31 Ağustos 2022 Çarşamba

Minik ev

Önceki postta yerim dardı, yazamadım, vallahi çenelemeye geldim, azıcık hayâl kuralım mı beraber?

Benim bir hayâlim vardı hatırlıyor musunuz? Karavanla dünyayı gezecektik bir sene boyunca ve iki küçük çocukla. Gezginlik kısmı tamamdı, minikleri Uzak Doğu’dan Karayipler’e sürekli yollarda büyüttük zaten, sorunsuz gezginler olduklarını bize kanıtladılar ama karavan kısmında deneyimsizdik.. Her biri en az 4-5 gün süren üç denemeden sonra, ben bu işin hiiiiiiç benlik olmadığına karar verdim :)) 

Tıpkı bir zamanlar ciddi şekilde planladığım ve eğitimlerini almaya başladığım “teknede yaşama” hayalimin, yakın arkadaşlarımın yaşadıkları ve sonradan dünya turuna da çıktıkları teknenin onlara “yaşattıkları”nı görünceye dek sürmüş olması gibi.

Kabul ediyorum ben rahatıma düşkünüm ve hmm biraz da bencilim :)) Daha doğrusu bencil değilim de, istediğimde sadece bana ait, diğerlerinden uzak ve tek başıma, yalnız kalabileceğim bir alana sahip olmak benim için şart. Çünkü an geliyor vallahi kendi doğurduğum çocuktan kaçacak yer arıyorum.. Ama alan dediysem, yani nohut oda, bakla sofa.. Öyle katlar yatlar değil, ufacık bir bahçe, minicik taş bir ev.

Bir süredir instagramdan minik ev fikirleri, sade akdeniz yaşamı ayrıntıları falan biriktirir oldum. En çok da şu tarz küçük evler hoşuma gidiyordu:

Miniş 😍

Altta ufak bir yaşam alanı, minik bir mutfak ve banyo, kenarda merdiven ve üstte ufak bir uyku alanı. 

Yetmez mi? Yeter! Önüne de ufacık bir bahçe, akşam sefaları, renkli çiçekler, belki minik bir sebze bahçesi, kompost alanı, iki ağaç arası bir hamak, belki etraftan gizli bir bahçe duşu ;) Bir de insanlardan biraz uzak olsa, doğayla içiçe..

Ben bunları düşüne durayım, eşim çok mantıklı bir öneride bulundu, “havaalanına en çok 2 saat olsun da, Münih’ten sıkıldıkça haftasonları kaçarsın” dedi.. Çocuklar büyüdükçe daha da uzun sürelerle kalırsın.. Öyle bakınıyordum işte bizim Mudanya’yla Karaburun’un köylerine. Ay geçen hafta karşıma şu çıkmasın:

Dut ağaçları önünde, minicik bir arsa, ufacık bir göz ev. Köydeki tüm evler böyle taş Rum evi.. Hepsi yıkılmış, toplasan 5 hane yaşıyor, onlar da eminim kışın ilçeye gider. Evin önündeki manzara şu:

Bomboş! Tatlı bir rüzgâr ilerideki denizin tuzlu kokusunu getiriyor, ağaçlar hışır hışır, sessizlik tarifsiz.

Sonra içine baktım:

(Foto emlakçının sitesinden, 
benim çektiğim karanlık çıkmış)

Aman tanrım! Aynen yukarıdaki minik evin tarzı değil mi?! Şaka gibi.. Aynısı! Üstelik dahası, eski evlerin tuvaleti biliyorsunuz dışarda olurmuş, hani açık hava duşu diyorduk :)))) Buyrun:

Ağaçtan akan yağmur duşunu 
hayal edelim lütfen..

Fiyat da aslında uygundu. Hele bahçedeki dut ağaçlarına içim gitti içim.. Peki neden cesaret edemedin derseniz, hemen arkasında iki üç yıkıntı ev daha var ve onlara nasıl insanlar gelir bilemedim.. Hani diyorum ki sevgili blogcular, benim komşuluğum iyidir bakın :))) Topluca alalım mı? Blog köyü kurarız hep birlikte imece usulü yaşar gideriz. Blog yazacağımıza sabah kahvesine buluşur sohbet ederiz :))) Ay bu yaştan sonra gözlerimize yazık valla minicik ekrana baka baka yaşlandık.. Ciddiyim bakın, var mı aramızda çılgın yatırımcılar? :))))

Yine emlakçıdan aydınlık bir foto

Neyse yani özetle evet komşuluk olayından çekindim uzun lafın kısası, dibimde birileri hem de huysuz birileri olma olasılığı hoşuma gitmedi..

Ama bence bu deneyim gözümü açtı, bence ben daha dikkatli ve niyetli bakabilirim bu işlere bundan sonra.. Kim bilir belki karşıma aynen böyle bir minik ev çıkar, yine yazarım buraya, bu sefer oldu! diye :) Haydi hayırlısı..

Müstakbel komşunuz :))


29 Ağustos 2022 Pazartesi

34: Ağustos renkleri

Ben susayım, renkler konuşsun ve geçen haftayı anlatsınlar..

