17 Ocak 2020 Cuma

Revnak Hanım ve Revaklar


Revnak / Revak farkı üzerine ufak bir hikâye :)

Sevdiğim ilk kadın beni terk ettiğinde, 3 yaşındaydım ve dünyadan haberim yoktu. Uzun süre söylemediler bana; "teyzenlere gitti, biraz hava alacak, dönecek" dediler, "dün gece sen uykudayken geldi, yanaklarından öptü, sabah da sen uyanmadan, erkenden gitti" dediler. Annemin gittiği yerden geri dönmeyeceğini, istese bile dönemediğini anladığımdaysa, 5 yaşındaydım.

Onu yakından tanımayanların Leylak hanım sandıkları annemin gerçek adı Revnak Hanım'dı. Nadir rastlanan adının anlamı gibi olağanüstü, ışıltılı bir kadındı. Simsiyah, dalga dalga omuzlarına inen saçları, kömür gibi parlak gözleri, kadife gibi ama bembeyaz bir cildi vardı. Ancak ondan kalan resimlerde öğrendiğim bu özelliklerini değil ama, upuzun ipince ellerini hatırlıyorum ben; sarı bebek saçlarımı okşayan, yaptığım tüm yaramazlıklara rağmen beni kucağına alıp sarmalayan uzun şefkatli ellerini.. Bir de kokusunu değil ama, sıcaklığını hatırlıyorum. Ağır yün yorganların altında yine de buz kesen ayaklarımı, arasına soktuğum çıplak bacaklarının sıcaklığını. Beni uyudu sandığı ve kendi de yanımda uyuyuverdiği gecelerde hafifçe inip çıkan nefesinin sıcaklığını. En çok da "hadi gel oğlum, çorbanı iç" dediğinde gözlerinden akan sıcaklığı. Buz kesen camlardan dışarı bakarak onu beklediğim kışlar boyunca, bu hatıraları canlı tutan tek güç, odada yanan odun sobasının uzaktan yanağıma vuran aldatıcı sıcaklığı oldu. Yüzümü çevirdiğim anda yitip giden, sıcak bir nefes gibi..

Orta Anadolu'ya özgü revaklı bir avlusu olan, avlusunda ufak, fıskiyeli bir şadırvanı, şadırvanın ucunda da üzgün bir kavak ile bezgin bir salkım söğüt ağacı olan, geniş ailelerin bir kaç kuşak bir arada yaşadığı türden, geleneksel bir evde annesiz büyüdüm ben. Anneannem ve teyzelerim bu evi çekip çevirir, büyük abla dediğimiz kuzenler bizimle ilgilenir, babam, dayılarım ve büyük abiler, sabah erkenden çıkıp gece geç döndükleri işlerine koşar, biz ailenin güç dengesinin en alt basamağı olan oğlan çocukları da tüm günümüzü bahçedeki böceklerle, haylazlıkla geçirirdik. Gündüzler biz küçük çocuklar için eve gelen öğretmenlerimizle; türlü hesaplar, okuma yazma, cebir geometri ve benim hiç anlamadığım dilleri öğrenmekle geçer, öğlen yemeğinden sonraki bir saatlik zorunlu uyku işkencesini de atlattık mı, akşamları en sevdiğimiz işimiz olan oyuna, hele ki revak içinde çember koşturduğumuz, kovalamaca hatta saklambaç oynadığımız o kızıl saatlere kavuşurduk.

Bu revak, bahçeye açılan bu avlu ve gerisindeki bozkır; çocuk dünyamın merkeziydi. Sadece oyun için değil, ne zaman annemi özlesem yine buraya sığınırdım. Revakların insanı anne gibi üstten kuşatan, güvencede hissetmesini sağlayan mimarisi ile, annemin adındaki fazladan bir N eki arasındaki ilişki de belki beni buna itiyordu.. Tam hikayesi ne olursa olsun; sanırım böyle bir çocukluktan çıkıp, okuyup, ailenin ilk mimarı olup, bugün sönmeye ve unutulmaya yüz tutmuş revak mimarisini modern tasarımlarla birleştirip tekrar gündeme gelmesini sağlayan işlerin altına imza atmamın en önemli nedeni; işte bu olsa gerek..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder