3 Ağustos 2025 Pazar

45 Dakika Yazıları - Ağustos 1

Evi mislerrrr gibi temizledim. Kahvemi aldım. Sağıma soluma baktım "biri için gerekli miyim?" diye.. A a, nasıl olduysa; hayır gayet gereksizim! Kızım odasında "takılıyor", oğlumla eşimin 12 derecelik ve durmaksızın sağanak yağışlı haftasonuna şuursuzlukla denk getirip gittikleri çadır kampından dönmelerine de 45 dakika var. E bu bir işaret değilse nedir? :) O zaman haydi; silmeden, düzeltmeden, bilinçakışı....

Birkaç haftadır, böyle boşluklar buldukça izlediğim önü topu aslında 6 bölümcük bir dizi olan "A Man in Full"u sonunda bitirdim. Buram buram tertosteron dizisi, hakikaten tuhaf bir dünya bu erkeklerinki.. Ne anlamsız hırslar, ne anlamsız göstermeler, gösterme çalışmaları.... Kadınlarda da var elbette ama erkeklerin testosteronla kaplanmış gösterme halleri daha da abartılı. 

Raymond Peepgrass karakteri inanılmaz ürkütücüydü benim için, dizinin sonuna dek "bu adam seri katil olacak, dizi birden dönecek" diye bekledim durdum. İnek yalamış saçlar, o tuhaf gözlük, hem fiziksel hem duygusal anlamda fakir evindeki büyük hırs kavgaları; her şey seri katilliğe doğru gidiyordu. Fakat ne acaip bitti :)) Spoiler vermeyeceğim. Dizinin adı da son sahneye dek benim "ampülü" yakmamıştı, sonra "haaaa a man in full e.... imiiiiş" diye uyandım; ki son sahne acaip komikti, düşündükçe yeniden gülüyorum. Eşime tavsiye ettim, sana da ne bileyim, eder miyim, bilemedim.. Testosteronun gittiği uç noktaları, Amerika'nın turuncu belasının kafasından geçenleri ya da çevrendeki bazı erkeklerin saçma sapan hırslarını anlamak istiyorsan, iyi anlatıyor. Kadın karakterlerse çok zayıf (ki zaten erkek egemen dünyada bu şekilde algılanıyoruz), ona takılacaksan hiç izleme.

Fakat Raymond, bence başlı başına yeni bir dizi olabilecek çapta bir karakterdi. Aynen Breaking Bad'den Better Call Saul'un çıkması gibi, buradan da bir Raymond çıksa izlerim ben.... Oldukça derin bir karakterdi, aktörü tarafından da çok iyi oynanmıştı, fakat derinliği bu dizi içinde yeterince anlaşılamadı...

Karakter aslında hikayeden daha önemli geliyor bana. Bunu tam bir ay önce düşündüm ve dedim ki "neden sürekli hikaye yazmaya çalışır herkes, aslında bence çok daha ilginci karakteri yazmak, derinlemesine.. hikayesi nasılsa gelir peşinden". Aynen böyle düşündüm evet ve o anın galeyanı ile de bir blog açtım: Küçük Beyaz Taşlar

Bu blogta yolları bir şekilde benimkiyle kesişen irili ufaklı karakterler (beyaz taşlar) olsun dedim. Tabii kolay değilmiş, önce kimden başlayacağım sorunsalı beni tam 1 ay oyaladı. Önem sırasıyla değil, rastgele yazmak istiyorum ama ilk aklıma gelenler hep hayatımdaki en önemli insanlar ve birini yazsam diğeri eksik kalacak falan filan derken daraldım.. Hatta öyle bir noktaya geldi ki, kapatıp gitmeyi düşündüğüm andaydım. Sonra neyse bizim İsviçreli çözümü sundu: benden başla :)))

Başladım bakalım... Hiç bilmiyorum nereye dek gidecek. Açtığım sayısız blogtan bazısı tutuyor, bazısı zaman içinde kayboluyor. Temel nedeni elbette benim maymun iştahım ve meselelerimi birbirlerinden kesin çizgilerle ayırma merakım.. Ama bu kötü bir şey değil bence, dinamizm..

İngilizlerin bir lafı vardır; eline çekiç alan her yerde çivi görür diye. Ben de bu sıra her yerde bir hikaye karakteri görmeye başladım, sanki seçip seçip önüme yolluyor hayat bunları. Üstelik bazısına çok öfkelendiğimde de belki bu öfkeyi yazmaya kanalize edebilirim, bu adam / kadın neden böyle diye düşünmektense, yazarak bulabilirim belki nedenini... Ya da dümdüz, gördüğüm şekliyle yazarım çevremdeki insanları. Her insan bir roman derler ya; bence roman olmasa da, en azından bir romanın yan karakteri her insan. Ve bazen romanın kendi hikayesinden çok karakterleri aklımızda kalır.. dedim ve başladım. Bakalım nasıl olacak, ilgilenirsen beklerim.

Aha kahve yine soğumuş. Ve bizimkiler zili çalmak üzere..... Tam zamanı: bzzzzt.

2 yorum:

  1. Kesinlikle bazı romanların karakterlerini unutmamamızın en büyük sebebi işte :)

    YanıtlaSil