12 Ekim 2025 Pazar

20 Dakika Yazıları - 12 Ekim

Silmeden, düzeltmeden, 20 dakika bilinç akışı..

Dünkü 20dk yazımı yazdıktan sonra çok acaip şeyler oldu. İlki; sağ elimin yüzük parmağını kırdım sanırım (emin değilim çünkü davul gibi şişmesine rağmen inat edip doktora gitmiyorum, belki yarın giderim, bilmiyorum). İkincisi de bloğu gerçekten kapatmayı düşünürken, tam aksine beni ikna eden, çok tatlı bir email aldım... Beni uzun zamandır okuyan, hiç yorum yazmayan bir insandan geliyordu bu email ve o kadar iyi geldi ki bana, anlatamam...

Bazen.. Hani Tazmanya Canavarı diye bir çizgifilm vardı hatırlar mısın? Böyle kendi etrafında döner döner herşeyi toz duman eder, sonunda kendini bile göremeyecek hale gelir, dili dışarda nefes nefese kalıverirdi... Bazen aynen öyle bir tazmanya canavarına dönüşüyorum. Bir dursam, bir sakince durabilsem.. 

Bugün Derin Hakikatler'in son yazısını okudum, "lock-in" denen kavramdan bahsetmiş. Yani insanın kendini dışarıya kapatması, bir tür inziva, içe dönüş.. Tüm varoluşsal akımların olmazsa olmazı.. Kendini "yeniden" bulabilmenin en emin yollarından biri. Tabii D.H. bunu farklı bir yönelimden ele alıp işlemiş ama, bende bir ışık yaktı, bir reflektör görevi gördü, dünkü "telaşelerimin" anlamını bana anlattı bu yazı.. Ciddi bir içime dönme, kapanma ihtiyacı duyuşumun gerçek nedenlerini... 

Yorum olarak yazamadım ama, şu soru geldi dilimin ucuna: aslında tüm bu "içime kapanıyorum haaaa, kendime dönüyorum ey dostlar" paylaşımlarımızın nedeni "biri bana "dur" desin, "aman yapma birader" desin, "kapanma, susma, özleriz bak, seni seviyoruz, yanındayız, aynen devam" desin" diye mi??? Yani kendi kendimize bir tür anlamımızı, sosyal yapı içindeki gerekliliğimizi kanıtlama ihtiyacı mı? Yani içe dönerken bile aslında "bak şimdi ben yalnızlığı bile isteye seçiyorum" derken "ama bunu sana ilan ediyorum ki, sen beni düşün, yokluğumda özle, gel beyaz atlı Prens / Prenses misali inzivamdan kurtar, beni yeniden kabullen ve bu sayede kendimi de yeniden kabullenmemi sağla" mı? Çünkü biz insanlar - benim gibi (seçici) asosyaller de dahil - aslında sosyal varlıklarız özümüzde.. Bu nedenledir ki dini inzivaların bile "önceden belirlenmiş bir sonu" vardır.. Şimdi gidiyorum ama, şu kadar zaman sonra döneceğim.... Çünkü insanın temel bağlanma sistemleri, bu şekilde çalışır... İçe kapan ama sonra yeniden dışa dön.....

Yani evet bu bloğu kapatacak göt yok bende. 

Yine yazacağım, yazacağım, kaybolacağım, yazdıklarımın anlamsızlığından utanacağım ve sonra dönüp dolaşıp yine yazacağım :)) Durum budur amirim. Dağılabiliriz....

D.H.'e katılıyorum. Biraz içe dönmek zamanı... Sonbahar ve kış, zaten başka neden var ki?

Ama abartmayalım derim... Blog silmeler, hayattaki anlamsızlığı sorgulamalar, sorgulaya sorgulaya 15km koşmalar falan değil.. Biraz kendimizle başbaşa kalabilmeler... Belki herkese birer invziva evi - inziva odası - hiç değilse inziva köşesi lazımdır.... Hani çocukken yapardık ya, bir dolap içine, saçaklı bir somya altına gizlenir, bazen yastıklardan ve battaniyelerden yaptığımız "kalelerimize" kapanırdık ya.. O şekil..... Ama orada fırıl fırıl çalışırdı aklımız, bir sonraki yaramazlıklara :)

Var mı senin de böyle inziva alanların? Anlatsana biraz?

10 Ekim 2025 Cuma

20 Dakika Yazıları - 11 Ekim

Çocuklar hasta. Eşim "haftada bir yemeği ben yapayım projesi" çerçevesinde akşam için köri soslu tavuk için üç saat önceden mutfaktaki yerini almış vaziyette. Ben de 20dk sonra "bari gözüm görmesin" projem çerçevesinde, havhavcanı da alıp yazar komşumla yürüyüşe çıkacağım. Haydi o zaman; 20dk boyunca silmeden, değiştirmeden, bilinçakışı...


Pastırma yazı başladı. Hava 15 derece ve güneşli. Sarılar, kırmızılar, kavuniçiler hükümdarlığında, muhteşem bir doğa şöleni içindeyiz.. Her yerde sincaplar hopluyor, onların taşıyamadıkları cevizlerin peşinden kargalar zıplıyor, uzuuuuun bir kış öncesi ne yapılması gerekiyorsa, herkes üzerine düşeni yapıyor. Ben de bol bol C vit, çinko depoladım. Netekim çocukların ikisi de, şehir nüfusunun yarısından fazlası gibi, hasta yatıyor. 

Dünkü yazıdan sonra, ay dedim şimdi ne gereği vardı bunları yazmanın. Bazen böyle oluyor, sanırım yazınca rahatlıyorum ama rahatladıktan sonra da anlamsız geliyor o an içinde bulunduğum ruh hali. Sildim gitti. Bugün daha farklı bir gün..

Bazen insan fırtınanın ortasındayken biz psikologların "tünel vizyonu" dediğimiz bir görüş daralması yaşıyor ve alternatifleri, fırtınanın dışında kalanları göremeyebiliyor.. Aynen tünelde hareket eden bir araba gibi yani.. Tek amaç: tünelden bir an önce çıkmak.

Bu elbette normal ama bazen, bilirsin, o tüneller bitmek bilmez ya da birbir ardına sık sık gelip dururlar. Böyle durumlarda insan bunalıyor ve gerçekliği "tünelden müteşekkil" sanıyor.. Halbuki hayat, dalgalı bir deniz gibi; bir batıyorsun bir çıkıyorsun.. 

Son 1 aydır, düşüncelerim ve eylemlerim tek bir tema üzerinde yoğunlaşmaya başladı: değişim. Çok klasik şekilde değişime saçımla başladım :)) Ama demek ki bu biz kadınların genlerine işlemiş bir başlangıç noktası, gülmeyiniz lütfen. Bunları ay sonu raporunda yazacağım ama saç hakikaten bir katalizör oldu, oradan aldığım gazla, hakikaten çok yoğun ve katmanlı bir değişim programının içinde buluverdim kendimi. Sadece kendimi değil, eşimi, çocuklarımı da çektim içine bu rüzgarın... 

Dolayısıyla, her değişim döneminde olduğu gibi, hepimizin rahatı bozuldu.. Stresliyiz. Benim yüzümden sayemde.. Bakalım umarım daha iyi bir yere çıkartır bu tünel, bu değişim rüzgarı, bu... ne bileyim ya. 

Bazen bir tünele girersin, girerken hava sisli, etraf karlıdır. Çıktığında aa bir bakarsın ılıman iklim, bulutlar dağın öbür yamacında kalmış, güneş açmış... Oluyor bu coğrafyada böyle. Ne de olsa Alpler, çetin dağ kümeleri... Ben de umarım bu tünelden daha farklı, daha ılıman bir iklime çıkarız diye umudediyorum bu sıra.. Ama olmayabilir de tabii. Daha beter bir noktada da bulabiliriz kendimizi.... O zaman işte bu benim sayemde yüzümden olacak biraz da aslında... Onun endişesi de var.

Ay çok kapalı yazdım farkındayım. Yorumlara da kapattım. Bu sadece "yazdım rahatladım" yazısı, yorum falan istemiyorum kusura bakmazsanız.. Hatta keşke okumasanız bile... Bu sıra, keşke diyorum, sadece kendim için yazdığım günlere geri dönebilme şansım olabilse...... 

Şeytan diyor sil tüm bloğu ve yepyeni bir adres ve isimle aç, doya doya yaz... 

Sahi neden yap(a)mıyorum?

Kızım oynayıp durma, şeytan doldurur derler..

1 Ekim 2025 Çarşamba

Dengemi bulmak için 1 Ay..

Hoş geldin Ekim, hoş geldin Sonbahar..

Bir şey deneyelim mi seninle bu ay? İç ve dış dengemizi yeniden bulmayı.... çünkü ben bu sıra çok fena sallantılardayım ve eminim benim gibi birçok insan da bu bahar dönemlerinde dengesini yitiriyor, sallanıyor, tökezliyor.. 

