9 Nisan 2010 Cuma

Fas seyahati


Yaz sıcakları bastırmadan görülebilecek ülkelerden biri de; kalabalık sokakları, rengarenk pazar yerleri ve güler yüzlü insanları ile Fas. Üstelik bu ülke, bitmek bilmeyen çöllerle karşılaşacağını sanan bizleri, rengarenk bahar çiçekleri ve serin ormanlık alanları ile şaşırtıyor!

Gezimin ilk durağı Kazablanka. Dört buçuk saatlik uçak yolculuğundan sonra, sabahın ilk saatlerinde vardığım bu kentte, uykusunu açamamış bir tek ben varım. Kentin gürültücü sakinleri çoktan sabah trenlerine doluşmuş, işlerine doğru yola koyulmuşlar. Havaalanından kente giden trendeki insanların ten renklerindeki farklılıklar bile, Fas’ta nasıl bir kültürel mozaik yaşandığının kanıtı aslında. Eski Fransız sömürgesi olan Fas’ın, bu ülke ile sürdürdüğü güçlü ekonomik ilişkileri, Avrupa Birliği ülkelerinde göçmen olma hayali kuran birçok Afrikalıyı kendine çekiyor. Göçmenlerin bir kısmının, bu geçiş ülkesinde kalması ve toplumdaki bu güzel renk ve kültür farklılığını yaratması şaşırtıcı değil.


Kazablanka, Portekizce “Casa Blanca” yani “Beyaz Ev” den geliyor ve kireç ile kerpiç karışımı özenli evleri bütün kente aydınlık bir hava katıyor. Atlas Okyanusu’nun kıyısına yapılan ve 1993’te ibadete açılan inanılmaz ölçülerdeki “Hasan II” camii kentin gurur kaynağı ve Mekke’den sonra dünyanın ikinci büyük dini yapısı. Gerçekten de, akşam saatlerinde güneşin kızıl renklerini yansıtan ve yeşilin her tonu ile kaplanmış bu devasa yapıyı gezmek bile bir nevi ibadet! Klasik İslam mimarisi ile, kakmacılığın en renkli örneklerini barındıran bu yapı, ayrıca dört köşeli minaresi ile tipik Fas cami anlayışının devasa ölçekteki bir örneği. Hasan II Camii’ni geride bırakıp, şehrin yeni bölümüne, Ville Nouvelle’e geçiyorum ve her turistin yaptığı gibi Ingrid Bergman ve Humphrey Bogart’ın izini sürmeye başlıyorum. Yazık ki, şehirde 50′nin üzerinde “Sam’in Barı” var, hatta bazıları koyu tenli ve açık renk smokinli piyanistleri ile bayağı iddialı! Kazablanka’da şehri yaşamanın en güzel yolu, zaten fazla büyük olmayan bu kenti yürüyerek gezmek ve hepsi az çok birbirine benzeyen bu güzel taklit barlardan birinde günü sonlandırmak.

Şehirler arası yolculuk için tren ve otobüs seçenekleri olsa da, Kazablanka’dan Fes yönüne (doğuya) trenle gitmek, oradan Marakeş’e (güneye) ise otobüs ile geçmek gerekiyor. Aslında Kazablanka’dan Marakeş’e tren hattı olsa da, Fes civarını görmek isteyenler için, bu hattı kullanmak hem vakit kaybı oluyor hem de Kazablanka’ya geri dönüleceğinden haritada büyük bir kavis çizmeyi gerektiriyor. Rabat, Meknes ve Fes’i sırayla gezerken, kralın küçük oğullarından birinin sünnet düğünü şerefine, her üç kentteki erkek çocukların parasız toplu sünnet düğünlerine denk geldim. Bu düğünler sırasında, sokaklardaki davul ve def seslerine çok renkli geleneksel kıyafetleri ile dans eden sünnet ailelerinin sesleri de karışmış ve bütün ülke bir panayıra dönüşmüştü. Krallarını aşırı derecede seven Faslıların, kendi çocukları için mi yoksa kralın çocuğu için mi dans ettiklerini düşünmeden edemedim!


Fes’ten Marakeş’e otobüs yolculuğum, şöförün daracık yollarda adeta uçarak ve devamlı korna çalarak gidişi ile tam yedi buçuk saat sürdü. Orta Atlas Dağları’nın arasında, İsviçre’yi aratmayan orman ve hatta yapay göl manzaralarıyla şenlenen otobüsümüz aslında bir mucize eseri tek parça halinde Marakeş’e vardığında, otobüsün içindeki diğer turistlerle çoktan yakın dost olmuştuk. Bu dostluğumuzu Marakeş’in ünlü Riyad’larından birinde topluca sürdürmeye karar verdik. Riyad adı verilen geleneksel Fas evleri 2-3 katlı ve ortasındaki avluya açılan küçük odalarıyla ünlüdür. Günümüzde aileler küçüldüğü için ve daha modern evlerde yaşamayı tercih ettiklerinden, bu evler otele dönüştürülmüş. Fiyatları 5 ile 50 dolar arasında değişen bu evlerin odalarının, konfor derecelerine göre fiyatları da artıyor. Marakeş, Fas’ın en “olmazsa olmaz” şehri olduğu için, önceden rezervasyon şart.


