15 Eylül 2012 Cumartesi
İslam karşıtı film ve Doğu - Batı çıkmazı
Amerika'da çekilen ve dört gün önce yayınlanan islam karşıtı filme yönelik protestolar yayılırken, Avrupa ve Amerika'da da müslümanlara ve islama yönelik bakışaçıları, düşünce ve davranış özgürlüğünün sınırları tartışılmakta. Bu noktada en çok sorulan sorulardan bazıları "Sadece bir filmin çekilmesi suretiyle, kitlelerin öfkesi ve tepkisi yaratıldığında, bunun sorumlusu kimdir?", "Müslümanların verdiği tepkiler neden bu kadar aşırı uçlardadır?" ve "Bu tepkilerin yarattığı ya da güçlendirdiği uzlaşmazlık sorunlarının üzerinden nasıl aşılır?".
(Hıristiyan)Batı'nın kural ve kalıplarıyla düşünüldüğünde, (Müslüman)Doğu'nun his ve tepkilerinin anlaşılmasının mümkün olduğunu sanmıyorum. Avrupa'da yüz yıllardır çeşitli devrim ve savaşlardan alınan derslerle gelişen demokratik düşünce, fikir özgürlükleri ve genel anlamda bireysel sorumluluk bilinci, ne yazık ki doğu kültürleri için geçerli değildir. Bugün hala totariter (çoğu zaman dikta) rejimiyle yönetilen ümmetçi Doğu'nun; Batı'daki demokratik ve özgür düşünceyi, bireylerin fikir ve ifade özgürlüğünü, demokratik yönetimi ve en başta da genel anlamıyla "bireyselciliği" anlaması mümkün değildir. Bu toplumlar yüz yıllardır tek bir başın fikirleriyle yönetilmiş, kendilerine neyi, ne zaman ve nasıl düşünecekleri dikta edilmiş, bireysel çıkışları son derece köktenci, sert ve etkili yöntemlerle bastırılmış bireylerden oluştukları için; toplumu tek bir kişinin, sosyal medyanın ya da üç beş provakatörün yönetmesi mümkündür. Bu durum İslam'daki ümmet anlayışıyla birleştiğinde, kitlelerin kukla gibi oynatılması ve istenilen yönde piyon gibi kullanılması çok kolaydır. Bunun üzerine de zaten fakir ve birçok açıdan Batı'daki sosyal ve fiziki refah düzeyini yakalayamamış olan Doğu'nun, sırf bu nedenle bile Batı'dan nefret etmesi, hakkı olan eşit yaşam koşullarına ulaşamamasında kendinden çok Batı'yı sorumlu görmesi ve bunu adaletsizlik olarak nitelendirmesi ve tepki duyması da beklenen bir durumdur.
Batı'nın anlayamadığı ilk nokta; kendileri hiçbirşey yapmazken, hatta iyilikle yaklaşırken, müslüman halkların neden bu kadar öfkeli ve saldırgan olduklarıdır - ki bunu da H. Clinton'un dünkü ".. Ama biz Libya'yı özgürleştirmiştik.. Neden Libya'da bunlar oluyor?" gibi sığ ve empatiden yoksun demecinden de anlayabiliyoruz. Batılının gözünde doğulular (ya da müslümanlar da diyebiliriz) çocuk gibidir; öfkelendiğinde yıkıcı olabilen ama öfkesi de genellikle sığ olay ve durumlardan kaynaklanan, fazla derin düşünemeyen ve duygu ve davranışlarını kontrol altına alamayan bir çocuk gibi. Batılı bu çocuğu hoş görmez, biraz da sıkılır devamlı bu çocukla uğraşmaktan. Bir çok yetişkinin yaptığı gibi, çocuğu karşısına alıp bu davranışın nedenini anlamaya çalışmaktansa, çeşitli ve genellikle de birbiriyle çelişen cezalar vererek anlık önlemler almayı tercih eder. Oysa kafası iyice karışmış çocuk, kendince adaletsiz bir şekilde cezalandırıldığını düşünerek, yetişkine karşı öfke duymaktadır. Ve yetişkin "Çocuk işte!" deyip geçtiği durumların kalıplaşmış davranış sorunlarına neden olacağı riskini düşünmez, bu davranışlar yıkıcı bir etki yarattığında ise çok şaşırır ve korkar. Örneğin dün Sudan'da Alman Konsolosluğu'na bir saldırı düzenlendi. Bu çirkin saldırı son derece gereksizdi ve Alman toplumunda büyük tepki yarattı, çünkü Sudan ile Almanya arasındaki ilişkiler genel olarak iyi bir seyirde gitmekteydi ve bu davranış Almanları şaşırttı. Sudan'daki insanların Almanya ile sorunları olduğu için değil, Amerika'nın bir uzantısı olarak gördükleri "hıristiyan Almanya'ya" saldırmaları gerçekten de anlaşılmaz bir durumdu. Ama Sudanlının gözünde ha Amerika, ha Almanya, ikisi de hıristiyan "öteki" fikri olduğu belliydi..
Oysa bireysel sorumluluk bilinci olan bir kişi, toplumların "gazı"na kolay kolay gelmez, kendisi düşünür ve kendi doğrusuna yönelik davranır. Bir film ya da bir karikatür üzerine konsoloslukları basmaz, cihad çağrısı yapmaz; çünkü bir düşünce ya da söylevin bir inanç ya da kutsal kabul edilmiş kişiye zarar veremeyeceğini, "dinin elden gitmeyeceğini" bilir. 3-5 kişi tarafından öne sürülen bir fikrin, yapılan bir filmin, çizilen bir karikatürün basit bir provakasyon olduğunu sezer ve tepkisini de konuşarak, tartışarak, kendini ve kültürel değerlerini karşıdaki insana anlatmaya çalışarak, onun görüş açısını dikkatli ve sakin bir şekilde dinlemeye çalışarak gösterir. İslam kültüründe de önerilen, kitaplarında da yazan, islam bilginlerinin hayat ve davranışları incelendiğinde de görülen davranım şekli budur.
Peki bu neden olmuyor?
Yukarıda bahsettiğim gibi Doğu'nun Batı'yı "kendi perişanlığından sorumlu tutması" tabii ki bir neden. Bir diğer neden ise; Batı'nın Doğu'yu kendi doğruları açısından ele alması, kültürel ve tarihi gerçekleri, Doğu'daki insanın psikolojisini ve mizacını tam anlayamaması. Avrupa'nın masa başına oturup sakince tartışan insanlarını Doğu'da bulmamız söz konusu değildir; çünkü bu mizaçlarında da, gördükleri sosyal kalıplarda da yoktur. Doğu'da fikirler bağrışarak, bazen yumruklaşarak tartışılır, sakin insana sünepe damgası bile vurulabilir. Düşünün; haber bültenlerimizi, meclis TV'deki görüntülerimizi, trafikteki hallerimizi, aşk hayatımızı.. Batının bunu anlayabilmesi mümkün değildir; çünkü batıya göre bu bir "Akdeniz ateşi" (Doğu'ya sempati duyan batılı için) ya da "barbarlık" (Doğu'ya antipati duyan batılı için) olarak görülür. Kaldı ki; kendi hayatında demokratik bir davranış görmemiş, hep üstten gelen baskıyla yönetilmiş, davranmaya zorlanmış, bireysel ve özgür düşüncenin varlığından habersiz Doğu halklarının "Ama demokratik düşünce bu.. Özgürlük.." gibi bir yaklaşımı anlaması mümkün değildir. Dolayısıyla; bu bir iletişim problemidir, Doğu ile Batı arasındaki ekonomik, kültürel, politik, toplumsal ve kişisel farklılıkların anlaşılamamasıdır.
Ne yapılabilir?
Her toplumda, "biz ve ötekiler" kalıp düşüncesine saplanıp kalmış bireyler vardır. Ne yazık ki bunların yaptıkları işler kitleleri peşlerinden sürükleyebilecek etkiye sahip olabilir. Bunun sonucunda "ötekiler"den de karşıt tepki gelmesi normaldir ve bu tepki her zaman "biz"im makul kabul ettiğimiz sınırlar içinde kalmaz. İnsanlar düşüncelerini çeşitli yöntemleri kullanarak yaydıkları zaman, karşıt düşüncede olan insanlar neler hisseder, nasıl davranır? Bunun düşünülmesi empati yeteneği gelişmiş birey ve toplumlar için kolaydır. Bir kez "öteki"nin ne demek istediğini anladığımızda, o zaman masa üzerine oturup sakince konuşmak mümkün olacaktır. Bunun ötesinde; politikacılar ya da daha iyisi toplumda saygı gören kişiler halkı provakasyonlara karşı durmak yönünde ikna etmelidirler. Bir politikacı çıkıp "Bugün Cuma, namaz çıkışlarında sakin olalım, provakasyona gelmeyelim" derse (ki dedi) bu bir adımdır. Bir sanatçı çıkıp "bu sanat değeri olmayan, üç beş kendini bilmez tarafından üretilmiş, dikkate bile alınmayacak bir filmdir" derse, bu bir adımdır.
Batılı ülkelerin bir yetişkinden beklendiği gibi sakin ve tutarlı davranıp davranamayacaklarını göreceğiz. Doğulu ülkelerinin de öfkelerine hakim olmayı ve bireysel düşünmeyi başarıp başaramayacaklarını, 500 sene öncesine dek sağlayabildikleri tarihi ve kültürel aydınlığın ışığında mı, barbar çöl kavimleri gibi mi davranmaya devam edeceklerini de göreceğiz. Bu sonsuz ve gittikçe yıkıcı hale gelen "etki-tepki" mekanizmasının önüne geçebilmek, dişine bir çomak sokabilmek, sanırım içinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli görevi..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Evet ne yazık ki yine tahrik-tepki döngüsüne girdi islam dünyası..aslında bu tepki veren kitleler senin dediğin gibi düşünerek hareket edebilseler bu basit oyuna gelmezlerdi..oyunu oynayanların hesabı belli;insanların kutsallarına dil uzatıp onları tepki vermeye zorlamak sonra da bakın ne kadar haklıyız, bunlar böyle geri insanlardır, bunlar bizim değerlerimizin de düşmanlarıdır bunlarla diyalog falan olmaz demek..bunu bile bile insanların tepki vermesi de yine senin parmak bastığın gibi doğu toplumlarında insanların kendileri düşünmeyip kendileri adına düşünen liderlerinin ne dediğine bakmaları gerçeği..bu liderler de yine ne yazık ki sadece kendi ikballerini düşünen dar kafalı ve kıt görüşlü insanlar..sesi gür olanın,saygısızca öne atılıp dediğini kabul ettirinceye kadar dayatan insanların kol gezdiği tartışma programlarına bak;bizde ne yazık ki sakince ve derinlemesine inceleme yapan tartışmalar beğenilmez, böyle münazara havasında ne yapıp edip karşı tarafı mat etmeye yönelik empatinin zerresinden nasibini almamış cerbezeli kişiler boşa konuşur dururlar,adı da tartışma olur..aslında musevilik,hristiyanlık ve müslümanlık hep aynı doğruları söylemektedir,hatta din adamlarını dinlemeyip sadece kuran a baksanız bile kendinden öncekileri tasdik edip bozulmuş veya yanlış anlaşılmış yerleri açıklığa kavuşturduğunu söylediğini göreceksiniz..o zaman sormak lazım niçin bu yanlış anlaşılmalar oluyor ve bu duruma nasıl geliyoruz.aslında bu tahrik edici eylemlerde bulunanların amacı sadece kendilerinin dinlenmesi,dikkat çekerek öne