Stone Town
Tanzanya'nın cennet adası Zanzibar'ın başkenti StoneTown'a, Dar es Salaam'dan 2 saatlik efil efil bir feribot seferiyle ulaşılıyor. Adaya ayak basar basmaz ilk sürpriz gezginleri bekliyor: aşı kartlarınızdaki sarı humma kayıtları kontrol edilerek, pasaportlarınıza yeni damgalar basılıyor. Zanzibar resmi ve politik açıdan Tanzanya'ya bağlı olsa da, psikolojik açıdan kendisini hala "union"dan ayrı bir ülke olarak görüyor; dolayısıyla kendi gümrük sistemi var.
Stone Town'da bizim Ortadoğu'dan alışkın olduğumuz daracık sokaklar, taş evler, evlerin önünde "buibui" (dedikodu) yapan rengarenk çarşaflı kadınlar, binlerce çocuk, her tür ıvır zıvırı bulabileceğiniz kapalı ve açık Arap çarşıları, balık, tropik meyveler ve envai çeşit baharat kokusu, bizi birden sıcakkanlı bir merhaba ile kuşatıyor. Stone Town biraz Umman'ı, biraz Fas'ı, biraz da Kudüs'ü hatırlatıyor bana ve bu nedenle kendimi evde hissettiriyor.
StoneTown'da kente adını veren taş evlerden birinde kalmalısınız, bu evlerin odaları her zaman muhteşem bir iç-avluya açılıyor. Avluda taşın gri-beyazına inat, cart pembe begonviller, sapsarı sinamekiler, mosmor flamboyant çiçekleri oluyor. Dışarıdan satıcıların ve sokakta oynayan çocukların sesleri geliyor. Yerden oldukça yüksek, temiz bir yatakta deliksiz bir uyku, enfes kahvaltılar ve Arap tarzı bir divanın şenlendirdiği balkonda oturarak, Hint Okyanusu'nun turkuaz sularında oynaşan pirogue'ları (Vasconcelos'un "Kayığım Rosinha" hikayesindeki gibi, ağaç gövdelerinden oyulma, küçük kayıklar) ve onların bir büyük ağabeyi olan yelkenli Dhow'ları izlemek, insana sonsuz bir keyif veriyor. Öğle güneşi ve rutubetin tavan yaptığı anlarda yapılabilecek en doğru şey bu öğle keyifleri. Katherine Hepburn ve Humphrey Bogart'ın "Afrika Kraliçesi" filminde, Katherine'in sıcak çarpması sırasında dediği gibi; insan kova kova soğuk su dökünmek istiyor ama kovayı kaldırmak bile yeniden terletiyor!
Ancak akşam saatlerinde odadan ayrılacak ve labirent-kentte Queen'in efsanevi sesi Freddy Mercury'nin doğduğu evi arayacak enerjiyi bulabiliyorum. Sokağı ve Mercury restoranını bulmak kolay ama ailenin hangi evde yaşadığı tam olarak bilinmiyor. Freddy yaşamının ilk beş yılını bu cennet adada geçirmiş, bu kumsallarda çıplak ayak koşturmuş ve bu turkuaz denizde yüzmüş.
Queen'den sonra, sıradaki durak tabii ki kahvesi ve baharatlı/sütlü Massala çayı ile ünlü kahvehanelerden biri olmalı. Pürüzsüz bir kakao ciltte ışıldayan bembeyaz dişlerini göstererek kikir kikir kikirdeyen, cart mor ya da cart turkuaz çarşaflı ergen kızlar, sizi severlerse, çayın yanında birer "Kashata" getirirler. Bu kashata denen ince kurabiye; kırk çeşit baharatın, susamın, fındık, fıstık ve şekerin birleşiminden oluşan cennetten düşme bir şey.. Hele Masala çayına bandıra bandıra yemek..
Ordan aldığınız enerjiyle daracık sokaklara girmeli ve binlerce incik cincik dükkanın arasında kaybolmalı ve ardından mucizevi bir şekilde kendinizi Beit El Ajaib (Acaip Ev)'in önünde bulmalısınız. Ulusal müze, eski saray ve ortamın hakikaten en acaip görünüşlü binası bu. Hemen önünde yemyeşil bir park ve onun da önü okyanus.. Parkın içine gece pazarı kurulmuş, aynen Morocco'daki gibi ızgara standları ve taze meyve suları ile turistik eşyalar içiçe. Şekerkamışı suyu sıkan adamı, şişe geçirilmiş envai çeşit balık ve deniz hamsülünü, çeşit çeşit ekmekleri izlemek inanılmaz keyifli ama mideyi daha yeni düzeltmişken risk almak mantıklı değil.
Benim önerim, okyanusa bakan bir teras restoranında günü sonlandırmayı tercih edin ve mümkünse menüdeki en Swahili tarzı yemeği ısmarlayın. Mesela Muzlu king fish (balık) ızgara,ya da klasikten şaşmayanlar için: hindistancevizli balık köri. O baharatlar, o lezzet patlamaları.. Muhteşem bir ziyafet, muhteşem bir kent!
