2 Kasım 2025 Pazar

Parti üstüne Parti, üstüne Parti

Okulların 1 haftalık sonbahar tatili bir başladı pir başladı. Sözüm ona bu tatili M. ile İngilizce çalışmaya, L. ile de çarpım tablosu ve Almanca çalışmaya adayacaktım.. Daha ilk geceden durum bu:

Handancığım dışında söylüyorum, ona çok yakışıyor, ama 40'ından sonra Halloween kutlamak bana ters(ti) - çünkü dünyanın hali bence korku filmi gibi..... Fakat Rus komşular 20 senedir yaptıkları Halloween partileriyle ünlülermiş ve son 3 senedir bizi de çağırıyorlar. Ayrı 5 Rus aile (çocuklarla 20 kişi) ve biz üçümüz (M. katılmıyor çünkü bambaşka partilerde partilemekte kendisi..), üç senedir, Halloween gecesi birlikte yiyip içip, suya sabuna dünya politikasına fazla dokunmadan küçük sohbetler edip, gece de yarı-korkutucu bir fener alayı olarak sokaklarda dolaşıp, diğer komşuları şeker için tacizleyip, dağılıyoruz. Bu insanları normal bir günde sokakta görsem asla tanıyamam çünkü hepimiz kostümlü ve makyajlıyız..

poz vermeyi biliyor zilliler, bana bak Allahaşkına 
sanki kızının ortaokul mezuniyet partisine gizlice sızmış geçkin anne gibi kaldım aralarında :)))

Açıkcası Rus komşularımız ve biz o kadar farklı tipleriz ki, bizi sırf oğullarımız kanka ve sürekli bir aradalar diye, bizi partilerine "ayıp olmasın" diye mi çağırıyorlar, emin değilim ve sanırım biz de aynı nedenlerle, yani biraz "ayıp olmasın" diye gidiyoruz.. Bu sene dedim bari biraz ekstra özen göstereyim, "ayıp olmasın"... 

bunu (sosisler)

ve bunu (aslında bildiğin mozaik pasta içine iskelet) yaptım götürdüm.

Fakat bu sene, diğer senelerden farklı olarak aşırı derecede eğlendik çünkü Ruslar olaya "vodka boyutu"nu kattılar. Daha doğrusu, boyutu ben kendim kattım... 

Elimizde Alman biraları ve Fransız şaraplarıyla nezih nezih oturmuş AB-onaylı masum masum sohbetler ediyorduk ve ben nedense birden "ay sizde vodka yok mu yahu?" dedim. Neden dedim inan hiç bilmiyorum çünkü 1). Rus diye Vodka sevmek zorunda mı? Benim evimde de Rakı yok misal.. 2). Ben aslen fazla alkol tüketen biri de değilim yani nerden çıktı bu soru şimdi...? 

Fakat bir Rusa "vodka yok mu yahu?" demek sanırım bir tür hakaret oluyor. Birden bir sessizlik yaşandı. Herkes birbirine baktı. Sonra da dolap tepelerinden kristalli mristalli bir şişe çıktı, küçük kristal kadehler, ve sonrası biraz karışık.. 

3. vodka shot'tan sonra, deli dürtmüş gibi birden kalkıp "aman saati geldi, geç kalmayayım" diyerek, havhavcan ile gece gezmesine çıktığımı hatırlıyorum ve yanımda da tanımadığım Azrail kılıklı bir adam ve setter tarzı köpeği ile mahalle aralarında yürüyerek Dostoyevski'nin dualiteleri üzerine sohbet ettiğimi hatırlıyorum :))) Ama o noktaya hangi koşullar altında geldiğimizi pek hatırlamıyorum. Yine ikinci bir sahnede de gayet edebimle pijamalarımı giymiş, makyajımı temizlemiş, gece kremimi sürerek aynada kendime gülümsüyorum.... Bu ikisi arasında ne yaşandı, bir fikrim yok. 

Benzer şekilde, Rus komşular da gece yarısı ATMye gittiklerini (nedense?), arkadaşlarının kirasını (nedense?) elden ödemesi gerektiği için, yüklü miktar para çekip arkadaşlarına verdiklerini, o sırada ATMnin bahçesinde sarhoş vaziyette çimenlerde yatan 20li yaşlarında üç genç gördüklerini, hemen koşarak eve gidip, bir şişe vodka alıp, geri dönüp gençlere verdiklerini hatırlıyorlar :))))) Ay devam edemeyeceğim... 40 yaşından sonra partilemek toplum sağlığı için yasaklanmalı bence....

bunlar olurken, bir de bizim oğlanı uzaylı kaçırdı :))

Ama çok çok eğlendim ve buna gerçekten ihtiyacım varmış, iyi geldi “kendim gibi davranmamak”.. 

Bu sıra hayat (aslında hayat değil, dümdüz: psikanalistim) bana “konfor alanından çık” buyurdu. Olduğun kişiden mutsuzsan, bir süre olmadığın kişiyi ol. Asla yapmam dediğini dene. Hemen “hayır” deme, hatta hayır diyeceğin her an “evet” de, bakalım ne olacak.. Yes-Man’i izlemiş miydin? 

Özellikle kızımla deniyorum çünkü bu sıra hakikaten öyle şeylerle geliyor ki, ilk tepkim hep "HAYIIIIIR!" diye bağırmak ve saçımı başımı yolmak olacakken, kendimi kontrol etmeye ve yutkunup "Bana biraz zaman ver bir düşüneyim" demeye çalışıyorum ve eğer korkularımı fark edip yutmayı başarabilirsem, genelde ikinci cevabım "evet tamam peki" oluyor. Buna kendimi özellikle zorluyorum çünkü ortayaşla birlikte sadece davranışta değil, hatta daha bile fazla, düşüncede, yargı ve inanışlarda da esneklik geliştirmek sorunlu bir hal alıyor ve yaşlanmak, biraz da bedensel esneklik kadar, düşünsel esnekliğini yitirmek değil mi?

sana soruyoruuuum? :))))

Sen bunu düşünürken, ben diğer konuya geçemiyorum. Halbuki daha sana ertesi sabah nasıl 6'da (Rus vodkası halismiş hakikaten, sıfır baş ağrısıyla) yataktan fırlayıp, L.'ın doğum günü partisine hazırlandığımı, küçümen misafirleri sabah 9 akşam 18 nasıl ağırladığımı, zıplama parkurunda 3 saat dursuz duraksız pire gibi zıpladıktan sonra, eve dönüp, pastamızı nasıl kestiğimizi, oyunlar oynadığımızı, "sıcak köpek"lerimizi yedikten sonra biraz daha tepinip, yarabbi şükür bu seneyi de kazasız belasız atlattığımızı anlatacaktım ama uzatmayayım, bildiğin RUTİN işte :))))

mutlu son.

30 Ekim 2025 Perşembe

Ekim Raporu

Vay be... Ne aydı, in çık in çık. 

Tatil dönüşü, okullar açıldığında, güneş altında topladığım D vitamininin doping etkisiyle "onu da yaparım, bunu da yaparım, hallederiiiiiiz" bir ruh hali içine girmiştim. Güneş altında ne bedensel ağrılarım kalmıştı, ne düşük enerjim, ne güvensizliklerim ve sanmıştım ki artık bu hep böyle olacak, dersimizi öğrendik, kurtardık...

