12 Nisan 2012 Perşembe

Avrupa'daki Türk çocukları fenomeni

Çocuk milleti komik bir millet azizim.. Burada doğum oranı 1.31 (bizde 2.12) yani toplumda zaten fazla çocuk yok, olanları da okul çağındaysalar (3 yaştan itibaren) dışarıda görmeniz mümkün değil. Ya okuldalar, ya spordalar, ya müzikteler, ne bileyim illa bir faliyet, bir hobi içindeler işte.. Tatillerde de ya okul gezisindeler ya da sessiz sakin, bir köşede akşama kadar kendi kendilerini oyalayabiliyorlar. Büyüklerin sosyal ortamlarına çocukların girmesi pek sık görülmeyen ve aslında pek de hoş karşılanmayan durumlar. Aileler gece çıktığında çocuklar genelde 18-20 yaşlarındaki bakıcıları ile evde ders çalışıyor ya da oyun oynuyorlar. Restorantlarda, kafelerde puset içindeki bebekler dışında çocuk görmek mümkün değil.

Ama diyelim aile bakıcı bulamadı ya da (yahu aklıma başka bir durum da gelmiyor) diyelim bir aksilik oldu, o zaman çocuk da sosyal bir ortama girmek durumunda kaldıysa; bu çocuklar inanılmaz sessiz sakin, ellerinde bir oyuncak, bir kitap öyle uslu uslu oturuyorlar. 4 yaşındaki de böyle, 14 yaşındaki de. Ama böyle berbat bir "büyümüşte küçülmüş" bilgiçliği de yok çocuklarda, böyle sıkıcı/aptal bir sakinlik de yok, sadece çok "edepli" ya da "yerinde" davranan normal gelişim düzeyindeki çocuklar işte.. Hepsi bu şekilde. Yani neredeyse hepsi..

Sokakta, kafede, çeşitli sosyal ortamlarda eğer bücür biri koşturup duruyorsa, sağa sola saldırıp etrafı kurcalıyorsa, sesi boru gibi ya da tiz perdeden çıkıyorsa, "mamaaağğğ" diye ağlasa bile, bilin ki "öz hakiki has Türk çocuğu"dur o! Türk çocuklarımızı aşağılamak için demiyorum; ki yaramaz çocuğu da bir noktaya kadar severim şahsen ama yavrucuğum, beni hiç yanıltmıyorsunuz be Türk çocukları.. Türk anaları.. Türk babaları..

Ben çok düşündüm, yetmedi oturdum araştırdım bu acaba genetik mi eğitimle gelen bir davranış mı diye. Cevabını da inanınız bulamadım. Yani genetik olarak içimizde fıkır fıkır kaynayan bir akdeniz kanı olabilir, doğrudur. Kavgacılık, sinirlilik, tezcanlılık gibi bazı psikolojik yapılar bazı ülkelerde (orta doğu, arap yarımadası, akdeniz kıyısı ülkeleri ve güney amerika gibi) daha fazla görülüyor. Avrupa ve doğu asya ülkelerinde ise hakim yapı sakinlik, ağırbaşlılık, mesafeli sosyal ilişkiler üzerine kurulu. Hatta mülteci aileler üzerinde yapılan bazı araştırmalar, bu tip yapıların yaşanan ülke ile değil, ait olunan ırk ile alakalı olduğunu da ortaya koyuyor. Fakat aileden görülen ve kopyalanan davranış, inanç ve eğitimin; genetikten çok sosyal süreçlerle ilgili olduğu da biliniyor. Yine de; Avrupa'da artık 3. 4. kuşak Türkler söz konusuyken, onları kesin surette entegre etmeye çalışan katı programlar uygulanırken, dil - eğitim süreçleri - sosyal yaşam bu kadar Avrupalılaşmışken, "düz duvara tırmanan Türk çocuğu" fenomeninin hala ve inatla geçerli olması hakikaten takdire değer sosyal bir arıza bence. Ben mesleğimin de getirdiği gözlemci ruhumla, tabii bu çocukları ve ana babalarını doktora tezime de bloğuma da yaptıkları katkılar açısından çok şahane ve harikulade buluyorum. Çünkü bu tipler her anlamda Avrupalılarmış olup aynı zamanda hiçbir anlamda Avrupalılaşmamayı becerebilmiş haldeler. Harikulade..

Dün bu harikulade varlıklardan birini daha çok yakından gözlemleme ve dumurlardan dumur içinde kaybolma deneyimi yaşadım. Kahramanımız tabii ki 3 yaşında "sapına" kadar "errrrrkek" bir Türk çocuğu ve onun bilmemkaçıncı kuşak alamancı ana-babası. Çocuğumuz; ki kendisine bir Alican Efecan Afacan ismi daha çok yakışırdı bence; Abdurrahman isimli bir çocuk (belli ki dededen gelme bu isimle zaten Alman toplumunda baştan kaybetmiş olduğu için lütfen sempati duyalım kendisine), annesi dipten 2 parmak siyahı çıkmış sarı saçlı, daracık mavi streç kotlu, ağzında muhtemelen pembe renkli bir "çiklet" olan (bak bunu gördüm diyemem ama inanınız görmeden görmüş gibi oldum) 23-25 yaşlarında bir bağyan, babası işte bildiğiniz kirli sakallı, kara yağız iç anadolu delikanlısının Almanya'da doğmuş büyümüş muadili El Türko bir abimiz. Bu olaylar vuku bulurken kendisi tabii ki durmaksızın cep telefonuyla konuşmakta. Veled-i Şahane'miz küçük Abdurrahman - ki kendisine kısaca Abu diyeceğim kusura bakmayın üşeniyorum bu kelimeyi defalarca yazmaya - anne babası topyekün gürültülü bir şekilde eş dostla sohbet ederken sıkılmış olup, bunu tizden toka çeşitli oktav ve uzunluktaki serzenişlerle gayet iyi dile getirdikten sonra, iki ayağının üzerine bırakılmanın sevinci ile sağa sola koşturmaktadır. Pembe sakızlı annemizle telefona yapışık babamız çocuğu çayıra salmış ve "nasılsa etrafta birsürü yetişkin var, beleş babysitter, ooooh mis" edasıyla kendi hallerindedirler. Abu, yere bırakılır bırakılmaz, artık kaç zamandır aklında kurup mükemmelleştirdiği plan çerçevesinde ve 3 yaşının verdiği merak ve cesur yüreklilik ile direkt odanın sonunda bulunan asansöre koşar, düğmesine yetişir, basar, kapı açılır, Abu içine girer, diğer düğmeye basar, kapı kapanır, Abu yokolur... Perde iner.

İkinci sahnede tüm bu olan bitenin sadece 5 saniyede nasıl olabilip bitebildiğini anlayamayan, pembe sakızlı ve dar kotlu annemiz panikle yerinden fırlar, dar kotunun izin verdiği ölçüde göreceli olarak hızlı bir şekilde asansör yönüne atılır, sakızını yutar hatta bu panikle. Babamızdan "laaa Abdurrrrrrrrahmannnn kooooooom la" diye bir haykırış gelir. Gerisi panik, karmaşa ve karnını tuta tuta gülen bir cerenmus.. Babamız panikle asansörün düğmelerine basmaya başlayıp kendini merdivenlere vurmasaydı, ben de o kara yağız beldeki zincirin ucunda tabanca olup olmadığını az kaldı öğrenecektim ey dostlar.. Ama haksız mıyım yahu? Abu'muz gaibe doğru kaybolurken, El Türko merdivene koşarken, mamaaağ çikleti yutarken, ben de araya birkaç kahkaha sıkıştırmışım, ne olacak..

Velhasıl bir aile yokoldu. Çocuğu buldular mı, hangi katta buldular, bulunan çocuğa ne yaptılar bilemiyorum çünkü orada daha fazla oturamadım doğrusu. Ama bu takdire şayan iki perdelik traji-komedi için kendilerine bir Goethe (gelme) ödülü uygun görüyorum ben.. Ne diyim ki daha..

4 yorum:

  1. azizim bu enternasyonel bir durum: http://www.amazon.co.uk/French-Children-Dont-Throw-Food/dp/0385617615

    YanıtlaSil
  2. eheehhe..

    ben anaokulu eğitimimi yurtdışında tamamladım. hala erken yatar, erken kalkar, diğer insanları rahatsız etmeden mutlu bir şekilde, sakin ve edebimle yaşarım.

    kan, gen işleri değil bunlar. common sense sahibi bir ailede ve veya toplumda büyümek tek çözüm.

