
Amerika'da çekilen ve dört gün önce yayınlanan islam karşıtı filme yönelik
protestolar yayılırken, Avrupa ve Amerika'da da müslümanlara ve islama yönelik bakışaçıları, düşünce ve davranış özgürlüğünün sınırları tartışılmakta. Bu noktada en çok sorulan sorulardan bazıları "Sadece bir filmin çekilmesi suretiyle, kitlelerin öfkesi ve tepkisi yaratıldığında, bunun sorumlusu kimdir?", "Müslümanların verdiği tepkiler neden bu kadar aşırı uçlardadır?" ve "Bu tepkilerin yarattığı ya da güçlendirdiği uzlaşmazlık sorunlarının üzerinden nasıl aşılır?".
(Hıristiyan)Batı'nın kural ve kalıplarıyla düşünüldüğünde, (Müslüman)Doğu'nun his ve tepkilerinin anlaşılmasının mümkün olduğunu sanmıyorum. Avrupa'da yüz yıllardır çeşitli devrim ve savaşlardan alınan derslerle gelişen demokratik düşünce, fikir özgürlükleri ve genel anlamda bireysel sorumluluk bilinci, ne yazık ki doğu kültürleri için geçerli değildir. Bugün hala totariter (çoğu zaman dikta) rejimiyle yönetilen ümmetçi Doğu'nun; Batı'daki demokratik ve özgür düşünceyi, bireylerin fikir ve ifade özgürlüğünü, demokratik yönetimi ve en başta da genel anlamıyla "bireyselciliği" anlaması mümkün değildir. Bu toplumlar yüz yıllardır tek bir başın fikirleriyle yönetilmiş, kendilerine neyi, ne zaman ve nasıl düşünecekleri dikta edilmiş, bireysel çıkışları son derece köktenci, sert ve etkili yöntemlerle bastırılmış bireylerden oluştukları için; toplumu tek bir kişinin, sosyal medyanın ya da üç beş provakatörün yönetmesi mümkündür. Bu durum İslam'daki ümmet anlayışıyla birleştiğinde, kitlelerin kukla gibi oynatılması ve istenilen yönde piyon gibi kullanılması çok kolaydır. Bunun üzerine de zaten fakir ve birçok açıdan Batı'daki sosyal ve fiziki refah düzeyini yakalayamamış olan Doğu'nun, sırf bu nedenle bile Batı'dan nefret etmesi, hakkı olan eşit yaşam koşullarına ulaşamamasında kendinden çok Batı'yı sorumlu görmesi ve bunu adaletsizlik olarak nitelendirmesi ve tepki duyması da beklenen bir durumdur.
Batı'nın anlayamadığı ilk nokta; kendileri hiçbirşey yapmazken, hatta iyilikle yaklaşırken, müslüman halkların neden bu kadar öfkeli ve saldırgan olduklarıdır - ki bunu da H. Clinton'un dünkü ".. Ama biz Libya'yı özgürleştirmiştik.. Neden Libya'da bunlar oluyor?" gibi sığ ve empatiden yoksun demecinden de anlayabiliyoruz. Batılının gözünde doğulular (ya da müslümanlar da diyebiliriz) çocuk gibidir; öfkelendiğinde yıkıcı olabilen ama öfkesi de genellikle sığ olay ve durumlardan kaynaklanan, fazla derin düşünemeyen ve duygu ve davranışlarını kontrol altına alamayan bir çocuk gibi. Batılı bu çocuğu hoş görmez, biraz da sıkılır devamlı bu çocukla uğraşmaktan. Bir çok yetişkinin yaptığı gibi, çocuğu karşısına alıp bu davranışın nedenini anlamaya çalışmaktansa, çeşitli ve genellikle de birbiriyle çelişen cezalar vererek anlık önlemler almayı tercih eder. Oysa kafası iyice karışmış çocuk, kendince adaletsiz bir şekilde cezalandırıldığını düşünerek, yetişkine karşı öfke duymaktadır. Ve yetişkin "Çocuk işte!" deyip geçtiği durumların kalıplaşmış davranış sorunlarına neden olacağı riskini düşünmez, bu davranışlar yıkıcı bir etki yarattığında ise çok şaşırır ve korkar. Örneğin dün Sudan'da Alman Konsolosluğu'na bir saldırı düzenlendi. Bu çirkin saldırı son derece gereksizdi ve Alman toplumunda büyük tepki yarattı, çünkü Sudan ile Almanya arasındaki ilişkiler genel olarak iyi bir seyirde gitmekteydi ve bu davranış Almanları şaşırttı. Sudan'daki insanların Almanya ile sorunları olduğu için değil, Amerika'nın bir uzantısı olarak gördükleri "hıristiyan Almanya'ya" saldırmaları gerçekten de anlaşılmaz bir durumdu. Ama Sudanlının gözünde ha Amerika, ha Almanya, ikisi de hıristiyan "öteki" fikri olduğu belliydi..
