31 Ağustos 2024 Cumartesi

Ağustos 20-31: Sisli ve hisli zamanlar

Dün, 30 Ağustos, beni büyüten ve çok bağlı olduğum ananemin ölüm yıldönümüydü. Her ne kadar son birkaç senedir ölüm günlerini anmak yerine doğum günlerini kutlamayı tercih etsem de, yaşasaydı bu sene tam 100 yaşında olacak ananemin belirli bir doğum günü yok. Annesi ona “yapraklar dökülürken doğdun” demiş.. Dolayısıyla her Ekim sonu, ne zaman sarı bir yaprak süzüle süzüle, yavaş yavaş toprakla kavuşsa, ben ananemi anarım. 

Fakat 30 Ağustos’un da - zafer bayramı olması dışında - 11 senedir hüzünlü bir anlamı daha var işte.. Hüzün zamanla azalıyor diyorlar ya, o da yalan. Zaman geçtikçe özlem katlanarak artıyor, belki kapıp koyvermiyorsun ilk zamanlardaki gibi ama içine içine akıtıyorsun gözyaşlarını ve bazen bir susmak ki, ağzını açacak güç bulamıyor, bir iç çekişe sığdırıyorsun tüm yaşanmışlıkları. 

Sevmek böyle bir şey.

ya da böyle :)

İki anlamıyla da. Sevmek ve yitirmek böyle birşey. Hayatta en azından bu duyguyu iyi öğrendim, defaatle üstünden geçe geçe.

Yok yok.. Hüzne boğmayacağım kendimi de sizi de. Sadece, öyle bir yaşa geldim ki, karşı takım artık bizim takımdan daha kalabalık ve bu da ölümle ilgili korkuların yönünü değiştiriyor. Bir noktada ananemin de dediği gibi: “neredeyse sevdiğim herkes karşı takımda artık..” hissi sanırım insanın kayıplara, ölüme ve belki de yaşama bakışını bile değiştiriyor.

Güle güle boncuk gözlüm..

İşte böyle.. Sevgili Mahir Ünsal Eriş’i de analım: hayat bu kadar’dı bu ayın son günlerinde. Ölümler (Erkek tavşanımız Monster’ımızı ve çocukluktan tanıdığım iki kişiyi de kaybettim son 10 günde), özlem, yavaş yavaş yazın bitiyor olduğu gerçeği, memleketten ayrılığa hazırlık…

Böyle olunca, 20 Ağustos’tan bu güne, hayat durgun ve yavaş geçti. Sabahları ezanla kalkıyorum, biraz spor yapmaya çalışıyorum (somatik ağrılarım devam..), sonunda mutlaka şükür meditasyonu ve dua etmeye dikkat ediyorum, sonra tek başıma kayalıklardan denize giriyor ve uzun uzun yüzüyorum. Denizle bütünleşmek bana iyi geliyor. Duş ve kahvaltı sonrası hiçbir şey yapmıyorum akşam denizine dek. 

Kitap bile okumuyorum düşünebiliyor musun?! Bazen çocuklarla bile ilgilenmiyorum. İçimden gelmiyor.. Onlar da zaten kitapları oyuncakları ve denizle dolular. Sonra akşam denizi sonrası bahçeleri suluyorum (günün en keyifli anlarından biri) ve akşam yemeği hazırlıkları, yemek sonrası balkondan denize bakmak, nadiren (keşke daha çok olsa) babamla sohbet, akşam 10’da yatağa yığılıyorum ve tavuk gibi bir uyku.. 

10 gündür her gün bu. Hayat bu kadar.

Gizli mabedim: küçük kamelya

Bir iki değişiklik de oldu. Oz geldi (ama ona rağmen üstteki rutin aynı kaldı, hatta yazık, akşam yürüyüşe sahile tek başına inen misafir oldu - aileden sayılmasa bu yaptığım çok ayıptı valla), birkaç defa annemin tansiyonunu yükselttim (çünkü son 2-3 senedir sağladığımız ateşkes, benim terapiye başlamamla ve terapistin suyu yine bulandırmasıyla, en baştan tuzbuz oldu maalesef - belki bu konuda da en dibi görmeden iyileşme başlamayacak). 

Geçen gün de dolmuşla günübirlik İzmir’e gittim ve şahane kadınlarla buluştum. Görür görmez sevdiğim, taaa Antalya’lardan gelen, güzel gözlü güzel kalpli Narda, daima enfes bir kadın olan Momentos ve benim için bir “kuzen” ayarında olan, yıllaaar önceki Almanca öğretmenim ve sonrasında zor zaman ve konulardaki sırdaşım ve dostum Natalia.. Bu buluşmalar da çok iyi geldi..

İşte böyle. Birkaç güne Bursa, günübirlik İstanbul (7 Eylül buluşmamızı iple çekiyorum sevgili blog dostlarım!) ve sonra gerisin geriye kürkçü dükkanı….

Haydi bakalım.. Ağustos buydu işte, bu kadar’dı. Yaz bu kadardı.. 

Yine gelir mi ki?

Günün, ayın, yılın güzeli 🤍💜

19 Ağustos 2024 Pazartesi

Ağustos 9-19: Almanlar tatilde bölüm 2

Hiç akıllanmıyorum. Bölüm 1 bak burada.


Yine canım Ege’me saygıyla, yine geçen seneki ekiple, yine 9 kişi (5 çocuk), ama bu sefer bir farkla: gün sayısı 7’den 10’a çıktı.

Bu ekibi seviyorum; birlikte tatil yaptığım en uyumlu ekip. Çünkü D. Ailesi bize çok benziyor; dakik ve kurallara fazla bağlı, bir yere gidilecekse 3 saat önceden pirelenmeye başlayan bir baba, kuralsız kaotik neşeli ama aynı zamanda da aşırı planlı, iş-bitirici bir anne, sorunsuz, uyumlu, cool ama babayla geçinemeyen bir adet erkek evlat, bir adet de mızmız ama şeytan çekici (özellikle babaya her istediğini yaptıran) PreMses ve biz 3. çocuğu yapsak kesin bize de kısmet olacağına emin olduğum bir adet “çaktırmadan yolunu bulan”, saman altı sular uzmanı, cingöz küçük evlat. 


Böyle bir grupla tatilin şu avantajı oluyor: malum şimdilerde çocuğunu ve anneliğini sürekli öven, kendine toz kondurmayan tipler çoğunlukta (ki bu kendini sürekli övme ve başkalarından da sürekli beğeni, takdir, onay bekleme de aslında gizli mutsuzluğun, yetersizlik hissinin göstergesi ama işte..  🤫), bu tipleri ciddiye alırsan kendinden ve çocuklarından şüphelenmeye başlıyorsun. Haydaa, bir biz mi böyleyiz diyorsun.. Fakat işte böyle “göte göt diyebilen” insanlar sayesinde görüyorsun ki instagram vs’nin aksine, hepimiz aynı bokun içinde debeleniyoruz, komşununki bir ölçü daha mavi olabilir ama herkesteki aynı bok.

Oh be gerçek insanlar……. Ve sürekli şikayet eden de değil, olumsuzluklarla ve kendiyle dalga geçebilen insanlar… Oh be!

Neler yaptık:

- 2 ergen, 2 ön-ergen ve 1 çocukla Wi-fi’sız 9 gün geçirdik ve tek bir şikayet duymadık! 

Ne biçim oyun bu 🤣🤷🏻‍♀️

- Topluca bir sürü oyun oynadık ONO 99 ve Cards against humanity favorilerimizdi ama onların dışında 9 kişi saklambaç da oynadık, Bayan 14’ün herkesi kırıp geçirdiği bir satranç turnuvası düzenledik, bahçede su tabancaları ve hortumlarıyla savaştık :))

Sanat atölyesi 🤣

- 47-45-14-11-11’lik beş kadın bir arabaya doluşup yol boyu 14’lük DJ’imizin hazırladığı özel “kız şarkıları”na bangır bangır eşlik ederek Kemeraltına günübirlik “kızlar gezisi” yaptık. Öğlen yemek yerine çikolatalı pasta yedik, 4 saat incik boncuk alışverişi yaptık ve akşama oğlanlarla buluşma yerine tam 3 saat geç kalıp onları delirttik (şahaneydi).



Beklemekten deliren 17 ve 7’lik cool tipitipler 💕

- Almanlar her sabah 9’da çayı demlemeyi, menemeni (elbette soğansız) yapmayı ve simide gevrek demeyi, mantıyı çatalla değil de kaşıkla yemeyi öğrendiler. 

Uzuun masalar, en sevdiğim 🧿

- Bir gece Urla’da trileçe avına çıktık, bulduk ama beğenmedik, aynı yerde fıstıklı helva yedik, damak cennetine erdik.

M. ve trileçeleri

- Üç gece saat 21’de, insanlar süslü püslü oturmuş 2000’lik balığı (kazığı) yerken, 9’umuz birden denize girdik. Çocuklar böyle bir şeyi ilk defa yaptıkları için bayıldılar tabii. Hele son gece, dolunayın altında yüzdük. Muhteşemdi.



- Herkes herkesin tabağındakini sürekli merak edip bir lokma aldı, en küçüğümüz asla paylaşmayı istemediğinden bu duruma sinir oldu ve çözümü pide gelir gelmez eline alıp boydan boya yalamakta buldu :)))) Çok iğrenç ve dahiyane bir çözümdü doğrusu. İlerleyen günlerde paylaşılmak istenmeyen her yemeğe aynı uygulama yapıldı (55’lik birinin Ayvalık tostunu önüne konar konmaz hızla eline alıp her yerinden yaladığını hayal et lütfen!) 🙈

Yayılmışım kumsala

Ya da mavinin göbeğine..

- Eşimin “ergenliği”, M.’in “huysuz ihtiyar”lığı, C.’nin “tembelliği” ve benim “mükemmelliyetçiliğim” herkesçe tescillendi. 11 yaşındaki kız çocuklarının “çekilmez bir şey” oluşu genel kabul gördü (özellikle sabah uyandırma görevini resmen aramızda kibrit çöpü çekerek belirlemek gerçeği… Ohh bu sabah bana patlamadı rahatlaması!). Bayan 14 yaş ve Bay 17 yaşı ise, içime sokasım geldi, nasıl şahane çocuklar yahu, demek ki tünelin ucunda ışık var!!!! Hadi az daha gayret.. Az kaldı 😅 

Çok az kaldı.. 🙈

- Sırayla mide virüsü geçirdik, en kötü de beni vurdu. Nazar boncuğudur dedik 🤷🏻‍♀️

Kemeraltı 🧿

- Almanları yine hüzünle ve göbek bölgesinde ekstra 3’er kiloyla evlerine yolladık ama bu sefer son, sahiden, vallahi, söz, bu son! :))) 1 sene İtalya, 2 sene Türkiye’den sonra bence artık daha maceralı egzotik bir tatil beklesin bu ekibi, değil mi? ;)

Haydi gazam mübarek olsun. Bu sene de “D&S Tatili” böyle geçti ve bitti. Yeni maceralarımızı bayiinize ısrarla sorunuz :)))

12 Ağustos 2024 Pazartesi

1. Geleneksel Blogger İzmir Buluşması

1. Geleneksel lafı beni hep güldürmüştür ama bir yerde de naif, samimi, umut dolu bir girişim hissi vermiştir. Öyle bir gündü bugün; tarihe geçsin: 11 Ağustos 2024; 1. Geleneksel Blogger İzmir Buluşması :))


Dikkat bu bir özendirme yazısıdır! Acaip eğlendik (tam 7 saat oturmuşuz işletmede) ve aramızda olmayanların da dedikodusunu yaptık peşinen söyleyeyim :))

İzmir ekibinde öz-hakiki “Efe” bir adet İzmirlinin dahi olmaması, onun yerine memleketin dört bir yanından ve hatta yurtdışı temsilciliklerden gelmiş bulunmamız, bence seni de bir dahaki buluşma için şimdiden gaza getirsin! Hiiiç çekinme çünkü aramızda blogger olmayıp “eş kadrosundan” ve gelirken içten içe “benim ne işim var burada” diye düşünüp çekinmiş ama günün sonunda “fahri blogger”lığa yükselmeyi bırak, “mutfak bloğu” ve “bloggerların kirli sırlarını ifşa bloğu” açma sözü aldığımız iki de eş vardı - ki sadece birbirmizi değil, onları da çok sevdik çok!


Çok tatlı bir masaydı vallahi, herkes aynen kendini bloğunda lanse ettiği gibiydi bir kere! Samimi, gerçek, uyumlu, kibar ve neşeli.. Bloggerlar beni hiç şaşırtmıyor; bence biz sadece ortak bir hobi sahibi insanlar değil, dünyanın dört bir yanına dağılmış bir aileyiz. Bak neden öyle dedim açıklayayım:

Makbule öğretmenimizle Urla’dan benim üstün düz yolda kaybolma yeteneğim sayesinde biraz gecikmeli vardığımız mekanda çok içten karşılandık. Sanki kırk yıllık dostlar buluşmuş! İsim ve blog ismi söyleme fasılları, ha sen osuuuun aynen tahmin ettiğim gibisin’ler anında sıcacık sarılmalara dönüştü hemen.. Aa ben de okuyorumlar, ne oldu senin o mesele’ler, o yazı tam içime işledi yahu nasıl yazmış helal’ler, sanki kırk yıllık kankalar daha dün ayrılmışız yahu! Ben Momentos dışında herkesi ilk gördüm ama sanki kırk yıllık dostlar masasında gibi bir hisle ait hissettim. Bu muhteşem değil mi sence de?


Gelelim dedikodulara :))))

Momentos’un zaten bloğundan ne kadar ince zevkleri olan ve bunlara dokunup mükemmelleştiren bir kadın olduğunu biliyorsunuz; yine şahane bir mekan seçimi yapmıştı, isteyene şarap, isteyene çay, acıkana salata, makarnalar, kahve yanına kurabiyeler.. Bu güzel kadın neyi kendine proje edinse vallahi altından çok başarıyla kalkıyor yahu! Made by Momentos’sa tamam!

Kırmızı Ruh ve sevgili eşi ne ara becerdiler anlayamadık, bizi çok mahçup ederek günün sponsorluğunu üstlendiler. Kırmızı Ruh’un edebiyat alıntılarının hayranı olsam da, hiç bilmediğim nice özelliğini öğrenmek, hakikaten dobralığına ve açıklığına saygı duymak ve beni değer bulup açtığı bir konuda onunla birlikte heyacanlanmak günün sürprizlerinden biri oldu benim için. Ayrıca eşinin durup “yaw bu nasıl bir ortam, ne acaip tipler, dizi gibi entrikalar, şaşırtmalı sonlar, error verdim ben ya” demesine çok güldüm. 

Makbule öğretmenimin ince ruhu, kibarlığı, hele o elyazısıyla herbirimize özel imzalayarak armağan ettiği kitabı hepimizi çok duygulandırdı. Çıkışta hiç inanmadığım “geçmiş hayatımızda..” konularında kendimi aşıp “vallahi biz sizle kesin önceki hayatımızda da yakınmışız!” deyişim beni bile şaşırttı ama vallahi öyşe bir ruh etkileşimimiz var kendisiyle! Bu konuyu araştıracağım.. 

Bir Garip Şeyma’nın mesleği - daha doğrusu ünvanı - hepimizi çok şaşırttı, hatta bir titreyip kendimize gelelim karşımızda bir ünvan duruyor yahu dedik ama başaramadık :)) Şeyma’nın ayrıca gözlerinin içinin gülüşü ve sık rastlanmayan ama çok değerli bir vasıf olduğuna inandığım sakin neşesi ve aramızda olmayanların gıybetini yaparkenki (ama valla iyi şeyler söyledik hep) yerinde saptamaları çok hoşuma gitti. 

Kaplan Diary ve zarif eşinin “Dede hikayeleri” aşırı güldürdü, girişimcilik öyküleri bazı konularda hepimize motivasyon oldu, inşallah bizim de torun sahibi olacağımız yıllara dair içimizde şimdiden özlem yarattı (“biz kalkalım artık, torunumuzu özledik” şimdiye dek duyduğum en güzel kalkış cümlesiydi vallahi) ve Kaplan Diary’ in bloğuna geri döneceğine dair ve iki ayrı kitabı yayına hazırlayacağına dair sözünü de aldık!

Çok sevgili Balthus’u yani Kafka’ya Mektuplar’ı sona bıraktım çünkü en erken o kalktı aramızdan, hevesimizi kursağımızda bıraktı! Kendisine çeşitli konularda maşallah diyorum, şu “aşırı güldüren ölü” hikayesini de aşırı merak ediyorum! Ayran içip bloğundan uzak düşmüş bloggerımızı bir an önce mevkiine geri bekliyorum!

Ben.. Valla ben bildiğin gibiyim :)) Çok eğlendim. Çok konuştum. Çok heyecanlandım baĞzı gizli projelere :)) Neymiş neymiş? Pışııık söylemeeem, bir dahakine paşa paşa gelirsin kendin öğrenirsin valla!


Diyorum ki Eylül başında bir de İstanbul ve yakın çevresi buluşması çaksak mı??? Bu işler çok keyifliymiş vallahi.. Tazeyken bu gazla bence başarırız sevgili İstanbul ve çevresililer, ne dersiniz?

Şimdi gecenin 12’si İzmir’den dönüş yolunda itfaiyeler ambulanslar, güzelim Boyabağ alevler içinde.. Ah öyle üzüldüm ki; Boyabağ artık sayıları gittikçe azalan yapılaşma izni verilmeyen, cennet gibi bir koyumuzdu, Aklıma türlü komplo teorisi geliyor sinirlerim bozuluyor. Onları düşünmemek için, sıcağı sıcağına heyecanım dinmemişken bu güzel günü bir yazayım dedim. Yarın birkaç da foto ekleyeceğim yazıya söz. 

Ekleme: Fotolar anonim bloggerlara saygıyla unsplash.com’dan ;)

8 Ağustos 2024 Perşembe

Ağustos 1-8: Ekransız yaz tatili denemesi

Bir önceki yazıma sevgili H. şu yorumu bırakmış: “Sen kendinin çocuğu olmak ister miydin?” Ne kadar güzel bir soru! Ve ne kadar kolay bir cevap; kendiyle barışık, kendini yetkin ve yeterli görebilen anneler için..

Ben ikisi de olmadığım için, soruya ilk tepkim hayır oldu, sonra yumuşadım, evet aslında isterdim belki dedim ama sonra uzun uzun düşününce yine hayır ağır bastı. Nedeni şu:

Dünyanın geleceğine yönelik bazı korkularım var. Ve çocuklarım bundan ve dolayısıyla benden hiç memnun değiller.. Şöyle açayım: telefon / tablet / sanal gerçeklik / sosyal medya ortamlarında büyüyen neslin neden olacağı distopik gelecekten çok korkuyorum, bak geçen gün burada biraz da tiye alarak yazmıştım


adet ekransız = mutsuz çocuk :))

İnsanları izlemeyi sevdiğim için, minicik çocukların daha mama sandalyesinde önlerine konan tabletlere bön bön bakarak büyüyüşlerini, 10 yaşında eline telefon verilen neslin anında sosyal medya bağımlısı oluşlarını ve bu ortamları sınırsız kontrolsüz kullanmalarını, birlikte bir cafeye gidip birbirleriyle hiç konuşmadan ellerindeki telefonu kurcalayan gençleri, işten gelip koltuğa gömülüp saatlerce instagram kaydıran yetişkinleri ve yalnızlıktan sosyal medya ve x’in müdavimi olan yaşlıları dehşetle izliyorum.. 

İzliyorum ve üzülüyorum. İzliyorum ve adım adım robotlaşmamızı, vasıfsızlaşmamızı, inançsızlaşmamızı, agresifleşmemizi, tahammülsüzleşmemizi ve herkesin görüntüde ve ilgilerde gittikçe birbirinin aynısı oluşunu ve en kötüsü de sosyal medyada kalabalıklaştıkça gerçek hayatta yalnızlaşmamızı, aidiyetsizleşmemizi ve içimize doğru adım adım kayboluşumuzu görüyor, üzülüyor ve korkuyorum.. 

Oysa, doğanın kalbinde roman okumak gibisi var mı?

Ya da gün boyu bahçede oynamak, 
elmaların büyümesini izlemek, böğürtlenleri dalından toplamak..


kahvaltılık yumurtaları sırf gülsünler diye boyamak..

Bu korku elbet bana özel değil; yıllar önce daha bilgisayarların, telefonların esamesi okunmazken, Gülten Akın ne güzel yazmıştı: ah kimselerin vakti yok durup da ince şeyleri anlamaya.. İşte tam bu nedenle, doğaya, birbirimize, iletişime gittikçe yabancılaşıyoruz.... Vaktimiz yok artık.. Yaşamak yerine yaşadığımızı göstermek'le meşgulüz.....

Bu nedenle; bizim evde ekranlı tüm aletler yok denecek derecede kısıtlı. Ve çocuklarım da benden bu nedenle nefret ediyor :))) “Ama arkadaşım X Roblox oynayabiliyoooo, ben neden..” , “Ama arkadaşım Y snapchatte, ben niyeee” , “ama tatildeyiz..” , “çok kötüsüüüün, hiç bi'şeye izin vermiyosuuun” , “senden nefret ediyoruuuum!”..

sıkılan çocuk, yaratıcı olur :)))

günübirlik aktiviteler de can kurtarır..

Zor be arkadaşlar… Bu çağda 1990’larda kalmış bir kafayla ve 2000'lerin bi' çarparım ağzına'sızlığıyla :)) çocuk yetiştirmek çok zor.  

Kimseyi yargıladığım düşünülmesin (belki biraz bebeğine tablet vereni yargılıyorum evet yazık ama ya; ufacık bebekle bile ilgilenmeyeceksen niye yaptın yani? Baksaydın çocuksuz hayatın keyfine, herkes zorunda mı çocuk sahibi olmak?! Hele ki onca isteyip olamayan varken..) ama evet diğerlerini yargılamıyorum inan; diyorum ki “onlar başka aile, biz başkayız, herkesin kuralı başka..” Eminim ekranı açınca anca iki nefes alabilen yorgun anneler var, nasıl yargılayabilirsin, insanız…..

Ama evet, benimkiler benden nefret ediyor telefon vermediğim, tablet vermediğim, ekranı sınırladığım, sosyal medya ve video oyunlarını kullandırtmadığım için… Benden nefret ediyor ve ölesiye de sıkılıyorlar :))) Ve ben onları “eyleyeceğim” diye kırk dereden su getirirken yorgunluktan tükeniyorum. Tamamen çocuk odaklı yaşadığım için de kendimden nefret ediyorum, hayatımı boşa geçiriyormuşum, kendime ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum..

 
Şu halime baallahaşkına, 45 yaşında kadınım ya yazık bana..

Dolayısıyla evet, elimden geleni yapıyorum ama geridönüş asla sağol annecim, bize 1990’lardaki çocukluğu yaşatıyorsun olmuyor tabii ki de :))) Haklılar çünkü sene 2024, çağ tiktok çağı ve ben hiçbirini kullanmadığım için çağın çok gerisinde bir anneyim ve bu çocuklar için iyi mi kötü mü inan bilmiyorum. İlk bakışta şahane ama düşününce belki de kötülük, birnevi çağdışılık, belki bir tür korku / kaçınma davranışı..

kelebeklere de her gün gidip bakılmıyor ki yarabbim... 

Yani sevgili blogcuğum görüyorsun benim de aklım karışık. Çocuklarımı koruyorum dolayısıyla dünyanın geleceğini korumak adına elimden geleni yapıyorum sanarken, belki de sadece gerçeklerden kaçıyorum. Terapistim haklıysa ve eninde sonunda her çocuk ailesini bir neden bulup suçlayacaksa; benimki de bu olacak: Annem bizi manuel büyütmekte ısrar ettiği için 15 yaşımıza dek sosyal medya kullanamadık, dijital gelişimden geri kaldık, annem bizi kendi korkuları nedeniyle ketledi.. Potansiyelimize ulaşamadık.. 

Velhasılı kelam; bu iş zor Yonca..

Son olarak; bir adet yorgun, kimseye yaranamayan ve kafası karışık anne fotosuyla bitireyim.. :)) 

Dünyayı sen mi kurtaracaksın cümlesini çok duyuyorum hayatımda, evet, ben sen tek tek uğraşarak kurtaracağız diye cevap veriyorum ama belki de dünya artık kurtarılabilirlikten çok uzak bir noktada. Belki de evrimin bir sonraki çağı zaten idealizm ve gerçek bilgi, felsefe ya da etik değil; tiktokta kafa boşaltmak, kendimizi Yapay Zekanın kollarına yavaş yavaş teslim etmek, anlık hazlar ve acıdan kaçış bazındaki primitif güdülerimize geri dönmek.. Olabilir….. Neden olmasın..

Çok da fifi yani, o zaman dans ;) 

Fotolar: Ekransız ilk tatil haftasından... Daha da önümde 5 hafta var, oy oy :P