2 Ekim 2021 Cumartesi

Sakharoff üzerinden androjenliğe bakış

Onu ilk kez Lenbachhaus'ta Alexej von Jawlensky sergisinde gördüm. Çarpıldığımı ifade etmeliyim. Tablonun sadece yarım saatte yapıldığı ve henüz boyası kurumamışken taşındığı için bu kadar "canlı" kaldığı iddia ediliyor, üzerinde düzeltme ya da değiştirme yapılmadan hediye edilmiş modeline. Oysa ben biliyorum; bizi asıl çarpan nar çiçeği ile turkuazın karşıtlar dengesidir. Tamamlanmışlık hissidir. Bakış, gülüş.. Evet belki, ikinci sırada.

Aradan bir pandemi geçti, müzeler kapandı açıldı derken, yeniden gidişimde beni başka bir sürpriz bekliyordu. Bu sefer Sakharoff, ünlü ressam Werefkin'e modellik etmiş ve bambaşka bir ışıkta, bambaşka renklerde, bambaşka bir kimlikte göstermişti kendini bize:

Önünden geçip gidecekken, tablodaki "kadın"ın kaşları dikkatimi çektiği için durdum ve bu kaşların bana fena halde birini hatırlattığı tablonun ismini okur okumaz da, yerime çakıldım. Tanrım. Nasıl biriydi bu Sakharoff!? Tabloyu bir süre "içtikten" sonra, müzenin insansız bir köşesinde basamaklara oturup telefonumu elime aldım ve Sakharoff hakkında bulabildiğim her şeyi okumaya başladım.

Elena Zareschi ile Hamlet'in provalarında, 1950'ler.

Yıl 1909. O zamanlar ne drag-queen, ne travesti kelimeleri revaçta. Fakat Sakharoff zaten bu kelimelerin hiçbirine de uymuyor. Onda bir sanat var ki, burkulmuş bilek üzerine sahnede baleye devam ederek bileğini onarılamaz derecede zedeleyen ve/bu sayede de kendine özgü pandomimi andıran bir tür dansa imzasını atan bir insan bu. Joker filminde karakterin oturması için, mezarından çıkıp Joaquin Phoenix'in yardımcısı olmuş bir öncü sanatçı. Kendi kostümlerini diken, makyajını yapan, bir kadınla (Elena Zareschi) evli, androjen bir insan.. 

Yıl 2021'e dönüyoruz. Tuvaletlerde ve devlet belgelerinde "öteki" seçeneğinin sıkça görülmeye başlandığı, LGTBQ kimliğe sahip bireylerin seslerini duymamazlık edemediğimiz, çevremizde ya da sanat çevresinde sıkça karşılaştığımız androjen kimlik, tam 100 + 12 sene geçtiği halde, hâlâ kendini kabul ettirme savaşı veriyor.. 1909'a geri dönüyor ve Alexander Sakharoff'un yaşamına yeniden bakıyoruz. İnanılmaz.... Okuduklarımın ışığında artık Jawlensky'nin nar çiçeği / tukuaz / baştan çıkarıcı dansçısına aynı şekilde bakabilmem imkânsız.. İçimi bir hüzün, bir nahiflik, çocukluk, pişmanlık kaplıyor... 

İster istemez düşünüyorum: Sanatçının "görevi" nedir? Ya da bir görevi olmalı mıdır sanatçının? Zaten sanatçı değil midir, kendiliğinden toplumu bir sonraki adıma taşıyan, bunu görev edinmediği halde, ışık olan, öncü olan? Çoğu zaman bu uğurda hayatını acılar, imkânsızlıklar hattâ dışlanmalarla geçiren? 

Hermann Hesse'den alıyorum yazarın (sanatçının olarak da okunabilir bence) görevi'ne dair cümleleri: "Anlaşılamamış yazar mı? Zaten  anlaşılamamış yazarlar dışında yazar yoktur... Yazarın misyonu, varlık nedeni; insanı rastlantısallığı ve değişkenliği içinde tanıtmak, realitenin yerine rastlantısal insanlığın yerine, kendi insanlık düşünü, insanın yazgısına ilişkin kendi sezgisini geçirmektir.. İnsanlık yazarlarını anlasa, onları ciddiye alıp peşinden gitse, bir gemi gibi dengesini sağlayan safradan  olur ve batıp giderdi. İnsan soyunu ayakta tutmak ve sürüp gitmesini sağlamak pek çok ciddiliği, pek çok sığ idealizmi, pek çok ahlak kuralını ve pek çok budalalığı gerektirir."

Sanatçının en azından sanatı var. Ne yaşarsa, ne kadar anlaşılamasa, ne kadar itilse de; bir şekilde sanatına yansıtıp katharsis (boşalma) yolunu buluyor. Ortaya çıkardığı eser oranında kabul ediliyor yaşadığı ortamda ve kendi de yaşadığı (kendinden sığ) ortamı kabul edebiliyor. Peki ya sanata kaçamayan insan? Onun durumu daha acıklı değil mi? Zaten anlaşılamadığı ve anlayamadığı toplumda, bir de anlayamadığı "kimliği" ile bocalayan, kendini kabul ettirmeyi bırak kendi kendini kabul edemeyen insan? Cinsel kimlik bunalımıyla harcanmış hayatlar... Ne büyük haksızlık.

15 yorum:

  1. Çok hoş bir yazı bu, keyifle okudum C.'c.ğim. Sanattan başlayıp sosyolojiden, toplumsal tarihten devam etmen ve bağlantılar tam yerinde.
    :)

    YanıtlaSil
  2. Doğduğumuz yeri seçemiyoruz, cinsiyetimizi seçemiyoruz, dinimizi, dilimizi ve yetiştirilme tarzımızı da kendimiz seçemiyoruz. Hormonlarımızı kontrol edemiyoruz. Kişiliğimizi bir parça bile değiştirmek için insan üstü bir çaba harcamamız gerekiyor. Tüm bunları bile bile sadece alışageldiğimizden farklı diye bir insana nasıl reva görülüyor onca işkence, dışlama ve aşağılama hiç anlayamıyorum. Bazen insan olmaktan utanç duyuyorum. Kimsenin özel hayatı, tercihleri, hissettikleri, kararları kimseyi ilgilendirmez. Keşke bu basit gerçeği görüp kabullenebilsek. Kimse kimseyi sevmek ya da desteklemek zorunda değil ama herkes herkese saygı duymak zorunda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle ama bak mesela bu yazı diğer yazıların dörtte biri kadar okundu :))) bu da bi gerçek!

      Sil
    2. Şuraya komşuluk hatrına sığınarak, hariçten bir gazel okuyayım; bence az okunması önemli değil. Senin bu yazıyı yazarken keyif aldığın ve merakını paylaştığın için mutlu olduğun besbelli. Biz de okurken mutlu olduk. Daha ne olsun? :)

      Sil
    3. Hayır yanlış anlaşılmışım okunma sayısı önemli diye dememiştim, yani insanların genelde bu konuya "bakmayışları", diğer konuları tercih edişlerini demek istemiştim.. :) Genelleme yapmıştım yani, genellemelerde böyle sorunlar oluyor..

      Sil
    4. Mesela şimdi sırada "popüler" bi konu var onu yazdım bak daha şenlikli olacak yorumlar görürsün.. İnsanlar kafa dağıtmak istiyor haklı olarak...