Karaburun’un ünlü, falezlerde yetişen 
Altın otunu topladık

Deniz keyfinin orta yerinde acıkınca, Badembükü’nde üstü sazla kapalı, mavi beyaz tahta masalarda tostlar yedik, çaylar içtik

Saip köyünde “pembe panjurlu” hattâ pembe cumbalı şirin bir taş evin önünden geçtik

Sanki denizin ortasında bir yunus görür gibi olduk

Şu minik taş evin satılık olduğunu öğrenip, az kalsın almaya kalktık ama bunu geniş anlatmam lazım, baya maceralıydı.. 

Momentos renklerini de alıp bizi ziyarete gelince, bol bol elişi yaptık, ağaçlara astık, Almanya’daki arkadaşlarımıza hediyelik ayırdık 

Mimas yolu’nun en sevdiğim 13km’lik kısmını bir sabah gün doğarken yeniden yürüdük (yarısından sonra eşimin “benim trekking programı burdan sola dön diyo” demeçiyle kaybolduk, bu benim “ben sana dediydim” dediğim o efsanevi andan sinirli bir foto 😝 ah bu erkekler..)

Her akşam balık tutmaya çalıştık, Allahtan kainatın en yeteneksiz balıkçılarıyız, bir tane bile tutamadık

Ve finaldeeeee:

Babamızı Münih’e yollayıp, anane ve dedemizle (elbette hiiiiiiç boğazımızdan geçmeyen)
kahvaltı keyfi yaparak özlemimizi gidermeye çalıştık 🤣

Yılın 34. Haftası böyle güzel, böyle rengarenk geçti.. Yaşasın Türkiye’de olmak!

21 Ağustos 2022 Pazar

33: Türkiyeeee

Haftabaşı bir test daha yapıp, “eeeeh yeter artık beni Türk doktorlarına emanet ediverin gariii” diye uçağa atlayıp canım memleketime geldim. Alkışlar alkışlar! Valla asla gelemeyeceğim falan sanmaya başlamıştım. 

40 senedir aynı manzaradan vaz geçememek :)

Fakat uçaktan komik bir ayrıntı; yine yan sırada oturan yaşlı amcadan uçak inişe geçince bir aferin aldım :)) Bu çok oluyor, neredeyse her sefer ya yaşlı bir teyze ya da amca bana dönüp çocuklarımla ilgili bir şeyler için beni tebrik ediyor. Ne iyi ilgileniyormuşum, ne özenliymişim falan. Sanırım elimizde tablet telefon falan olmadan seyahat edebildiğimiz için ilginç geliyoruz insanlara :)) Yoksa bi’ numara yok, gayet klasik küçük çocuk darlamaları, atarlı Türk anası, telefonu alıp keyfine bakan baba falan bizde de mevcut.

Fakat şimdi yalan yok, böyle bir iltifat aldığım her sefer de inanılmaz mutlu oluyorum, genelde gözlerim doluyor, içimi ulvî duygular sarıyor. Yabancı birinden alınan bir iltifat insana ne iyi geliyor.. İlginç değil mi? Yabancı birinin iltifatı ve çok yakın birinin eleştirisi; bu ikisi birbirinin tam zıttı iki uca taşıyabiliyor insan psikolojisini.. Çok ilginç!

Neyse sonuçta geldik. Kısmetse dört hafta buradayız. 

Dakika bir gol bir, çöp kenarından el kadar kedicik

Memleketimin havası, güneşi hemen fark etti tabii. Sağda solda bazen uyuyakalıyorum ama çok şükür toparladım, iyiyim. Denize de girdim sonunda daha ne olsun.. Geçen yılki gibi saatlerce yürüyemiyorum, uzun uzun yüzemiyorum ama dur bakalım, açılırım inşallah..

Çok çabuk yorulduğum için bahçede çalışmayınca, hafif ev işi ve yemek dışında bir görevim de olmayınca, kalan tüm vaktimi spotify’daki podcastleri dinleyerek ve okuyarak geçirdim bu hafta. Hastalık sırasında bu mümkün değildi çünkü baş ağrısından gözümü bile açamıyordum. Özlemişim.

Sazak Rum Köyü’ne gittim hemen ☀️

Karl Ove Knausgaard’ın 6 ciltlik kavgam’ını okudum, 490 sayfanın 250 sayfası boyunca ev temizleme mi anlatılır yahu?! Merak etmiştim neden bu kadar sattığını, bitirdim, inanın daha da merak ediyorum! Diğer 5 cildi okumayı düşünmüyorum. İnsan bir yaştan sonra “çok fazla güzel kitap ve çok az zamanım var” psikolojisine giriyor.. Hayır Paul Auster yazsa meselâ 6 cilt okurum ama yahu adam hem çok başarılı bir yazar değil hem de daha 60 bile yok, bu kadar genç yaşta neyi çözdün de neyin otobiyografisini yazıyorsun?! Sanırım o da benim gibi yazarak düşünen, yazmaya başlayınca duramayanlardan. Ay içim gerildi, kim bilir ben de bu blogda nasıl geriyorumdur milleti diye düşünmedim değil :)) Bir de email yazıp “daha sık yaz” diyorsunuz ayolcuğum. Sizi gidi mazoşistler sizi.. 

Bahçeden üzüm 🍇 

Podcast olarak da Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu’nun Nereden Başlasam’ına kafayı taktım. Konular muhteşem, konuklar uzman, sohbet çok keyifli ve kendi konfor ve ilgi alanım dışında, çok fazla yeni şey öğreniyorum. En baştan sona dinlemekte olduğum bu podcasti aşırı tavsiye ederim, her şeyiyle 5 yıldızlı bir podcast.

Spotify hesabımı da yeniledim, listeleri biçtim kestim yeniden topladım falan, onları da severek dinliyorum tavsiye ederim ;)

Haftanın bu aon gününde de Kösedere Üzüm festivali’ne gittim. Birkaç atölyeye katıldım, üzüm tattım, şarap ve pekmez satın aldım. Güzellik yarışmasına (saat 16’da en güzel üzüm, saat 17’de üzüm güzeli yarışmaları vardı) çok güldüm ama köyün kızları da güzeldi doğrusu. Türk kadınında böyle değişik işveli bir güzellik var, saf naif değil de böyle latin kadınları gibi farkındalığı olan dişil bir güzellik. Avrupalı kadınlarda yok o, daha soğuklar. Bir dönem onlara özenip böyle boş boş balık gibi bakan iki lafı bir araya getiremeyen sıfır beden kadınları güzel diye etiketliyorduk toplumca ama o moda sanırım (şükür) geçmiş, insan özünden utanmamalı, aslında yüzyıllardır gelen, kadından kadına geçen bir güç var o özde..

Tatilin ilk haftası böyle geçti. Bu kasabada yazmaya çok elverişli bir ortam var, tortuya yansıyor zaten ama bakalım becerebilirsem haftalık yazılarla burada da karşınızda olmaya çalışacağım. Herkese güzel bir hafta dilerim!

17 Ağustos 2022 Çarşamba

31-32. Haftalar: Hastalık

Temmuz’un 30’undan Ağustos’un 15’ine dek ne yaptın dersen: yattım sevgili blog. Bu nasıl bir hastalıkmış böyle.. Yine Allah korudu önce çocuklar oldular onlara güzelce bakabildim, ilaçlarını çorbalarını yapabildim ve onlar 5 günde kurtardılar ama sıra bana geldiğinde (çorbadan da bıkmıştık vallahi) öyle bir nakavt etti ki beni, başımı yastıktan kaldıramadım resmen! Daha doğrusu 4 gün ateşli aşırı hastayım sonra 1 gün ara, 3 gün yine ateşli, 1 gün ara, 2 gün ateşli.. Bu ne ya?! İyiyim sanıyorum, oh şükür diyorum (hemen evi toplamaya iş yapmaya kalkıyorum çünkü ben adam olmam) ertesi gün yine başlıyor..

Ibuprofeni bulandan Allah bin defa razı olsun
3 saatliğine bile olsa gözümü açıyor!

Hiç anımsamadığım günler var arada! Konuşamayacak derecede korkunç bir baş ağrısı, kolumu kaldıramayacak derecede bir halsizlik, hafıza sorunları (hangi yılda olduğumuzu uzun uzun düşünmek derecesinde hem de!). Hele bir sırt ağrısı aman yarabbi her adımda sanki omuriliğime bıçak saplanıyor.. Korkunçtu.

Geçti mi, hayır. Hâlâ halsizim ve mide sorunlarım devam ediyor. Ama en azından oturabiliyorum, bir iki dakika yürüyebiliyorum. 15 gün süren tuhaf bir hastalıktan yavaş yavaş çıkıyorum.. 

Tabii bu arada bizim Türkiye tatili de kaynadı. Ben hastalık ara verdikçe umutlanıp bilet aldım, tam 3 defa :)) İlk biletin değişimi yoktu, neyse ki sağlık sigortamız ödedi. İkinci ufak bir ücret karşılığı değiştirildi. Üçüncü bilet açığa alındı, artık benden bıktılar çünkü :)) Artık ben yavaş yavaş biz gidemeyeceğiz sanırım demeye başladım ama yarınki bu son teşebbüsümüzde iki ağrı kesiciyle kendimi uçağa atacağım kafaya koydum! Öleceksem de memleketimde öleyim kafasındayım artık.. Bu arada testler negatif, kimseyi riske atmak istemem tabii ama yine de annemleri pas geçip bir 15 gün tek başımıza Karaburun’da olalım diyorum, ne olur ne olmaz..

Durumlar böyle. Kısa bir bildirme yapayım dedim, şimdi yatağa geri gidiyorum.. Bakalım gelebilecek miyiz yarın memlekete? :)) Yoksa yine 1 günlük hastalık arası mı bu da? 

Herkese sağlıklı günler dilerim!

GÜNCELLEME: Başardım! Geldim denize bakan evime.. Hem de ne karşılama, bakar mısınız? İnşallah Ağustos’un kalanı hastalıksız ve neşeyle geçer <3 Yaşasın evde olmak!