Geleneksel bir şekilde tahta tokmakla bira fıçısı delindi ve tüm şirket işçilerine, ailelerine ve onur konuğu olarak da biz S. ailesine bira, tavuk, lahana ve sirkeli patates salatası ikram edildi. Kutlamalar sabah 10'dan akşam 19'a dek sürdü.
Eşim bile bilmiyor neden burada bulunduğumuzu. Çünkü sağ elin verdiğini, sol ele söylemem... Asla. Fakat; böyle ufak paylaşımların yüzü suyu hürmetine döndüğünü bu dünyanın, herkese haykırmak isterim. Verdikçe artar bazı şeyler.....
Fabrikayı kuran, bugün saat tam 12.00'da fıçıya tokmağı çalan Kai; 1989'da sadece 20 yaşındayken, duvar yıkılır yıkılmaz, beş parasız Doğu Almanya'dan "Batıya kaçmayı" başarmış bir adam. O adam şu an 52 yaşında ve buradaki en sevdiğim ailenin "baba"sı. İki kız iki oğlan çocuğu, 50 civarı işçisi, şahane bir gülüşü ve mükemmel ötesi bir de karısı var. Sanırım sözlükte "ideal aile" diye bir tanım varsa, yanında bu ailenin resmi - yerini tamamen hak ederek - durmaktadır.
Kathi ile bir iki gönüllü yardım etkinliğinde karşılaşınca, kızlarımızın en yakın arkadaş olmalarından bağımsız, kaynaştık. 4 çocuğu ve ev işlerini çekip çevirmesinin yanında, kendiyle çok barışık bir kadın bu. Kısa süre içinde Kai'in Batı'daki ilk yıllarında yaşadığı zorlukları, sadece 32 yaşındayken geçirdiği kalp krizini, o gün ikisinin de aklının başına gelmesini, hızla evlenip kendilerine kocaman bir aile kurduklarını, şu an 13, 11, 8 ve 6 yaşındaki 4 çocuklarıyla yaşadıkları her anı dolu dolu yaşadıklarını, hiç bir şeye umutsuzlukla yaklaşmadıklarını öğrendim.. Kathi de bu süre içinde beni açık kalpli, ağzı sıkı, eli açık biri olarak gördü ki, dışarıya tamamen kapalı bu ufak kutlamaya (geleneksel Oktoberfest iki senedir Corona nedeniyle yapılmadığı için, kendi arazilerinde yapmaya karar vermişler) bizi de davet etti.. Öyle güzel bir gündü ki.... Ufak bir kare göstermek isterim sizlere:
Aileler fakir aileler, bir çoğunun çok çocuğu var, kırsal alandan ya da Doğu Almanya'da çocukluğu geçen insanlar. Hani "yardım edecek fakir bulamıyorum" diyen insanların aradığı insanlar.. Yılın 11 ayı, haftanın 6, acil durumlarda 7 günü, neredeyse 12 saat çalışıyorlar. Buna rağmen, hepsi patronu çok seviyor, kolkola fotoğraflar çekiliyor, biralar tokuşuyor. Oyunlar oynanıyor, sadece bugün değil, her gün patronun gökte değil aralarında yaşadığı belli.... Demek ki, böyle bir sistem de pekâlâ MÜMKÜN....
Tüm oyunların galibi çocuklar, herkesin madalya aldığı törende
(Arkadaki sarışını 3 yaşından beri takipteyim, beşikten kerttik,
inşallah kısmetse bizim damat adayı hahaha)
Muhteşem bir gün geçirdim. Kai bir ara yanıma gelip "Eee Karen (buradaki adım bu, n'apalım), eğleniyor musun bakalım?" diye sorunca, "Kai, nasıl başarıyorsun?" dedim. "Neyi tatlım?" dedi.. "Böyle örnek bir adam olmayı?" dedim.... O da bana dedi ki, sevgili dostlar: "Tatlım, ben geldiğim yeri asla unutmadım, kimsenin üstüne basarak çıkmadım, yükselmenin tek şartının çevrendeki insanları da seninle birlikte yükseltmek olduğuna inancımı asla yitirmedim.." Sonra göz kırptı ve dedi ki "Bugün burada olmanın tek nedeni, senin de aynen benim gibi düşünen biri olman.. Vermenin, paylaşmanın, karşılık beklememenin hayattaki asıl zenginlik olduğunu bilmen. Biz birbirimizi çooook uzaktan tanırız, bunu asla unutma....."