      Sil
  3. Resimlere derin ve uzun uzun baktım. Yazıyı okudum, çok dikkatli, dedim sonra bravo. 200 sene verseler, ben yazamazdım. Sonra iyi ki bloglar var ve bazı konularda derin yazan yazarlar da... Onların birikimlerine ve ellerine sağlık da dedim. Bir de alkış:)

    YanıtlaSil
  4. Sanatçı zaten biz fanilerden! farklı bir bakış açısı, kafa yapısı ve estetik dünyası olduğundan sanatçı. Toplumların temel taşları aslında, etki gücü ne kadardır bazı şeylere önemli değil ama bireylerin kafa sesleri gönül sesleri. genelde zorluklar, anlaşılmazlıklar içinde yaşamışlar. ister cinsiyetleri olsun ister seçimleri olsun zaten farklı olanı toplum ötelemiş çoğu zaman.
    şu sıralar lgbt konuları revaçta ama kabul görmeleri çok zor bence.

    YanıtlaSil
  5. Yazıyı okuduktan sonra yorumları da okudum ve kendi adıma az okunurluğu konusunda şunu demek isterim ki bu tip dolu dolu yazıları -yazan kişinin de kim olduğunu bence dikkate alarak- rahat kafayla okumak istiyorum ve bu yüzden bekletiyorum. Bugün yarın derken okuma süresi uzayabiliyor. İşte bu nedenle üzerinden bir parça geçmiş olsa da döndüm geldim:) Çok katmanlı bir yazı. İçinde sanat var, insan halleri var. Senin hassas kalbini de yansıtıyor aynı zamanda. Açıkçası Jawlensky'yi bilsem de fazla incelemişliğim yoktu, herhangi bir tablosuna denk geldiğimi de -belki gördüm ama aklımda kalmadı- hatırlamıyorum. Tarzları farklı olsa da çok sevdiğim İlya Repin'in öğrencisi. Sakharoff'u ise senin yazın ile tanıdım. Memnun oldum. Bana Zeki Müren'i, Seyfi Dursunoğlu'nun hatırlattı. Her ikisine de dimdik durdukları için müthiş saygı duyarım. Bana kalırsa, dediğin gibi sanatçı yolundan sapmamalıdır, görev sayması şart değil, hislerinde direnmelidir. Bugün olmazsa yarın muhakkak anlaşılacaktır, öncü konumuna geçecektir, birçok insanın duygusuna tercüman olacaktır. Farklılığını (!) sanat yoluyla ifade edemeyenler ise belki bu zamana kadar çok zorlukla karşılaştılar ancak devamında çok şeyin değişeceğini düşünüyorum. Tornadan çıkmış gibi aynı değiliz, olamayız. Şu an doğum sancısı çekiyoruz fakat sonrası iyi olacak. Birbirimizi anlamayı öğreneceğiz. Ya da zamanı hesaba katarsak çocuklarımız öğrenecek. İçimdeki iyimser yine çıktı ortaya ama bunun başka yolu yok:) İnsanlık ortalamanın dışında düşünenler, basmakalıp davranışlardan kaçınanlar sayesinde gelişti ve gelişecek.
    Bir de bu yazı aklıma Selim İleri'nin Nahid Sırrı Örük hakkındaki yazılarını ve "Cemil Şevket Bey/Aynalı Dolaba İki El Revolver" romanını, Paul Russel'den "Sergey Nabokov'un Gerçek Dışı Yaşamı"nı aklıma getirdi. Bu iki isim beni hep hüzünlendirmiştir.
    Teşekkürler Ceren, iyi ki varsın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen de Klio'm, muhteşem bir yorumdu, dolu dolu ve yeni bir "açlığa" neden olan, Selim İleri'nin sanırım yanlış yazılarını okumuşum şimdiye dek. Kendisine ısınamamıştım. BU bahsettiğin roman ve yazılara bakacağım...

      Sil
  6. Ayrıca şu yorumuna da katılıyorum: kişisel yazılar daha çok dikkat çekiyor. Özene bezene yazdığım resim yazılarının okunma sayısı kişisel olanların çok çok altında kalıyor:) Senin de demek istediğin gibi düşündürücü olan okunma sayısı değil, neden bazılarının diğerlerine göre daha az tercih edildiği.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben o yazıları öle bayıla okuyorum ve yepyeni şeyler öğreniyorum.. <3

      Sil