    YanıtlaSil
  3. Bu hiperaktif,bağırarak oraya buraya koşan çocuk tipi burada heryerde olduğu için artık kanıksadık.Almanya'da da demek aynı tablo..Acaba çocukların enerjilerini tüketebilecekleri,oyun veya spor yapacakları ortamlar olmadığı veya anne-babaların onları oraya götürecek zaman ve niyetleri olmadığı için mi çocuklar da bu şekilde herkesin arasında biraz da eziyet olsun diye şamata yapıyorlar?Burada çocuklar spor veya oyun imkanlarından genelde uzaklar,sadece sokaklarda top oynayan çocuklar var,onlar da genellikle eski tip mahallelerde yaşayan ailelerin çocukları..site veya apartman çocukları ise okulda veya kursta geçen sıkıcı zamanlardan kalan anlarda,yani okul dönüşlerindeki kısa zamanlarda veya ana-babalarla birlikte gittikleri alışveriş merkezleri,ticari mekanlar gibi yerlerde bu enerjilerini aleni olarak sarf ediyorlar..Ben hastanede muayeneye gelen annelerin bir elinde küçük çocuğu,kucağında bebeği ile dolaştığını çok görüyorum,kendilerine burası hastane buraya çocukla gelinir mi deyince ne yapalım bırakacak kimsemiz yok cevabını alıyorum..biraz da bizler çocuğumuzu kimseye emanet edemiyoruz demekki..medyada duyulan kaçırma,taciz vs.gibi birçok haberden sonra neredeyse okul çıkışında çocuklarını kendileri alıyor ana-babalar..sonra ne oluyor,tabii çocuk sokakta..arabaların geçtiği,daracık alanlarda koşuşturup duruyor..mahalle aralarında küçük de olsa parklar oldukça az..olanlar da yetersiz..Almanya'da çocukların koşacağı yer çok,parklar geniş.bisikletle gruplar halinde kendilerine ayrılmış yerlerde dolaşıyorlar..bizde çocuklara karşı abartılı bir koruma içgüdüsü var,çocuklar da bu gözetilme duygusundan sıkılıyorlar sanırım,o da bu abartılı davranışlara yol açıyordur diye düşünüyorum..tabi genetik faktörleri de gözardı etmemek lazım..burada ağlamayana meme yok diye bir deyim vardır,uslu çocuğa eline vur ekmeğini al tipi derler,çocuk bağırdıkça dikkat çektiğini görüyor o da iletişimi böyle kuruyor demekki..daha bebekken her ağladığında istediğini yaptırmayı öğrenen çocuk bundan sonra her istediğini bağırma,ağlama,sinir krizleri geçirerek yaptırıyor,bu da bütün hayatı boyunca çeşitli şekillerde devam ediyor..politikacılarımızı görüyoruz;en çok bağıran en haklı..sessiz duran beceriksiz ve pısırık..ne dediğin değil nasıl dediğin önemli..herşeyimiz retorik üzerine..Şair Ahmet Haşim bizim coğrafya insanının sanatkar olduğunu,her hareketinin bir tür gösteri olduğunu yazar..hatta ilginç bir örnek verir;dilencilerin kendilerini acındırmak için bir tür gösteri yaptığını ve insanların da onlara bu teatral performansının değeri kadar para verdiğini, bir çeşit ödüllendirdiğini söyler..ilginç bir değerlendirmedir..dediğin doğru bizim genlerimize işlemiş bu dikkat çekme ve kendini ifade etme biçimimiz..Selamlar...

    YanıtlaSil
  4. Ceren yazilarin cok guzel, cidden zevkle okudum hepsini, coluk cocuk mevzusunda ise, biz bilmiyoruz cocuk yetistirmeyi de o yuzden cocuklarimiz boyle, sosyal ortamlarda nasil davranacaklarini, small talk denilen olayi nasil kotaracaklarini ogretmiyoruz, ebeveynlere soylenecek bir sozde yok ebeveyn egitimi de bir sistem meselesi, ben Hollanda'da yasiyorum, iki de cocugum var, hamile oldugumu ebelige bildirdigim anda hamilelik ve dogumla ilgili, cocuklarin dogumunu kontrol burosuna bildirdigim anda da bebek bakimi ve cocuk yetistirmeyle ilgili bilgi nasil bir bilgi bombardimanina tutuldum anlatamam. Yanimda ana baba baci da yok hepsini sular seller gibi okuyup ogrendim, uyguladim, mukemmel cocuk yetistirdim diyemem (hic kimse diyemez, bu mevzunun mukemmeli yok cunku) ama benim cocuklarim da (6 ve 3 yasinda) gittikleri yerde maraza cikarmazlar, ortaligi birbirine katmazlar insanlarla yaslari elverdigince dogru duzgun konusurlar. Butun mesele egitim, ana baba olmak ogrenilen bir sey, ve bunun okulu da yok, cocuklar yanlarinda kullanma klavuzu ile dogmuyorlar. Cocuk yetistirmeyi ve cocuklara deger vermeyi ogrendigimiz surece kendimiz de insanlasiyoruz aslinda.
    Sevgiler Ennur

    YanıtlaSil