Son zamanlarda duyduğum ve bugünlerde ihtiyaç duyduğum ennnnnn güzel sözdü bu sevgili dostlar. Doğrudur, biz az kişiyiz ama birbirimizi her yerde tanırız, buluruz, bir araya geliriz.... Hani bazen topluluklar arasında yapayalnız hissediyorum, maddi manevi her tür vericiliğim yüzünden naif bulunuyorum, suçlanıyorum, inancımı dahi kaybetme noktasına geliyorum ya.. Bazen de böyle işte; doğru insanlar arasında, dopdolu, güçlü ve vakur hissediyorum.
Bu da böyle biline.....
Ne kadar güzel bir gün olmuş, ne güzel insanlar var şu hayatta ve Kai ne güzel ifade etmiş senin onlar için yerini, önemini :)
YanıtlaSilÇok güzeldi gerçekten..
SilO kadar keyifle okudum ki! Hem de iki kere; hikâye güzel tamam, karakterler ve düzen de... ama kalbime değen sıcaklık tümüyle senin günü ifade edişinden; çok keyifli bir okumaydı ya:)
YanıtlaSilFotoğrafların ve videonun altını da çizmeden geçmek olmaz, resmen yaşattılar:)
Hava serin ama içimiz sıcak sıcak :)
SilNe güzel konuşmuş Kai. Böyle insanların varlığı umut veriyor, o yüzden dünyanın geleceğine dair hiçbir zaman karamsar olamıyorum işte:)
YanıtlaSilBen de!
SilBu muhteşem duyguyu sana hatırlatan ve çevresine ışık yayan bu adama kalpten teşekkürlerimi iletiyorum. Ve karşımıza çıktıklarında onları görebiliyor olmanın mutluluğu da apayrı bir umut konusu.
YanıtlaSilPaylaştığın için teşekkürler tatlım <3
Daha senin diş hikayesini yazacağım, dün gece aklımda döndü durdu :)
SilSüper :))
SilNe tatlısın sen ve ne kadar değerlisin. Kendimi bildim bileli babamın "Alan el olma kızım, veren el ol" nasihatleriyle büyüdüğüm için o veren elleri iyi tanırım. Hep gülsün yüzün...
YanıtlaSil<3 Hepimizin!
SilGerçekten enteresan bir durum:) Yılın 11 ayı, 6 gün, bazen 7.. 12 saat çalışma ve anladığım kadarıyla bu tempoya rağmen halen fakir çalışanlar:) Ben şu an olaya bambaşka bir yerden bakıyor olabilirim ve herşeyi yanlış da anlamış olabilirim ama neden bu çalışanlar halen patronunu seviyor:)?? Yani tamam Kai iyi biri ama ben anlayamadım olayı:))
YanıtlaSilMünih çok pahalı bir şehir.. Kai'ın işi özel bir iş, acil çağırılma durumları var sanırım o nedenle farklı bir vardiya sistemi uygulanıyor. Almanya'da işçi hakları çok ciddi kontrol edilir, normalde.. Yasadışı bir şey yok yani :)
SilHayatta bir şeyleri çok çalışarak elde edenler, bir de kıymetbiir olurlarsa, işte böyle ışık saçıyorlar çevrelerine. Ne güzel insanlar ve ne güzel bir gün. :)
YanıtlaSildeğil mi... <3
Sil"Biz birbirimizi taaa uzaktan tanırız" nasıl da anlamlı konuşmuş yalnız. Bazı insanlar ilham, sizde öyle belli ki. Sevgiler.
YanıtlaSil:) galiba
Silbirilerine vermek durumunda kaldığımız sistemin nasıl dayatıldığını hatırlayınca acaba bu davranışın yüceliği de bize kabullendirildi mi diye düşünüyorum. biz bu paylaşımın psikolojik tatminini yaşarken asıl sorulması gereken soruları mı unutuyoruz acaba?
YanıtlaSilDayatıldı derken?
SilDoğal sistem bu değil mi sence? Hayvanlarda da grup içinde statü farkları var ve onlar daha da acımasız aslında.. Yardım etme davranışı zorbalıktan çok faha nadir çoğu hayvanda..
Yaşadığım psikolojik tatmin vicdan aklaması değil içten gelen doğal bir paylaşma hissi olduğunu fark ettiğimden beri daha rahatım, eskiden çok sorgulardım ben bunlara dahip olmak için ne yaptım, hak etmiyorum vs. Sonra bir gün neden hak ettiğimi hatıtlattım kendime, evet aileden şanslıyım ama ben kendim de çok uğraştım bir çok şeyi tırnaklarımla kazıdım. Hak ettim ve şimdi temizlenmek için değil, paylamak için yarfım ediyorum. Bu çok güzel bir duygu..
değil bence. hayvanlardaki sistem çoğunlukla fiziksel farklardan doğan bir hiyerarşi. insanların bazılarının daha akıllı, daha güçlü, daha becerikli olması diğerlerinin "fakir" oluşunu doğal yapmıyor bence. burada bahsettiğimiz tamamen maddiyata dayalı bir eşitsizlik çünkü, bu da ne yazık ki tamamen üretim ilişkilerinin sonucunda doğuyor. ve hayvanlardan farklı olarak biz bilinç ve vicdan sahibi canlılarız, en azından bunun bir fark yaratması gerekiyor zaten.
Silvermek güzel, paylaşmak güzel. ama bunlar toplumda bu kadar büyük eşitsizlikler olmadan da olur. asıl sorunu kaçırıyoruz dediğim nokta burası.
yorumu da sana yönelik kişisel bir eleştiri olarak yazmadım :) aynı şeyleri yapan, aynı şekilde davranan ve hisseden biri olarak daha büyük bir açıdan baktım galiba, okurken aklıma bunlar geldi, yazmak istedim.
Yok yok kişisel aldığımdan rahatsız olduğumdan değil, aksine hoşlandım bu yorumdan, açmak istedim.
SilTam dokunmak istediğim yere gitti aslında bu ikinci yorum. Fiziksel demişsin ama hayvanlarda zekâ ve uğraş da sayılıyor. Bizde neden sayılmasın? Bir insan fakir doğup zeka açısından da fazla birikimi yoksa bunlar ona verilmiş ve değiltiremeyeceği gerçekler fakat buna ek olarak tembelse, fakir kalmayı hak ediyor demenin nesi yanlış? Tamam katı bir sistem ama hiçbir uğraş göstermeden durumu kullananlara ne demeli?
Bu nedenle rastgele yardım davranışı değil seçerek yardım davranışı daha mantıklı değil mi?
Eğer durum buysa o zaman yardım etme olayının psikolojik boyutu da daha derinlik kazanıyor. Bir ilahi adalet dağıtma hevesi olabilir. Bu narsistik kişilik bozukluğuna dek varabilir. Ya da basit bir zeka problemi olarak ele alınır, mantıklı yardımsever, ki bu da şartlı sevgi gibi kavramlara çıkartabilir bizi. Çok çeşitli bilinçaltı / dışı sistemlere gidebiliriz bu noktadan. Ben sadece kendimi merak edip didikliyorum tabii ve gördüğüm önce kendi iç süreçlerine bakmaksızın yardım etmeyi seven biri ama biraz derinleştiğinde, neden yarfım ediyorum sorusunu birkaç defa sorduğumda kendime, aldığım cevap şu: başkası açken, ben tok uyuyamam. Uyumamalıyım değil basitçe uyuyamam, kafaya takarım. Benimki belki basit bir iki çocuklu annelik duygusu, o da alsın bu da alsın kardeşçe yaşayıp gidelim mantığı. Belki sadece çatışmadan kaçan bir yapım olduğundandır.. Bu durumda bak benimki sadece “anarşi korkusu” da olabilir :)))) nerden nereye geldik, çok güzel.
Ama yine dayatılan nedir kim dayatıyor onu açabilirsen çünkü o kelimeyi neden kullandığını merak ettim..
Silkeşke ses kaydı atabilsem diyorum canım c, o kadar çok ki söylemem gerekenler :)
Silöncelikle dayatma mevzuunu yazayım:
insanın sosyalliğinden doğan toplumsal yaşamın bir yerde kurumsallaşmasını Rousseau mülkünün etrafını ilk çeviren insana dayandırır, mülk sahibi olmak onu korumak ya da çoğaltmak istencini doğuruyor. Mülk sahibi olmak kurumsallaşmayı, kurumsallaşma devleti doğuruyor bir yerde. Sahip olunanları “diğerlerinden” koruyacak bir güce ihtiyaç duyuyoruz çünkü. Birilerinin fazla’ya birilerinin az’a sahip olmasında bir sorun yok, bu dediğim gibi kişisel imkan ve özelliklerin sonucunda ortaya çıkar. Fakat bugün birilerinin çok çok fazla şeye sahip olması ve bunu çok çok az şeye sahip olanların emeği üzerinden sahip olması, varlığını sürdürmeye çalışan sınıfın çıkarları doğrultusunda dayatılan bir sistem. Modern sistemin yarattığı bu doğal olmayan kocaman eşitsizliğin kaynağı da üretim ilişkilerinde, üretim araçlarının sahiplerinin çıkarlarını ve zenginliklerini sürdürme eğilimi. Dayatılan derken buna gönderme yapıyorum: ekonomik eşitsizlik çok kolay bir şekilde çözülebilecekken (Afrika’daki su/gıda sorununun çözümü için gereken paranın, dünyanın en zenginlerinin servetlerinin yanında çok komik bir rakam olduğu gerçeğini düşünürsek mesela) sürmesi, aslında sürdürülmesi bunun en büyük kanıtı değil mi?
“Bir insan fakir doğup zeka açısından da fazla birikimi yoksa bunlar ona verilmiş ve değiltiremeyeceği gerçekler fakat buna ek olarak tembelse, fakir kalmayı hak ediyor demenin nesi yanlış?”
Silİkinci olarak bu söylediğine cevap vermek istiyorum. Bunun her şeyi yanlış. Vahşi kapitalizmin “fırsat eşitliği” dediği yalanın bir yansıması, hepimiz kabul ettik. Fırsat eşitliğimiz yok, dünyanın hiçbir yerinde yok, belki biraz Kuzey Avrupa’da. Sadece burada ince bir çizgi var, sosyal devlet olduğunu iddia eden bir yapının içinde sıfır noktasında kimsenin bulunmaması gerek. Bu devletin vaadi kimsenin fakir kalmamasını sağlamaktır. Bu ilk nokta.
Bir diğer konu ise senin bahsettiğin grup. Bizler kişisel olarak kendince çabalayıp yine de belirli bir ekonomik güç kazanamamış insanlara yardımcı olmayı tercih ederiz, bunda bizler için yanlış hiçbir şey yok. Ama yanlış bir şeyler var. Elinden gelen çabayı sarf edip, emek veren biri neden yine de kendisine rahat bir yaşam sağlayacak ekonomik gücü elde edemiyor? İşte burada sistemin sorunu devreye giriyor. Biz sahip olduklarımızı bölüşürüz de esas kaynak neden hiç açılmıyor, biz neden paylaşmak zorunda kalıyoruz? Bu aşırı eşitsizliği, aslında eşitsizliğe uğrayan bizler mi çözeceğiz? Ki çözülmüyor da, (çok fazla sistem dedim ama) sistem bunun çözülmemesi için kurulu zaten, orta ve alt sınıfın gücünü paylaşması sevimli ama ne yazık ki büyük resimde bir etki yaratmıyor. Afrika’da sürekli su kuyularının açılması için yardım bağış toplanması ama su sorununun bir türlü çözülmemesi gibi.
