12 Haziran 2024 Çarşamba

İzledim okudum yedirdim falan işte

Eskiden haftalık yazılar yazarken, okuduklarımdan ve izlediklerimden daha çok bahsediyordum. Aylık yazmaya başlayınca, bu bölümleri ister istemez atlıyorum, yoksa yazı bitmiyor (ne zaman bitirebildin ki bağırışları, yuhlamalar, alkışlar vs vs.)

Öhöm ne diyorduk. Bu sıralar birkaç güzel keşfim oldu, belki bayram tatilinde sıkıl.. öhöm keyif yaparken elinin altında bulunsun istersin.

İzledim:

Geçen hafta Netflix’te Flight Attendant dizisinin ilk sezonunu gülerek ve ilgiyle izledim. Boş ama hoş bir dizi. İkinci sezon çok kötüydü, bıraktım.

Moritz Bleibtreu komik bir Alman (komik ve Alman kelimeleri pek aynı cümle içinde geçmez malum öhömm). Prime’da yeni bir dizisi var, aşırı gülüyorum: Viktor bringt’s (Dağıtımcı Viktor), hem Almancanı geliştirmek hem de Berlin’in “tuhaf” (ve gerçekliğinden nedense şüphe duymadığımız) sakinlerini izlemek istersen öneririm. 

Okudum:

Aylık okumalarımı goodreads ve bloğun sağ tarafındaki sütunda paylaşıyorum aslında ama bu sene özellikle bir yazarı alıp suyunu çıkarana dek ve başarabilirsem kronolojik sırayla okuyorum. 

Fakat bunun dışında, geçen gün bir danışanımın üzerinde konuşma isteği üzerine (hep psikolog kitap önerecek değil ya, bazen de danışan psikoloğa öneriyor, ne iyi oluyor) Alaycı Kuş’u okudum ve çoook uzun yıllardır distopik roman mı deniyor işte geleceğe dair ütopyalar, hiç ama hiç okumadığım bir türdü (çünkü hepsinin de konusu aynı ve 1984 ile Hayvan Çiftliği’ni kimse geçemedi bana göre) ama bunu okudum ve sevdim. 

Hemen öncesinde de Ercan Kesal’ın Peri Tozu’nu okumuştum. O da aşırı bir Türkiye gerçekleri travması tabii. 1970-80 Türkiyesi ile distopik 2380 dünyası arasında kafam bin oldu.. 

Kafam bin deyince. Almanya’da marijuana yasal ya artık, herkes saldırdı tabii birden. Umudum şu: totosuna sopa girmiş gibi kasılıp duran Almanlar biraz gevşer belki bu sayede, bir de bakıyormuşsun bir sene içinde Almanlar pamuk gibi olmuş böyle raggee dinliyor, hiçbir şeyi kafaya takmıyorlar.. :)) Haydi inşallah. Fakat iki kitabı okurken de, bunu kafa dumanlıyken okumak lazım diye düşündüm.. Birine katlanabilmek, diğerini anlayabilmek için..

Dinledim:

Storytel’de Didier Laroche’un yazdığı ve sesini çok beğendiğim Mehmet Atay’ın seslendirdiği “Anadolu’da medeniyetlerin hikayesi” serisine başladım, kısacık kısacık bölümleri çok keyifli ve bilgilendirici, tavsiye ederim.

Güldüm:

Bu sıralar Almanya’nın bir numaralı toplumsal derdi, düşüp çevre kirliliği yarattığı için fikslenen süt ve meyve suyu kapakları :)) Evet adamların derdi bu. Fakat hakikaten sinir bozucu bir kapak, sert plastiği kopartamıyorsun ve o dönüp eline dolanıyor ya da sürün döküldüğü yere gelip etrafa saçıyor sütü, kapak oturmuyor falan yani bu tetrapak kapağı konusunda evrimimizi tamamlayamamış oluşumuz bir gerçek ama gerçek bir dert mi, bilemem. Referandumlar falan düzenleniyor :)) Yediğimin 1. Dünya meseleleri…..

Kafayı taktım:

Bu ay emekli memurlar gibi sudoku’ya kafayı taktım (çünkü 7 yaşındaki oğlum hepimizi satrançta hallaç pamuğu ediyor artık keyfi kalmadı onu oynamanın). Aman sudoku nasıl güzel bir keyifmiş :)) Sağda solda sürekli sudoku çözüyorum, bilişsel bir faydası olduğunu sanmıyorum ama keyifliymiş.

Yedirdim:

Bir hastalık daha belirdi bende. Çilek dönemi başladı ya, ben sürekli pasta ve kekler yapıyorum, ama sürekli. Neredeyse her gün! Sanırım bir tür stresle başa çıkma yöntemi.. Üstelik rejimdeyim kendim de yemiyorum :)) Ekmek yoksa pasta yesinler durumları.. (Gixli emelim aslında hepsini şişmanlatıp, ortalarında ipince göxükmek hehe) Fotoğraflar sadece bu ay yaptıklarımdı..

İşte böyleee, ağız tatlılığıyla yazayım, ağzımız tatlansın dedim..