30 Kasım 2025 Pazar

Kasım Raporu

Kasım son derece durağan ve iz bırakmadan geçti çünkü sürekli "bekledim". Beklediğim şey de sürekli ertelendi durdu. Benim dışımda olan nedenlerle ertelendiği için de, ne hissedeceğimi bilemedim. Öyle bekledim durdum, ne beklediğimi kendim de bilemeden...

Bekleme süreci, belirsizlik, önümü görememek, sürekli bir sis içinde nereye yürüdüğümü bilememek ve durmak. Tamamen durmak, doğru tanım bu. Sisin kalkması için beklemek.. Bu kavramlar beni hayat boyu zorladı, şimdi yine zorluyor. 

Hayatta bazı anlar vardır; insan durup, bulunduğu noktayı gözden geçirmeye ihtiyaç duyar. Hani navigasyon sistemleri, programda henüz olmayan yeni bir yolla karşılaşınca "rota yeniden oluşturuluyor" derler ya... Sana upuzun gelen birkaç saniye, hayat durur ve sonra "hah dur, anladım şimdi, şurdan ilk sağa dön.." der devam ederler... O birkaç saniye içindeyim şu an, ama son birkaç aydır sürüyor o birkaç saniye... Bir durma anı, hayatta. Ama direksiyondasın ve trafiktesin ve akıyor her şey ve durup da navigasyonu bekleme lüksün de yok, paniklersin ya hani, doğru mu gidiyorum, ya şu geçen sağdan dönmem gerekiyorduysa da kaçırdıysam falan..... Hah evet tam olarak o andayım. Elbet biliyorum, o sağ geçtiyse, başka bir sol var ileride... Ama bazen sırf o sağ geçtiği için, yarım saat geç kalma riskin de var. Ve keyif değil görevse o yolun amacı, işte o noktada, ne bileyim, o gecikme çok şeye malolabilir hayatta diye düşünüyorum.... 

Neyse... Önümüzdeki ay içinde sanırım rota yeniden oluşturulacak, sonra yavaş yavaş o rotaya yöneleceğim ve belli mi olur, bazen - nadiren de olsa - o yeni rota, eski rotadan daha bile hızlı ulaştırabilir insanı varmayı umduğu noktaya... Kalbim temiz, elimden geleni yapıyor ve genel anlamda iyilik için uğraşıyorum; o halde inşallah varabilirim umduğum noktaya.....

İnşallah hayırlısı neyse, olur..

Kasım hakkında ne yazabilirim diye düşündüm ve nette ve brütte hiçbir şey bulamadım, 1 tane bile fotoğraf çekmemişim, onun için fotoğraf da ekleyemedim. Bir şekilde geçmiş işte ömrümüz.... 

Ari Borakan'ın bu sıra sürekli aklımda dolaşan tınılarıyla bırakayım seni... İyi bak kendine, ışıklarla, ışıl ışıl, temiz, huzurlu ve sakin geçsin Aralık. Ay sonunda görüşmek üzere!

26 Kasım 2025 Çarşamba

Bulgaristan Bansko Kayak Tatili

Şu an lapa lapa kar yağıyor :) Dolayısıyla, kayak sezonu da yavaş yavaş başlıyor. Bu seyahati Mart 25’te yaptık, fakat sezon bitimine denk geldiği için, kayakseverlere daha faydalı olur diye bu kış başında yayınlıyorum ;) Kış sporları meraklılarına iyi okumalar!

Bansko, Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya sadece 1,5 saat uzaklıkta ve Türkiye’den gerek turlarla, gerek kendiniz, tren (8 saat civarı sürüyor) ya da otomobilinizle gelebileceğiniz, her seviyede kayak ve snowboard sevdalısını mutlu edecek, 1200 ila 2700 metre yükseklikte, yani kayak sezonunun en az Aralık’tan Mart ortasına dek sürdüğü, oldukça güzel bir kayak kenti. 

Olumlu noktaları: 1). kar kalitesi sezon başı ve sonunda dahi çok iyi, sürekli kar makineleri çalışıyor, 2). yeni başlayanlardan uzman kayakçılara dek tüm seviyelere hitap eden pistler mevcut, 3). bölgede herkes gayet iyi İngilizce konuşuyor, 4). kayağa ara verdiğinizde termal havuzları ya da bölgedeki turistik noktaları ziyaret etme imkanınız var. 

Olumsuz noktaları: 1). Avusturya ya da Kuzey İtalya’dan hiç de daha ucuz değil, 2). kolay seviye pistler çok kalabalık, 3). arabanız yoksa kent merkezinden kayak bölgesine ulaşım sıkıntılı (açacağım).


Orta düzey kayan 8-11 yaşında iki çocuk ve ileri düzey kayan biz ebeveynleri için, önce mavi pistlerden başlamak (Kolarski lift) sonra yavaş yavaş Shiligarnik ve Todorka liftlerini kullanarak tırmanmak ve artık 3. günden itibaren de Banderitza 1 ve 2’yi kullanarak 2600mt zirveden kayar duruma gelmek, şahaneydi çünkü zirve olmasına rağmen, çok az kısmı kırmızı, gerisi mavi pist ile, hiç durmadan tam 11km kayak yapabiliyorsunuz!  

Tüm liftlerin önünde “apreski” alanları var ve fiyatlar tabii biraz yüklü ve gıda kalitesi düşük olmasına rağmen, birşeyler içip soluklanabiliyorsunuz. Ya da bizim yaptığımız gibi, evden kumanyaları alıp, doğanın tam içinde bir “kar pikniği” yapabilirsiniz.

Öğle yemeği için otele dönmek maalesef mümkün değil. Şöyle ki, otel bölgesinden kayak alanına gitmek için iki yol var: ilki teleferik ve sabah erkenden (8 gibi!) sıraya girseniz bile, sıranın size gelmesi en az 45 dakika sürüyor, ki yine belirteyim, tatil dönemi değildi, sezonun en sakin günleriydi! İkinci ve bizim yöntemimiz ise, kiraladığınız arabanızla ya da otel bölgesinden dolmuşla (yaklaşık 7-10 euro) kayak bölgesine gitmek.Yol 20dk sürüyor. Sabah erken saatte (9.30 civarı) gayet boştu park yeri ve park ücreti günlük 12 euroydu. İnsanlar neden teleferikle gidiyor derseniz, teleferik günlük kayak bileti içinde yani bedava olduğu için.

Teleferik sırası 😨

Konaklama önerim, bizim de tercihimiz: Saint George Evleri. İki oda, bir salon, mutfak ve banyosu olan bir dairenin günlük ücreti 120 euro ve gayet makul. Fakat yine belirteyim, arabalı olmalısınız çünkü otel şehrin dağa yakın, daha sakin ve şahane manzaralı bir bölgesinde. Şehir merkezindeki oteller maalesef gece geç saatlere kadar cıstık cıstık müzik içinde. Bu otelin yüzme havuzu ve uygun fiyatlı bir restoranı, biraz kazıkça bir kayak kiralama merkezi ve teleferiğe bedava shuttle’ı da mevcut. Çocuklarla çok rahat, temiz ve mutfağını kullanırsanız çok da ekonomik bir seçenek.

Biz kahvaltıları otelde kendimiz pişirdik, merkezde kafeler var ve sabah çıtır börekleri gayet güzel. Öğle yemeklerimizi ben hep sandviç, meyve ve kuruyemiş olarak kumanya şeklinde hazırladım. Akşam yemeklerini ise yarı yarıya otelde kendimiz pişirdik veya dışarda yedik. Dışarıda yendiğinde Shopska salatası, fasülye yemeği (onlar çorba diyor) ve yiyorsanız etleri bol, lezzetli ve oldukça ucuz. 

Shopska salatası

Dört kişi şaraplı, etli, bol bol doyduğunuz bir yemeğe 60 euro civarı ödüyorsunuz. Bansko’da musluk suyu temiz ve lezzetli, içilebiliyor. Genel olarak Bulgar şarapları da biraz meyvemsi olmasına rağmen fena değil.. Dondurma yerine üzeri balbademli ya da çilek marmelatlı, toprak kasede servis edilen şahane bir donmuş yoğurtları var ki, mutlaka öneririm!

Saç Tava

Genel olarak, Türkiye’deki pistlerden daha iyi pistlere sahip ve Türkiye’dekine yakın fiyatlar sunan Bansko, bence Türkiye'ye güzel bir alternatif olabilir. Fakat açık söyleyeyim, Avusturya, Feansa ya da İtalya Alpleri ile yarışamaz.. Bir de tabii Balkan kafası ile Avrupa kafası farkı var :))) Hizmet alanında evet daha güleryüzlü ve neşeliler ama aynı zamanda kalite daha düşük, alavere dalavereye daha açık (malzeme kiralayacaksanız lütfen en az üç farklı yerden fiyat alın) ve özellikle turla gidecekseniz “ek hizmetler” yani mesela ulaşım ve öğle yemekleri çok pahalıya malolabilir, gitmeden önce ücretin içinde ne olduğunu mutlaka sorun, öğrenin. Yoksa tura verdiğiniz ücretin iki katını da kayak için verdiğiniz gibi, bazı ulaşım vs gibi hizmetler pakette yoksa, çok zorlanabilir ve “paranızla rezil olup” geri dönebilirsiniz.

Özetle, Bansko oldukça eğlenceli ve her zaman gidilen rutinin dışında iyi bir alternatif olabilecek, kar ve pist kalitesi gayet yüksek, her seviye için uygun bir kayak merkezi ama ucuz ya da “pratik” pek değil, sakin ve tenha ise hiç hiç hiç değil.. :)) 

Partilemeyi seven dinamik gençler için 10/10, daha sakin gençler ve çocuksuz her yaştaki çiftler için 8/10, çocuklu aileler için 7/10 diyebilirim. İyi seyahatler!

2 Kasım 2025 Pazar

Parti üstüne Parti, üstüne Parti

Okulların 1 haftalık sonbahar tatili bir başladı pir başladı. Sözüm ona bu tatili M. ile İngilizce çalışmaya, L. ile de çarpım tablosu ve Almanca çalışmaya adayacaktım.. Daha ilk geceden durum bu:

Handancığım dışında söylüyorum, ona çok yakışıyor, ama 40'ından sonra Halloween kutlamak bana ters(ti) - çünkü dünyanın hali bence korku filmi gibi..... Fakat Rus komşular 20 senedir yaptıkları Halloween partileriyle ünlülermiş ve son 3 senedir bizi de çağırıyorlar. Ayrı 5 Rus aile (çocuklarla 20 kişi) ve biz üçümüz (M. katılmıyor çünkü bambaşka partilerde partilemekte kendisi..), üç senedir, Halloween gecesi birlikte yiyip içip, suya sabuna dünya politikasına fazla dokunmadan küçük sohbetler edip, gece de yarı-korkutucu bir fener alayı olarak sokaklarda dolaşıp, diğer komşuları şeker için tacizleyip, dağılıyoruz. Bu insanları normal bir günde sokakta görsem asla tanıyamam çünkü hepimiz kostümlü ve makyajlıyız..

poz vermeyi biliyor zilliler, bana bak Allahaşkına 
sanki kızının ortaokul mezuniyet partisine gizlice sızmış geçkin anne gibi kaldım aralarında :)))

Açıkcası Rus komşularımız ve biz o kadar farklı tipleriz ki, bizi sırf oğullarımız kanka ve sürekli bir aradalar diye, bizi partilerine "ayıp olmasın" diye mi çağırıyorlar, emin değilim ve sanırım biz de aynı nedenlerle, yani biraz "ayıp olmasın" diye gidiyoruz.. Bu sene dedim bari biraz ekstra özen göstereyim, "ayıp olmasın"... 

bunu (sosisler)

ve bunu (aslında bildiğin mozaik pasta içine iskelet) yaptım götürdüm.

Fakat bu sene, diğer senelerden farklı olarak aşırı derecede eğlendik çünkü Ruslar olaya "vodka boyutu"nu kattılar. Daha doğrusu, boyutu ben kendim kattım... 

Elimizde Alman biraları ve Fransız şaraplarıyla nezih nezih oturmuş AB-onaylı masum masum sohbetler ediyorduk ve ben nedense birden "ay sizde vodka yok mu yahu?" dedim. Neden dedim inan hiç bilmiyorum çünkü 1). Rus diye Vodka sevmek zorunda mı? Benim evimde de Rakı yok misal.. 2). Ben aslen fazla alkol tüketen biri de değilim yani nerden çıktı bu soru şimdi...? 

Fakat bir Rusa "vodka yok mu yahu?" demek sanırım bir tür hakaret oluyor. Birden bir sessizlik yaşandı. Herkes birbirine baktı. Sonra da dolap tepelerinden kristalli mristalli bir şişe çıktı, küçük kristal kadehler, ve sonrası biraz karışık.. 

3. vodka shot'tan sonra, deli dürtmüş gibi birden kalkıp "aman saati geldi, geç kalmayayım" diyerek, havhavcan ile gece gezmesine çıktığımı hatırlıyorum ve yanımda da tanımadığım Azrail kılıklı bir adam ve setter tarzı köpeği ile mahalle aralarında yürüyerek Dostoyevski'nin dualiteleri üzerine sohbet ettiğimi hatırlıyorum :))) Ama o noktaya hangi koşullar altında geldiğimizi pek hatırlamıyorum. Yine ikinci bir sahnede de gayet edebimle pijamalarımı giymiş, makyajımı temizlemiş, gece kremimi sürerek aynada kendime gülümsüyorum.... Bu ikisi arasında ne yaşandı, bir fikrim yok. 

Benzer şekilde, Rus komşular da gece yarısı ATMye gittiklerini (nedense?), arkadaşlarının kirasını (nedense?) elden ödemesi gerektiği için, yüklü miktar para çekip arkadaşlarına verdiklerini, o sırada ATMnin bahçesinde sarhoş vaziyette çimenlerde yatan 20li yaşlarında üç genç gördüklerini, hemen koşarak eve gidip, bir şişe vodka alıp, geri dönüp gençlere verdiklerini hatırlıyorlar :))))) Ay devam edemeyeceğim... 40 yaşından sonra partilemek toplum sağlığı için yasaklanmalı bence....

bunlar olurken, bir de bizim oğlanı uzaylı kaçırdı :))

Ama çok çok eğlendim ve buna gerçekten ihtiyacım varmış, iyi geldi “kendim gibi davranmamak”.. 

Bu sıra hayat (aslında hayat değil, dümdüz: psikanalistim) bana “konfor alanından çık” buyurdu. Olduğun kişiden mutsuzsan, bir süre olmadığın kişiyi ol. Asla yapmam dediğini dene. Hemen “hayır” deme, hatta hayır diyeceğin her an “evet” de, bakalım ne olacak.. Yes-Man’i izlemiş miydin? 

Özellikle kızımla deniyorum çünkü bu sıra hakikaten öyle şeylerle geliyor ki, ilk tepkim hep "HAYIIIIIR!" diye bağırmak ve saçımı başımı yolmak olacakken, kendimi kontrol etmeye ve yutkunup "Bana biraz zaman ver bir düşüneyim" demeye çalışıyorum ve eğer korkularımı fark edip yutmayı başarabilirsem, genelde ikinci cevabım "evet tamam peki" oluyor. Buna kendimi özellikle zorluyorum çünkü ortayaşla birlikte sadece davranışta değil, hatta daha bile fazla, düşüncede, yargı ve inanışlarda da esneklik geliştirmek sorunlu bir hal alıyor ve yaşlanmak, biraz da bedensel esneklik kadar, düşünsel esnekliğini yitirmek değil mi?

sana soruyoruuuum? :))))

Sen bunu düşünürken, ben diğer konuya geçemiyorum. Halbuki daha sana ertesi sabah nasıl 6'da (Rus vodkası halismiş hakikaten, sıfır baş ağrısıyla) yataktan fırlayıp, L.'ın doğum günü partisine hazırlandığımı, küçümen misafirleri sabah 9 akşam 18 nasıl ağırladığımı, zıplama parkurunda 3 saat dursuz duraksız pire gibi zıpladıktan sonra, eve dönüp, pastamızı nasıl kestiğimizi, oyunlar oynadığımızı, "sıcak köpek"lerimizi yedikten sonra biraz daha tepinip, yarabbi şükür bu seneyi de kazasız belasız atlattığımızı anlatacaktım ama uzatmayayım, bildiğin RUTİN işte :))))

mutlu son.

30 Ekim 2025 Perşembe

Ekim Raporu

Vay be... Ne aydı, in çık in çık. 

Tatil dönüşü, okullar açıldığında, güneş altında topladığım D vitamininin doping etkisiyle "onu da yaparım, bunu da yaparım, hallederiiiiiiz" bir ruh hali içine girmiştim. Güneş altında ne bedensel ağrılarım kalmıştı, ne düşük enerjim, ne güvensizliklerim ve sanmıştım ki artık bu hep böyle olacak, dersimizi öğrendik, kurtardık...

Elbette hayat demek; sisifos gibi sürekli bir döngü içinde, düşüp kalkmak, düşüp kalkmak demek. Bir dersi öğrendim sandığın her an, yeni bir dersle sınanmak demek.

Ufaklığın içinden geçtiği süreçler vurdu ilk. Ufaklık 3. sınıfta ve çok zorlanıyor çünkü bilişsel gelişim süreçlerindeki birşeyler "normal" gitmiyor.. Ve daha zor olanı, o, tüm bunların fazlasıyla farkında ve çok mutsuz.. Bir anne ve bir psikolog olarak ona nasıl yardım edebileceğimi gayet iyi "biliyorum" ama terzi ve söküğü misali, "uygulayamıyorum" çünkü ben de gereğinden fazla endişeliyim, olasılıklar denizinde boğuluyorum ve bu süreçte çok çok çok desteksiz hissediyorum. 

Bu ay, destek aramakla geçti açıkcası.. Hem ona, hem kendime, hem de bu durumdan tüm aile etkilendiği için, tüm aileye.. El yordamıyla.. Karanlıkta..

Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi, perimenopoz çıktı sahneye. Bir ay içinde, on gün arayla iki defa ve çok ağır regl olmak, beni çok güçsüz düşürdü.. Fiziksel anlamda çok zorlandığım, psikolojik anlamda daha da zorlandığım, üstelik bir de bu nedenle, yani bu kadar güçsüz olmaktan ve sürekli destek ihtiyacı duymaktan ötürü kendimi aşırı suçlu hissettiğim, "yahu millet nelerle uğraşıyor da kaya kadar sağlam, ben ne şımarığım bir toz ile yerle bir oluyorum" diye diye, kendime "elalemle karşılaştırmalı edebiyat" tokadı atıp durduğum bir ay oldu... Daha bir süre de devam edecek bu haller sanırım, çünkü 1). Perimenopoz ortalama 7 sene sürüyor 2). Oğlumun durumu henüz tanı koyma sürecinde, nedir ne değildir bilmiyoruz ve sistem o kadar yavaş işliyor ki....... 3). Farkında olmak, çözmeye yetmiyor.

Çoğu geceler saat 03.00'da uyanıyorum. Çünkü 1). Cortisol hormonum tam o saatlerde zirve yapıyor 2). gecenin o saati hakikaten en sinir bozucu, herşeyin en karanlık ve kötümser göründüğü saat. O saatte uyanınca, bazen kulaklıklarımı takıp birbirinden sıkıcı hikayelerle geri uyumaya - en azından endişelenip durmak yerine, hikayelere odaklanmaya - çalışıyorum. Bazen işe yarıyor, bazense endişelerim o kadar alıp başını gidiyor ki, en sonunda ben bile "C., yuh artık ya, o kadar da değil" noktasına varıyorum. Zaten o sırada da saat 5 falan olmuş oluyor, biraz rahatlar dalar gibi oluyorum ki, kızım uyanıyor.... Sonrası zaten koşturmaca. 

Yeniden totom oturak gördüğünde saat genelde 20.00 oluyor! Yani düşün 14 saat koşturuyorum, cortisol fırlamasın da ne yapsın?!

Hayatı "düşünmeme gerek kalmayacak şekilde" aşırı derecede yoğun doldurdum. Kendime neredeyse her gün spor programı yazdım, çocukların haftanın iki, üç günü sporu, geri kalan günlerde de müziği, sanat aktiviteleri, sosyal programları var. Köpek çılgınlar gibi günde 2 saate yakın yürüyor, tavşanlara elişi oyuncaklar üretiyorum ki "düşünmeyeyim". Çünkü düşünmeye bir başladım mı, sonu gelmiyor. En karanlık senaryolarla, en olmayacak noktalara varıyorum....

Yani; yoğun stresli bir aydı Ekim. Ve birkaç ay daha bu şekilde gidecek, en iyi ihtimalle, en kötü ihtimalle, anneliği daha yeni idrak ettim ve artık hayat boyu böyle hissedeceğim belki de..... Bilmiyorum....

Ama. Bu ay bazı şeyler de iyi geldi bana....

Misal; bu post içine serpiştirdiğim fotoğraflarla, soMbahar, bu sene muhteşemdi... Geçen sene yağış çok olduğu için, böyle bir renk şöleni yaşayamamıştık. Bu sene sündüre sündüre tadını çıkarttım.. Çok yürüdüm, yürürken düşünmemek için, çok fazla sesli kitap, klasik müzik konserleri dinledim. Podcast hâlâ dinleyemiyorum maalesef...

Sonra, meditasyon. Bir gruba dahil oldum, yoksa 10 dakikadan fazla odaklanamıyordum kendi başıma. Şu an grupla birlikte 45 dakika meditasyona oturabiliyorum ve gerçekten gün içinde bir "nefes" oluyor bana.

Sonra fizyoterapi.... Tanrım! Kadının parmakları sanki sihirli! Sol alt bel bölgemdeki ağrının, nasıl sağ ilioposal tendinitten kaynaklandığını hâlâ anlayamadıysam da, kadın öyle noktalara baskı uygulayıp beni inim inim inletiyor ki, vay dostlar! "Ah Frau C., rahatlamanız lazım biraz, boğum boğum kaskatı olmuş bu tendonlar..." diyip bastırıyor o tatlı, sakin, sıcak ve yumuşak sesiyle.... Öyle iyi geliyor ki.... Ben ki bedensel temastan hakikaten hoşlanmayan biriyimdir, her hafta fizyoterapiyi iple çeker haldeyim..

Sonra, eğitimim.. Ekim başında başladığım ve 2 sene sürecek eğitimin aslında bana mesleki bir getirisi olacaktı ama daha ilk haftadan, tamamen bencil bir amaca hizmet etmeye başladı, eğitimi eğitim gibi değil, kendim için bir terapi programı gibi algılıyorum şu an. Yanısıra felsefe eğitimiyle de birleşince (biliyor musun eskiden psikoloji bilimi yokken, insanlar terapiste değil filozoflara giderlermiş, sorunlarını onlarla tartışarak iyileşmeye çalışırlarmış!) muhteşem bir deneyim oldu benim için. Bir sonraki noktaya da taşıyıp, konuları psikanalize götürüyorum ve analistimle de konunun kendi hayatım üzerindeki yansımalarını uzun uzun tartışıyorum. Bunlar iyi geliyor...

Eşimle gittiğimiz aile terapisi iyi geliyor. Kızımla yaptığımız "anne - kız günleri" iyi geliyor. Havhavcanla uzun yürüyüşler iyi geliyor. Okumak çok iyi geliyor. Özellikle Irvin Yalom, çok çok iyi geliyor. 

Ekim bu şekilde geçti açıkcası. Yüksek cortisol, baskın östrojen, düşük progesteron, düşük hemoglobin, sınırda demir, d vitamini ve b12 vitamini ile ancak bu kadar olabildi.. Çok deniyorum sevgili blog, gerçekten suyun üzerinde kalmak için, çok deniyorum......

İşte bir de sürekli duyduğum yetememezlik hissinin, daha iyisini yapabilecek kapasitem varmış da ben başaramıyormuşum hissinin nedenlerini bulup da iyileştirebilsem........ Olduğum halimle yeterliyim, güvendeyim diyebilsem...... Bu neden bu kadar zor?

Haydi bakalım. Kasım; iç ferahlığı ve iyi sağlıkla gel ve geç; kalbi temiz, niyeti temiz hepimiz için..

1 Ekim 2025 Çarşamba

Dengemi bulmak için 1 Ay..

Hoş geldin Ekim, hoş geldin Sonbahar..

Bir şey deneyelim mi seninle bu ay? İç ve dış dengemizi yeniden bulmayı.... çünkü ben bu sıra çok fena sallantılardayım ve eminim benim gibi birçok insan da bu bahar dönemlerinde dengesini yitiriyor, sallanıyor, tökezliyor.. 

Dün gece misal; gecenin 3'ünde bam bam bam kalp çarpıntısıyla uyandım çünkü saniyeler önce rüyamda bir dağa tırmanıyordum ve nereden çıktığını bilmediğim, hayatım boyunca da görmediğim, tanımadığım bir adam geldi ve beni bir itti, sol yanım hep uçurum... Düşerken, bam bam bam, uyandım. 

Sakinleşmem de baya zaman aldı. Önce danışanlarıma uyguladığım tüm teknikleri tek tek uyguladım - hiçbiri işe yaramadı (hayatımda ilk defa böyle bir şey oldu, birinden biri mutlaka işe yarardı halbuki!) sonra rehberli meditasyon yapmaya çalıştım, yok, mümkün değil 3 saniyeden fazla konsantre olamıyorum. Sesli kitabım? I-ıh. Kalk az dolan, köpeği ve tavşanları sev, ı-ıh, hepsi uyuyor zaten kıyamadım... 

Bir başka teknik; sevdiğin birine telefon et ama saat 3'te yapılacak iş değil. Hoş gündüz de yapamıyorum ben bunu; gerçekten dertliysem "ne diye insanları gereyim" diye düşünen, içine kapanan bir yapım var. 

Peki. Yürüyüşe çık? Her zaman işe yarar uzuuun bir yürüyüş. Aslında son yıllarda - hele pandemi döneminde - ne çok çıkardım gecenin üçünde dördünde yürüyüşe, nehir kıyısına iner, simsiyah suyu izleyerek rahatlardım ama bugünlerde parmağım yüzünden terlikle gece gece nehir kıyıları gözüme tekin görünmedi.. E ne yapacağım şimdi ben?

Hiç. Öyle bekledim sabahı. Anksiyeteme teslim olmuş, kafamda binbir felaket senaryoları döner vaziyette. Bir noktada eşim uyandı, sağolsun bana sarıldı, çocuklar uyandı, sağolsun onlar da birer posta sabah kucaklaşması yaptılar, sonra zaten günün koşturması başladı, anksiyetenin sesi kesildi. Ama tam da geçmedi o ağır his..

Çocuklar okula gidince, Havhavcan'ı 1 saat gezdirdikten ve eve geri girer girmez de sıcacık uzuuuun bir duş aldıktan sonra azaldı.. O beyaz sabun kokusu yok mu! Gecenin 3'ünde korkunç görünen dertler, sis bulutu gibi inceldi, yavaş yavaş dağılayazdı... Hâlâ ordalar tabii, geceyi beklemekteler ama gün ışığı altında herşey daha "kolay, başarılabilir" geliyor insana....

Sonra komşum bir dal üzüm getirdi bahçesinden. Hayat inceliklerle güzel..... Ben de bizim minicik ağaçtaki 200'e yakın kıpkırmızı elmayı napıcam napıcam derken, al işte, "paylaşım" kelimesinin anlamını unuttuk. Fotoğrafını çekip bloğa koymak sanıyoruz :)) Doldurdum bir torbaya, kapı kapı dağıttım.. İşte bu ya, birinden üzüm gelir, sen birine elma verirsin, "hasat için şükür günleri" deniyor Almanca'da bu günlere, işte tam da bu nedenle......

Tüm bunları neden yazdım biliyor musun...? Göründüğü gibi değil hiçbir şey. Nasıl dişçilerin dişi çürüyebiliyorsa, "ilişki terapistleri" boşanabiliyorsa (hem de gayet ciddi oranlarda boşanıyorlarsa), biz anksiyeteciler de anksiyeteli olabiliyoruz :) İnsanız... Bazen tüm teknikleri de bilsen, uygulasan da, olmuyor işte.... Bazen geçmiyor. 

Belki bu dönemi kabul etmek lazım. Çünkü anksiyete bir sorun ama anksiyeteye karşı anksiyete duymak bambaşka bir sorun. Eyvah geliyor, eyvah geldi, eyvah gitmiyor... Ya gitmiyor işte ne yapayım? Bazen de gitmiyor, bazen de çözemiyoruz sorunları, iyileştiremiyoruz.. Her sorunun bir çözümü yoktur bazen.....

Böyle işte. Bugün de böyle.. Ters terapi :))

Lakin iyi geldi mi, geldi.

Bu ayı biraz dengemi bulmaya ayırmak istiyorum. Aslında sabah seninle de yaparız belki birlikte diye bir sürü öneri yazmıştım ama daha yolladıktan 1dk sonra bana bile saçma geldi hepsi. O nedenle, herkes bildiği gibi "sağaltsın" kendini. Sen yürü, ben gecenin üçünde yorganımı kemireyim, öteki kalksın sağlıklı beslenip spor yapsın, beriki şükür listeleri falan hazırlasın günlük yazsın. Kime ne iyi geliyorsa, herkes onu yapsın..... Kimse de kimseye hiçbir şey önermesin, zaten internet öneri kaynıyor, binlerce "herbokubilenolog" kaynıyor, isteyen açar onları okur.

Ben kabak oyucam içine de mum koyucam :)) 

Bir de şu alttaki bina girişini bu şekilde çiçeklerle donatmak için nasıl bir mental performans gerektiğini düşünüp durucam gecenin 3'lerinde uykum kaçtıkça.. Ne bileyim bu kadarı da normal gelmiyor bana.... Ama güzel tabii, "irkilten güzellik" bu olsa gerek.

Haydi kal sağlıkla, huzurla..

22 Eylül 2025 Pazartesi

Günlük Rutin: Eylül.25

Geçenlerde, Milie'den sonra hayat ne kadar değişti diye düşünürken, eskiden, düzenli aralıklarla günlük rutinimi yazdığımı hatırladım. Fakat hızlıca bloğa bakınca, ya silmişim ya da bu bloğa değil başka bir bloğa yazıyordum, bulamadım.. Ah dedim keşke bulabilseydim, çünkü ne güzel bir anı... Öğrenciyken, bekârken, evli ama çocuksuzken, çocuklar küçükken, hayat rutinlerim birbirinden ne kadar farklıydı ve şimdi çocukları az çok büyümüş, orta yaşlı bir kadın olarak, yine bambaşka bir rutinim var... Yazmak istedim ve ilerde belki dönüp bakınca da, gülümsemek....

*

Günlük Rutinim bu sıralar şu şekilde:

6.15: Kalk borusu, M.'nın uyanması

6.15- 6.45: Güne hazırlık (duş, güneşi selamlama), kahvaltı ve beslenme çantalarının hazırlanması, tüm hayvanların beslenmesi

7.00: M.'nın ve F.'nun evden çıkıp okula ve işe gidişleri

7.00-7.30: L.'ı uyandırma, tavşanların bakımı, alan temizliği

7.30: L.'la evden çıkıp birlikte okula gidiş

8.00-9.00: Milie ile sabah gezmesi

9.00-10.00: Günün sporu

10.00-14.00: Çalışma Zamanı (terapiler, eğitim ve sınav hazırlıkları)

14.15: L.'ın okuldan gelişi

14.30-17.30: L. ile ödev, ufak atıştırma, spor, logopedie, arkadaş buluşması, oyun, dinlenme

15.30-16.00: Milie ile yürüyüş

16.00: M.'nın okuldan gelişi

16.00-17.30: M. dinlenme, ufak atıştırma, ödev, spor, arkadaş buluşması

17.30-18.00: çocuklar: 30dk ekran zamanı, ben: ev işleri

18.00: F.'nun işten gelişi

18.15-19.00: yemek ve tüm hayvanların beslenmesi

19.00-19.30: ailecek birlikte zaman (oyun / tv)

19.30-20.00: yatağa hazırlık (duş, çiş, diş, birlikte yatakta kucaklaşma, kitap okuma, hikaye dinleme)

20.15: L. uykuya geçiş (M. 21.00)

20.00-20.30: Milie ile yürüyüş

20.30-22.30: Me-Time (yani ev işleri :))) eğitim ve hazırlığı, kitap okumak ya da film karşısında koltukta sızmak, nadiren spor)

22.30: İstiklal Marşı ve Kapanış

:)

Bu da ayrıntılı Haftalık Rutin'im: :) Evet baya yoğun ama Allah sağlık ve güç versin, bir şekilde hallederim ben.. Tabii yıl içinde daha kaaaaaç defa değişir bu "rutin" ama bugünlerde böyle:

Bu yazıları ara sıra yazayım diyorum, insan zaman içinde hayatındaki değişimleri görüp düşünüyor.. Geçen analistime "taş çatlasa 5 sene daha böyle, sonra rahatlayacağım değil mi?" dedim, kahkaha attı...... Analisti de bozdum vallahi hani bunlar kahkaha atmıyordu :))))

Haydi öptüm, sen de yazsana bloğuna rutinini.. Ya da yorumlara "aaa bak şunu da yap / aman ben ettim sen etme" önerilerini...

19 Eylül 2025 Cuma

Eylül Ortası Raporu

Ay sonu raporlarım, son iki aydır, ay ortasına sarktı. En fenası da şimdi tatil dönüşü, tatil hakkında yazmak olacak :) Hüzünlenmeden yazabilirim umarım..


Tatil bu sene benim için rüya gibi geçti.. Çok isabetli bir kararla ilk iki hafta Almanya'da kalıp, Almanya'nın 15 derecelik yaz havasını doya doya yaşayıp :)) Ağustos ortasında biraz daha serinlemiş olan Türkiye'ye gittik. Bu sene sadece 2 hafta Türkiye'deydik, bunun ilk haftası annemlerle Bursa'da, ikinci haftası ise ananemin evinde Karaburun'da geçti. Hava şurup gibiydi, o kahredici sıcaklar geride kalmıştı, bol bol yüzdük, keyif yaptık, dostlarla buluştuk. 

mavinin 40 tonu <3

Ananemin evine 2 aylık bebek olarak gitmişim ilk, şimdi 12 ve 9 yaşındaki iki çocuğumla gidiyorum. Bazen düşünüyorum da; çocukluğumdan beri herşeyin aynı kalması mı acaba beni o eve bağlayan? Aslında pembe gözlükleri çıkartınca, hiçbir şey aynı değil elbette... Artık ne dedem var ne ananem, hatta ananemin arkadaşlarının sonuncusu da rahmetli oldu bu yaz, kendi arkadaşlarımın anneleri babaları bile ya çok yaşlandılar ya vefat ettiler. Biraz hüzünlü bir durum oluyor bu ama hayat da devam ediyor bir yandan, yeni birileri geliyor, işletmeler değişiyor, bilmediğimiz sesler, yüzler, sokaklar ortaya çıkıveriyor..... 

değişmeyen tek şey, midillinin silüeti

Bu değişime ben pek ayak uyduramıyorum doğrusu. Herşey aynı kalsın istiyorum.. Tabii mümkün değil. Bazen üzülüyorum, bazen kızıyorum ama genelde pek tepki vermeyip kendi kabuğuma çekiliyorum.. Sevdiğim, henüz değişmeyen mekanlarda oturuyorum, kumsallar ve ateş pahasına şezlong kiralayan işletmeler yerine evin önündeki taşların üstünden denize giriyorum, kendi balkonumuzda güneşleniyorum, küçük kamelyada meditasyona oturuyorum, geceleri yıldızları izleyerek uyuyorum ve ananemle dedemin mezarlarını ziyaret ettiğimde onlara bu ev için teşekkür ediyor, onları ve eski zamanları çok içten bir özlemle anıyorum. Daha da elimden ne gelebilir, hiç.......


Sağolsun canım arkadaşım O. bu sene de ziyaretimize geldi, hayata karşı hep olumlu duruşuyla evimizi tam anlamıyla şenlendirdi.. Çocukluk arkadaşım E. de şansıma Karaburun'daydı ve bol bol buluştuk hasret giderdik, güldük eğlendik ve birlikte 1 defa bile denize giremeden (2 defa sabahın köründe niyetlenip, buluşup, rüzgar nedeniyle vazgeçtik! Yaşlanıyoruz azizim!) ayrıldık.. E.'in yeğeni ile kızım M. kanki oldular bu yaz, bu beni aşırı sevindirdi çünkü ilk defa M.'in Türkiye'de bir arkadaşı oldu, bol bol Türkçe konuştu (çünkü arkadaşı bıcır bıcır sürekli ama hakikaten nefessiz konuşan bir kızdı) güzel zaman geçirdi. Oğlum L. ise genellikle denizin içindeydi, pek yüzünü göremedik, sırtını ve poposunu daha çok gördük :))

dostlar candır
🧿

Tatilimizin ikinci yarısında ise, Yunanistan'ın Mora Yarımadası'na geçtik. Bir araba kiraladık ve 2 hafta boyunca Mora'nın çeşitli köşelerinde kendi kafamıza göre takıldık. Benim dede tarafım Selanik göçmeni olduğu için, tipimi Yunanlıya çok benzetirler, hakikaten hem tipim hem karakterim Yunanlıymış yahu! :))) Ben bile emin oldum. 

Yunanistan bana iyi geldi... İçime de dışıma da...
🧿

Yahu bir insan bir ülkenin istisnasız her şeyini mi sever??? Havasından suyuna, taşından toprağına, denizinin her tonuna, yemeklerinden içeceklerine (o mastika likörü neydi yaaaa! Sabahları Frappe geceleri mastika ile yaşadım 2 hafta boyunca!) insanından kültürüne, antik yunan felsefesinden günümüz kültürel yapısına herşeyine aşık oldum bir defa daha... Uzun zamandır kendimi bu kadar "ait" hissettiğim bir yer daha olmamıştı.... Kesinlikle kan çekiyor azizim..


şarap, ekmek, deniz.
yeter de artar bile..
ama yetmezse de:

:))) çocukluğumuzun gezici manavları!!!!

Yunanistanla ilgili en çok neyi sevdim biliyor musun? Kültürünü, doğasını koruyabilmiş olmasını. Etrafta HİÇ plastik yoktu, herşey doğal malzemeden, evlerden zeytinyağı şişelerine dek her şey tamamen yerel, tamamen doğaldı.. Adamlar sadece yaşamayı değil, estetik yaşamayı biliyorlar. Sahip çıkıyorlar, koruyorlar. Çocukluğumdaki "biz kültürü" devam ediyor, işte beni Yunanistan'a bağlayan da bu oldu aslında.. Yoksa doğası denizi bizimle hakikaten aynı ama işte "algı farkı".....

misal bu masa..... da masaymış ha!


ya da bu köy....

Sonra işte geldik döndük Kürkçü Dükkanı'mıza. Olumlu bakmaya çalışıyorum çünkü bazı seneler bir dönüyoruz, tüm yapraklar sararmış ve Eylül son hafta kar yağdığına bile şahit oldu bu gözler :))) O nedenle şu anki 20 derecelik güneşli havalar (3 gün daha sürecekmiş) benim için güzel bir geçiş-süreci oldu. En azından cennetten Bavyera topraklarına çakılmış gibi hissetmedim...


Çocuklar 16 Eylül'de okullarına döndüler çok şükür fakat bu hafta resmen üzerimden geçti.. Okul hazırlığı denen şey, son bir hafta boyunca beni hem fiziksel hem maddi anlamda göçertti. Ufaklığın artık ufak sayılamayacak ayakları, salatalık gibi büyüyor yahu. Büyüdüğüne sevinmekle, iki ay giyilmiş kıyafetlerine artık sığmıyor oluşu gerçeğine üzülmek arasında bipolar duygular içindeyim... Kızım minyon, bana çekmiş ama o da alışveriş meraklısı bir ergene dönüşmekte maalesef... İnsan "okul forması candır" diyormuş gerçekten de..... Neyse C., nefes al nefes ver, şu manzarayı gördüğün ana ışınlan:


Ben..... Ben de işte tüm bunları planlarken, kendimi "overwhelmed" nedir ya bunun Türkçesi, boğulmuş? hissetmemeye çalışıyorum. Analizim devam ediyor çok şükür, belim için fizyoterapiye de devam edeceğim inşallah, bir de 3 senelik bir eğitime yazıldım bakalım heyecanlıyım, bir iki önemli de sınavım var kışa dek... Yine tabii tüm bunların yanında kendi danışanlarım devam ediyor yoğun bir şekilde. Bu cenderede bir de meditasyon ya da pilates falan kursu bulabilirsem online, aşırı sevineceğim çünkü kendim için en azından "1 şey" yapmak istiyorum bu sene....

:))) çok güldüm bu fotoğrafa, 
sanki üzerimize hayalet gemi geliyor gibi
temsili yalnız kalmayı başarabilmişken üzerine gemi gelen ebeveyn fotoğrafı :)))


Analize yeniden başladım bu hafta. Özleşmişiz analistimle :) Bir seansta 5 seans gücünde konular açıldı ve geldiğimiz noktada; kendimi kabul etmek için öncelikle kendimi tanımam gerektiğine karar verdik.. Çünkü ben kendimi tanımıyorum hiç... Yani başkalarının benden bekledikleri, istekleri üzerine bir karakter örmüşüm ama "ben" denen kişi kimdir, neden zevk alır, neyi ister, hayalleri nedir, hiçbirini bilmiyorum :/ Oysa ergenliğimde ne kadar emindim burnumun dikine gittiğimden..... O Ceren'i yeniden bulmam, yeniden tanışmam lazım kendisiyle.. Annemin babamın eşimin çocuklarımın arkadaşlarımın isteklerini bir kenara bırakıp "ben" ne istiyorum, ben kimim, bunları çalışmam gerekiyor bu kış....... Bakalım başarabilecek miyim..... 

Belki severim bile 🧿

Haydi bakalım..... Kış uzun ve ters köşe yapabilir, belki de bu yazdıklarımı yalatır bana hayat ama en azından denedim derim, şimdi doğru zaman değilmiş derim, ilerde yeniden deneyeceğim derim.... Bu da bir şeydir yani.....


Sen peki? Sen nasılsın? Sen kendin olabiliyor musun, hayatının kontrolü tamamen kendi elinde olabliyor mu? Nedir "bu işin sırrı"? :) Haydi yaz yaz!

19 Ağustos 2025 Salı

Ağustos Ortası Raporu

Ağustos 1 dedik mi, Bavyera eyaletinde okullar kapanıyor. Almanların herşeyleri gibi yaz tatilleri de planlı programlı, yollarda ve mekanlarda doluluk yaşanmaması için, eyaletlerin hepsi aynı anda tatile çıkmıyor. Kuzeydekiler, biraz da hava durumu nedeniyle tabii, bizden neredeyse 1 ay önce çıkıp Ağustos ortası okula dönüyor mesela.. En geç çıkan, en güneydoğudaki Bavyera eyaleti... Ağustos 1'de tatil başlıyor, 6 hafta boyunca yani Eylül 15'e dek sürüyor tatilimiz. 

Normalde hemen Türkiye'ye kaçardım ama bu sene tatilin ilk 18 günü Almanya'da kalmayı tercih ettim. Biraz buranın yazını yaşamak istedim (ama Murphy ters köşe etti, şu son birkaç güne dek 14 derece yağmurlu havayla diz dize göz gözeydim), biraz da çocuklar ısrar ettiler, arkadaşlarıyla planları vardı. Fakat açık söyleyeyim son 3-4 gündür o kadar zorlanıyorum ki, depresyonun dibine vurdum (resmen ölümü, ölmeyi falan düşünüyor, huzurla ilişkilendiriyorum yahu! Karnımda kırmızıdan mora çalan, garip, ben gibi bir şey çıktı, hem korkuyorum hem de tuhaf bir huzur kaplıyor içimi!)

18 günün en güzel günü <3 açıkhavada film

Neyse bu hafta geliyoruz memlekete inşallah kısmetse. Karnımdaki şeyi de göstereceğim tabii. Umarım kötü bir şey değildir çünkü eminim tuzlu suyla ilk temasımda hayat birden 180 derece değişecek, birden aşırı mutlu, neşeli bir insan olup "aman da hayat ne güzel, yaşamak ne güzel" olacağım...... Neyzen Tevfik ne der: "Ben kaç kişiyim?" (Bunu "bende kaç ben var" olarak yazacaktım ama şu "ben" konusu, bu sıra tekin bir konu değil.... :P ah şu çift anlamlı kelimelerimiz ah).

Bu 18 günde neler yaptık bak:

İlk hafta hava buzzzz gibi ve yağmurluydu. Bay 8 yaş önce "İlk Yardım Kursu"na gitti, sonra "Çakı Ehliyeti" aldı :))) Bir gün babasıyla işyerine gidip stajyer oldu, bir gün de babası ve kuzenleri önderliğinde doğadan mantar toplama aktivitesine gitti (gece de yediler bu mantarları ama ben dedim aman sakın ha, "babana bile güvenme, ölürsün valla" neyse benim oğlan dışındakiler tüm mantarları afiyetle yemişler - kimse de ölmedi, şaşkınım). Bayan 12 yaş ise, "yıl içinde çok yoruldum, yıprandım, dinleneceğim" diyip, tüm hafta boyunca evde keyif yaptı. Bu şu demek oluyor: 11'e dek uyanmamak, tüm gün pijamalarla takılmak, yatakta, hamakta ya da salon koltuğunda yatıp bacakları havaya dikerek kitap okumak (ne enfes şeydir, bilirsin..) İlk hafta, bu şekilde gayet güzel geçti bitti. "Aman da ne kadar güzelmiş Almanya'da tatil" türü cümleler yazmışım defterime, şimdi bakınca ağlamaklı oluyorum :))))

İkinci hafta, Bayan Sosyal Kelebek pijamalı ev hayatından sıkıldı tabii. Bu sefer de paso sosyal aktivite içine girdi. Şansına hava da düzelince, arkadaşlarıyla buluşmalar, piknikler, havuza gitmeler, göllere gitmeler, gece birbirlerinde kalmalar derken çocuğu 7 günün anca 3 günü falan görebildik.. Fakat bu sefer de oğlum "evcilleşti". Ama oğlan çocuğunun evcilleşmesi malumunuz, kız gibi önce kitap kurduna dönüşmek, koza kurup sonra da sosyal kelebek olarak hayata uçmak şeklinde olmuyor. Sabahın 7'sinde kalkmak ve totosu oturak görmeden akşamın 8'ine dek koşturmak anlamına geliyor. Üstelik 5 dakikada bir anneeeeeaaaaağ sıkıldığğğğğğğm. 

ana oğul saçlarımızı pembeye boyadık, nasıl olmuşuz?
:))) şaka şaka, app ayol.
ama ben şahsen sevmedim de değil!

"Anneaaağ" kişisi de bu sene "kariyer meraklısı" oldu malum, benden hizmet bekleyen bir sürü danışanım var, gün içinde en az 4-5 saat çalışmam gerekiyor, danışanlara "kusura bakma kardeş, 6 hafta depresyonunla, anksiyetenle sen kendi imkanların dahilinde ne yaparsan yap, ben tatildeyim haydi baaaay" denmiyor.. 

Baktım olmayacak, 10 günlük bir plan yaptım yavruya. Planlama uzmanı anneyiz ne de olsa.... :))) Maksat: Namım yürüsüüüüün. Evladıma çizelge çizdim. Günde 11 tane yapması gereken iş var: açık havada zaman geçirmek, anneye ev işlerinde yardım etmek, spor yapmak, 30dk kitap okumak, 5 adet matematik problemi çözmek, 30dk nintendo oynamak, 1 saat tv izlemek, 1 porsiyon sebze yemek, oyuncaklarla oynamak, ailecek oyun oynamak ve 30dk anneyle kucaklaşmak :)) 

Tabii ebeveynlik demek %50 tehdit, %50 rüşvet demek, bilirsin... Ben de rüşvet olarak şunu sundum: 11 madde, 10 gün yani 110 madde eder. Eğer bu maddelerin 50'si başarılırsa 5 euro ödül (sadece tv izlemek, nintendo oynamak bile 2 maddeden 20 puan ediyor yahu!), 50-80 arası başarılırsa 10 euro ödül, 80-100 arası başarılırsa 20 euro ödül ve 110'u birden başarılırsa taaaaaam 25 euroluk ödül :))) Allahım benim gibi sosyalist biri nasıl buncağız kapitalist yavrular yetiştiriyor yahu?! Utanç tablosu ama başka türlü olmuyor yahu yeminle olmuyor! Bir de ihtimal vermedim, bu bir iki gün yapar sıkılır kesin yırtarım dedim... Tabii evlat kapitalistin önde gideni, 110'unu birden başardı babasını satiim ya!

sıkılan çocuk yaratıcı olur, 
bizimkinin yaratıcılığı bile kapitalist yahu!

Öyle böyle 18 günü bitirdik görüyorsun..... Hayattayız. 

İnnnşallah yakında Bursa'ya ve oradan da İzmir'e varabilirsem, ben de birilerinin çocuğu, birilerinin özlediği arkadaşı, birilerinin kıymetlisi gibi davranabilirsem, biraz kendime gelirim diye umuyorum. Biraz da tuzlu su, güneş, baygın sardunya ve zeytin kokusu, Ağustos sonu geceleri, süt süt ot kokusu..... Çok özledim çok.... İnşallah sağlıkla, neşeyle, huzurla geçer şu 3 haftalık tatilimiz, inan çok ihtiyacım var sevgili blogcuğum, çok.......

Haydi kal sağlıcakla, Ağustos sonu rahatlamış, huzuru bulmuş vaziyette buluşalım yeniden canım blogcuğum.....