, kimse seni ciddiye almaz evladım" dedi durdu.
5. En yakın dostlarım olan üç kazulet erkeğin, kafa kafaya verdikleri halde, birinin "olası sevgilisi" konumundaki kızdan gelen sms'i anlayamaması ve nasıl bir cevap vereceklerini de kestiremedikleri için, gecenin 11'inde "bir hemcinsinin görüşüne başvurmak" üzere Elvis'li kavuniçi telefonumu çaldırmaları beni pek şaşırtmadı ama; kızın "tüm gün marangozluk işleriyle uğraştım, çok yorgunum, şimdi köpüklü bir banyo alıyorum, yalnız kalmak istiyorum, bu sıra fazla görüşmeyelim" mesajı hakikaten dumura uğrattı. Gece yarısı, ilk cümleye kitlenmiş ve haliyle engin fantaziler geliştirmiş bu üç gariban erkekle yapılan bir saatlik tartışma ve değerlendirmeler sonucunda, mesajın ilk yarısında "alenen aranan", ama ikinci yarısında yalnız kalmak isteyen bu "lonely bipolar bitch" kızımıza yollanacak en uygun cevabı bulamamış olmam, gönül "mes-ele-leri" hususunda çaptan düştüğümün bir belirtisi olarak beni telaşlandırdı.
Hamiş: Aklımın bir köşesinde bu mevzuyu değerlendirmeye hala devam ediyorum. Anlamadım ben bu işten, gönül postasında çağ dışı kalmışım! Ne diyor, ne demek istiyor bu kadın milleti? Yemin ederim aklıma Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken'indeki "Ne evet, ne hayır" hikayesi geldi! Ha bir de, şimdi fark ettim, Oğuz Atay gibi uzun ve bitmek bilmeyen cümleler kurmaya başlamışım ben yahu.. Niye böyle oldum ki??
1. Yolcu koltuğu ve ön camı tepeden tırnağa kaktüslerle dolu halde, gayet huzur dolu bir ifadeyle araba kullanan bir adam gördüm trafikte. O kadar kaktüsle ani bir fren yapma olasılığı beni ürküttü.
2. "Şu hayatta başladığım hiçbir işi bitiremiyorum" diye yakınırken, koca bir kutu haribo ayıcığı yiyip bitirmiş olduğumu fark etmek, beni sevinç ve dehşet denizlerine saldı.
3. İki ay sonraki "memleket seyahati"nin uçak biletlerini aldığım günün akşamında gördüğüm, havada değil de bir tarlanın ortasında pişkin pişkin oturmakta olan 50 kadar leylek beni sinirlendirdi ve durduk yere batıl inanç sahibi etti.
5. En yakın dostlarım olan üç kazulet erkeğin, kafa kafaya verdikleri halde, birinin "olası sevgilisi" konumundaki kızdan gelen sms'i anlayamaması ve nasıl bir cevap vereceklerini de kestiremedikleri için, gecenin 11'inde "bir hemcinsinin görüşüne başvurmak" üzere Elvis'li kavuniçi telefonumu çaldırmaları beni pek şaşırtmadı ama; kızın "tüm gün marangozluk işleriyle uğraştım, çok yorgunum, şimdi köpüklü bir banyo alıyorum, yalnız kalmak istiyorum, bu sıra fazla görüşmeyelim" mesajı hakikaten dumura uğrattı. Gece yarısı, ilk cümleye kitlenmiş ve haliyle engin fantaziler geliştirmiş bu üç gariban erkekle yapılan bir saatlik tartışma ve değerlendirmeler sonucunda, mesajın ilk yarısında "alenen aranan", ama ikinci yarısında yalnız kalmak isteyen bu "lonely bipolar bitch" kızımıza yollanacak en uygun cevabı bulamamış olmam, gönül "mes-ele-leri" hususunda çaptan düştüğümün bir belirtisi olarak beni telaşlandırdı.
Hamiş: Aklımın bir köşesinde bu mevzuyu değerlendirmeye hala devam ediyorum. Anlamadım ben bu işten, gönül postasında çağ dışı kalmışım! Ne diyor, ne demek istiyor bu kadın milleti? Yemin ederim aklıma Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken'indeki "Ne evet, ne hayır" hikayesi geldi! Ha bir de, şimdi fark ettim, Oğuz Atay gibi uzun ve bitmek bilmeyen cümleler kurmaya başlamışım ben yahu.. Niye böyle oldum ki??
tweet.. tweet..