Dün gece misal; gecenin 3'ünde bam bam bam kalp çarpıntısıyla uyandım çünkü saniyeler önce rüyamda bir dağa tırmanıyordum ve nereden çıktığını bilmediğim, hayatım boyunca da görmediğim, tanımadığım bir adam geldi ve beni bir itti, sol yanım hep uçurum... Düşerken, bam bam bam, uyandım. 

Sakinleşmem de baya zaman aldı. Önce danışanlarıma uyguladığım tüm teknikleri tek tek uyguladım - hiçbiri işe yaramadı (hayatımda ilk defa böyle bir şey oldu, birinden biri mutlaka işe yarardı halbuki!) sonra rehberli meditasyon yapmaya çalıştım, yok, mümkün değil 3 saniyeden fazla konsantre olamıyorum. Sesli kitabım? I-ıh. Kalk az dolan, köpeği ve tavşanları sev, ı-ıh, hepsi uyuyor zaten kıyamadım... 

Bir başka teknik; sevdiğin birine telefon et ama saat 3'te yapılacak iş değil. Hoş gündüz de yapamıyorum ben bunu; gerçekten dertliysem "ne diye insanları gereyim" diye düşünen, içine kapanan bir yapım var. 

Peki. Yürüyüşe çık? Her zaman işe yarar uzuuun bir yürüyüş. Aslında son yıllarda - hele pandemi döneminde - ne çok çıkardım gecenin üçünde dördünde yürüyüşe, nehir kıyısına iner, simsiyah suyu izleyerek rahatlardım ama bugünlerde parmağım yüzünden terlikle gece gece nehir kıyıları gözüme tekin görünmedi.. E ne yapacağım şimdi ben?

Hiç. Öyle bekledim sabahı. Anksiyeteme teslim olmuş, kafamda binbir felaket senaryoları döner vaziyette. Bir noktada eşim uyandı, sağolsun bana sarıldı, çocuklar uyandı, sağolsun onlar da birer posta sabah kucaklaşması yaptılar, sonra zaten günün koşturması başladı, anksiyetenin sesi kesildi. Ama tam da geçmedi o ağır his..

Çocuklar okula gidince, Havhavcan'ı 1 saat gezdirdikten ve eve geri girer girmez de sıcacık uzuuuun bir duş aldıktan sonra azaldı.. O beyaz sabun kokusu yok mu! Gecenin 3'ünde korkunç görünen dertler, sis bulutu gibi inceldi, yavaş yavaş dağılayazdı... Hâlâ ordalar tabii, geceyi beklemekteler ama gün ışığı altında herşey daha "kolay, başarılabilir" geliyor insana....

Sonra komşum bir dal üzüm getirdi bahçesinden. Hayat inceliklerle güzel..... Ben de bizim minicik ağaçtaki 200'e yakın kıpkırmızı elmayı napıcam napıcam derken, al işte, "paylaşım" kelimesinin anlamını unuttuk. Fotoğrafını çekip bloğa koymak sanıyoruz :)) Doldurdum bir torbaya, kapı kapı dağıttım.. İşte bu ya, birinden üzüm gelir, sen birine elma verirsin, "hasat için şükür günleri" deniyor Almanca'da bu günlere, işte tam da bu nedenle......

Tüm bunları neden yazdım biliyor musun...? Göründüğü gibi değil hiçbir şey. Nasıl dişçilerin dişi çürüyebiliyorsa, "ilişki terapistleri" boşanabiliyorsa (hem de gayet ciddi oranlarda boşanıyorlarsa), biz anksiyeteciler de anksiyeteli olabiliyoruz :) İnsanız... Bazen tüm teknikleri de bilsen, uygulasan da, olmuyor işte.... Bazen geçmiyor. 

Belki bu dönemi kabul etmek lazım. Çünkü anksiyete bir sorun ama anksiyeteye karşı anksiyete duymak bambaşka bir sorun. Eyvah geliyor, eyvah geldi, eyvah gitmiyor... Ya gitmiyor işte ne yapayım? Bazen de gitmiyor, bazen de çözemiyoruz sorunları, iyileştiremiyoruz.. Her sorunun bir çözümü yoktur bazen.....

Böyle işte. Bugün de böyle.. Ters terapi :))

Lakin iyi geldi mi, geldi.