çıkma isteği ve egolarını tatmin etmektir.kendilerine sorsanız asıl onların barış istediklerini ve düzenin korunmasını arzu ettiklerini söyleyeceklerdir.ama yalancının mumunun yatsıya kadar yanması gibi bunların da sözleri gerçeklerin ortaya çıkmasına kadardır..hiçbir zaman geniş kitleleri devamlı aldatamayacaklardır..sonları da hep unutulup gitmek olmuştur,fakat barışa en büyük darbeyi de bunlar vurmaktadır..bence müslümanlara düşen bu gibi seviyesiz tahriklere hiç değer vermeyip her zaman doğrunun ne olduğunu araştırmak ve diyalogla insanları barışa kazanmaya çalışmaktır..kendini savunma dışında kimseye el kaldırmama şartı varken birkaç kendini bilmezin yaptıkları yüzünden suçsuz insanlara saldırmak hele yakıp yıkmak ve öldürmek en büyük günahı işlemektir ve başta kendi inancına karşı çıkmaktır..batılı toplumlarda yaşayan insanlar da düşünce hürriyeti adına başkalarının kutsal bildiği şeylere hakaret edilmesini hoşgörmemelidir..ama bence en büyük görev yine müslümanlara düşüyor,sizin dininiz size benmki bana düsturuyla hareket edip seviyesiz davranışlara hiç aldırmamak lazım..ne yapalım bu karışık zamanlarda bize sakin olmak ve konuşmadan önce yutkunmak ve düşünmek düşüyor..sevgilerimle...
YanıtlaSilSevgili Ahmet Haşim, yazdıklarınızın çoğuna katılmakla birlikte bir kısmına katılmıyorum. Benim demek istediğim; her nasıl bir kesimin kutsal kabul ettiğini diğer kesim küfür kabul edebilirse, bir kesimin kutsal kabul ettiğine de diğer bir kesim küfür edebilir. Bu her ne kadar "uygun davranış" olarak asla kabul edilmemeli olsa da; demokratik ülkelerde bir özgürlüktür. "Sen böyle düşünemezsin çünkü benim işime gelmiyor" demek ise bu özgürlüğün kısıtlanmasıdır. Ben burada olayın birinci suçlusu olarak tabii ki filmi yapan 3-5 kişiyi görüyorum, fakat filmin bir bölümünü youtube'dan izlerseniz (demokratik hükümetimiz youtube'u kısıtlamadıysa bu mümkündür tabii) dikkate bile alınmayacak derecede kötü, kalite yoksunu olduğunu da görürsünüz (çöl sahnelerinde çöl üzerinde araba izleri, ciddiye bile alınamayacak derecede kötü bir mizah anlayışı vs.). Fakat 3-5 kendini bilmez bir film yapıp yayınladıktan sonra, binlerce insanın konsoloslukları yakıp yıkması, mal ve cana kastetmesi, olayları engellemek isteyen polislere saldırması; bu davranışlar bana göre ya istenerek yapılan bir olayı iyice ateşlendirme umudu ya da aptallıktır. Çünkü böyle davranımın neticesinde bu insanların eline ne geçmiştir, batı'da müslümanları barbar olarak gören %3-5'in artık %50'lere ulaşması ve zaten var olan faşist hristiyanların "madem benim ülkemi beğenmiyorsun, git geri kendi ülkende yaşa" diyerek aslında tüm tartışmaların uzağında durmaya çalışan masum insanları cezalandırmaya başlamaları, sonuçta toplumsal gerginlikler ve hatta savaş çıkması! Oysa bu olaylar ilk başladığında hükümetler hemen önünü alabilirlerdi, bu tip barbar davranışı hemen cezalandırabilirlerdi. Fakat dediğim gibi, bu ülkeler demokrasiden ve düşünce özgürlüğünden bu denli uzakken, bunu da yapabilmeleri mümkün değildir ya da istedikleri birşey değildir. Müslümanlara düşene katılıyorum, ama müslümanların yaptıklarını hiçbir surette savunmuyor ve olayın büyümesinin de tek ve yegane sorumlusu olarak görüyorum. Sevgiler!
