Ayşe'nin son yazısı, beni de aynı konuda birşeyler çiziktirmeye sevketti. Çocukluğun divanları.. O zamanlar zengin, fakir, modern, klasik, her evde bir divan vardı; her evde psikanalize uygun bir köşe yaratılmıştı. Gerekliydi. Psikanaliz hala geçerli değil ama böyle bir köşe hala her evde gerekli. Oysa divanı olan ev kalmadı artık..
Hatırladığım ilk divan - ve belki de türünün sonuncusu, bu yanda birlikte resmimiz olan divan. Ananemin, Ege'nin o ufacık sahil köyündeki, falezlere kurulu, gece denizin sesi ve milyonlarca yıldızın tozu altında uyunan, gündüz geçmek bilmeyen zamana ağustos böceklerinin çığlıklarının eşlik ettiği yazlık evinin salonunda bulunan divan. Üzerinde çocukluğun kokusu..
Bu divan, uzun yıllar salonun bir köşesinde durdu. Sanırım 20 sene boyunca her yaz tam üç ay, tüm çocukluğuma ve ergenliğime şahit oldu. Çocukluğumun büyük kısmında, kendi kendine üzerine tırmanabildiğim andan itibaren, sadece uykularımı değil, oyun zamanımı, yemek zamanımı, elektrik olduğu sürece yunan kanallarını izlediğim tüm o anlaşılmaz akşam saatlerini, ayaklarımı mindere kaldırıp kafamı aşağıya sarkıtarak binlerce çizgi romanı, hikaye ve romanı okuduğum zamanları benimle geçirdi. Yazın sonsuzluğunda sıkıldığımda, annemler tatilden işe dönerken yaşadığım tüm o terk edilmişlik hissi anlarında, ananemle koyun koyuna öğle uykusuna yattığımda benimleydi. Sadece tuhaf renkleri ve desenlerine bakarak, parmağımla bu desen yollarımı takip ederek bile yıllarca kendi kendimi oyalayabildim. Ama divanın sadece yastıkları, üzeri değildi oyun alanım. Divanın altında, sadece benim tüm vücudumla sığabildiğim o serin, loş ve kuytu alan vardı ya.. İşte orada geçirdiğim "gizli zaman" benim için paha biçilemezdi. Ananem bilirdi bu gizli yerimi ama sanki ben saklanmışım da o bulamıyormuş gibi yapar, "aaa nerde bu kız?" der, etrafımdan geçer ama divanın altına bakmayı akıl edemezmiş gibi yapardı. Sonra örtüyü kaldırır "aaaa burdaymış!" derdi, gülüşürdük dakikalarca. Kaç kere tekrarlardık bu oyunu, yazlar boyunca..
Divanın altı zulamdı. Divanın altı sınırlarımı denediğim, yaramazlık yaptığım, gizli alandı. Teyzeciğimin İngiltere'den aldığı tüm o rengarenk doktorculuk setimi, köylü kızın birine ait bir kelebek tel tokaya değiştiğim alandı. Ateş ölçeri kırdığım, içindeki oynak civayı elimle ve sonra dilimle yakalamaya çalıştığım, evin anahtarını altına saklayıp, nedense yerini söylememekte ısrar ederek, o "hiçbirşey"in bulunmadığı kasabada dedemin haftalarca anahtarcı aramasına neden olduğum ve en kötüsü de, yemediğim tüm köfteleri, baklagil parçalarını ağzımda tutup tutup sonra ilk fırsatta bu divan altının en gizli köşesine çıkarıp istiflediğim.. Sonra bir tadilat sırasında, döşeği bilmem kaçıncı kez yenilenerek iç odaya kaldırıldı ve bu sefer de Semo'nun favori "saklanma ve saklama" noktası haline geldi. Sonra, yine bir tadilat, bu sefer divanın telleri dahi eskimişti bahanesiyle atıldı emektar divan. Yerine gelen daha modern ama ruhsuz bir divan oldu, iç odada durur, ananem öğle "güzellik" uykularında "kıvrılır"dı üzerine.
Bu divan kadar rahat, onun kadar güzel kokan bir başka divan bilmiyorum..
Öyle güzel yazıyorsun ki anneannenle geçen çocukluk anılarını, seni üzer mi yoksa
YanıtlaSilhatırladıkça mutlu mu olursun bilemiyorum ama bence bu anılarını kitaplaştırmalısın
tekrar tekrar okunmaya, kitaplaşıp ebedileşmeye değecek kadar güzel yazılmış anılar... sen de çok vefalı bir torunsun...
:) Divan edebiyati!
Sil