8 Kasım 2021 Pazartesi

Hayaletli köyün yolları

Üç gün ve 75km boyunca güneşli ılık havada yürüdükten sonra, dördüncü gün sisli, puslu bir havaya uyandım. Baktım dışarıda yağmur serpiştiriyor, keçi yolları kaygan ve tehlikeli olacak. Bir de vücudumun sınırlarını zorladığımı, taş gibi sertleşmiş kaslarıma giren kramplardan, su toplayan ayaklarımdan, sabahları kalkınca yaşadığım hafif baş dönmesinden seziyordum. İçimden uzun yol gelmedi.. 

Fakat bir Ege kasabasında tek başıma oturup mandalina yiyerek yağmurun geçmesini beklemek de gelmedi. Ben de kalktım 74 yaşındaki, iletişim profu olan teyzemi ziyarete gittim. Onunla sohbetlerimiz her zaman keyiflidir ama bu sefer, sanırım girmediğimiz konu kalmadı. Aşktan, hayattan, hedef ve hayallerden, evlilikten (teyzem 55 senelik eşini geçen Mart ayında kaybetti), kadın olmaktan, insan olmaktan.. Hatta teyzem yaş haddinden Şubat'ta emekli olunca, birlikte, en baştan açıköğretimde felsefe okumaya karar verdik! Çok keyifli ama aynı zamanda tüm beyin hücrelerimi çalıştıran bir gün ve geceydi. Ertesi gün erken kalkıp, yürüyüş yolumda kaldığım yere geri döndüm.

Fakat bir gece boyunca edilen sohbet bile insanı değiştirebiliyor. Ben de kaldığım yerde bıraktığım insan değildim. Balıklıova'dan, planladığım gibi ne geri Sarpıncık Deniz Feneri'ne, ne de Urla'ya gitmek istemediğimi fark ettim. Çünkü "sonuç değil süreç" lakırdısının asıl anlamını bir defa anlayınca, insan herşeyi bambaşka bir gözle görüyor. Benim aklımda aslında ilk gün gözümün yemediği Sazak Rum Köyü'nün kalıntıları vardı. Çok sapa olduğu için gözüm yememişti ama gitmezsem de eksik kalacağını, içimde kalacağını hissediyordum. Oraya gitmişken üst köyleri de yürümek, rüzgarın farklı estiği, iklimin daha sert olduğu, insansız o yıkıntılar arasında biraz oturmak, düşünmek ve yazmak istiyordum.. Peki beni tutan neydi?

Karaburun'dan batıya, Yeniliman'a geri döndüm, oradan Hasseki'ye, Sarpıncık'a geçtim. Yolda karşılaştığım bir keçi sürüsünü uzun uzun izledim. Yine çobansız, köpeklerin güttüğü bir sürüydü bu. Köpekler de beni umursamadı, havlamadılar bile. Sanki doğaya karışmış, bütünün ayırd edilmesi zor bir parçası olmuştum. Nereye gideceğimi sezgilerimle biliyor, ne zaman dönmem gerektiğini artık yol-iz aramadan bulabiliyordum. 

Üstelik daha dün kramplardan açamadığım bacaklarım, otomatik, güçlü bir devinimle, adeta koşarcasına, büyük bir doğallıkla ve tam istediğim mükemmellikte çalışıyordu. Yürümek, bir yere varmaksızın, amacım ve mutluluğum olmuştu. Açıkcası içimden eski hayatıma, evime hiç dönmemek, sürekli yürüyerek, doğanın içinde bir yaşam kurmak geçiyordu ve bu düşünceler beni korkutmuyor, vicdan azabına sürüklemiyor, aksine "demek ki ne kadar yorgunmuşum, kendime geliyorum çok şükür" dedirtiyordu.

Sazak Rum Köyü'nü hiç bir ize gerek olmadan, elimle koymuş gibi buldum. Evlerin ortasında saatler geçirdim, orada yıllar önce yaşamış insanları düşündüm, onların hayatlarını, umutlarını, hayâllerini, düşüncelerini. Onlar ölünce ne olmuştu bu düşüncelere, nereye uçup gitmişlerdi? Hiç gerçekleşmemiş planları, umutları daha varolmadan yokolmuş bu insanları düşünmeye çalıştım. Rüzgar saçlarımı okşadı, sessizliğin müziği kulaklarımı doldurdu. Tüm evrende sadece ben varmışım gibi geldi ve bu beni korkutmadı..

O anda işte, üçüncü şeytanımı da yendiğimi fark ettim. Kendimi biricik, farklı bir şey sanıyorum ya bazen. Hiç değilim halbuki! Onun tek sevgilisi olduğumu, gözünün benden başkasını görmediğini. Tek annesiyim ya, yerim doldurulamaz sanıyorum. 30 senelik arkadaşıyım, ne yapsam kabul eder sever beni diyorum. Ya da nazım geçer şuna, bu her dediğimi yapar çünkü beni pek sever.. Ne kadar boş şeyler bunlar yahu. Evrende ufacık bir toz kadar bile kalıcı değiliz ki.. Önemsiz değiliz ama bir tozdan daha önemli de değiliz. Bu ne büyüklenme. Bu ne güven? Oysa şu köye bak... Hiç bir şey kalmamış geriye şu taşlardan başka.

Ölüp gideceğiz sevgili blogcuğum ve bizi gören bilen insanlar da ölüp gidince, hiç varolmamış gibi olacağız. Fikirlerimiz, aşklarımız, korkularımız ve inanır mısın öfkelerimiz, kavgalarımız bile yokolacak. O zaman işte, hayatın anlamı sadece kendimize yaşattığımız hayatta ne gördüysek, ne hissettiysek, ne deneyimleyebildiysek o kadar.. Gerisi yok.

Ay bi ferahladım. Bu nihilizm değil, aksine, dünyayla bütünleşmek, kendini başkaları kadar önemli ve yine onlar kadar önemsiz görebilmek. İşte o zaman dünyayı kendi içine sığdırabiliyorsun. O zaman "yeterli" bulabiliyorsun, o zaman "ne gelirse kabulüm" diyebiliyorsun, o zaman o adamın biricik sevgilisi ötekinin annesi, berikinin candostu olmadan da yaşayabileceğini, çünkü asıl önemli olanın senin onlara karşı hissettiklerin olduğunu biliyorsun. Öyle böyle, kendini seviyorsun be blogcuğum... Kendini sevebilmek için bunca yolu yürüyüp bu ıssız, insansız ve yıkık köyü bulman gerekiyormuş demek ki. Vay be....

Yarın son günüm. Yaptığım ufak töreni, yendiğim şeytanları sembolik olarak denize döküşümü ve eve dönmeden tanıdığım o güzel kadını da anlatarak bu seriyi bitireceğim. Benimle yürümeye devam sevgili blogcuğum :)

27 yorum:

  1. Ne güzel anlattın <3 Ölüp gideceğiz eninde sonunda ve bizi hatırlayan son kişi de öldüğünde tamamen geçip gitmiş olacağız bu dünyadan. En azından şu anki mevcut halimiz için böyle :)

    Ne yaşıyorsak tadını çıkarmalıyız. Geçen gün dedin ya "Hayat, deneyimler bence." diye gerçekten de öyle. İyi-kötü ne kadar çok şey deneyimlersek o kadar çok yaşamış oluyoruz, hayatımız o kadar zenginleşmiş oluyor. Bu Mimas deneyimini bizimle paylaşarak bizim hayatımızı da zenginleştirdin <3 Maceranın son bölümünü ve sıradaki yeni deneyimleri dört gözle bekliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazan Adam ölürken ona sıkı sıkı sarılmıştım, duydu mu duymadı mı bilmiyorum ama ona dedim ki "seni yeniden gördüğümde sana anlatacağım çok şey olsun diye yaşayacağım."
      O öldükten sonra ben İstanbul'daki hayatımı, arkadaşlarımı bıraktım F. ile Avustralya'ya taşındım. Evlendik. Afrika'ya sırt çantalarımızla gittik. Münih'e yerleştik. Çocuklarımız oldu. Çok mutlu olduğum, çok üzüldüğüm, çok sinirlendiğim, şükran duyduğum, utandığım ya da sevindiğim bir çok anı biriktirdim.
      Bundan 3 sene önce bir bisiklet kazası geçirdim ve 3 kaburgam kırıldı, dalağımda kanama olduğu şüphesiyle yerde yatarak ambulans beklerken tam üstümdeki ağacın yapraklarına baktım uzun uzun ve "lütfen" dedim "lütfen şimdi değil daha yaşamak istiyorum, yapacağım şeyler var, çocuklarım çok küçük, şimdi değil."
      Orada ben aslında O.'a yıllar önce verdiğim sözü yeniledim sanki ama bu sefer kendime karşı. Yaşamak ama yaşamdaki bir çok deneyimi yaşamak istiyorum ben.. Seveyim, heyecanlanayım, bazen üzüleyim, korkayım.. Ben gidince, ardımdan birkaç kelam laf edecek ve çeşitli anılarıma gülecek, hüzünlenecek insanlar olsun..
      Bazen umutsuzluğa kapılıyorum.
      "Şu son 8-10 senedir gerçekten yaşadığımdan bile emin değilim. Sanki o kazada ben de öldüm. Sıradan rutin bir hayatı, içine girmeden yaşıyorum nicedir." diyorum. Ama öyle değil aslında. Günlük hayatın tam hissedemediğimiz bir büyüsü var.. Olan biten çok şey var aslında ama biz önemsiz sanıyoruz. İşte bu yürüyüş bana bunu gösterdi sanırım. Adım bir adım daha sonra bir adım daha, bazen asfaltta yürürsün, bazen toprakta, bazen köpek çıkar kaybolursun, bazen birilerine yol sorarsın, yolda gördüğün çiçekler, bulutlar, hepsi önemli aslında. Dümdüz yürüyüp gitmemek lazım bu hayatı...

      Sil
  2. bu milas yürüyüşü sana iyi geldi evet ama bana bile uzaktan iyi geldi sevgili C.! ne iyi ettin de gittin, yürüdün, şeytanları denize döktün :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle çok iyi ettim..
      Dün gece eşim bana baktııı baktıı baktıı dedi ki "bu şimdi senin olup olabileceğin en dengeli halin değil mi?" :)))))
      Ay umarım bu "halim" uzunca bir süre devam eder.

      Sil
    2. bu "halin" biteyazarken sen bir de "milas"a git ama, beni mi kıracaksın :) güldüm kendime, milas ne ayol, mimas tabii ki o :)

      Sil
    3. Ben anladım imlâ hatası olduğunu kiiii :)

      Sil
  3. Senin bu kendini yeniden keşfetmeni izlemek, deneyimlemek o kadar keyifli ki... İster istemez düşünmeye teşvik ediyorsun ♥

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sevindim keyifli bulmana :) ben de çok keyif aldım gerçekten! <3

      Sil
  4. Selam ben seni Akdeniz'de sanıyordum. Ege'de çıktın. Bu yanılgı niye kendimi sorguladım. Sevme ve sevilme üzerine varoluşsal soruna bakış açın insanı sorgulatıyor. Yaş ilerledik ve deneyim sahibi olduğunda senin yani insanın kendisi diğer insanlarla kurduğun iletişim kadar varsın. Hani bir söz vardır. Seni anlayabildiği insanın bir başkasına Ke dini anlatıp onun ne kadar seni anlayabiliyorsa varsın. Tam hatırlayamadım ama sözü. Çok tatlı teyzen anlattığın satırlarda anlayabildiği kadar. Kendine yolculuk devam sevgiler Ceren.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çünkü baştan Likya’yı yürüyeceğim diye düşünmüş ve yazmıştım, oraya gitmiştir aklın.
      Sevme ve sevilme (ve tabii asıl sevilmeme) üzerine çooook düşünüyorum çünkü benim için hayatın temel fil ayaklarından biri. Ama çözemiyorum bu sevgi kavramını, metakavram olduğu için..
      Teyzelerimin ikisi de mükemmel insanlar, bu büyük teyzeme düşünce sistemi açısından çok saygım var çok farklı bakar dünyaya. Yine çok renkli geçti onunla zaman :)

      Sil
  5. Sazak köyü yolunda yürüdüğün videodaki artık sararmış bitkilere takıldı gözüm. Onlar oldukça dikenlidir, umarım batmadı. Adını bilir misin? Çoban yastığı derlermiş. :)
    Neden? Çünkü, çobanlar kepeneklerini onların üstüne atar, başlarını kepeneğe dayar öyle uyurlarmış. Taşa yatmaktan iyidir. :))
    Bir de baharda yemyeşil olur onlar, kadife gibi durur, okşamak istersin. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizim oranın doğal örtüsü. Battı tabii ama pantolonum kalın olsa da nokta nokta nasıl kaşındım anlatamam. Elim kolum da çizik içinde kaldı ama ben de çok severim onları. Baharda hakikaten muhteşem oluyor bölge, katırtırnaklarını bilirain mutlaka nasıl güzel açar ve kokar.. Papatyalar insanın boyunu geçer.. Gelincikler.. Ayyyy bir de baharda mı gelsem?!

      Sil
    2. Çoban yastığını duymamıştım ama çok tatlıymış bu isim.

      Sil
    3. Sohbetinize misafir oldum. Bizde coban yastigi sizin papatyaya derler.belki bizim cobanlarda onu yastik yapmistir)

      Sil
    4. Büyük papatya öbeğine değil mi, ben de öyle biliyordum..
      Bu arada isimsiz değil de bir rumuz olsun ekleyebilirseniz birdahaki yorumunuza sevinirim, böylece ben de kişiselleştirebiliyorum cevaplarımı :)

      Sil
  6. Gerisi yok gerçekten de Ceren, sadece yaşadığımız anın hakkını vermek gerek.

    Şu yürüyüş öyle güzel ki, iyi ki vazgeçmedin.

    YanıtlaSil
  7. hayat işte, hem gizemli hem basit de mi, hep böyle yolculuklar yapasın :)

    YanıtlaSil
  8. İnsan yürüdükçe aslında kendisiyle ilgili de neleri fark ediyor değil mi? Bana da yürümek o kadar iyi gelir ki.Beni yormaz birde hiç. Bende koşu bandında kulaklığı takıp yürüyorum. Ama yasadığım yer müsait olsa, dışarıda yürümek isterim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında yaşadığınız yer nere bilmiyorum ama İstanbul bile yürüyüşe çok müsait, tek sorun yürüyüş yapabileceğiniz yere yürümek :))

      Sil
  9. Son zamanlarda baştan sona keyifle olduğum nadir yazılardandı. Bir öykü okuyor gibiydim. Maceraların, yürüyüşlerin, keşfin bol olsun :)

    YanıtlaSil
  10. Ne iyi geliyor yazdıklarınız,hele şu,kendimi biricik...,resmen uzaktan terapi gibi geldiniz.

    YanıtlaSil
  11. Bu yürüyüş, seyahat size manen bayağı bir iyi geldi:) Olayın özünde acaba kendinle, başka hiç birşey düşünme fırsatı olmadan yalnız kalabilmek mi? Bende mesela şehir gezileri değil ama doğa yürüyüşlerinde kafamda deli sorularla boğuşmak zorunda kalıyorum:) Birde gitmemek için direndiğimiz ama gitmediğimiz için de içimize dert olan yerler yok mu....:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle. 8 senedir böyle bir şansım olmamıştı. Siz de babasınız ne demek istediğimi anlarsınız, sürekli bir devinim, sorumluluklar.. Böyle sessiz sakin kalmaya çok ihtiyacım varmış..
      Henüz gitmediğimiz diyelim :)

      Sil