Bu ayı biraz dengemi bulmaya ayırmak istiyorum. Aslında sabah seninle de yaparız belki birlikte diye bir sürü öneri yazmıştım ama daha yolladıktan 1dk sonra bana bile saçma geldi hepsi. O nedenle, herkes bildiği gibi "sağaltsın" kendini. Sen yürü, ben gecenin üçünde yorganımı kemireyim, öteki kalksın sağlıklı beslenip spor yapsın, beriki şükür listeleri falan hazırlasın günlük yazsın. Kime ne iyi geliyorsa, herkes onu yapsın..... Kimse de kimseye hiçbir şey önermesin, zaten internet öneri kaynıyor, binlerce "herbokubilenolog" kaynıyor, isteyen açar onları okur.

Ben kabak oyucam içine de mum koyucam :)) 

Bir de şu alttaki bina girişini bu şekilde çiçeklerle donatmak için nasıl bir mental performans gerektiğini düşünüp durucam gecenin 3'lerinde uykum kaçtıkça.. Ne bileyim bu kadarı da normal gelmiyor bana.... Ama güzel tabii, "irkilten güzellik" bu olsa gerek.

Haydi kal sağlıkla, huzurla..

22 Eylül 2025 Pazartesi

Günlük Rutin: Eylül.25

Geçenlerde, Milie'den sonra hayat ne kadar değişti diye düşünürken, eskiden, düzenli aralıklarla günlük rutinimi yazdığımı hatırladım. Fakat hızlıca bloğa bakınca, ya silmişim ya da bu bloğa değil başka bir bloğa yazıyordum, bulamadım.. Ah dedim keşke bulabilseydim, çünkü ne güzel bir anı... Öğrenciyken, bekârken, evli ama çocuksuzken, çocuklar küçükken, hayat rutinlerim birbirinden ne kadar farklıydı ve şimdi çocukları az çok büyümüş, orta yaşlı bir kadın olarak, yine bambaşka bir rutinim var... Yazmak istedim ve ilerde belki dönüp bakınca da, gülümsemek....

*

Günlük Rutinim bu sıralar şu şekilde:

6.15: Kalk borusu, M.'nın uyanması

6.15- 6.45: Güne hazırlık (duş, güneşi selamlama), kahvaltı ve beslenme çantalarının hazırlanması, tüm hayvanların beslenmesi

7.00: M.'nın ve F.'nun evden çıkıp okula ve işe gidişleri

7.00-7.30: L.'ı uyandırma, tavşanların bakımı, alan temizliği

7.30: L.'la evden çıkıp birlikte okula gidiş

8.00-9.00: Milie ile sabah gezmesi

9.00-10.00: Günün sporu

10.00-14.00: Çalışma Zamanı (terapiler, eğitim ve sınav hazırlıkları)

14.15: L.'ın okuldan gelişi

14.30-17.30: L. ile ödev, ufak atıştırma, spor, logopedie, arkadaş buluşması, oyun, dinlenme

15.30-16.00: Milie ile yürüyüş

16.00: M.'nın okuldan gelişi

16.00-17.30: M. dinlenme, ufak atıştırma, ödev, spor, arkadaş buluşması

17.30-18.00: çocuklar: 30dk ekran zamanı, ben: ev işleri

18.00: F.'nun işten gelişi

18.15-19.00: yemek ve tüm hayvanların beslenmesi

19.00-19.30: ailecek birlikte zaman (oyun / tv)

19.30-20.00: yatağa hazırlık (duş, çiş, diş, birlikte yatakta kucaklaşma, kitap okuma, hikaye dinleme)

20.15: L. uykuya geçiş (M. 21.00)

20.00-20.30: Milie ile yürüyüş

20.30-22.30: Me-Time (yani ev işleri :))) eğitim ve hazırlığı, kitap okumak ya da film karşısında koltukta sızmak, nadiren spor)

22.30: İstiklal Marşı ve Kapanış

:)

Bu da ayrıntılı Haftalık Rutin'im: :) Evet baya yoğun ama Allah sağlık ve güç versin, bir şekilde hallederim ben.. Tabii yıl içinde daha kaaaaaç defa değişir bu "rutin" ama bugünlerde böyle:

Bu yazıları ara sıra yazayım diyorum, insan zaman içinde hayatındaki değişimleri görüp düşünüyor.. Geçen analistime "taş çatlasa 5 sene daha böyle, sonra rahatlayacağım değil mi?" dedim, kahkaha attı...... Analisti de bozdum vallahi hani bunlar kahkaha atmıyordu :))))

Haydi öptüm, sen de yazsana bloğuna rutinini.. Ya da yorumlara "aaa bak şunu da yap / aman ben ettim sen etme" önerilerini...

19 Eylül 2025 Cuma

Eylül Ortası Raporu

Ay sonu raporlarım, son iki aydır, ay ortasına sarktı. En fenası da şimdi tatil dönüşü, tatil hakkında yazmak olacak :) Hüzünlenmeden yazabilirim umarım..


Tatil bu sene benim için rüya gibi geçti.. Çok isabetli bir kararla ilk iki hafta Almanya'da kalıp, Almanya'nın 15 derecelik yaz havasını doya doya yaşayıp :)) Ağustos ortasında biraz daha serinlemiş olan Türkiye'ye gittik. Bu sene sadece 2 hafta Türkiye'deydik, bunun ilk haftası annemlerle Bursa'da, ikinci haftası ise ananemin evinde Karaburun'da geçti. Hava şurup gibiydi, o kahredici sıcaklar geride kalmıştı, bol bol yüzdük, keyif yaptık, dostlarla buluştuk. 

mavinin 40 tonu <3

Ananemin evine 2 aylık bebek olarak gitmişim ilk, şimdi 12 ve 9 yaşındaki iki çocuğumla gidiyorum. Bazen düşünüyorum da; çocukluğumdan beri herşeyin aynı kalması mı acaba beni o eve bağlayan? Aslında pembe gözlükleri çıkartınca, hiçbir şey aynı değil elbette... Artık ne dedem var ne ananem, hatta ananemin arkadaşlarının sonuncusu da rahmetli oldu bu yaz, kendi arkadaşlarımın anneleri babaları bile ya çok yaşlandılar ya vefat ettiler. Biraz hüzünlü bir durum oluyor bu ama hayat da devam ediyor bir yandan, yeni birileri geliyor, işletmeler değişiyor, bilmediğimiz sesler, yüzler, sokaklar ortaya çıkıveriyor..... 

değişmeyen tek şey, midillinin silüeti

Bu değişime ben pek ayak uyduramıyorum doğrusu. Herşey aynı kalsın istiyorum.. Tabii mümkün değil. Bazen üzülüyorum, bazen kızıyorum ama genelde pek tepki vermeyip kendi kabuğuma çekiliyorum.. Sevdiğim, henüz değişmeyen mekanlarda oturuyorum, kumsallar ve ateş pahasına şezlong kiralayan işletmeler yerine evin önündeki taşların üstünden denize giriyorum, kendi balkonumuzda güneşleniyorum, küçük kamelyada meditasyona oturuyorum, geceleri yıldızları izleyerek uyuyorum ve ananemle dedemin mezarlarını ziyaret ettiğimde onlara bu ev için teşekkür ediyor, onları ve eski zamanları çok içten bir özlemle anıyorum. Daha da elimden ne gelebilir, hiç.......


Sağolsun canım arkadaşım O. bu sene de ziyaretimize geldi, hayata karşı hep olumlu duruşuyla evimizi tam anlamıyla şenlendirdi.. Çocukluk arkadaşım E. de şansıma Karaburun'daydı ve bol bol buluştuk hasret giderdik, güldük eğlendik ve birlikte 1 defa bile denize giremeden (2 defa sabahın köründe niyetlenip, buluşup, rüzgar nedeniyle vazgeçtik! Yaşlanıyoruz azizim!) ayrıldık.. E.'in yeğeni ile kızım M. kanki oldular bu yaz, bu beni aşırı sevindirdi çünkü ilk defa M.'in Türkiye'de bir arkadaşı oldu, bol bol Türkçe konuştu (çünkü arkadaşı bıcır bıcır sürekli ama hakikaten nefessiz konuşan bir kızdı) güzel zaman geçirdi. Oğlum L. ise genellikle denizin içindeydi, pek yüzünü göremedik, sırtını ve poposunu daha çok gördük :))

dostlar candır
🧿

Tatilimizin ikinci yarısında ise, Yunanistan'ın Mora Yarımadası'na geçtik. Bir araba kiraladık ve 2 hafta boyunca Mora'nın çeşitli köşelerinde kendi kafamıza göre takıldık. Benim dede tarafım Selanik göçmeni olduğu için, tipimi Yunanlıya çok benzetirler, hakikaten hem tipim hem karakterim Yunanlıymış yahu! :))) Ben bile emin oldum. 

Yunanistan bana iyi geldi... İçime de dışıma da...
🧿

Yahu bir insan bir ülkenin istisnasız her şeyini mi sever??? Havasından suyuna, taşından toprağına, denizinin her tonuna, yemeklerinden içeceklerine (o mastika likörü neydi yaaaa! Sabahları Frappe geceleri mastika ile yaşadım 2 hafta boyunca!) insanından kültürüne, antik yunan felsefesinden günümüz kültürel yapısına herşeyine aşık oldum bir defa daha... Uzun zamandır kendimi bu kadar "ait" hissettiğim bir yer daha olmamıştı.... Kesinlikle kan çekiyor azizim..