Elbette hayat demek; sisifos gibi sürekli bir döngü içinde, düşüp kalkmak, düşüp kalkmak demek. Bir dersi öğrendim sandığın her an, yeni bir dersle sınanmak demek.

Ufaklığın içinden geçtiği süreçler vurdu ilk. Ufaklık 3. sınıfta ve çok zorlanıyor çünkü bilişsel gelişim süreçlerindeki birşeyler "normal" gitmiyor.. Ve daha zor olanı, o, tüm bunların fazlasıyla farkında ve çok mutsuz.. Bir anne ve bir psikolog olarak ona nasıl yardım edebileceğimi gayet iyi "biliyorum" ama terzi ve söküğü misali, "uygulayamıyorum" çünkü ben de gereğinden fazla endişeliyim, olasılıklar denizinde boğuluyorum ve bu süreçte çok çok çok desteksiz hissediyorum. 

Bu ay, destek aramakla geçti açıkcası.. Hem ona, hem kendime, hem de bu durumdan tüm aile etkilendiği için, tüm aileye.. El yordamıyla.. Karanlıkta..

Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi, perimenopoz çıktı sahneye. Bir ay içinde, on gün arayla iki defa ve çok ağır regl olmak, beni çok güçsüz düşürdü.. Fiziksel anlamda çok zorlandığım, psikolojik anlamda daha da zorlandığım, üstelik bir de bu nedenle, yani bu kadar güçsüz olmaktan ve sürekli destek ihtiyacı duymaktan ötürü kendimi aşırı suçlu hissettiğim, "yahu millet nelerle uğraşıyor da kaya kadar sağlam, ben ne şımarığım bir toz ile yerle bir oluyorum" diye diye, kendime "elalemle karşılaştırmalı edebiyat" tokadı atıp durduğum bir ay oldu... Daha bir süre de devam edecek bu haller sanırım, çünkü 1). Perimenopoz ortalama 7 sene sürüyor 2). Oğlumun durumu henüz tanı koyma sürecinde, nedir ne değildir bilmiyoruz ve sistem o kadar yavaş işliyor ki....... 3). Farkında olmak, çözmeye yetmiyor.

Çoğu geceler saat 03.00'da uyanıyorum. Çünkü 1). Cortisol hormonum tam o saatlerde zirve yapıyor 2). gecenin o saati hakikaten en sinir bozucu, herşeyin en karanlık ve kötümser göründüğü saat. O saatte uyanınca, bazen kulaklıklarımı takıp birbirinden sıkıcı hikayelerle geri uyumaya - en azından endişelenip durmak yerine, hikayelere odaklanmaya - çalışıyorum. Bazen işe yarıyor, bazense endişelerim o kadar alıp başını gidiyor ki, en sonunda ben bile "C., yuh artık ya, o kadar da değil" noktasına varıyorum. Zaten o sırada da saat 5 falan olmuş oluyor, biraz rahatlar dalar gibi oluyorum ki, kızım uyanıyor.... Sonrası zaten koşturmaca. 

Yeniden totom oturak gördüğünde saat genelde 20.00 oluyor! Yani düşün 14 saat koşturuyorum, cortisol fırlamasın da ne yapsın?!

Hayatı "düşünmeme gerek kalmayacak şekilde" aşırı derecede yoğun doldurdum. Kendime neredeyse her gün spor programı yazdım, çocukların haftanın iki, üç günü sporu, geri kalan günlerde de müziği, sanat aktiviteleri, sosyal programları var. Köpek çılgınlar gibi günde 2 saate yakın yürüyor, tavşanlara elişi oyuncaklar üretiyorum ki "düşünmeyeyim". Çünkü düşünmeye bir başladım mı, sonu gelmiyor. En karanlık senaryolarla, en olmayacak noktalara varıyorum....

Yani; yoğun stresli bir aydı Ekim. Ve birkaç ay daha bu şekilde gidecek, en iyi ihtimalle, en kötü ihtimalle, anneliği daha yeni idrak ettim ve artık hayat boyu böyle hissedeceğim belki de..... Bilmiyorum....

Ama. Bu ay bazı şeyler de iyi geldi bana....

Misal; bu post içine serpiştirdiğim fotoğraflarla, soMbahar, bu sene muhteşemdi... Geçen sene yağış çok olduğu için, böyle bir renk şöleni yaşayamamıştık. Bu sene sündüre sündüre tadını çıkarttım.. Çok yürüdüm, yürürken düşünmemek için, çok fazla sesli kitap, klasik müzik konserleri dinledim. Podcast hâlâ dinleyemiyorum maalesef...

Sonra, meditasyon. Bir gruba dahil oldum, yoksa 10 dakikadan fazla odaklanamıyordum kendi başıma. Şu an grupla birlikte 45 dakika meditasyona oturabiliyorum ve gerçekten gün içinde bir "nefes" oluyor bana.

Sonra fizyoterapi.... Tanrım! Kadının parmakları sanki sihirli! Sol alt bel bölgemdeki ağrının, nasıl sağ ilioposal tendinitten kaynaklandığını hâlâ anlayamadıysam da, kadın öyle noktalara baskı uygulayıp beni inim inim inletiyor ki, vay dostlar! "Ah Frau C., rahatlamanız lazım biraz, boğum boğum kaskatı olmuş bu tendonlar..." diyip bastırıyor o tatlı, sakin, sıcak ve yumuşak sesiyle.... Öyle iyi geliyor ki.... Ben ki bedensel temastan hakikaten hoşlanmayan biriyimdir, her hafta fizyoterapiyi iple çeker haldeyim..

Sonra, eğitimim.. Ekim başında başladığım ve 2 sene sürecek eğitimin aslında bana mesleki bir getirisi olacaktı ama daha ilk haftadan, tamamen bencil bir amaca hizmet etmeye başladı, eğitimi eğitim gibi değil, kendim için bir terapi programı gibi algılıyorum şu an. Yanısıra felsefe eğitimiyle de birleşince (biliyor musun eskiden psikoloji bilimi yokken, insanlar terapiste değil filozoflara giderlermiş, sorunlarını onlarla tartışarak iyileşmeye çalışırlarmış!) muhteşem bir deneyim oldu benim için. Bir sonraki noktaya da taşıyıp, konuları psikanalize götürüyorum ve analistimle de konunun kendi hayatım üzerindeki yansımalarını uzun uzun tartışıyorum. Bunlar iyi geliyor...

Eşimle gittiğimiz aile terapisi iyi geliyor. Kızımla yaptığımız "anne - kız günleri" iyi geliyor. Havhavcanla uzun yürüyüşler iyi geliyor. Okumak çok iyi geliyor. Özellikle Irvin Yalom, çok çok iyi geliyor. 

Ekim bu şekilde geçti açıkcası. Yüksek cortisol, baskın östrojen, düşük progesteron, düşük hemoglobin, sınırda demir, d vitamini ve b12 vitamini ile ancak bu kadar olabildi.. Çok deniyorum sevgili blog, gerçekten suyun üzerinde kalmak için, çok deniyorum......