(çok dağınık yazdığım izlenimine kapılıyorum, umarım ifade edebiliyorumdur kendimi:))
yardım etmenin psikolojik boyutuyla ilgili, özellikle de senin karşında ahkam kesmek hiç istemiyorum :) ama çok kere dediğim gibi ben kişisel olarak yapıp ettiklerimizden ziyade daha geniş bir perspektiften baktım
SilAh ne güzel yazmışsın uzun uzun, teşekkür ederim. Evet anladım demek istediğini. Katılmamak mümkün değil, tek karşıt duracağım nokta, "realite" boyutu.. Maalesef teoride, ideolojide düşündüğümüzde çok basit ve olması gerekenmiş gibi gelenler, realitede mümkün olmuyor. Misal, evet zenginin gittikçe zenginleşip bunu paylaşmaya yanaşmadığı bir sistem, çalışanın üzerinden para kazanılması, insanların kast sistemini kıramaması vs bunlar kabul edilemez bence de ama gerçekte doğal yaşamda maalesef tersi mümkün değil bence. Yani hem hepimiz eşit ya da çok az bir farkla çalışalım ve eşit ya da az farkla kazanalım, hepimiz temel gereksinimlerimizi "ortak havuz"dan karşılayalım, kimse birbirine yardım etmek / yardım almak zorunda kalmasın, orta ölçekli, yerel, herkesin kendi yeteneği ve becerisi ölçüsünde gelişebildiği bir sistem kurulsun. Bu sence gerçekte ne kadar mümkün? Yani insan doğasını ele alırsan, sosyoloji değil, topluluğun dışında kendi içinde bir bireyi, psikolojimiz buna uygun değil maalesef. Algı sistemimiz, varoluşumuz benzerlik üzerinden değil farklılık üzerinden yapılanmış. Bu nedenle sosyalist sistemlerde refah olsa da psikolojik refah sağlanamadı bir türlü, çünkü insan doğası gereği "başkalarından farklı olmaya" kurulu bir içsel sisteme sahip. Bireyselleşme, birey olma, farklı olma, "ben"lik algısı.. Yani kendini toplumdan ayırmak da bir yaşam hedefi.
SilBunu elbet daha primitif ne bileyim paranla, sahip olduklarınla sağlamaya çalışabilirsin ya da eğitiminle, değerlerinle, entelektüel birikiminle. Ya da bizim ülkede çok yapıldığı gibi inancınla üste çıkmaya, inançsız dediğin insanlardan üstün olduğunu göstermeye çalışarak. Ama en sonunda, olayın en merkezinde "öne çıkmak" ihtiyacı var. Aile sisteminde bile çocuk dşğer kardeşlerinden farklı ve özel olduğunu hissettirmeye çalışır, bu nedenle "benim oyuncağım, sen oynayamazsın" vardır en temelinde ve sen ne kadar "haydi paylaşın birlikte oynayın" demeye "eğitmeye" çalışsan da, günün sonunda o oyuncak mutlaka çocuklardan birine "ait" olacaktır, diğeri ancak ödünç almış oynamış olacaktır. Şimdiki çocuk gelişimcileri - yanlışsam düzeltsinler ben gelişim psikolojisi yüksek lisansı yaparken yıl 2003tü - "çocuklarınızı paylaşmaya yönlendirin ama onlara kendi oyuncaklarını istemediklerinde vermek zorunda olmadıklarını da anlatın ki, kendilerine değer versinler, birey olarak tercihlerine saygı duyulduğunu anlasınlar, "zorunda oldukları için" bir şeyi yapmasınlar falan der.. Bu tip "eşitlikçi ideolojiler"in çalışmamasının nedeni de bence bu basit içsel insan doğasını gözardı etmeleri.
Diğer konu yani neden ana kaynak açılmıyor herkes paylaşmıyor.. Çünkü. Ana kaynak sandığımız kadar büyük değil.
SilHerkese yeterli bir şey yok ortada. Aksine, "besin", "su" gibi temel ihtiyaçlarımız bile çok sınırlı. Tabii ki buna sahip olan kendini düşünüyor. Para da aynı. Dünya üzerinde "dolaşımda" olan asıl para ile borçlanma ya da geri ödeme üzerinden düşünülen aslında sadece rakamlardan oluşan para çok farklı, maalesef asıl para ile "dolaştığı varsayılan" para arasında ciddi rakamlar var, devletlerin birbirine borcunu vs gerçeğe göre düşünürsen sanmıyorum tek bir ülke bu meblayı ödeyebilecek güce gerçekten sahip olsun. Dolayısıyla ekonomi biraz matematiksel bir bilim artık, gerçek parayla ilişkisi yok.. Büyük şirketler de böyle, sistem yürüyor ama nasıl yürüyor çok karışmış vaziyette ve bir halka koptuğu anda dünyanın bir başka yakasında kriz yaşanıyor.. O nedenle, hangi "kaynağı açalım" diyebiliriz? Doğal kaynak değil, maddi değil, elimizdeki tek gerçek kaynak insan gücü, o da sömürülüyor maalesef haklısın ama her zaman daha kötü durumda ve o işi daha az paraya kabul edecek biri çıktıkça bu sistem devam eder. Bu da çıkacaktır yani, teoride kağıt üstünde yasaklasan kanun koysan bile el altından devam edecektir. O nedenle bunu da realist bulmuyorum ben..
Ne yapılabilir? Bence küçük ölçekli yerel işletmeleri destekleyebiliriz. Yani en tepedeki adamın uygulayacağı büyük değişikliklere değil herkesin uygulayabileceği çok küçük değişikliklere odaklanmalıyız. Mesela Kai, bu adam evet fabrikası var ama evde yan gelip yatmıyor, sabahın köründe işe gidiyor, gece geliyor, işçi ne kadar çalışıyorsa Kai da o kadar çalışıyor. Bu işte işçiye "aynı gemideyiz" hissi veriyor.
SilMesela biz, ben seçici yardım yapıyorum, sonucunu göreceğim işe girişiyorum, iki kuruş vereceksem bile en azından o iki kuruşun işe yaradığını kontrol edebiliyorum. Davranışımın sonucunu görmek, beni motive ediyor. Başka ne yapılabilir, sistem değişmeden de ufak manevralarla iyileştirilebilir... Dediğin gibi uzun konu, keşke yüzyüze konuşabilsek :) Ama tartışmak bile bence büyük bir adım... Çok sevgiler.
Afrika örneği geldi aklıma şimdi bak. Yıllarca beyaz adamın sömürgecilik vicdan yükü ilegeliştirdiği “acıma odaklı” yardımıyla devam etti perişanlık. Sonra beyaz adam uyandı. Tamam atalarımız afrikayı sömürmüş mahvetmiş ama bu işte bir terslik var, ne kadar yardım yapılırsa yapılsın afrika kalkınamıyor. Neden? Çünkü temelde çökmüş sistem, insan vasıfları çökmüş. İnsanlar inanılmaz tembel (bunu gidip içlerinde yaşayarak gözlemlediğim için yazıyorum önyargı değil bizzat kendi gözlemim bu) armut piş ağzıma düş mantığı almış başını gitmiş. Hiç bir uğraş yok eğitim almak istemiyorşar tarla ekmiyorlar. Okul yapılıyor, okula çocuk gitmiyor. Tarla veriliyor tohum veriliyor uğraşmıyorlar. Kendilerine sorarsan nasılsa hükümet değişecek kriz olacak uğraştığımız tokolacak yemin ederim ne kadar aklı çalışan afrikalıyla konuştuysam hepsinin son lafı bu. Haksız değiller evet ama umut olmadıktan sonra ve sürekli “acımayla yardım” geldikten sonra Afrika eskisinden de beter bugün… Bunda beyaz adamın suçu hakikaten ne kadar tartışılır şu durumda… Dengeler çok değişti çünkü.
YanıtlaSil