şarap, ekmek, deniz.
yeter de artar bile..
ama yetmezse de:

:))) çocukluğumuzun gezici manavları!!!!

Yunanistanla ilgili en çok neyi sevdim biliyor musun? Kültürünü, doğasını koruyabilmiş olmasını. Etrafta HİÇ plastik yoktu, herşey doğal malzemeden, evlerden zeytinyağı şişelerine dek her şey tamamen yerel, tamamen doğaldı.. Adamlar sadece yaşamayı değil, estetik yaşamayı biliyorlar. Sahip çıkıyorlar, koruyorlar. Çocukluğumdaki "biz kültürü" devam ediyor, işte beni Yunanistan'a bağlayan da bu oldu aslında.. Yoksa doğası denizi bizimle hakikaten aynı ama işte "algı farkı".....

misal bu masa..... da masaymış ha!


ya da bu köy....

Sonra işte geldik döndük Kürkçü Dükkanı'mıza. Olumlu bakmaya çalışıyorum çünkü bazı seneler bir dönüyoruz, tüm yapraklar sararmış ve Eylül son hafta kar yağdığına bile şahit oldu bu gözler :))) O nedenle şu anki 20 derecelik güneşli havalar (3 gün daha sürecekmiş) benim için güzel bir geçiş-süreci oldu. En azından cennetten Bavyera topraklarına çakılmış gibi hissetmedim...


Çocuklar 16 Eylül'de okullarına döndüler çok şükür fakat bu hafta resmen üzerimden geçti.. Okul hazırlığı denen şey, son bir hafta boyunca beni hem fiziksel hem maddi anlamda göçertti. Ufaklığın artık ufak sayılamayacak ayakları, salatalık gibi büyüyor yahu. Büyüdüğüne sevinmekle, iki ay giyilmiş kıyafetlerine artık sığmıyor oluşu gerçeğine üzülmek arasında bipolar duygular içindeyim... Kızım minyon, bana çekmiş ama o da alışveriş meraklısı bir ergene dönüşmekte maalesef... İnsan "okul forması candır" diyormuş gerçekten de..... Neyse C., nefes al nefes ver, şu manzarayı gördüğün ana ışınlan:


Ben..... Ben de işte tüm bunları planlarken, kendimi "overwhelmed" nedir ya bunun Türkçesi, boğulmuş? hissetmemeye çalışıyorum. Analizim devam ediyor çok şükür, belim için fizyoterapiye de devam edeceğim inşallah, bir de 3 senelik bir eğitime yazıldım bakalım heyecanlıyım, bir iki önemli de sınavım var kışa dek... Yine tabii tüm bunların yanında kendi danışanlarım devam ediyor yoğun bir şekilde. Bu cenderede bir de meditasyon ya da pilates falan kursu bulabilirsem online, aşırı sevineceğim çünkü kendim için en azından "1 şey" yapmak istiyorum bu sene....

:))) çok güldüm bu fotoğrafa, 
sanki üzerimize hayalet gemi geliyor gibi
temsili yalnız kalmayı başarabilmişken üzerine gemi gelen ebeveyn fotoğrafı :)))


Analize yeniden başladım bu hafta. Özleşmişiz analistimle :) Bir seansta 5 seans gücünde konular açıldı ve geldiğimiz noktada; kendimi kabul etmek için öncelikle kendimi tanımam gerektiğine karar verdik.. Çünkü ben kendimi tanımıyorum hiç... Yani başkalarının benden bekledikleri, istekleri üzerine bir karakter örmüşüm ama "ben" denen kişi kimdir, neden zevk alır, neyi ister, hayalleri nedir, hiçbirini bilmiyorum :/ Oysa ergenliğimde ne kadar emindim burnumun dikine gittiğimden..... O Ceren'i yeniden bulmam, yeniden tanışmam lazım kendisiyle.. Annemin babamın eşimin çocuklarımın arkadaşlarımın isteklerini bir kenara bırakıp "ben" ne istiyorum, ben kimim, bunları çalışmam gerekiyor bu kış....... Bakalım başarabilecek miyim..... 

Belki severim bile 🧿

Haydi bakalım..... Kış uzun ve ters köşe yapabilir, belki de bu yazdıklarımı yalatır bana hayat ama en azından denedim derim, şimdi doğru zaman değilmiş derim, ilerde yeniden deneyeceğim derim.... Bu da bir şeydir yani.....


Sen peki? Sen nasılsın? Sen kendin olabiliyor musun, hayatının kontrolü tamamen kendi elinde olabliyor mu? Nedir "bu işin sırrı"? :) Haydi yaz yaz!

19 Ağustos 2025 Salı

Ağustos Ortası Raporu

Ağustos 1 dedik mi, Bavyera eyaletinde okullar kapanıyor. Almanların herşeyleri gibi yaz tatilleri de planlı programlı, yollarda ve mekanlarda doluluk yaşanmaması için, eyaletlerin hepsi aynı anda tatile çıkmıyor. Kuzeydekiler, biraz da hava durumu nedeniyle tabii, bizden neredeyse 1 ay önce çıkıp Ağustos ortası okula dönüyor mesela.. En geç çıkan, en güneydoğudaki Bavyera eyaleti... Ağustos 1'de tatil başlıyor, 6 hafta boyunca yani Eylül 15'e dek sürüyor tatilimiz. 

Normalde hemen Türkiye'ye kaçardım ama bu sene tatilin ilk 18 günü Almanya'da kalmayı tercih ettim. Biraz buranın yazını yaşamak istedim (ama Murphy ters köşe etti, şu son birkaç güne dek 14 derece yağmurlu havayla diz dize göz gözeydim), biraz da çocuklar ısrar ettiler, arkadaşlarıyla planları vardı. Fakat açık söyleyeyim son 3-4 gündür o kadar zorlanıyorum ki, depresyonun dibine vurdum (resmen ölümü, ölmeyi falan düşünüyor, huzurla ilişkilendiriyorum yahu! Karnımda kırmızıdan mora çalan, garip, ben gibi bir şey çıktı, hem korkuyorum hem de tuhaf bir huzur kaplıyor içimi!)

18 günün en güzel günü <3 açıkhavada film

Neyse bu hafta geliyoruz memlekete inşallah kısmetse. Karnımdaki şeyi de göstereceğim tabii. Umarım kötü bir şey değildir çünkü eminim tuzlu suyla ilk temasımda hayat birden 180 derece değişecek, birden aşırı mutlu, neşeli bir insan olup "aman da hayat ne güzel, yaşamak ne güzel" olacağım...... Neyzen Tevfik ne der: "Ben kaç kişiyim?" (Bunu "bende kaç ben var" olarak yazacaktım ama şu "ben" konusu, bu sıra tekin bir konu değil.... :P ah şu çift anlamlı kelimelerimiz ah).

Bu 18 günde neler yaptık bak:

İlk hafta hava buzzzz gibi ve yağmurluydu. Bay 8 yaş önce "İlk Yardım Kursu"na gitti, sonra "Çakı Ehliyeti" aldı :))) Bir gün babasıyla işyerine gidip stajyer oldu, bir gün de babası ve kuzenleri önderliğinde doğadan mantar toplama aktivitesine gitti (gece de yediler bu mantarları ama ben dedim aman sakın ha, "babana bile güvenme, ölürsün valla" neyse benim oğlan dışındakiler tüm mantarları afiyetle yemişler - kimse de ölmedi, şaşkınım). Bayan 12 yaş ise, "yıl içinde çok yoruldum, yıprandım, dinleneceğim" diyip, tüm hafta boyunca evde keyif yaptı. Bu şu demek oluyor: 11'e dek uyanmamak, tüm gün pijamalarla takılmak, yatakta, hamakta ya da salon koltuğunda yatıp bacakları havaya dikerek kitap okumak (ne enfes şeydir, bilirsin..) İlk hafta, bu şekilde gayet güzel geçti bitti. "Aman da ne kadar güzelmiş Almanya'da tatil" türü cümleler yazmışım defterime, şimdi bakınca ağlamaklı oluyorum :))))

İkinci hafta, Bayan Sosyal Kelebek pijamalı ev hayatından sıkıldı tabii. Bu sefer de paso sosyal aktivite içine girdi. Şansına hava da düzelince, arkadaşlarıyla buluşmalar, piknikler, havuza gitmeler, göllere gitmeler, gece birbirlerinde kalmalar derken çocuğu 7 günün anca 3 günü falan görebildik.. Fakat bu sefer de oğlum "evcilleşti". Ama oğlan çocuğunun evcilleşmesi malumunuz, kız gibi önce kitap kurduna dönüşmek, koza kurup sonra da sosyal kelebek olarak hayata uçmak şeklinde olmuyor. Sabahın 7'sinde kalkmak ve totosu oturak görmeden akşamın 8'ine dek koşturmak anlamına geliyor. Üstelik 5 dakikada bir anneeeeeaaaaağ sıkıldığğğğğğğm. 

ana oğul saçlarımızı pembeye boyadık, nasıl olmuşuz?
:))) şaka şaka, app ayol.
ama ben şahsen sevmedim de değil!