YanıtlaSilSevgili Ceren,benim görüşümü açıklığa kavuşturayım:bence insanların kutsal saydığı değer ve kişilere hakaret,alay veya aşağılama; saygısızlık veya ayıp olması dışında nefret suçu olarak kabul edilmelidir..nasıl Hitleri övmek veya yahudileri aşağılamak fikir hürriyeti olarak kabul edilmiyor ve nefret suçu olarak kabul edilip en sert şekilde cezalandırılıyor veya bunları yapanlar özür dileyinceye kadar affedilmiyorsa,ki bence doğru olan da budur,müslümanların canlarından çok sevdikleri,dinlerini kendilerine getiren ve öğreten Hz.Muhammed e saygısızlığı da ya da fikir hürriyetine sığınılarak müslümanların tahammüllerinin test edilmesini de hiç doğru bulmuyorum.şu benzetme doğru olur mu bilmem ama bu davranış benzin istasyonunda ateşle dolaşmaktır ve böyle birisine senin seyahat hürriyetin var istediğin yerde ateşle dolaşabilirsin denilmez ve bunu yapmaya devam ederse de polis tarafından tutuklanır ve gerekli merciler onu kundakçılıktan cezalandırırlar..şimdi; müslümanların kutsal bildikleri şeyler başkaları tarafından öyle kabul edilmek zorunda değildir ama hiç olmazsa saygı duyulmalı en azından aşağılanmamalıdır.devletler nefret suçunun yaygınlaşmasını önlemelidir,yoksa bu karşılıklı bir yarışa döner herkes de bunun sonunda zarar görür..barış yerine nefret hakim olur ondan sonra da bugünki gibi olaylar kontrolden çıkar,masum kişiler hayatını kaybeder şiddet tırmanır.ben bu tarz davranan insanları tasvip etmiyorum tabi ki ama ifade özgürlüğünün de sınırları vardır ve olmalıdır..bir insanın bedeni ve yaşama hakkı nasıl dokunulmazsa onun başkalarına zarar vermeyen,başkalarının haklarına ve kutsallarına tecavüz etmeyen görüş ve inanışları da ve ifade özgürlüğü de koruma altında olmalıdır..bu iletişim çağında bu ne kadar kontrol edilebilir bilmem ama medyaya ve internet ortamını kontrol edenlere büyük görev düşmektedir.canım,isteyen istediğini söylesin siz aldırmayıverin derseniz bu iş çığrından çıkar ve büyük kitleler birbirinden nefret eder hale gelir sonra da bu ne barbarlık demeye başlarsınız..maksat insanların birbirinden uzaklaştırılması kamplara bölünmesi ve herkesin birbirine diş bilemesi ise bu gayet iyi bir yöntemdir ama sanırım bunu kimse istemez..insanların rengi,dili,dini ne olursa olsun birbirlerini tanıma gibi bir merak ve içgüdüleri vardır ki bu gayet normaldir medeniyetler böyle ilerler yoksa kapalı toplum olur kalırsınız..batı kendini dev aynasında görüp bütün faziletleri kendinde toplayıp kendisinden gayrı olan diğer insanları geri ve barbar olarak görmeye devam ederse daha çok bekleriz barış ve gelişim için...sevgiler...
Sil:) Sevgili Ahmet Haşim, aynı şeyleri söylüyoruz yahu.. İşin tuhaf tarafı, burada yaşayan müslümanlar bu filmin Almanya'da gösteriminin yasaklanmasına karşı çıkarken (evet, doğrudur, müslüman gruplar düşünce özgürlüğünün kısıtlanması olarak gördüler bu yasağı) aşırı sağcı parti "tanrı'ya ve tüm inançlara karşı dil uzatanlar cezalandırılsın ve bu kısıtlansın" diye yasal sisteme başvuruda bulundular. Şimdi sizin dediğiniz gibi bu parti haklı görülüp bu tip söylevler tümden yasaklanırsa, bu yasağın sınırı ne olacak? Bu tip yasaklamacı zihniyetlerin ipin ucunu kaçırdığına çok tanık oluyoruz. Günün birinde kendinizi de ifade özgürlüğü suçlusu olarak bulmayın bir de? Aman diyelim :) Sevgiler
Sil