İşte bir de sürekli duyduğum yetememezlik hissinin, daha iyisini yapabilecek kapasitem varmış da ben başaramıyormuşum hissinin nedenlerini bulup da iyileştirebilsem........ Olduğum halimle yeterliyim, güvendeyim diyebilsem...... Bu neden bu kadar zor?

Haydi bakalım. Kasım; iç ferahlığı ve iyi sağlıkla gel ve geç; kalbi temiz, niyeti temiz hepimiz için..

1 Ekim 2025 Çarşamba

Dengemi bulmak için 1 Ay..

Hoş geldin Ekim, hoş geldin Sonbahar..

Bir şey deneyelim mi seninle bu ay? İç ve dış dengemizi yeniden bulmayı.... çünkü ben bu sıra çok fena sallantılardayım ve eminim benim gibi birçok insan da bu bahar dönemlerinde dengesini yitiriyor, sallanıyor, tökezliyor.. 

Dün gece misal; gecenin 3'ünde bam bam bam kalp çarpıntısıyla uyandım çünkü saniyeler önce rüyamda bir dağa tırmanıyordum ve nereden çıktığını bilmediğim, hayatım boyunca da görmediğim, tanımadığım bir adam geldi ve beni bir itti, sol yanım hep uçurum... Düşerken, bam bam bam, uyandım. 

Sakinleşmem de baya zaman aldı. Önce danışanlarıma uyguladığım tüm teknikleri tek tek uyguladım - hiçbiri işe yaramadı (hayatımda ilk defa böyle bir şey oldu, birinden biri mutlaka işe yarardı halbuki!) sonra rehberli meditasyon yapmaya çalıştım, yok, mümkün değil 3 saniyeden fazla konsantre olamıyorum. Sesli kitabım? I-ıh. Kalk az dolan, köpeği ve tavşanları sev, ı-ıh, hepsi uyuyor zaten kıyamadım... 

Bir başka teknik; sevdiğin birine telefon et ama saat 3'te yapılacak iş değil. Hoş gündüz de yapamıyorum ben bunu; gerçekten dertliysem "ne diye insanları gereyim" diye düşünen, içine kapanan bir yapım var. 

Peki. Yürüyüşe çık? Her zaman işe yarar uzuuun bir yürüyüş. Aslında son yıllarda - hele pandemi döneminde - ne çok çıkardım gecenin üçünde dördünde yürüyüşe, nehir kıyısına iner, simsiyah suyu izleyerek rahatlardım ama bugünlerde parmağım yüzünden terlikle gece gece nehir kıyıları gözüme tekin görünmedi.. E ne yapacağım şimdi ben?

Hiç. Öyle bekledim sabahı. Anksiyeteme teslim olmuş, kafamda binbir felaket senaryoları döner vaziyette. Bir noktada eşim uyandı, sağolsun bana sarıldı, çocuklar uyandı, sağolsun onlar da birer posta sabah kucaklaşması yaptılar, sonra zaten günün koşturması başladı, anksiyetenin sesi kesildi. Ama tam da geçmedi o ağır his..

Çocuklar okula gidince, Havhavcan'ı 1 saat gezdirdikten ve eve geri girer girmez de sıcacık uzuuuun bir duş aldıktan sonra azaldı.. O beyaz sabun kokusu yok mu! Gecenin 3'ünde korkunç görünen dertler, sis bulutu gibi inceldi, yavaş yavaş dağılayazdı... Hâlâ ordalar tabii, geceyi beklemekteler ama gün ışığı altında herşey daha "kolay, başarılabilir" geliyor insana....

Sonra komşum bir dal üzüm getirdi bahçesinden. Hayat inceliklerle güzel..... Ben de bizim minicik ağaçtaki 200'e yakın kıpkırmızı elmayı napıcam napıcam derken, al işte, "paylaşım" kelimesinin anlamını unuttuk. Fotoğrafını çekip bloğa koymak sanıyoruz :)) Doldurdum bir torbaya, kapı kapı dağıttım.. İşte bu ya, birinden üzüm gelir, sen birine elma verirsin, "hasat için şükür günleri" deniyor Almanca'da bu günlere, işte tam da bu nedenle......

Tüm bunları neden yazdım biliyor musun...? Göründüğü gibi değil hiçbir şey. Nasıl dişçilerin dişi çürüyebiliyorsa, "ilişki terapistleri" boşanabiliyorsa (hem de gayet ciddi oranlarda boşanıyorlarsa), biz anksiyeteciler de anksiyeteli olabiliyoruz :) İnsanız... Bazen tüm teknikleri de bilsen, uygulasan da, olmuyor işte.... Bazen geçmiyor. 

Belki bu dönemi kabul etmek lazım. Çünkü anksiyete bir sorun ama anksiyeteye karşı anksiyete duymak bambaşka bir sorun. Eyvah geliyor, eyvah geldi, eyvah gitmiyor... Ya gitmiyor işte ne yapayım? Bazen de gitmiyor, bazen de çözemiyoruz sorunları, iyileştiremiyoruz.. Her sorunun bir çözümü yoktur bazen.....

Böyle işte. Bugün de böyle.. Ters terapi :))

Lakin iyi geldi mi, geldi.

Bu ayı biraz dengemi bulmaya ayırmak istiyorum. Aslında sabah seninle de yaparız belki birlikte diye bir sürü öneri yazmıştım ama daha yolladıktan 1dk sonra bana bile saçma geldi hepsi. O nedenle, herkes bildiği gibi "sağaltsın" kendini. Sen yürü, ben gecenin üçünde yorganımı kemireyim, öteki kalksın sağlıklı beslenip spor yapsın, beriki şükür listeleri falan hazırlasın günlük yazsın. Kime ne iyi geliyorsa, herkes onu yapsın..... Kimse de kimseye hiçbir şey önermesin, zaten internet öneri kaynıyor, binlerce "herbokubilenolog" kaynıyor, isteyen açar onları okur.

Ben kabak oyucam içine de mum koyucam :)) 

Bir de şu alttaki bina girişini bu şekilde çiçeklerle donatmak için nasıl bir mental performans gerektiğini düşünüp durucam gecenin 3'lerinde uykum kaçtıkça.. Ne bileyim bu kadarı da normal gelmiyor bana.... Ama güzel tabii, "irkilten güzellik" bu olsa gerek.

Haydi kal sağlıkla, huzurla..

22 Eylül 2025 Pazartesi

Günlük Rutin: Eylül.25

Geçenlerde, Milie'den sonra hayat ne kadar değişti diye düşünürken, eskiden, düzenli aralıklarla günlük rutinimi yazdığımı hatırladım. Fakat hızlıca bloğa bakınca, ya silmişim ya da bu bloğa değil başka bir bloğa yazıyordum, bulamadım.. Ah dedim keşke bulabilseydim, çünkü ne güzel bir anı... Öğrenciyken, bekârken, evli ama çocuksuzken, çocuklar küçükken, hayat rutinlerim birbirinden ne kadar farklıydı ve şimdi çocukları az çok büyümüş, orta yaşlı bir kadın olarak, yine bambaşka bir rutinim var... Yazmak istedim ve ilerde belki dönüp bakınca da, gülümsemek....

*

Günlük Rutinim bu sıralar şu şekilde:

6.15: Kalk borusu, M.'nın uyanması

6.15- 6.45: Güne hazırlık (duş, güneşi selamlama), kahvaltı ve beslenme çantalarının hazırlanması, tüm hayvanların beslenmesi

7.00: M.'nın ve F.'nun evden çıkıp okula ve işe gidişleri

7.00-7.30: L.'ı uyandırma, tavşanların bakımı, alan temizliği

7.30: L.'la evden çıkıp birlikte okula gidiş

8.00-9.00: Milie ile sabah gezmesi

9.00-10.00: Günün sporu

10.00-14.00: Çalışma Zamanı (terapiler, eğitim ve sınav hazırlıkları)

14.15: L.'ın okuldan gelişi

14.30-17.30: L. ile ödev, ufak atıştırma, spor, logopedie, arkadaş buluşması, oyun, dinlenme

15.30-16.00: Milie ile yürüyüş

16.00: M.'nın okuldan gelişi

16.00-17.30: M. dinlenme, ufak atıştırma, ödev, spor, arkadaş buluşması

17.30-18.00: çocuklar: 30dk ekran zamanı, ben: ev işleri

18.00: F.'nun işten gelişi

18.15-19.00: yemek ve tüm hayvanların beslenmesi

19.00-19.30: ailecek birlikte zaman (oyun / tv)

19.30-20.00: yatağa hazırlık (duş, çiş, diş, birlikte yatakta kucaklaşma, kitap okuma, hikaye dinleme)

20.15: L. uykuya geçiş (M. 21.00)

20.00-20.30: Milie ile yürüyüş

20.30-22.30: Me-Time (yani ev işleri :))) eğitim ve hazırlığı, kitap okumak ya da film karşısında koltukta sızmak, nadiren spor)

22.30: İstiklal Marşı ve Kapanış

:)

Bu da ayrıntılı Haftalık Rutin'im: :) Evet baya yoğun ama Allah sağlık ve güç versin, bir şekilde hallederim ben.. Tabii yıl içinde daha kaaaaaç defa değişir bu "rutin" ama bugünlerde böyle:

Bu yazıları ara sıra yazayım diyorum, insan zaman içinde hayatındaki değişimleri görüp düşünüyor.. Geçen analistime "taş çatlasa 5 sene daha böyle, sonra rahatlayacağım değil mi?" dedim, kahkaha attı...... Analisti de bozdum vallahi hani bunlar kahkaha atmıyordu :))))

Haydi öptüm, sen de yazsana bloğuna rutinini.. Ya da yorumlara "aaa bak şunu da yap / aman ben ettim sen etme" önerilerini...

19 Eylül 2025 Cuma

Eylül Ortası Raporu

Ay sonu raporlarım, son iki aydır, ay ortasına sarktı. En fenası da şimdi tatil dönüşü, tatil hakkında yazmak olacak :) Hüzünlenmeden yazabilirim umarım..


Tatil bu sene benim için rüya gibi geçti.. Çok isabetli bir kararla ilk iki hafta Almanya'da kalıp, Almanya'nın 15 derecelik yaz havasını doya doya yaşayıp :)) Ağustos ortasında biraz daha serinlemiş olan Türkiye'ye gittik. Bu sene sadece 2 hafta Türkiye'deydik, bunun ilk haftası annemlerle Bursa'da, ikinci haftası ise ananemin evinde Karaburun'da geçti. Hava şurup gibiydi, o kahredici sıcaklar geride kalmıştı, bol bol yüzdük, keyif yaptık, dostlarla buluştuk. 

mavinin 40 tonu <3

Ananemin evine 2 aylık bebek olarak gitmişim ilk, şimdi 12 ve 9 yaşındaki iki çocuğumla gidiyorum. Bazen düşünüyorum da; çocukluğumdan beri herşeyin aynı kalması mı acaba beni o eve bağlayan? Aslında pembe gözlükleri çıkartınca, hiçbir şey aynı değil elbette... Artık ne dedem var ne ananem, hatta ananemin arkadaşlarının sonuncusu da rahmetli oldu bu yaz, kendi arkadaşlarımın anneleri babaları bile ya çok yaşlandılar ya vefat ettiler. Biraz hüzünlü bir durum oluyor bu ama hayat da devam ediyor bir yandan, yeni birileri geliyor, işletmeler değişiyor, bilmediğimiz sesler, yüzler, sokaklar ortaya çıkıveriyor..... 

değişmeyen tek şey, midillinin silüeti

Bu değişime ben pek ayak uyduramıyorum doğrusu. Herşey aynı kalsın istiyorum.. Tabii mümkün değil. Bazen üzülüyorum, bazen kızıyorum ama genelde pek tepki vermeyip kendi kabuğuma çekiliyorum.. Sevdiğim, henüz değişmeyen mekanlarda oturuyorum, kumsallar ve ateş pahasına şezlong kiralayan işletmeler yerine evin önündeki taşların üstünden denize giriyorum, kendi balkonumuzda güneşleniyorum, küçük kamelyada meditasyona oturuyorum, geceleri yıldızları izleyerek uyuyorum ve ananemle dedemin mezarlarını ziyaret ettiğimde onlara bu ev için teşekkür ediyor, onları ve eski zamanları çok içten bir özlemle anıyorum. Daha da elimden ne gelebilir, hiç.......


Sağolsun canım arkadaşım O. bu sene de ziyaretimize geldi, hayata karşı hep olumlu duruşuyla evimizi tam anlamıyla şenlendirdi.. Çocukluk arkadaşım E. de şansıma Karaburun'daydı ve bol bol buluştuk hasret giderdik, güldük eğlendik ve birlikte 1 defa bile denize giremeden (2 defa sabahın köründe niyetlenip, buluşup, rüzgar nedeniyle vazgeçtik! Yaşlanıyoruz azizim!) ayrıldık.. E.'in yeğeni ile kızım M. kanki oldular bu yaz, bu beni aşırı sevindirdi çünkü ilk defa M.'in Türkiye'de bir arkadaşı oldu, bol bol Türkçe konuştu (çünkü arkadaşı bıcır bıcır sürekli ama hakikaten nefessiz konuşan bir kızdı) güzel zaman geçirdi. Oğlum L. ise genellikle denizin içindeydi, pek yüzünü göremedik, sırtını ve poposunu daha çok gördük :))

dostlar candır
🧿

Tatilimizin ikinci yarısında ise, Yunanistan'ın Mora Yarımadası'na geçtik. Bir araba kiraladık ve 2 hafta boyunca Mora'nın çeşitli köşelerinde kendi kafamıza göre takıldık. Benim dede tarafım Selanik göçmeni olduğu için, tipimi Yunanlıya çok benzetirler, hakikaten hem tipim hem karakterim Yunanlıymış yahu! :))) Ben bile emin oldum. 

Yunanistan bana iyi geldi... İçime de dışıma da...
🧿

Yahu bir insan bir ülkenin istisnasız her şeyini mi sever??? Havasından suyuna, taşından toprağına, denizinin her tonuna, yemeklerinden içeceklerine (o mastika likörü neydi yaaaa! Sabahları Frappe geceleri mastika ile yaşadım 2 hafta boyunca!) insanından kültürüne, antik yunan felsefesinden günümüz kültürel yapısına herşeyine aşık oldum bir defa daha... Uzun zamandır kendimi bu kadar "ait" hissettiğim bir yer daha olmamıştı.... Kesinlikle kan çekiyor azizim..


şarap, ekmek, deniz.
yeter de artar bile..
ama yetmezse de:

:))) çocukluğumuzun gezici manavları!!!!

Yunanistanla ilgili en çok neyi sevdim biliyor musun? Kültürünü, doğasını koruyabilmiş olmasını. Etrafta HİÇ plastik yoktu, herşey doğal malzemeden, evlerden zeytinyağı şişelerine dek her şey tamamen yerel, tamamen doğaldı.. Adamlar sadece yaşamayı değil, estetik yaşamayı biliyorlar. Sahip çıkıyorlar, koruyorlar. Çocukluğumdaki "biz kültürü" devam ediyor, işte beni Yunanistan'a bağlayan da bu oldu aslında.. Yoksa doğası denizi bizimle hakikaten aynı ama işte "algı farkı".....

misal bu masa..... da masaymış ha!


ya da bu köy....

Sonra işte geldik döndük Kürkçü Dükkanı'mıza. Olumlu bakmaya çalışıyorum çünkü bazı seneler bir dönüyoruz, tüm yapraklar sararmış ve Eylül son hafta kar yağdığına bile şahit oldu bu gözler :))) O nedenle şu anki 20 derecelik güneşli havalar (3 gün daha sürecekmiş) benim için güzel bir geçiş-süreci oldu. En azından cennetten Bavyera topraklarına çakılmış gibi hissetmedim...


Çocuklar 16 Eylül'de okullarına döndüler çok şükür fakat bu hafta resmen üzerimden geçti.. Okul hazırlığı denen şey, son bir hafta boyunca beni hem fiziksel hem maddi anlamda göçertti. Ufaklığın artık ufak sayılamayacak ayakları, salatalık gibi büyüyor yahu. Büyüdüğüne sevinmekle, iki ay giyilmiş kıyafetlerine artık sığmıyor oluşu gerçeğine üzülmek arasında bipolar duygular içindeyim... Kızım minyon, bana çekmiş ama o da alışveriş meraklısı bir ergene dönüşmekte maalesef... İnsan "okul forması candır" diyormuş gerçekten de..... Neyse C., nefes al nefes ver, şu manzarayı gördüğün ana ışınlan:


Ben..... Ben de işte tüm bunları planlarken, kendimi "overwhelmed" nedir ya bunun Türkçesi, boğulmuş? hissetmemeye çalışıyorum. Analizim devam ediyor çok şükür, belim için fizyoterapiye de devam edeceğim inşallah, bir de 3 senelik bir eğitime yazıldım bakalım heyecanlıyım, bir iki önemli de sınavım var kışa dek... Yine tabii tüm bunların yanında kendi danışanlarım devam ediyor yoğun bir şekilde. Bu cenderede bir de meditasyon ya da pilates falan kursu bulabilirsem online, aşırı sevineceğim çünkü kendim için en azından "1 şey" yapmak istiyorum bu sene....

:))) çok güldüm bu fotoğrafa, 
sanki üzerimize hayalet gemi geliyor gibi
temsili yalnız kalmayı başarabilmişken üzerine gemi gelen ebeveyn fotoğrafı :)))


Analize yeniden başladım bu hafta. Özleşmişiz analistimle :) Bir seansta 5 seans gücünde konular açıldı ve geldiğimiz noktada; kendimi kabul etmek için öncelikle kendimi tanımam gerektiğine karar verdik.. Çünkü ben kendimi tanımıyorum hiç... Yani başkalarının benden bekledikleri, istekleri üzerine bir karakter örmüşüm ama "ben" denen kişi kimdir, neden zevk alır, neyi ister, hayalleri nedir, hiçbirini bilmiyorum :/ Oysa ergenliğimde ne kadar emindim burnumun dikine gittiğimden..... O Ceren'i yeniden bulmam, yeniden tanışmam lazım kendisiyle.. Annemin babamın eşimin çocuklarımın arkadaşlarımın isteklerini bir kenara bırakıp "ben" ne istiyorum, ben kimim, bunları çalışmam gerekiyor bu kış....... Bakalım başarabilecek miyim..... 

Belki severim bile 🧿

Haydi bakalım..... Kış uzun ve ters köşe yapabilir, belki de bu yazdıklarımı yalatır bana hayat ama en azından denedim derim, şimdi doğru zaman değilmiş derim, ilerde yeniden deneyeceğim derim.... Bu da bir şeydir yani.....


Sen peki? Sen nasılsın? Sen kendin olabiliyor musun, hayatının kontrolü tamamen kendi elinde olabliyor mu? Nedir "bu işin sırrı"? :) Haydi yaz yaz!

19 Ağustos 2025 Salı

Ağustos Ortası Raporu

Ağustos 1 dedik mi, Bavyera eyaletinde okullar kapanıyor. Almanların herşeyleri gibi yaz tatilleri de planlı programlı, yollarda ve mekanlarda doluluk yaşanmaması için, eyaletlerin hepsi aynı anda tatile çıkmıyor. Kuzeydekiler, biraz da hava durumu nedeniyle tabii, bizden neredeyse 1 ay önce çıkıp Ağustos ortası okula dönüyor mesela.. En geç çıkan, en güneydoğudaki Bavyera eyaleti... Ağustos 1'de tatil başlıyor, 6 hafta boyunca yani Eylül 15'e dek sürüyor tatilimiz. 

Normalde hemen Türkiye'ye kaçardım ama bu sene tatilin ilk 18 günü Almanya'da kalmayı tercih ettim. Biraz buranın yazını yaşamak istedim (ama Murphy ters köşe etti, şu son birkaç güne dek 14 derece yağmurlu havayla diz dize göz gözeydim), biraz da çocuklar ısrar ettiler, arkadaşlarıyla planları vardı. Fakat açık söyleyeyim son 3-4 gündür o kadar zorlanıyorum ki, depresyonun dibine vurdum (resmen ölümü, ölmeyi falan düşünüyor, huzurla ilişkilendiriyorum yahu! Karnımda kırmızıdan mora çalan, garip, ben gibi bir şey çıktı, hem korkuyorum hem de tuhaf bir huzur kaplıyor içimi!)

18 günün en güzel günü <3 açıkhavada film

Neyse bu hafta geliyoruz memlekete inşallah kısmetse. Karnımdaki şeyi de göstereceğim tabii. Umarım kötü bir şey değildir çünkü eminim tuzlu suyla ilk temasımda hayat birden 180 derece değişecek, birden aşırı mutlu, neşeli bir insan olup "aman da hayat ne güzel, yaşamak ne güzel" olacağım...... Neyzen Tevfik ne der: "Ben kaç kişiyim?" (Bunu "bende kaç ben var" olarak yazacaktım ama şu "ben" konusu, bu sıra tekin bir konu değil.... :P ah şu çift anlamlı kelimelerimiz ah).

Bu 18 günde neler yaptık bak:

İlk hafta hava buzzzz gibi ve yağmurluydu. Bay 8 yaş önce "İlk Yardım Kursu"na gitti, sonra "Çakı Ehliyeti" aldı :))) Bir gün babasıyla işyerine gidip stajyer oldu, bir gün de babası ve kuzenleri önderliğinde doğadan mantar toplama aktivitesine gitti (gece de yediler bu mantarları ama ben dedim aman sakın ha, "babana bile güvenme, ölürsün valla" neyse benim oğlan dışındakiler tüm mantarları afiyetle yemişler - kimse de ölmedi, şaşkınım). Bayan 12 yaş ise, "yıl içinde çok yoruldum, yıprandım, dinleneceğim" diyip, tüm hafta boyunca evde keyif yaptı. Bu şu demek oluyor: 11'e dek uyanmamak, tüm gün pijamalarla takılmak, yatakta, hamakta ya da salon koltuğunda yatıp bacakları havaya dikerek kitap okumak (ne enfes şeydir, bilirsin..) İlk hafta, bu şekilde gayet güzel geçti bitti. "Aman da ne kadar güzelmiş Almanya'da tatil" türü cümleler yazmışım defterime, şimdi bakınca ağlamaklı oluyorum :))))

İkinci hafta, Bayan Sosyal Kelebek pijamalı ev hayatından sıkıldı tabii. Bu sefer de paso sosyal aktivite içine girdi. Şansına hava da düzelince, arkadaşlarıyla buluşmalar, piknikler, havuza gitmeler, göllere gitmeler, gece birbirlerinde kalmalar derken çocuğu 7 günün anca 3 günü falan görebildik.. Fakat bu sefer de oğlum "evcilleşti". Ama oğlan çocuğunun evcilleşmesi malumunuz, kız gibi önce kitap kurduna dönüşmek, koza kurup sonra da sosyal kelebek olarak hayata uçmak şeklinde olmuyor. Sabahın 7'sinde kalkmak ve totosu oturak görmeden akşamın 8'ine dek koşturmak anlamına geliyor. Üstelik 5 dakikada bir anneeeeeaaaaağ sıkıldığğğğğğğm. 

ana oğul saçlarımızı pembeye boyadık, nasıl olmuşuz?
:))) şaka şaka, app ayol.
ama ben şahsen sevmedim de değil!

"Anneaaağ" kişisi de bu sene "kariyer meraklısı" oldu malum, benden hizmet bekleyen bir sürü danışanım var, gün içinde en az 4-5 saat çalışmam gerekiyor, danışanlara "kusura bakma kardeş, 6 hafta depresyonunla, anksiyetenle sen kendi imkanların dahilinde ne yaparsan yap, ben tatildeyim haydi baaaay" denmiyor.. 

Baktım olmayacak, 10 günlük bir plan yaptım yavruya. Planlama uzmanı anneyiz ne de olsa.... :))) Maksat: Namım yürüsüüüüün. Evladıma çizelge çizdim. Günde 11 tane yapması gereken iş var: açık havada zaman geçirmek, anneye ev işlerinde yardım etmek, spor yapmak, 30dk kitap okumak, 5 adet matematik problemi çözmek, 30dk nintendo oynamak, 1 saat tv izlemek, 1 porsiyon sebze yemek, oyuncaklarla oynamak, ailecek oyun oynamak ve 30dk anneyle kucaklaşmak :)) 

Tabii ebeveynlik demek %50 tehdit, %50 rüşvet demek, bilirsin... Ben de rüşvet olarak şunu sundum: 11 madde, 10 gün yani 110 madde eder. Eğer bu maddelerin 50'si başarılırsa 5 euro ödül (sadece tv izlemek, nintendo oynamak bile 2 maddeden 20 puan ediyor yahu!), 50-80 arası başarılırsa 10 euro ödül, 80-100 arası başarılırsa 20 euro ödül ve 110'u birden başarılırsa taaaaaam 25 euroluk ödül :))) Allahım benim gibi sosyalist biri nasıl buncağız kapitalist yavrular yetiştiriyor yahu?! Utanç tablosu ama başka türlü olmuyor yahu yeminle olmuyor! Bir de ihtimal vermedim, bu bir iki gün yapar sıkılır kesin yırtarım dedim... Tabii evlat kapitalistin önde gideni, 110'unu birden başardı babasını satiim ya!

sıkılan çocuk yaratıcı olur, 
bizimkinin yaratıcılığı bile kapitalist yahu!

Öyle böyle 18 günü bitirdik görüyorsun..... Hayattayız. 

İnnnşallah yakında Bursa'ya ve oradan da İzmir'e varabilirsem, ben de birilerinin çocuğu, birilerinin özlediği arkadaşı, birilerinin kıymetlisi gibi davranabilirsem, biraz kendime gelirim diye umuyorum. Biraz da tuzlu su, güneş, baygın sardunya ve zeytin kokusu, Ağustos sonu geceleri, süt süt ot kokusu..... Çok özledim çok.... İnşallah sağlıkla, neşeyle, huzurla geçer şu 3 haftalık tatilimiz, inan çok ihtiyacım var sevgili blogcuğum, çok.......

Haydi kal sağlıcakla, Ağustos sonu rahatlamış, huzuru bulmuş vaziyette buluşalım yeniden canım blogcuğum.....

28 Temmuz 2025 Pazartesi

Temmuz Raporu

Türkiye ve dünya gündemi yine sancılı, girdiğimde çıkamıyorum. Onun yerine gel benim küçük evrenimde neler olmuş, biz ona bakalım.... Ne diyor Nermin Yıldırım: "Küçük telaşlarda kaybolup, büyük dertleri unutmak.."

*

Bizim küçük evrende, Temmuz Telaşları:

Yoğun eklem ağrıları ve baş dönmesi ile bir ara "hah bu sefer Tahtalıköy'e erişimim 5G üzerinden sağlanıyor" gibi hissettiğim, koştur koştur geçen ve geçmiş yıllardan da sabıkalı olduğu için, pek çekindiğim bir Temmuz'u daha, kayıpsız ve ayıpsız geride bırakmayı başardım çok şükür.. Fakat bu eklem ağrıları, özellikle bel ve leğen kemiği bölgem bu ay beni hem fiziksel hem psikolojik anlamda çok zorladı. Doktora "gözünü seveyim bir MR yaz bana" diye yalvardım çünkü burada hâlâ "çok oturma, yoga ve pilates yap, bitki çayı iç"çi bir sistem var.. Yine aldığım cevap "biraz daha spor yap"... 

Yahu daha ne kadar spor yapabilirim? Her gün Milie ile 1,5 saate yakın yürüyorum, haftanın 3 günü yoga, 1 günü jimnastik yapıyorum, okula falan hep bisikletle gidip geliyorum, tanesi 4 saat süren çılgın ev temizliklerimi sayma bile... Daha ne yapayım bilmiyorum ki?! Bence Alman doktorlar tarafından çok pis ihmal ediliyorum sevgili blogcuğum ve annemlere yük olmayacak olsam (çünkü elimden tutup beni doktor arkadaşlarına götürmelere falan kalkıyorlar) Türkiye'ye geldiğim gibi kendimi Türk doktorlarına emanet edeceğim. Vallahi bıktım bu "enerjiciler şifacılar grubu"ndan. Bi' MR çekin ya gözünüzü seveyim sanki kendi cebinizden çıkıyor! Neymiş "gereksiz test, devlete yük"..... Peh!

Yoga yap, neyine yetmiyor..

- Eşim maşallah turp gibi. Sinir oluyorum :)) Ben her sabah heryerim tutulmuş, ağrır vaziyette iki büklüm yataktan çıkmaya çalışırken, o maşallah delikanlı gibi fırlıyor. Adam her gün 40km bisiklete binmekten Michelangelo'nun David'ine döndü.... Geçen gün bunu komşuma anlattım, o da bana "genç erkek aldın ondan, kendinden 5-6 yaş büyüğünü alsaydın birlikte çökerdiniz" dedi :)))) Alman kafası, ama haklı ayol.. Şaka bir yana, erkeklerin kadınlardan daha geç çökmelerine sinir olmuyor musun sen de? Ama biz daha uzun yaşıyoruz deme, çökmüş vaziyette uzun yaşamanın anlamı ne?!

hayat akıp gidiyor :P

- Kızımın 12. yaş gününü 40 gün 40 gece olmasa da, 40 saat süren bir partiyle kutladık. Her sene olduğu gibi bu sene de ben "bu sene son!" dedim. Hı hı evet, seneye yine görüşürüz blogcuğum.

- Oğlumsa kafayı Pokemon'la bozdu. Okulda çılgınca bir kart değiş tokuşu var ve çocukların hiçbiri de Pokemon'un asıl oyununu bilmiyor :)))) Bu işe bir el atıp kuralları öğrenelim dediysem, of, yemin ederim kafam almadı.. O kadar karışık ve o kadar ince ayar ki, kim neyi ne yapıyor daha onu bile anlamadım. ChatGPT'ye danıştık, "8 yaşa anlat" dedik olmadı, "bilale anlatır gibi anlat" dedik, biraz anlar gibi olduk ama ı-ıh... En azından şimdilik hangi kart ne kadar kıymetli, çakma kartları nasıl ayırd ederiz vs. ancak bunları öğrenebildik.. Bu da bir şeydir. Aranızda bu işten anlayan biri varsa: imdaaat!

- Çocukların okulu da cuma itibarıyle 6 haftalık yaz tatiline girecek. Bir de buna imdaaat :))) Tabii sizdeki 3 ayın yanında 6 hafta nedir ki diyorum, yanlış anlaşılmasın..

L.'in tatil başı ve tatil sonu görüntüleri :)))

- Millie bu ay içinde 4 defa boyun ve belden çift geçmeli tasmadan kurtulup deli danalar gibi koşarak kaçtı... Ödüm ağzıma geldi... Maalesef sokak köpeği olduğu için herşeye karşı müthiş bir güvensizlik duyuyor. Ben onu yakalayayım diye koşunca daha da panikliyor. Ay delireceğim. Köpek önde ben arkada deliler gibi rekora koşuyoruz (böyle anlarda belim ve leğen kemiğim gayet iyi bu arada, hakikaten psikosomatik midir nedir?). Hayır dışarda benden kaçan köpek, eve gelince de sürekli peşimde, gecenin 4’ünde tuvalete kalksam, o da peşimde! Eşim "bu senin gölgen" diye dalga geçiyor... Sevimli de kerata.

Baba oğul Millie’nin Pokemon kartını yapmışlar
:))

- M. hayatının ilk "ev partisi"ne katıldı! Ev partisi denince benim aklıma anne ve babası tatile giden bir gencin evinde, yaklaşık 200 adet 15-16 yaşında kızlı oğlanlı gençlerin toplaştığı, bangır bangır müzik dinleyip, evin her yerinde öpüşüp durduğu, su gibi alkol içip şeker gibi hap yedikleri, gece de havuza girdikleri ve sonu mutlaka polisle biten bir mizansen geliyor aklıma (fazla amerikan filmi izlemekten ötürü) ve buna rağmen izin vermek de baya baya "annelik sınavı" oldu benim için :)) 

Fakat en yakın arkadaşıyla katıldıkları partide, asıl doğum günü "çocuğu" 55 yaşında bir babaymış ve yakın arkadaşının anne babası da davetliler arasındaymış diyereeek, tamam demiş bulundum ama evet gece havuza girmeler falan olmuş ve arkadaşının babası "valla eve 4'te döndük, hâlâ feci hangover'ız" deyince de biraz "oyyy" olmadım değil.. :)) M. için tam bir kültür şoku olduğunu tahmin ediyorum. Her ne kadar kendisi "hmm fena değildi, havuz neyse ki ısıtmalıydı" falan gibi yorumlar dışında pek renk vermese de... :) Minik M. büyüyor yahu.....

gençlerin arasında ortayaşlı ben :P

- Orta yaş deyince.. Yakınımızdan iki çift boşanıyor. Çok acaip işler dönüyor sevgili blogcuğum. Burda yeni moda bir sistem var: çiftler boşanıyor ama çocuklar evde kalıyor, haftanın 5 günü anne o evde, 2 günü baba evde... Çocuklar evlerinden ve düzenlerinden olmuyor.. Çok hoş di mi.. Lakin şimdi bu denkleme anne va babanın yeni kız ve erkek arkadaşlarını ekle.... Hah :))) Neyse ben de büyük bir açık kalplilik ve ilgiyle izliyorum (elime çekirdek alacağım utanmasam) bakalım sonuç ne olacak..

- Yine yakınımızdan boşanmakta olan diğer çiftin boşanma nedeninin "baba"nın aslında gay olduğunu anlaması olduğunu öğrendik, adam 3 çocuk yaptıktan sonra, 45 yaşında "açılmaya" karar vermiş. Olabilir, zararın neresinden dönülse kârdır elbette... hakkıdır. Lakin iş döndü dolandı yine bana patladı çünkü adam LGBTQ+ ile çalıştığımı duymuş ve benden destek istedi... Eşim de diyor ki: "ben bu adamı ve karısını azıcık tanıyorsam, adam numara yapıyor. Bu kadından ve evlilikten başka bir şekilde çıkış olmadığını anladığı için bu çıkışı buldu uyanık." :))) Ay delireceğim. Bir erkeğin tanıdığı bir başka erkeğin gay olduğunu sonradan öğrenip de kabullenmesi neden bu kadar zor? Ne yazık ki danışmanlık veremem, etik değil, önceden tanışıyoruz..... Ama hakikaten ilginç bir durum, çalışmayı çok isterdim! :)

Bahçeden 🥰

- Ve son olarak; ayın son günlerinde verdiğim kararla, yeniden "öğrenci oluyorum" sevgili blogcuğum. Farklı bir psikoterapi alanında eğitim almaya karar verdim. 3 sene sürecek bir eğitim bu. Umarım altından layıkıyla kalkabilirim.... Eylül'de başlayacağım kısmetse.... Bol şans dile bana, 47 yaşımda, tam 11 senenin ardından, yeniden öğrencilik :P Bakalım nasıl olacak....

Haydi öptüm! Neşeli, sağlıklı, ağrısız sızısız bir Ağustos olsun <3 İçimize biraz ferahlıkla kapatalım:

bizim diyarlarda son 10 günün özeti..

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Menopoz Menarşa karşı

Bu konuları hiç konuşmuyoruz, bence konuşmalıyız... Ayıp değil ki yahu, herkesin yaşadığı gerçekler. Ergenliğe ya da üretkenliğe girişi, yani menarşı konuşuyoruz da, erginliğin bir başka doğal aşaması olan üretkenliğin bitişini yani menopozu neden konuşmayalım? 

Pexels Photo by cottonbro studio: link

Hormonların psikolojimiz üzerindeki etkileri çok derin ve çok da bilinmeyen bir mevzu.. 47 Yaşındayım ve (Türkiye ortalaması 50 yaş) menopoz öncesi dönemdeyim. Bu şu demek; ortalama 3 senelik bir süreçte, bazı hormonlarım değişecek, azalacak ya da üretimi duracak. Aynen ergenlikte olduğu gibi, vücudumun işleyişi değişecek, bunun psikolojik ve fiziksel sağlığıma yansımaları olacak. 

Menopoz aslında "adetten kesilme" olarak bilinse de, öncesi ve sonrasıyla birlikte ortalama 7-10 seneyi bulan bir süreç. Bendeki ilk değişimler de 4-5 sene önce başladı aslında. O dönemde tam adını koyamadım ve pandemiye denk geldiği için emin de olamadım ama bazı sıkıntılarım oldu; mesela her gece 3'te uyanıp endişeler içinde debeleniyordum, bazı geceler 18 derecelik odada ve ince battaniyeyle öyle bir terlemiş uyanıyordum ki, su içindeyim sanki (eşim kazak üstü kalın yorganla titrerken hem de) ya da adet öncesi göğüslerime dokunamıyordum acıdan, sinirli oluyordum, alıngan oluyordum.. Di'li du'lu konuştuğuma bakma hâlâ da öyleyim. Hayatım boyunca adet öncesi ben sanki ben değil, cadının tekiydim ama son yıllarda azalacağına iyice arttı cadılığım!

Pexels Photo by Anastasia Shuraeva: link

Üstüne bir de yine adet öncesi dönemde baş ağrıları, mide yanmaları, tüm vücudumda kırıklık, eklem ağrıları eklendi bu son bir iki senedir. Hormon seviyelerime baktırınca, menopozun çok uzağındaymışım gibi bir tablo var. Misal aşırı bir östrojen yüksekliği çıktı, doktor dalga bile geçti "bugün git 7 sene sonra gel" ya da "çevrendekileri öldürmek istediğin kadar sinirli olduğunda gel" falan diye.. Tamam gülüyoruz ediyoruz da, anlatamam yani, ağrısız bir günüm bile geçmiyor şu son aylarda; sürekli eklem ağrısı, sürekli göğüs sancısı, ruh halimde gelgitler.. Ve bu da yaşam kalitemi engelliyor. 

Açıkcası adet düzensizliği son bir senedir başladı. Nedense menopoza araları uzayan ve azalan regl kanamalarıyla girilir sanıyordum. Aksine aşırı sık (20 günde bir) ve ağır regl olmaya başladım, yüksek doz kan ilaçları kullanmam gereken düzeyde anemik oldum! Son 6 aydır ise, toplamda 2 defa regl oldum (tabii ki en olmamam gereken günlerde, çünkü: Murphy Kuralları). Hatta sonuncusundan önce "ay sonunda girdim galiba menopoza oh be" falan diye gülerken, annem "kızım bi hamilelik testi mi yapsan" yorumuyla beni bir şokladı :))) Tamam 3. çocuğu hep istemiştim ama 47 yaşımda da istemedim yani... Neyse eczacıya da "bana bir menopoz bir de hamilelik testi" derkenki hallerim falan çok komediydi... Bu arada aynen hamilelik testi gibi evde menopoz testi var evet..

İkisi de negatif çıktı ve haftasına da regl oldum ama yani belli ki "birşeyler dönüyor".. Bilişsel anlamda da, konsantrasyon güçlükleri yaşıyorum, kafam karışık, sık olmasa da öfke patlamalarım var - özellikle de yavaş hareket eden, yaşlı ve benmerkezci kadınlara takık vaziyetteyim: elbette kayınvalideyle özdeşleştirme durumları, insan psikolog olunca şak diye anlıyor ama gel de hormonların gücüne karşı savaş ve iyileştir :)) 

Pexels Photo by Kampus Production: link

Üstelik bir konu daha var başımda! Yine Murphy sağolsun, elbette benim "resmi" menopozumla kızımın menarşı (ilk regli) eminim üstüste gelecek, yüzde yüz eminim hatta aynı gün falan olacak bu iş :))) Askeriyedeki bayrak devir teslim törenleri misali... O da direniyor, ben de direniyorum şimdilik ama hissediyorum, ikimiz de ayın "belli dönemleri" hakikaten coşuyoruz ve evde iki cadının fırtınalı okları uçuşuyor, birer kutu nutella kaşıklıyor, önümüzden geçmeye cüret eden herşeyle kavga ediyor ve ikimizin de tam alnında çıkan birer sivilceye karşı kalpli ayıcıklı "yapışkan bantlar"la süsleniyoruz :)) Ama ne o regl oluyor, ne de ben regl olmaktan vazgeçebiliyorum.. Şu bayrağı teslim etsek bence ikimiz de - ve tüm sosyal çevremiz de - bir Ohhhh çekeceğiz.

Menopozla cebelleşirken, ergenliğin bir adım gerisinde duran çocukla cebelleşmek de ayrı dert! Sus diyorum kendime, susamıyorum, o zaten susmuyor hiç.. Vallahi bazı sabahlar kalkmamızla tartışmalar başlıyor, ta ki kızım yatana dek... Üstelik öyle incir çekirdeğini doldurmayacak konular ki! 

Zor zamanlar azizim.... zor. Sende nasıl bu durumlar ya da nasıl geçtin benzer zamanlardan?

Pexels Photo by Abhilash Mishra: link

Birkaç öneri (bende işe yarayanlar):

- Spor spor spor! Kesinlikle her sabah daha yataktan kalkmadan, yatak içinde esneme bel hareketleri yapıyorum ve her sabah "güneşi selamlama yogası" denen 5 hareketlik seti uyguluyorum.

- Hayıt otu hapları (monk's pepper) eczanelerde bulabilirsin, sadece menopoz değil regl öncesi dönemler için de bitkisel bir öneri

- EMMA yatak bazası resmen uykumu da belimi de düzene soktu, aşırı öneririm.

- Kan testi ve eksik vitaminlerin, minerallerin mutlaka dışarıdan alınması.

- Psikanaliz :))) Menopoz dışında herşeyi konuştuğum bir alan. 70 yaşındaki bir erkekle menopozu konuşamıyorum tahmin edersin ki :P Ama en azından diğer konuları içimden atabiliyorum...