StoneTown'da insan sıkılmadan 4-5 gün rahat kalabilir. Ama Zanzibar sadece bu kent değil, adayı mutlaka dolaşmanızı, farklı küçük balıkçı köylerini de görmenizi öneririm. Onlarca köyden benim en çok hoşuma giden, bakir kumsalları ve daha sakin yapısı ile turistlerin çok fazla tercih etmediği Matemwe'dir.
Matemwe
Stone Town'dan doğu sahilindeki bu ufacık balıkçı köyüne, turistlerin klimalı shuttle-minibüslerini görmemezliğe gelerek, yerli halkın tercihi "dalla dalla" (pikap)lardan birine atlayarak gitmelisiniz. Denizin hemen önünde, palmiye ağaçlarının altındaki basit ve sade bungalowlarda konaklamalısınız. Etrafta sizden başta çok az beyaz turist göreceksiniz ve onlar da sizin kafada; sakin ve deniz aşığı, samimi ve doğal insanlar olacaktır.
Adanın bu yakasının en önemli özelliği, dalış bölgeleridir. En az 2-3 gününüzü dalışa ayırmanızı öneririm. Bölgede 30-35 metrede batıklar var ama bu kadar derine meraklı değilseniz, çok daha sığ sularda, mercan resiflerinde milyonlarca rengarenk balığı görebilirsiniz. 28derece su ve 250bar hava ile dalışlar bitmek bilmiyor burda, muhteşem! Deniz canlılarının biyo-çeşitlilik yelpazesi kesinlikle Kızıldeniz'den daha geniş ve çevre adalardaki mercan resiflerince sağlanan bembeyaz kum Maldivler'den bile daha ince ve kusursuz. Hele yunuslar! Masmavi denizin ortasında birdenbire 13-15 tanesi beliriveriyor ve dakikalarca teknenin yanında yüzerek size eşlik ediyorlar. Ben herzaman yaptığım gibi tekneden ayaklarımı denize sallıyorum, bembeyaz köpükler bileklerimi yalıyor. Biraz uzansam, ayaklarım yumuşacık sırtlarına değecek sanki..
Sizi şaşırtabilecek bir başka durum da gel-git. Deniz, gel-git nedeniyle 20mt içeri kaçıyor ve birkaç saat sonra tekrar geri geliyor. Bu harika görüntüde bembeyaz yelkenli tahta Dhow'lar balığa çıkıyor. Günlük deniz mahsülünü köyden balıkçılar sağlıyor, köye en yakında kalan bungalowların sahibi Muhammet ve Hüseyin kardeşler pişiriyor, siz de afiyetle yiyorsunuz. Yemekler inanılmaz güzel, binlerce çeşit baharat ve hindistancevizi sütü ile pişen balığın, ızgara ıstakozun, ahtapot salatasının, körili karidesin sonu yok gibi.. Öyle de ucuz!
Matemwe cennet gibi bir yer. Sabahtan akşama dek denizle iç-içesiniz. Bu da yetmezse bembeyaz kumsalda çıplakayak yürüyüş, deniz kabukları toplamak ve sağdan soldan geçen insanlarla "jambolaşmak" (merhabalaşmak) yapabileceğiniz aktiviteler. Gerisi yok. Birsürü kitap götürmeyi unutmayın!
Zanzibar'a Genel Bakış
Tanzanya Türklerden vize istiyor, fakat vizenizi ülkeye girişte ücretini ödeyerek alabiliyorsunuz. Zanzibar'a ayrıca vize almanıza gerek yok ama pasaportunuza süslü bir damga alıyorsunuz. Ada son derece turistik, her bütçeye uygun konaklama ve yeme-içme imkanı mevcut. Ayrıca alışveriş cenneti olduğu için overland afrika gezginlerine son dakikada binlerce janjanlı hediyelik eşya ve baharat sunuyor. Kültür ve tarih açısından son derece zengin, Afrika kıtasının ünlü fatihi David Livingstone'un ve daha onlarca gezginin kıtaya ilk ayak bastığı nokta oluşu nedeniyle de ilginç. Ayrıca köle ticareti ve tarihe damgasını vuran sosyal olayların yanı sıra, kara büyü ve hayalet hikayeleriyle de ünlü. En az bir hafta kalıp asla sıkılmayacağınız bir cennet ada. Biz, hastalık nedeniyle yolumuzu ne yazık ki burada sonlandırdık ve çok istediğimiz halde Tanzanya'nın geri kalanını ve Kenya'yı göremeden ani bir kararla geri dönmek zorunda kaldık. Bu isabetli bir karardı çünkü hayati tehlike sınırına yaklaşmıştık. Fakat Masai Mara, Serengeti, Ngorongoro krateri, Kilimanjaro, Nairobi, Nakuru gölü ve daha niceleri içimizde kaldı.. Bir dahaki sefere artık..
Ayrıntılı bilgi ve gezi günlüğüm için: http://www.cerenmus.travellerspoint.com/
Ceren - Ocak 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder