Anneannem ailesinin tek çocuğu ama ondan önce çok bebeği toprağa vermiş anneanneannem, kimileri daha karnından bile çıkıp görememiş dünyanın ışığını. Onca kayba rağmen dimdik oturuyor bu fotoğrafta, anneannemin - biricik kızının - sol eli omzunda ya, daha nesi olsun insanın mutluyum diyebilmek için?
Çocukluğunda ayırmışlar onu; tarih midir, kültür müdür, din midir, ne olduğunu bugün dahi kimsenin anlamadığı bir ayrımcılığın sonucu olarak. Farklısın! diye kılıçtan geçirilen, kılıç vurmasın diye öz anası tarafından derelere atılan bir ırkın kayıp çocuklarından biri o. Çok zengin, çok şaşaalı, bir ailenin bir kızı nazlı'sı, adının Türkçe anlamı olan "Kraliçe" gibi büyürken, ne olduğunu anlamadığı bir yaşta koparılıyor dalından. Güzel kızları seçerlermiş, Türkler. Evlatlık kaçırılan, saklanan, genç yaşında Türkle evlendirilen çok olmuş ya, o da güzelliğinden "seçilmiş". Küçücük yaşında neler yaşamış da, yine de kin tutmamış ama; vardığı kocasını, kızını, doğduğundan gayrı bulduğu yeni memleketini, dinini, hayatını sevmeyi ve kabullenmeyi tercih etmiş (etmeyip ne yapacak ki?)
Çok hikaye dinledim ona ait, aklım ermeye başlayınca da onunkine benzeyen birçok hikayeyi okudum, araştırdım, sorguladım, çok isyan ettim. Oysa o benim kadar isyan etmemiş olan bitene.. Kabullenmiş desen değil, hayatı sevgi dolu geçmiş. Mesela müslüman olmuş ama lafta bırakmamış, dini bilen, kendisine danışılan olmuş! Ben de azınlığım şimdi yaşadığım bu ülkede, eşimle dinim farklı mesela, o yüzden diyorum "acaba, insan onca inancını bırakabilir mi gerçekten?" Kızına bile dermiş "ben iki kitabı da okudum kızım, kendi isteğimle müslümanlığı seçtim ben".. Ölüm ona meleklerle gelmiş, "bakın, gökyüzü nasıl açıldı, içinden melekler uçuşuyor, görmüyor musunuz?" diyerek vermiş son nefesini..
Çok çalışkanmış. Sabah ezanıyla kalkar, o iki katlı tahta evi sabunlarla silermiş. O yıllarda dantel işi mi bilirdi Türkler, onun işlemeleri tüm kasabada bilinirmiş, bembeyaz, dantel işler. Atölyesi varmış, gelinlik dikermiş, elbise dikermiş, terziliği, dikişi, nakışı anlata anlata bitiremezler. Kimse onun gibi yemek yapamazmış, davetlere ille birşey yapsın isterlermiş. Karı koca çalışmışlar, toplumda iyi bir yer edinmişler, refah içinde büyümüş anneannem. Kırmızı rugan pabuçları, yaverleri, kalfaları eksik olmamış.

Ondan geriye kalan bir diğer fotoğrafsa anneannemin Ankara'daki evinde bir köşede durur. O fotoğrafta "Nigar Hanım" 8-9 aylık kuzenim Nesil'i kucaklamış, tornunun kızını görebilmiş olmanın verdiği neşe ve keyif içinde, gülen gözlerle bakar objektife. Çok güzel bir fotoğraftır o da, aynen bunun gibi büyülüdür.
Anneanneannem, o "büyük" anne, sessizce, içinde yaşamış ne yaşadıysa. İçindeki iki kültürü de korumaya çalışmış, "farklı"ya değil, "ortak" olana sarılmayı tercih etmiş. Nefrete sevgiyle karşılık vermiş, kendi çocuğuna geçecek bir kısır döngü olsun istememiş. İnsanların güzelliğine ve doğruluğuna inanmış, kendi davranışlarıyla onlara o yönde örnek olmuş. Neşeli, güçlü, dik omuzlu, kendine güvenli bir kadın olmayı bilmiş ve hepimize de örnek olmuş. Nurlar içinde yatsın..
Bu aşağıdaki Arto Tunçboyacıyan'ın "Takuhi" isimli parçası, anneanneannem "Nigar" olmadan önce, onun adı da buymuş...