Orta Atlas’ın serinliğinden sonra, Sahara Çölü’nün hemen kuzeyinde bulunan Marakeş’in sıcağı gerçekten insanın yüzüne bir tokat gibi çarpıyor. Bu şehirde yürümenin de fotoğraf çekmenin de “katlanabilir” olduğu saatler var. Geri kalan zamanlarda ise, ünlü meydan Djemaa El-Fna’nın çevresindeki teras kafelere ve restoranlara sığınıp, hararete birebir nane çayınızı yudumlayabilir ya da Riyad’ın avlusunda tembel bir öğlen uykusuna dalabilirsiniz.

Bütün gün kalabalık olan meydanda, öğleden sonra saat 4-5 gibi gözle görülür bir hareketlenme başlıyor. İlk olarak maymun ve yılan oynatıcıları ile falcılar ve ellerinize şekilli kınalar yapan kadınlar görünüyor. Bunlara eşlik eden bembeyaz giyinmiş def ve zurna çalgıcıları meydana gelince, kırmızılı kıyafetli su satıcıları da birden beliriyor. Müziğin ve dansın hareketlenmesi, turistler için bir alarm zili işlevi görüyor. Meydanın dört köşesinde alışverişe dalmış her renk insan yavaş yavaş meydanda toplanmaya başlıyor. İşte bu dakikadan sonra, biz de herkes gibi kendimizi kalabalığa ve müziğe bırakıyoruz. Üstelik bu bir festival falan da değil, yılın diğer 364 gecesi gibi sıradan bir akşam!


Djamaa El-Fna’ya çıkan labirent yollarda kaybolmak ne kadar olasıysa, aniden hiçbir mantık ve harita kuralına uymaksızın kendini tekrar meydanda bulmak da o kadar olası! Güneş yavaş yavaş batarken, ben de boynuma dolandırılan yılanlardan ve falcıların ısrarlarından yavaş yavaş sıyrılıp, burnumun beni meydanın ortasındaki yoğun buluta doğru sürüklemesine izin veriyorum. İlk bakışta yoğun gri buluttan anlaşılmıyor ama, yaklaşınca aslında meydanda devasa boyutta 200’e yakın yemek standının “birden” belirdiğini fark ediyorsunuz! Bu standlar numaralı ve kontrollü, üstelik salatalardan kuskusa, her çeşit ızgara etten deniz ürünlerine, tatlılardan portakal sularına dek geniş bir yelpazede hizmet veriyorlar. Bize düşen tek şey, birini beğenip çevresindeki tahta banklara oturmak ve merkezimizde yer alan aşçıya tabağımızı uzatıp “evet bundan, hayır şundan” demek. Bu standlarda yaklaşık 15’er kişilik yer oluyor ve hızlı hızlı hareket ederek Fas mutfağının bir çok farklı yemeğini tadabiliyorsunuz. Daha sakin ve şehrin çatılarına yukardan bakan romantik bir yemek için, ara sokaklardaki riyadlardan birinin çatısını önerebilirim. Gün batımında, şehrin bu kadar üzerindeki bu çatıda, bembeyaz yastıklara oturup biranızı yudumlamak ve dünyanın dört bir yanından gelen yeni dostlarınızla sohbet etmek gerçekten çok keyifli!

Marakeş’in bu canlı meydanı yeni bir güne ve yine aynı gürültülü ve neşeli akşama hazırlanırken, ben de eski Portekiz kasabalarından biri olan El-Jadida’ya doğu yola çıkıyorum. Atlas Okyanusu kıyısında olan bu sahil kasabası, Marakeş’in aşırı hareketli sokaklarından sonra ilaç gibi geliyor. Klasik Portekiz mimarisinin güzel örnekleri sadece hükümet binalarında değil, şehrin sakinlerinin evlerinde de kendini gösteriyor. Güzel ve bakımlı bahçeleri, bitip tükenmeyen kumsalı, okyanus kıyısında tüm ihtişamı ile yükselen ve tümünü gezebileceğiniz Portekiz Kalesi ile El-Jadida, Fas yolculuğumun son durağı. Bu sakin kenti geride bırakıp, iki saatlik tren yolculuğu ile Kazablanka Mohamed 5 Havaalanına vardığımda, aklımda bu ülkeye tekrar tekrar gelmek var!

Konaklamalı çöl safarileri, baharda her yeri rengarenk kaplayan çiçekleri, upuzun kumsalları ve sörf yapmaya elverişli okyanus kıyıları, rengarenk ve güler yüzlü insanları ile Fas, henüz neredeyse el değmemiş, bozulmamış bir seyahat rotası. Afrika ile Avrupa arasında kalmış bu ülke, son derece canlı bir kültüre, tarihe ve turistik değerlere sahip. Kolay ulaşımı, ucuz konaklama ve seyahat seçenekleri ile tam da biz bağımsız gezginlerin keşiflerine açık! Daha neyi bekliyoruz ki?

Ceren - 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder