25 Mayıs 2020 Pazartesi

Neden okuyorum ve düşünüyorum? Bilmiyorum.

Gün boyu devam eden fırtınalı yağmur, geceye taştı. Günün bittiği saatte, anne örgüsü battaniyenin güvenli sıcaklığına sarılıyım. Elimde Pessoa. Bir aydan fazladır aynı kitabı okuyorum; uzaması aşırı derecede zevk alıyor olmamdan. "Ne okuyorsun?" diyor. "Sana bir cümle okumama izin ver" diyorum.

Tam bir Pessoa paragrafı; ağdalı ve çift anlamlı bir dil, varoluşsal kıvranmalar, nihilist buhranlar. Enfes! Oysa, zorla ekşi erik yedirmişim gibi suratını büzüyor. Ve aramızda kelimesi kelimesine şu konuşma geçiyor:

F: "Kendine bunu neden yapıyorsun?"
C: (İçses: Tanrım, 1 ay içinde bana aynı soruyu soran ikinci kişi! Rastlantı mı, yoksa bana başkalarının ağzından bir şey mi söylemeye çalışıyorsun?) Neyi?
F: Bunu! Neden böyle ağır ve buhranlı şeyler okuyorsun?
C: Üzerinde düşünmek hoşuma gidiyor, şu cümlenin kuruluşundaki estetiğe bakar mısın? Her bir kelime ne eksik, ne fazla ve tam olması gereken yerde.. Bu muhteşem bir sanat değil mi?
F: Üzerinde düşündüğünde ne oluyor peki?
C: (içses: ???) Bilmiyorum ne oluyor, sadece düşünmeyi seviyorum. Kendi düşünce sınırlarımı yoklamayı, varlık felsefesine, bilgi tözüne hattâ belki yaşamın anlamını...
F: (sözümü keserek) Yaşamın anlamı olduğuna mı inanıyorsun?
C: (???)  Evet ama, büyük olasılıkla bulamayacağım ama herkes gibi ben de arıyorum.
F: Herkes aramıyor. Herkes yaşamı yaşıyor, üzerinde fazla düşünmeden, anlık hazlara, yaşamlarındaki basit mutluluklara, ufak hırslara ve isteklere odaklanıyorlar, düşünmüyorlar.
C: Hayır, bence herkes öyle ya da böyle düşünüyor.. Felsefeciler daha kapsamlı, sıradan insanlar daha yüzeysel belki ama hepimizin düşündüğüne eminim ben. Düşünmek insan olmanın yegâne yetisi!
F: Felsefecilerin düşünmesi farklı. Onlar hipotezler yaratıyor ve yayın yapıyorlar, panellerde tartışıyor, yeni sorular ortaya çıkartıyorlar ama bunların çok azı çözülebiliyor. Sense felsefe araştırmacısı değilsin, düşüncelerini toparlayıp yazmıyorsun. Sen düşünüyorsun ama tartışmadığın sürece bu boşa düşünüp durmak ve kendini "hiç bir sonuca varamıyorum" diye mutsuz etmek dışında bir işe yaramıyor. Düşüncenin sınırlarına ulaşamayacağına göre, sadece açılıp kaybolacaksın, çırpınıp duracaksın ve sonunda da hiç bir şeyi çözememiş olarak herkes gibi ölüp gideceksin. Ve yaşadığın diyelim 70-80 senenin dışında binlerce sene de "ölü" olacaksın. Koca bir yaşamı düşünmeyle harcamaya değer mi? Anlamı aramak yerine elindekinden keyif almaya odaklanmalısın bence.
C: Bu kadar basit ve tekdüze olamaz. Faydacılık değil yaşamın anlamı ve hedonist de değilim ben! Benim aradığım haz almak değil, benim aradığım neden buradayım, amacım nedir, hayatımın bana özel olan nedeni nedir.. Bunları anlamak isterdim. Büyük resmi görebilmek yani.. Bütündeki yerimi çözebilmek, bunu "kendi sınırlarımı anlamak ve diğerlerine etkimi, varsa faydamı görmek" olarak da tanımlayabilirim. Ve belki ulaşmak istediğim nihai sonuç Tanrı'ya ulaşmak olabilir? Yani evrenle ve tüm yaratılanlarla bütünleşme ihtiyacı, Tanrı'yı anlama ihtiyacı?
F: Tanrı'nın varlığından emin misin?
C: Evet.
F: Nasıl eminsin?
C: His...
F: ve ona kızgınsın da aynı zamanda. Kızdığın bir şeyle neden bütünleşmek istiyorsun?
C: (uzunca bir süre susarak) Bilmiyorum.

*

F: Şöyle sorayım o zaman. Düşünmeyi seviyorsun. Bunu da Tanrı'yla bütünleşme ve "anlamı" anlamak için yaptığını söylüyorsun. Peki sence düşündükçe yaklaşıyor musun? Yoksa karışıp uzaklaştığını mı hissediyorsun?
C: Okyanusta kaybolduğumu hissediyorum.
F: O zaman niye düşünüyorsun, mutsuz olacağını bile bile? Daha hafif yaşamaya, kendi küçük dünyana odaklanmaya, o dünyadakileri mutlu etmeye ve onlardan mutluluk almaya? başkasına faydalı olmak için yaratılmadığını hiç düşündün mü? Yani belki hayatının tek anlamı; milyon yıllık bir boşluk içinde en fazla 80 yıllık bir "hediye" olan hayatı kendini mutlu etmek için kullanmak olmasın?
C: Dedim ya, hedonist değilim. "Ben"den çok "Biz hepimiz.." diyorum.
F: (gülerek) Evet sorunun bu. Halbuki kimsenin sana ihtiyacı yok, su akar, yolunu bulur, herkesin çocuklarının bile sensiz varolacağını biliyorsun. Başkalarının beklentilerini onların kucağına eken sensin, halbuki tamamen kendine odaklansan ve mutluluğuna, belki başkaları seni mutlu gördükçe, onlar da mutlu olacaklar. Biz'den kast belki budur?
C: Bir katkım olmalı ama hiç mi bir etkim yok???
F: Bilmiyorum. Belki koca okyanustaki bir midye kadar ancak.

*

C: Kur'andaki bazı ayetleri düşünüyorum. Bakara Suresi 156, Yasin suresi 83. ayet. "O'ndan geldiniz ve O'na döndürüleceksiniz.." Bu bana şunu ifade ediyor: aynı yaşamın farklı boyutlarda defalarca yaşanma şansı var belki de? Yani tek bir ruhla, farklı seçimlerde bulunarak, her bir boyutta farklı şeyler öğrenmek ve sonunda mutlak ve Tanrısal bilgiye olmasa da, bunun bir "fracture" yani kısmına ulaşıp, dolayısıyla Tanrı'ya dönmek.
F: Ben Kuran'dan anlamam ama bu bana daha ziyade "başta yoktunuz, sonra size bir yaşam armağan edildi, sonra yine yoksunuz" gibi geliyor, yani ölümden sonra doğum ve yine ölüm.
C: Bence mutlak bilgi tek bir doğum ölümden oluşan kısa hayatta bulunamaz, tek bir hayatta çözemezsin, bu hayattan birşeyler öğrenir, bir sınav verirsin, ruhun ancak bir milim yol alır. Ama bir anlamı olmalı bu sınavın, tüm sınavlar gibi amaç "sonunda öğrenmek" olmalı, ruhun yavaş yavaş gelişmesi olmalı.
F: Tüm sınavların amacı bu değildir. Bazen çakarsın, tekrarı da olmaz, biliyorsun. Tanrının bizi yarattığına inanıyorsun ama bunun üstüne bir de amaç arıyorsun. Ya amaçsızca yaratma olasılığı? Ya da sadece birbirimizi sevelim, verilen hayatı elimizden geldiğince keyifli geçirelim, bir işe yaratalım ya da keyfimize bakalım, düşünüp durmayalım, kaybolan koyunlar olmaktansa, karşı çimenliği fazla merak etmeyen ama elindekinin keyfini çıkartan mutlu koyunlar olalım diyeyse?
C: Hayır bu kadar basit olamaz! Düşünemiyorsam insan bile değilim ki! Koyunum evet..
F: Olmadığını kanıtlayabilir misin?
C: Bilmiyorum.

*

F: Neyse özetle... tüm bunları Pessoa ve diğerlerini okuyarak anlayabileceğini düşünüyorsun?
C: (Şah? Hayır henüz değil...) Pessoa'nın karışıklıklarında kendimi buluyorum, onun benim de hissettiklerimi yazıya aktarışındaki becerisine hayranlık duyuyorum, özeniyorum ve evet, onun açtığı yoldan düşünmeyi de seviyorum.
F: Ama bu "neden düşünüyorsun?" sorumun cevabı değil, biliyorsun değil mi?
C: "Şah, mat!". Biliyorum....

*

Neden okuduğumu bilmiyorum.....
Ya da okuduğumdan neden bunca zevk aldığımı....
Neden düşündüğümü de bilmiyorum.
Siz biliyor musunuz?
Ağır bir yazı olduğunu ve az okunacağını biliyorum ama fikirlerinizi duymayı çok isterdim..

*

Pessoa'dan bazı cevaplar:

"Gerçeği bilseydik zaten görürdük. Şöyle bir düşünecek olursak, evrenin anlaşılamazlığını tesbit etmiş olmak bize yetmeli; onu kavramaya çalışmak bir insandan daha azı olmak demektir. Çünkü insan olmak zaten evrenin anlaşılamayacağını bilmek anlamına gelir.."

"Ve kendime ağırlık yaptığımı hissediyorum, evet, bilinçlenmeye mahkum olmaya benzeyen bir ağırlık veriyorum üzerime.."

"Önemsiz olduğumu söyleyen içgüdünün, küçücük olup da mutlu olmayı düşünebilmenin tesellisi.."

*

Ve dün gece, karşıma bu çıktı. Şaşkınlıktan oturdum kaldım. F. Ricky, bense Russell..! Kelimelere kadar aynı şeyi tartışmışız. İnanılmaz.. Lütfen bu kısa bölümü izleyin, bence muhteşem bir tartışma:


Bu yayının 70dk’lık tamamını da şu linkte bulabilirsiniz.

Foto: Yağmurlu bir gün Kabataş. Şehrin şelâleleri... (Internetten). F.'in baktığında "harika bir manzara" dediği, benimse "aksaklıklar, plansızlıklar.. kısaca: korkunç" diye düşündüğüm.....

32 yorum:

  1. Sıradan insanlar da muhakkak buna kafa yoruyorlar. Bir filozof kadar olmasa da. Bunu düşünmeyen bir insan olamaz bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. benim F. :D Gerçekten düşünmüyor çünkü zaman kaybı olarak görüyor, yaşamı düşünmek yerine yaşamaktan yana... Ve inanır mısın, hayatımda gördüğüm en dengeli ve değişime esnek insan!

      Sil
  2. Bu müthiş! Çünkü bu aralar tam da kafamı yordugum meseleler.
    Ahiret inancına sahip bir insan olarak bana hayat şöyle geliyor. Ruhumuz çok önce yaratılmış ve tamemen Allah'ın bi parçası olarak. Daha sonra yine O'na döndüğümüzde tamamlanmış olacağız. Yani gerçek alem öldüğümüz zaman gideceğimiz yer olacak. Dünya hayatını ana rahmine düşen çocuğun anne karnında büyümesi gibı düşünüyorum. Dünya için orada hazırlanıyor. Ama ne olacağını bilmeden. Ve BENCE asıl gercekle öldüğümüz zaman karsilacagiz. Ne olduğumuzu ne kadar önemli olduğumuzu ve bizi yaratan varlığın bir parçası olarak ne kadar değer verdiğini o zaman anlayacağız. Burada anne karnındaki gibi gerçeğin ne olduğunu bilmeden kavrayamadan ait olduğumuz yere hazirlanacagiz.
    Tamamen kendi fikrim. Yazınız beni de düşündürdü. Teşekkür ederim. Kelimelerle aram cok da iyi degildir ama elimden geldigince yazmak istedim. Sevgilerimi yolluyorum.
    Tuba.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, yorumunuzu okumak beni sevindirdi. Ahiret hayatında cennet ve cehenneme inanmıyorum, bana çok basite indirgenmiş ve insani bir düşünce kalıbına sıkıştırılmış geliyor (ödül/ceza sistemi ve evrensel doğrunun olmaması, doğrunun zamana ortama ve koşullara göre değişmesi nedeniyle düşünüyorum bunu) ama Tanrı’nın sadece “iyi” değil “kötü”yü de içinde barındıran, dualist bir yapı olduğunu düşünüyorum ben, “herşeye kadir” oluşu ve çözemediğimiz “tanrı varsa, tüm bu kötülüklerin olmasına neden izin veriyor”u bu şekilde cevaplayabiliyorum.. Ama ahiretin bir hayat değilde tanrıyla bütünleşme, tamama erme olduğunu düşünüyorum, yani bu durumda da nasıl bir hayat yaşadığımızın ne önemi var diyecektir F :) nasılsa tanrıya döneceksek... Belki tüm bu ahiret hayatı ceza ya da ödül sistemi aslında bu soruda kaybolmamamız ve madem yaptıklarımızın çok da önemi yok diye düşünüp kendi ırkımızı yok etmememiz için beyinlerimize konmuş olabilir mi? Bilmiyorum... Birşeyler hissediyorum ama tam anlamlandıramıyorum...

      Sil
  3. Ben ateist materyalist ama bir yandan da kendimce katı ahlak kurallarım var. Özetle bazı şeyleri çok derinlerde, maneviyatta aramıyorum. Neden yazdım. Bir cümlen hoşuma gitti:"Başkalarının beklentilerini onların kucağına eken sensin, halbuki tamamen kendine odaklansan ve mutluluğuna, belki başkaları seni mutlu gördükçe, onlar da mutlu olacaklar." Aslında bizim de kendimizden beklentilerimizi kucağımıza eken toplum, aidiyetlerimiz, kimliklerimiz. O değerlerle ne kadar barışık ve uyumlu olmaya çalışırsak hem kendimizi hem de çevremizi mutlu ederiz. Aslında o yüzden insanlar mutlu birini görünce mutlu, mutsuz insanları görünce de mutsuz ve hatta bazen öfkeli oluyor. O yüzden huzur ne mutluluğu aramakta ne de hayatın anlamını çözmekte. Bir farkındalıkla eldekiyle yetinmeyi bilmekte ve kendinle ve etrafındakilerle barışık olmakta. O zaman her şey daha güzel oluyor. Bence. :) D.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman sizi de F. İle Ricky Gervais’in ekibine alalım :) Hak verdiğim noktalar çok ama bu çok ben merkezci bir düşünce değil mi? Yani anlam mutlu olmak ve mutlu etmek, bu şekilde huzur bulmaksa, o zaman toplumsal gelişim sağlanır mı? O zaman sadece materyalist, maddeye bağlı huzur ya da mutluluk duyan, mutlu olmayı hayatın merkezine koyan bir topluluk olmaz mıyız? İnsan ırkı olarak amacımız mutlu olmak ve mıtlu etmek midir yoksa kendimizi geliştirmek midir? Bir de entelektüel insanın asla mutlu olamayacağı yargısı var.... Bilemiyorum yani :)

      Sil
    2. Hayır, benmerkezci bir düşünce olduğunu sanmıyorum. Atalarımız ne demiş:"Kendi başını bağlayamaz gelin başı bağlamaya kalkar." :) Gerçekten kendine ya da çekirdek sosyal çevresine (eş-çocuk-dost vb.) faydası olmayanların başkasına faydası olabilir mi?
      Ancak; farkındalıktan bahsettim. Bunun çok önemsiyorum.Zaten bir şeye dogmatik olarak inanmak/ kabullenmek ya da karşı çıkmak kısır bir alana sürüklüyor. Elbette düşünce ve davranışlarımızı daima şüphe ile ölçmeliyiz. Değişim dediğimiz şeyin tohumlarını farkındalıktan çıkararak yaptığımız özeleştiri ekmeli diye düşünüyorum. Buradan bir değişim çıkacaktır ama kendiyle uyumlu, barışık birinden sevecen, şefkatli, merhametli bir duyguyla gelmeli o. Hatta abartıyorum toplumun bir karikatürü var: hiçbir şeyi beğenmeyen, kibirli, melankolik, uyumsuz aydın/ entelektüel... Cık! İşte bence aydınlar toplumda bu yüzden sevilip kabul görmüyorlar. :)) D.

      Sil
    3. Bakın bu paragraf size o zaman:
      "Hayatın temel olarak zihindeki bir durum olduğunu, edimlerimizin ya da düşüncelerimizin de takdir ettiğimiz kadar değere sahip olduğunu göz önüne alacak olursak, bir şeyin değerlenmesi sadece bize bağlıdır" ;)

      Sil
  4. F&C sohbeti tam benlik:) Çok uzun bir süredir aynı moddayım. Yani benzer sorulara cevap bulmaya çalışıyorum. Özellikle iş yoğunluğumu üzerimden attığım son seneler düşünmeye çok daha fazla zamanım oldu, oluyor. Hatta düşünmek benim bir yaşam amacım oldu diyebilirim. Kime ne faydası var düşünmenin? Düşünüp de neyi bulacaksın? soruları benim de beynimde uçuşuyor.

    Kimseyi ikna etmek durumunda değilim. Hani vahiy gelse de, varoluşu biri kulağıma çıtlatsa, ben de bunu insanlığa yaysam diye bir amacım yok. Eminim benden önceki peygamberlerin de yoktu:) Belki mecbur tutuldular, onu bilemem.

    Neyse, F&G nin her satırı üzerinde uzun uzun tartışabilirim. Hatta yorumlar üzerinde de. Mesela yukarıda yoruma verdiğin cevap mesela;
    "mutlu olmak ve mutlu etmek, bu şekilde huzur bulmaksa, o zaman toplumsal gelişim sağlanır mı?"
    Toplumsal gelişim sağlamak mı bize verilen görev? Mutlu olmak, mutlu etmek mi? Bir ömür yeter mi bizi ıslah etmeye?

    Cennet/cehenneme aynı yerden bakıyoruz ve baktığımız noktadan oraları göremediğimiz doğru. Fakat Tanrıya sanırım biraz farklı açılardan bakıyoruz. Bazen yakınlaşıyor bazen uzak düşüyoruz.
    Ama biliyoruz ki, onca çabamıza rağmen bilinmeyeni keşfetmeye ömrümüz yetmeyecek.

    Yazı burada olduğu sürece, arada gelir, üç beş kelam edebilirim. Zira malzeme bol burada:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Var olmak için mi düşünüyoruz, kendi içimizdeki dengeyi kurabilmek için mi?
      Evet çok isterim uzun uzun tartışabilmek! Her zaman açık kapım :)

      Sil
  5. Candan ötem, yanlış anlama ama platonik düzlemde ya da paralel bir evrende F'ye aşık olmuş olabilirim okurken :P Ben de senin gibi düşünüp düşünüp boğuldukça, F. gibi düşünmeye başlıyorum. Düşünmeden yaşayınca mutluyum. Anlık mutluluklar, hazlar... Ne zaman ki düşünüyorum içinden çıkamayıp bunalıma düşüyorum maalesef. Bu arada sen bugün Russell'dan bahsedince YouTube'a baktım ve onca video içinde ilk tıkladığım yukarıdaki God & Atheism videosu olmuştu :) ama araya hayat girdi, bitiremeden "Daha sonra izle" kısmına kaydettim. Ama dinlemeye de korkuyorum tüm diyaloğu çünkü yeni sorulara dalacak gücüm yok pek. Bakalım zamanı gelince dinlerim elbet :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. F:'nin üstünde hiç kafa yormadan, düşünmeden söylediği öyle laflar var ki, bazen felsefe kitaplarında rastlıyorum. Nasıl bu kadar az okuyarak ve düşünerek bu kadar "saf ve temel" bilgiye ulaşabiliyor ben de bilmiyorum. İnanılmaz zeki bir adam ve sentez yeteneği çok ileri, belki bu nedenle fazla okumadan, düşünmeden, koca bir paragraftaki tek kelimeyi seçip alabiliyor bilmiyorum. Benim için bir muamma kendisi :))) Etkileyici biri olduğu kesin. Ben kendim her ne kadar Russell Brand olsam da, beni çeken aslında hep karşıt düşünce, Ricky Gervais yani. F. de öyle..

      Sil
    2. Aynen yaşasın Hedonizm! :)))))))) İşe yarıyor :D

      Sil
  6. Adı ne bilmiyorum ama bir güç var kainatta. Ben Yaratıcı demeyi tercih ediyorum. Ama öyle şunu yap, bunu yap, yapmazsan cehennemde yanarsın diyen bir güç değil bahsettiğim. Daha önce biraz yazmıştım bu konuda. Bence gerçekten cevaba hazırsak, duymak istiyorsak her sorunun cevabı kendi içimizde. Ama hazırbulunuşluk seviyesi önemli. Tam "Dinler çok gereksiz bana göre." yazacakken içimdeki ses "Bazı şeylerin herkese sana göründüğü kadar berrak, net görünmüyor olabileceğini düşündün mü hiç?" diye sordu. Belki de dinler bu yüzden var, içindeki sesi tek başına bulamayan, sorularının cevaplarını duyamayanlar için yani. Ama onlar da kesinlikle amacından saptırılıyor güç peşinde olanlar tarafından.

    Öğretmen olduğum halde bireysel olarak toplumun gelişmesi konusunda herhangi bir etkim / görevim olduğunu hiç düşünmüyorum. Son 1 yıldır hayattaki tek derdim "ben olmak/olamamak" ve ben olmaya çalışırken başkasına zarar vermemek sanırım. Yani şu sıralar hiç "greater good" peşinde değilim ve F'nin dediklerine %100 katılmaya çok yakınım ama kendimi mutlu etmekle hayatımdakileri mutlu etmek arasında denge kuramıyorum. Bir kursam o dengeyi eminim süper olacak :D Gidip gelen düşüncelerimden o kadar sıkıldım ki hayatımı basic seviyede sürdürmeme yetecek kadarı kalmak üzere düşünme yetimin bir kısmını kaybetsem üzülmem sanırım :)))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet yazmıştın biliyorum. Güzel bir yazıydı. Aslında benim sorduğum Tanrı var mı yok mu değildi, videoda da o işlenmiyor. Daha ziyade "amaç nedir?"di benim sorum ama tabii ister istemez yaradana varıyor bu sohbet.
      F. başkalarını mutlu etmeye neredeyse hiç odaklanmıyor o aslında "sen kendin mutluysan zaten seni gerçekten seven başkaları mutlu olacaktır, kimseyi mutlu etmek zorunda değilsin" diye düşünenlerden :)

      Sil
    2. Bak ne anlatcam şimdi. F bir deney yapsa ancak bu kadar etkileyici ve net olurdu sonuçları benim için.

      4 gündür evdeyiz biz. Sokağa çıkma yasağı var biliyorsun. Çok korkuyordum ama hiç korktuğum gibi daralmadım. Sabah kalkıp spor yapıyorum, duş alıyorum, ailecek kahvaltı yapıyoruz. Evrim'le film izliyoruz. Sonra herkes kendi istediklerini yapıyor. Bir gün ben Arya ile ilgileniyorum, bir gün Evrim. Sıkıldığım an müziği açıp çılgınca dans ediyorum mutfakta, Evrim de geliyor, beraber cozutuyoruz :D Bugün hava çok sıcak, bikinimi giydim, balkonda güneşleniyorum. Arada Evrim geldi, beraber kahve içip sohbet ettik. Sonra o içeri gitti. Ben radyo, kitap, internet... balkonda takılmaya devam ediyorum. Mutluyum! Evrim de mutlu, Arya da! Onları mutlu etmek için hiçbir şey yapmadım oysa :) ama işte hepimiz mutluyuz 4 gündür!

      Sil
    3. :D şahanesin ne diyeyim. biliyorsun biz 20 gün hiç çıkmadık evden, burnumuzu bile. Çok kötü değildi insan alışıyor ama mutlu muyduk, hayır. Ben artık camdan bakıp gelen geçene gülümsemeye ve gülümsemediler diye ağlamaklı olmaya başlamıştım....

      Sil
  7. Ceren vaktin olursa 3. Ve 4. Podcastlerimi dinler misin? Bu sorularına benzer şeyler hakkında kendi düşündüklerimi paylaştım. Soruların mahiyetine göre soracağımız iki çeşit kaynağımız var bence, doğru kaynaklara sorduğumuzda cevapları bulmak kolaylaşıyor. Bu yazıda o kısımlar biraz karışmış gibi geliyor bana. Tabi tüm anlattıklarım, benim birikimlerimin sonucunda vardıklarım. Belki senin yolun bu şekildedir, böyle olması gerekiyordur veya varış noktan farklı olacaktır bilemem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gece dinledim demin, biraz uzundu ;) ama özetle şunu demişsin: İnanmak kalpten gelir, mantıkla ve düşünceyle yani beyinle alakası yoktur. Duygular ve hislerden oluşur. Bu nedenle inancı bilimsellikle (fizik gibi) birleştirmenin baştan yapısal bir sorun yaratacağı açıktır.
      Tabii sana katılıyorum ama bu zaten en temel hipotezimiz, ben yukarıda bahsettiğim konuda zaten inancın mantık (beyin) ya da kalp (duygu) olup olmadığını sormuyorum ki, bu ayrım zaten temel felsefeye uygun düşünmeyi başarabilen herkes tarafından bilinir..
      Tabii bahsettiğin "his"si ben de yaşıyorum (hatta halk arasında 6. his denir verdiğin örneklere) ama ben senin aksine bu hissin Tanrı tarafından cevaplandırıldığını değil, önceki yaşam deneyimimizde edindiğimiz örf adet sosyal davranış kalıplarından, kendi aklımızla düşündüğümüz ama bunu duygu ya da his sandığımız çok basit temel mantık yürütme yetimizle, aldığımız eğitim ve yaşam deneyimimizle aslında kendi kendimize verdiğimize inanıyorum. Verdiğin örnekten gideyim, çocuklarının parkta kaybolması üzerine senin içine dönüp hislerine odaklanma deneyimin aslında benim için tamamen "nedensellik" ve "düşünce" anlamına geliyor. Benzer bir deneyimi ben de yaşadım, oğlumu kaybettim ve tam olması gereken yere koşarak onu buldum hatırlarsan. Bunu "inançlı" biri olarak "6. his, aramızdaki bağ, Allah'ın bana çocuğumun yerini "hissettirmesi" olarak açıklayabilirim. Fakat inanmak yerine aklını ön plana koyan biri olarak aynı durumu "nerede olabileceğine dair mantıklı düşünme, tanıdığım çocuğun davranış kalıbını bilme ve ona göre akıllı ve hızlı karar verebilme ve uygulama" olarak da açıklayabilirim.

      Sil
    2. Senin aslında podcast'te dediğin "kalbini dinle, kalbine sor, mutlaka doğru saf yanıtı bulacaksın" benim için "paniklemeden düşün, mantığını kullan, önceki deneyimlerini sentezle ve tutarlı genelgeçer bir sonuca var" anlamına geliyor :)
      Bir önemli nokta daha var, senin kalbin sesi dediğin mevzunun ben aslında psikolojide "iyimserlik"le yakın bağını görüyorum. Yani mesela çocuğunu kaybeden bir annenin aklına ilk olarak panik halinde "kayboldu, kaçırıldı, bir daha asla göremeyeceğim" gelmesi, şok durumunda ilk tepkidir. Fakat sağlıklı psikolojide hemen ardından senin de bahsettiğin "dur ve düşün" gelir ve bu sayede mantıklı ve tutarlı düşünür ve hızla harekete geçersin. Bu noktada nöropsikolojide çok ilginç bir olgu karşımıza çıkar: "iyimserlik". İşte senin "his" dediğin şey aslında "iyimserliğin verdiği umut", bu beyin kimyasallarında açıkça görülür, birden dopamin noradrenalin sistemi hareketlenir, kişi güçlü ve güvenli hisseder ve genelde bu sayede hızlı sonuca gidersin (bu hayati bir sistemdir ve iyimser insanlarda çok daha hızlı çalışır).
      Fakat, sağlıklı işlemeyen psikolojide (mesela geçmiş kayıp öyküsü varsa) yaşanan panik hali uzar, tutarlı düşünceye geçiş olmaz. Ya da tam tersi, "sahte iyimserlik" hali olur, mesela "hissediyorum herşey güzel bitecek" der sana ama gümbür gümbür gelen bir felaketin eşiğindedir. Allah korusun mesela bir çok anne çocuğu kaybolduğunda iyimserliğini son ana dek korur ve çocuğun ölüsü geldiğinde dahi inanmaz, inanamaz çünkü "his", "düşünce ve mantık"tan çok öne geçmiş, kişiyi sanrı mertebesine ulaştırmıştır.
      Şunu yazmak isterim. Sen kalbin inanca dair konularda her zaman ilk başvuru noktası olduğunu belirtmişsin. Fakat ben böyle düşünmüyorum. Kalp yani duygular ve hisler son derece yanıltıcı olabilir (iyimser insanlar psikoloji deneylerinde hislerinin onları yanıltmadığını büyük yüzdelerde belirtirken, gerçekte malesef hislerinin çok daha düşük yüzdelerde çalıştığı ama iyimser kişilerin bu gerçeği göz ardı ederek yine de hislerine inandıkları görülüyor). Bu duruma biz "düşündüğünü sanarken hissetmek" diyoruz. Yani bunun benim tartıştığım "sistematik düşünce" ile pek ilişkisi yok.
      Yine demişsin ki "sınırsız bilgiye (tanrısal bilgiye) ancak kalple yaklaşırız" buna kesinlikle katılmıyorum. Çünkü kalp, senin de belirttiğin gibi his, inanç, mantık dışı ama duygusal.. ben diyorum ki, sınırsız bilgiye ulaşmak mümkün değildir ama ancak sistematik düşünerek, mantıkla, akıl ve beyinle ve sadece kapasitemiz ölçüsünde "yaklaşabiliriz".
      "İçimde bir yerde doğru cevabın olduğu" fikrine katılıyorum (her ne kadar bunu bir "genelleme" olarak söylediğini düşünsem ve genellemeye katılmasam da) ama buna ulaşmanın kalple değil ancak mantıksal düşünce ve üstüne edinilen yaşam deneyimi (sosyalleşme süreci, eğitim ve bilimsel düşünmeyi öğrenme) ile mümkün olacağına inanıyorum.
      Bir de son olarak, ben aslında temelden bir rahatsızlık duyuyorum "kalp ve beyin" ayrımına. Bence bunlar siyah beyaz alanlar değil, kalple mantık aslında içiçe ve dengeli olduğu sürece ancak bazı cevaplara ulaşabiliyoruz gibi geliyor bana. Bu noktada aslında benzer düşündüğümüzü sanıyorum çünkü sen de bilim insanısın, mutlaka gri alanda olduğunu düşünüyorum :) Ama podcastin ismi "kalp" olunca işte kavramların sınırları daha sert çizilmiş ve ayrışmış olabilir tabii.
      Keyifti seninle tartışmak.. Teşekkür ederim değerli katkın için.

      Sil
    3. Çok keyif alarak yazınca sığmadı ikiye böldüm :)))

      Sil
    4. Tabi psikolog olarak bu konulardaki hakimiyetin benden fazla muhakkak. Diğer yandan ispatlanması mümkün olmayan bu tip konuları herkes dilediği ve tecrübe ettiği şekilde yorumlamakta serbest. Kalp sesi dediğim şeyi test etmenin basit örneklerle deneyerek mümkün olduğunu, bunu yıllarca deneyerek geliştirdiğimi, onları artık hislerimden ayırt edebildiğime de değinmiştim. Bu yüzden panik halinde ve ya diğer duygusal yoğunluklarda değişmeyen saf bir ses bendeki. Bu her insanda olmayabilir veya aynı olmayabilir bilemiyorum. Sadece bende böyle birşey var, sadece verdiğim örnek değil abartısız söylüyorum yüzlerce kez test ettim, işe yaradı, şöyle geliştirdim diyerek insanlara isterlerse kullanabileceklerini söylüyorum.

      Diğer yandan podcasti dinlemen konusundaki tavsiyem benim anlattıklarımın üzerinden bu yazıda sorduğun sorulara karşı bir bakış açısı verebileceğini düşünmemdi. Üzerine düşündüğün sorguladığın konuların bazıları, bence akıl sınırlarının kapsamının ötesinde (podcastte kuran-fizik ilişkisi gibi) yani ne kadar zorlasak da bazı soruların yanıtlarını düşünerek bulamayacağız. Fakat senin inanmadığın benim inandığım kalp kanalı ile bu soruların cevaplarına ulaşmak mümkün. Tabi düşünme demiyorum hatta bu bile başlı başına zevkli ama eğer amaç süreç değil sonuç ise, sonuçlar oradan gelmeyecek diye düşünüyorum.

      Sil
    5. Hayır hayır yazımı yanlış anlamışsın; kalp yolu yoktur, inanmıyorum demiyorum. Aksine bunun 6. His denen ve açıklanamayan bir fenomen olduğunu; fizikte düşüncelerin de dalga boyu gibi bir sistemde var olduğu ve bu dalgayı bazı insanların daha kolay okuyabildiği tartışılıyor. Psikolojide ise biz hislerin altında düşüncelerin yattığını, önceki deneyim, öğrenme süreci ve tabii çok temel nöropsikolojik mekanizmaların yattığını, beynin en nihayetinde bir organ olduğunu ve organın işlev gücünü öne sürüyoruz. Tabii bu bilimsel, mantıklı ve tutarlı düşünce sistemi.
      Bir de inanç, his, kalp gözü boyutu var. Bunu reddetmek aynen Tanrı gibi yoktur demek anlamsız çünkü kanıtlayamazsın. Ama inanç adı üstünde, zaten bilim değil.
      Podcastte savunduğun inancı fizikle açıklayamazsın yöntem sorunudur fikri aynı şekilde kalp gözü dediğin şeyi de deneylerle kanıtlayamazsın için geçerli olmalı (çift taraflı varsayım, sembolik mantık). Yani çelişme var.
      His ya da kalp gözü inançtır; bu nedenle de mantık dışıdır bana göre. Ama mantık dışı kelimesi olumsuz anlamda değil; inanç ile mantık dengeli olmalı diyorum (sanırım sen de). İnancın yararı insan neden sorusuna bir cevap bulamadığında rahatlama vermesidir. İnanç olmazsa insan huzursuz olur, arayışta kalır. Ama inancın da akla galip gelmesi yine dengesizlik oluyor; bunun örneklerini daha açık görüyoruz zaten.
      Bu çok ilginç yani aklı üstün tutup inanmayan insanın içi huzursuz ama inancı üstün tutup aklını kullanmayanın da dıştan görüntüsü huzursuz; yani sosyal sıkıntıları var, bilimsel ve mantıksal reel dünyaya uyumu sorunlu. O nedenle biz şanslı insanlarız hem bilimsel hem inançsal anlamda doyurabiliyoruz kendimizi..
      Ne kalp gözüyle ne tamamen mantıkla alıyoruz kararlarımızı. Bu da en temelde his değil düşünceye ağırlık verdiğimizin göstergesi bence :) çok sevgiler!

      Sil
  8. 3 ve 4. Demiştim ama 3 giriş asıl konu 4 te, doğrudan onu da dinleyebilirsin

    YanıtlaSil
  9. Içinde varoluş felsefi olan kitapları ben de çok seviyorum. Ama bir aşamadan sonra daral geliyor uzak duruyorum bir müddet. Bu kadar düşünmekler hiçbir yere varmıyor zira. Açıkçası bir bilgisayar programında mı kalmışım, hikâyeye mi sıkışmışım, devlerin ülkesinde kar küresinin içinde mi yaşıyorum ne fark ediyor. Allah'a inanıyorum ama fazla düşününce her şey manasız geliyor. Belki de manasızdır. Ya da en iyi ihtimalle beynimiz henüz algılamıyordur. Belirsizliklerle dolu bir yaşam bu, boş veeer demiş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dün babamla konuşurken o da bana "dengeeee dengeeee" diye bağrındı. Bunları düşünmek tartışmak çok güzel ama evde 3 boğaz akşam yemeği beklerken ne kadar oluyorsa artık..
      Denge önemli, biraz inanç, biraz mantık, biraz da "salla gitsin, nasılsa ulaşamayacağız mutlak bilgiye" diyebilmek lazım. Bugün mesela onu dedim, bisikletle çıktım, yıllık bisiklet kazamı yaptım, heryerim yara bere şimdi koltukta naz çekiyorum herkese ve içimden de hiiiiç felsefe yapasım gelmiyor çünkü realite:1, ben:0.

      Sil
  10. Sadece yaşamaya odaklanamama sorunsalı bende de var. O yüzden çok okuyorum felsefik kitaplarla hayattaki arayışımızı doğrulamaya çalışıyorum. İnancımın gereklerini bütünüyle yerine getiremesem de kendimi ona ait hissetmek ve bir teslimiyetin parçası olmak beni rahatlatıyor. Sürekli düşünmenin yaşamı ıskalayacak bir düzleme beni oturtmasını istemiyorum. Ama bu sorular hep benimle. Okuyarak yalnız olmadığımı görüyorum bu dünyanın gerçeklerine tahammül ediyorum. Şimdiki yaşamım geçmiş yaşantımın uzantısı ya da tekrarı olmasın diye okuyorum. Farkındalığımı arttırmak ve belki de bu soruların içinde kaybolmaktan kendimi alıkoymak için. Bir yere varmıyorum ama “yolda olmak” deyişini/ yaşayışını ben onlarsız gerçekleştiremeyeceğimi düşünüyorum. Gözü kapalı yaşamaya, tekdüze, ezbere bir yaşama kendimi ait hissedemiyorum. İçimdeki bu sesler korosuna bir de yazmayı ekliyorum çünkü yazıyla inşa etmek, bozmak yeniden düşünmek hoşuma gidiyor:)

    YanıtlaSil
  11. cok geriden gelerek takip etmeye calisiyorum:) bu dualizm ve tanrinin varligini sorgulayan youtube'da guzel bir video var. Dilozof diye bir hanim kizimiz, felsefi ekollerde tanrinin sorgulanisini islemis. oradan duydugum kadariyla, dunyada kotu seyler de oluyor ve tanri kadiri mutlaksa neden bunlara izin veriyor'a verilen bir kac cevaptan bana en mantikli geleni, cunku bizim blmedigimiz aslinda buyuk bir plan daha var. ornegin cocuugunuz hasta ve eger kolunu kesersek hayatta kalacak. cocugun hayatta kalmasi icin o kotulugun olmasi gerekiyor ki, iyi olan varolmaya devam etsin gibi bir ornekle aciklamisti.. kotuluk, iyiligin olmadigi bir durum gibi.. kotulugun iyiligin bir derecesi olmasi gibi.. tanrinin varligi ben de sorgulamakla birlikte, dinlerin iyi bir yazarin elinden cikan fantastik oykuler oldugunu hissettim hep.. ama hep.. daha minik bir cocukken bile.. dusunsene, hinduism'de neden birden cok hayat yasadiklarina inaniyorlar?? insanlar o kadar perisan ve fakirler ki, yeniden dunyaya geldiklerinde daha rahat bir hayat sureceklerine inanirlarsa, varolan hayatlarina tahammul etmeleri o kadar kolaylasiyor. kendilerini gerceklestirebildikleri bir yasama kadar, bir daha bir daha hayata geliyorlar. tipki biz dersimizi alana kadar ayni hatalari tekrarladigimiz gibi. tum bunlarin amaci ne? bizi surekli bir tekerlegin icerisinde kosturan hamster'dan ayiran ne ola? sonucunda nereye varmaliyiz? bir sonuc olmali mi? surecin onemi yok mu? tut ki ir sonucu olsun, sonrasi ne? dun aksam white tiger diye bir film seyrettim. kitabini da okumustum daha once :) orada ust siniftan bir kadin, hizmetcisine diyordu ki; "butun hayatin boyunca anahtarlari aradin, oysaki kapi hep acikti"
    Bilemiyorum ben de, anahatarlari arayarak gecirdigimiz bir omrumuz var tut ki, anahtarlari aramakti belki de amac.. cunku kapinin acik oldugunu bilip, gecip gitsek bunun zevki nerede kalirdi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi whatsapp mesajını aldım, çalakalem yazmak istemediğim için bekletiyorum onu. Buna gelirsek...
      Mayıs'tan sonra hayatımda çok şey olup bitti ve şimdi bu sohbet yeniden aramızda geçse ona "çünkü ben suyun yüzeyinde yüzmekten çok derine inmek isteyenlerdenim" derim. Cevap bu.
      Bazımız böyle, daha çok sorguluyor, bazen sorgulamaktan yaşayamayabiliyor onu aşmaya çalışıyorum bugünlerde. Bazımız ise F. gibi daha çok suyun üzerinde, başını fazla suya sokmadan yüzmekten hoşlanıyor. Bu da güzel, bu da yeterli..
      Tarz meselesi....
      Diğer konuda ise ben çoktan kararımı verdim. Tanrının sadece "iyi" olduğuna neden bu kadar eminiz ki? Tanrı iyi ile kötünün üzerinde, ikisinin birleşiminde. Elbet kötülükler de tanrıdan, kötülük olmasa iyiliğin anlamı da kalmazdı değeri de, dolayısıyla tanrı "birleştiren, bütünleyen güç". Tanrıyı olan bitenden sorumlu tutmak bu anlamda çok primitif bir düşünce. Bence :)

      Sil
    2. sonucta ozgur irade diye bisey var, degil mi?

      Sil