Oysa bireysel sorumluluk bilinci olan bir kişi, toplumların "gazı"na kolay kolay gelmez, kendisi düşünür ve kendi doğrusuna yönelik davranır. Bir film ya da bir karikatür üzerine konsoloslukları basmaz, cihad çağrısı yapmaz; çünkü bir düşünce ya da söylevin bir inanç ya da kutsal kabul edilmiş kişiye zarar veremeyeceğini, "dinin elden gitmeyeceğini" bilir. 3-5 kişi tarafından öne sürülen bir fikrin, yapılan bir filmin, çizilen bir karikatürün basit bir provakasyon olduğunu sezer ve tepkisini de konuşarak, tartışarak, kendini ve kültürel değerlerini karşıdaki insana anlatmaya çalışarak, onun görüş açısını dikkatli ve sakin bir şekilde dinlemeye çalışarak gösterir. İslam kültüründe de önerilen, kitaplarında da yazan, islam bilginlerinin hayat ve davranışları incelendiğinde de görülen davranım şekli budur.
Peki bu neden olmuyor?
Yukarıda bahsettiğim gibi Doğu'nun Batı'yı "kendi perişanlığından sorumlu tutması" tabii ki bir neden. Bir diğer neden ise; Batı'nın Doğu'yu kendi doğruları açısından ele alması, kültürel ve tarihi gerçekleri, Doğu'daki insanın psikolojisini ve mizacını tam anlayamaması. Avrupa'nın masa başına oturup sakince tartışan insanlarını Doğu'da bulmamız söz konusu değildir; çünkü bu mizaçlarında da, gördükleri sosyal kalıplarda da yoktur. Doğu'da fikirler bağrışarak, bazen yumruklaşarak tartışılır, sakin insana sünepe damgası bile vurulabilir. Düşünün; haber bültenlerimizi, meclis TV'deki görüntülerimizi, trafikteki hallerimizi, aşk hayatımızı.. Batının bunu anlayabilmesi mümkün değildir; çünkü batıya göre bu bir "Akdeniz ateşi" (Doğu'ya sempati duyan batılı için) ya da "barbarlık" (Doğu'ya antipati duyan batılı için) olarak görülür. Kaldı ki; kendi hayatında demokratik bir davranış görmemiş, hep üstten gelen baskıyla yönetilmiş, davranmaya zorlanmış, bireysel ve özgür düşüncenin varlığından habersiz Doğu halklarının "Ama demokratik düşünce bu.. Özgürlük.." gibi bir yaklaşımı anlaması mümkün değildir. Dolayısıyla; bu bir iletişim problemidir, Doğu ile Batı arasındaki ekonomik, kültürel, politik, toplumsal ve kişisel farklılıkların anlaşılamamasıdır.
Ne yapılabilir?
Her toplumda, "biz ve ötekiler" kalıp düşüncesine saplanıp kalmış bireyler vardır. Ne yazık ki bunların yaptıkları işler kitleleri peşlerinden sürükleyebilecek etkiye sahip olabilir. Bunun sonucunda "ötekiler"den de karşıt tepki gelmesi normaldir ve bu tepki her zaman "biz"im makul kabul ettiğimiz sınırlar içinde kalmaz. İnsanlar düşüncelerini çeşitli yöntemleri kullanarak yaydıkları zaman, karşıt düşüncede olan insanlar neler hisseder, nasıl davranır? Bunun düşünülmesi empati yeteneği gelişmiş birey ve toplumlar için kolaydır. Bir kez "öteki"nin ne demek istediğini anladığımızda, o zaman masa üzerine oturup sakince konuşmak mümkün olacaktır. Bunun ötesinde; politikacılar ya da daha iyisi toplumda saygı gören kişiler halkı provakasyonlara karşı durmak yönünde ikna etmelidirler. Bir politikacı çıkıp "Bugün Cuma, namaz çıkışlarında sakin olalım, provakasyona gelmeyelim" derse (ki dedi) bu bir adımdır. Bir sanatçı çıkıp "bu sanat değeri olmayan, üç beş kendini bilmez tarafından üretilmiş, dikkate bile alınmayacak bir filmdir" derse, bu bir adımdır.
Batılı ülkelerin bir yetişkinden beklendiği gibi sakin ve tutarlı davranıp davranamayacaklarını göreceğiz. Doğulu ülkelerinin de öfkelerine hakim olmayı ve bireysel düşünmeyi başarıp başaramayacaklarını, 500 sene öncesine dek sağlayabildikleri tarihi ve kültürel aydınlığın ışığında mı, barbar çöl kavimleri gibi mi davranmaya devam edeceklerini de göreceğiz. Bu sonsuz ve gittikçe yıkıcı hale gelen "etki-tepki" mekanizmasının önüne geçebilmek, dişine bir çomak sokabilmek, sanırım içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli görevi..