Allgau Orient Rallisi

Bu Ralli diğerlerinden farklı; çünkü düşük bütçeli, sosyal bir amaca hizmet ediyor ve katılımcıların diğer ulus ve kültürleri yakınen deneyimlemesini gerektiriyor. Bu bir yarış değil, bir araba seyahati serüveni! Belirli bir zaman diliminde, modifiye ettiğiniz, yaşı 20'den az olmayan ya da toplam maliyeti 1111.11 Euro'yu geçmeyen arabanızla, hiçbir otobana girmeden, Güney Almanya'dan Ürdün'ün başkenti Amman'a ulaşmaya çalışıyorsunuz. Her takım 3 araba ve 6 katılımcıdan oluşuyor, Amman'a sadece bir arabanın varması yeterli sayılıyor. Seyahat rotanızı kendiniz belirliyorsunuz; yolda konaklamanızı ya arabada, ya kamp çadırında ya da geceliği 10 euro'yu geçmeyecek bir ortamda geçirme koşulu var. Ayrıca komite tarafından size verilen ödevleri yerine getirmeniz bekleniyor. Bu ödevlerden bazıları; yerel belediye başkanınızdan aldığınız "iyi dilek ve esenlikler" mektubunu mesela Bosna'daki bir belediye başkanına sunmanız, ya da türkiye'de 4 polis memuru ve bir inekle aynı karede bir fotoğraf çektirmeniz, ya da bir telekerlek kaşarı belirli bir köy ilkokuluna bozulmadan teslim etmeniz, vs.
Bu tam benlik: yol ve yerine getirilmesi gereken ödevler korkunç eğlenceli duruyor ve tüm bu maceranın sosyal bir amacı da var. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP), serüvenin ana sponsoru. Serüven sonunda kazandığınız "1 adet Deve"yi bedevilere bağışlamanız, arabaların tamamını Ürdün'de bırakmanız bekleniyor. Bu vesileyle tüm gelirler yerel halka kazandırılmış oluyor, siz de yaşadığınız serüvenle memleketinize geri dönüyorsunuz. Tabii devenizi istediğiniz her an ziyaret hakkınız bulunmakta :)
2011 rallisi yeni başladı, takımlar maceradan maceraya direksiyon sallıyor. Biz inanılmaz heyecan yaptık; rotayı, lojistiği, teknik meseleleri falan düşünmeye başladık. 2012 için Kayıt tarihlerini not ettik, yani konuya baya ciddi eğildik. 4 kişiyiz (3E-1K), 2 kişilik yerimiz var. Aradığımız şartlar, bizim gibi seyyah olmanız (en azından bir bağımsız uzakdoğu, hindistan, asya ya da afrika seyahati yapmış olmanız), motordan ya da teknikten anlamanız ya da mekanik kurs almaya gönüllü olmanız, minimum bir hafta sürekli uzun yol tecrübenizin bulunması, fazla titiz ve huysuz olmamanız, ilkyardım bilmeniz, analitik düşünce ve kuyruğu sıkıştırma anlarında atik olma becerisine sahip olmanız, sosyal sorumluluk bilincinizin olması, iyi derece ingilizce ya da almanca konuşabilmeniz (ek balkan dilleri tercih sebebidir) ve en önemlisi de bizim kadar maceracı ve heyecanlı olmanız! Kalbiniz küt küt atmaya başladıysa, lütfen benimle temasa geçin :) Çok heyecanlı, çok!
4 Mayıs 2011 Çarşamba
Mazeretim var, asabiyim ben!


24 saat porno izlediğim yok, hayatımda 2 kez porno izlemişliğim vardır, o da "abooov bu yapılınabiliniyo mu ayol?" nidaları eşliğinde. Bir çok insan da ergenlikte meraktan izler, ülkemizde genelde başka türlü bir cinsel eğitim sunulmadığı için. Ben sevmem pornoyu, içimi hoplatmıyo tv'deki elastik cıbıldak insanlar. Zevk meselesi. Ama sevene de karışmam. Bazısının aşk hayatı renkleniyor, bazı psikolojik rahatsızlıklarda biz bizzat deli doktorları terapi niyetine veriyoruz porno izlemeyi.. Hayır; çocuktur, hayvandır ayrı.. Bunlar porno değil, hastalık bikere. Yayını yapanı cezalandıracaksın, seyredeni tedavi edeceksin.. Yasaklarla neyin önüne geçilebilmiş, ancak daha merak uyandırılmış, cazip hale getirilmiş. Sağır sultan duydu be!
Millete sözümona demokrasi dağıtanın, demokrasiden haberi yok. Demokrasi adı altında bizi aptal yerine koyuyorlar, biz bilemeyiz diye "cısss" diyorlar, koruyorlar bizi.. Hani çok kızdıkları Aziz'imiz "ben dedim ayol" diye kıs kıs gülüyordur mezarında! "Aile Paketi"ymiş, tevbe tevbe tevbe.. "Bekarlık sultanlık paketi" istiyorum yaf ben! Var mı öyle bi seçenek? Yok.. Bunun nesi demokrasi? Demokrasi sadece belli bir kesime sağlanacaksa bu demokrasi midir? Devlete ne insanların kişisel zevklerinden, ailesini hangi değerlerle yetiştirmek istediğinden, hangi kelimeyi motorlardan arattığından? Elalemin 6 yaşındaki bebesi google'da "koca meme" aratıyor, öyle bi çağdayız, hangi kafayla neyi yasaklıyorsun?
Hani çocuklar vardır, birbirlerine sataşırlar. Öyle bir noktaya gelir ki, biri ellerini kulaklarına kapar "lalalalalala" diye yüksek sesle bağırır, karşındakini duymuyomuş gibi yapar. Ona benziyor bu. Sevmediğin, işine gelmeyen "cısss" konuları yasakla, kapat elinle kulaklarını. Aman biri Atatürk'e dil çıkarmış, aman biri Muhammed'e sövmüş, aman güneydoğu kürttür demiş birisi aman aman.. Biri dedi ya, hemen gerçek oldu. Kapatın tümden gitsin. Yıllarca bitakım "mesele"leri gizlediniz durdunuz, ayyuka çıkınca da önünü alamadığınızı "cısss"ladınız. Ne işe yaradı?
Kolaya kaçıyorsunuz kolaya! Çikolatayı çocuğa yasaklayacağına, çocuğa fazla çikolatanın zararını öğret, bırak kendi seçsin ne kadar yemek istediğini, sonuçlarına kendi katlansın. Aksi taktirde elbet bulur biryerlerden çikolatayı.. Ruhun bile duymaz. Aptal durumuna düştüğünle kalırsın.
Sanal eyleme katılmak için facebook ve twitter'deki ilanları takip edebilir ve davanın nasıl da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşındığını ntv haber'den öğrenebilirsiniz.
2 Mayıs 2011 Pazartesi
Asparagus Sendromu

Yalnız bir durum var.. Kendisi biraz afrodizyak özellikler gösteren bir arkadaş. Bilelim, öyle yiyelim ;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)