"Anneaaağ" kişisi de bu sene "kariyer meraklısı" oldu malum, benden hizmet bekleyen bir sürü danışanım var, gün içinde en az 4-5 saat çalışmam gerekiyor, danışanlara "kusura bakma kardeş, 6 hafta depresyonunla, anksiyetenle sen kendi imkanların dahilinde ne yaparsan yap, ben tatildeyim haydi baaaay" denmiyor.. 

Baktım olmayacak, 10 günlük bir plan yaptım yavruya. Planlama uzmanı anneyiz ne de olsa.... :))) Maksat: Namım yürüsüüüüün. Evladıma çizelge çizdim. Günde 11 tane yapması gereken iş var: açık havada zaman geçirmek, anneye ev işlerinde yardım etmek, spor yapmak, 30dk kitap okumak, 5 adet matematik problemi çözmek, 30dk nintendo oynamak, 1 saat tv izlemek, 1 porsiyon sebze yemek, oyuncaklarla oynamak, ailecek oyun oynamak ve 30dk anneyle kucaklaşmak :)) 

Tabii ebeveynlik demek %50 tehdit, %50 rüşvet demek, bilirsin... Ben de rüşvet olarak şunu sundum: 11 madde, 10 gün yani 110 madde eder. Eğer bu maddelerin 50'si başarılırsa 5 euro ödül (sadece tv izlemek, nintendo oynamak bile 2 maddeden 20 puan ediyor yahu!), 50-80 arası başarılırsa 10 euro ödül, 80-100 arası başarılırsa 20 euro ödül ve 110'u birden başarılırsa taaaaaam 25 euroluk ödül :))) Allahım benim gibi sosyalist biri nasıl buncağız kapitalist yavrular yetiştiriyor yahu?! Utanç tablosu ama başka türlü olmuyor yahu yeminle olmuyor! Bir de ihtimal vermedim, bu bir iki gün yapar sıkılır kesin yırtarım dedim... Tabii evlat kapitalistin önde gideni, 110'unu birden başardı babasını satiim ya!

sıkılan çocuk yaratıcı olur, 
bizimkinin yaratıcılığı bile kapitalist yahu!

Öyle böyle 18 günü bitirdik görüyorsun..... Hayattayız. 

İnnnşallah yakında Bursa'ya ve oradan da İzmir'e varabilirsem, ben de birilerinin çocuğu, birilerinin özlediği arkadaşı, birilerinin kıymetlisi gibi davranabilirsem, biraz kendime gelirim diye umuyorum. Biraz da tuzlu su, güneş, baygın sardunya ve zeytin kokusu, Ağustos sonu geceleri, süt süt ot kokusu..... Çok özledim çok.... İnşallah sağlıkla, neşeyle, huzurla geçer şu 3 haftalık tatilimiz, inan çok ihtiyacım var sevgili blogcuğum, çok.......

Haydi kal sağlıcakla, Ağustos sonu rahatlamış, huzuru bulmuş vaziyette buluşalım yeniden canım blogcuğum.....

3 Ağustos 2025 Pazar

45 Dakika Yazıları - Ağustos 1

Evi mislerrrr gibi temizledim. Kahvemi aldım. Sağıma soluma baktım "biri için gerekli miyim?" diye.. A a, nasıl olduysa; hayır gayet gereksizim! Kızım odasında "takılıyor", oğlumla eşimin 12 derecelik ve durmaksızın sağanak yağışlı haftasonuna şuursuzlukla denk getirip gittikleri çadır kampından dönmelerine de 45 dakika var. E bu bir işaret değilse nedir? :) O zaman haydi; silmeden, düzeltmeden, bilinçakışı....

Birkaç haftadır, böyle boşluklar buldukça izlediğim önü topu aslında 6 bölümcük bir dizi olan "A Man in Full"u sonunda bitirdim. Buram buram tertosteron dizisi, hakikaten tuhaf bir dünya bu erkeklerinki.. Ne anlamsız hırslar, ne anlamsız göstermeler, gösterme çalışmaları.... Kadınlarda da var elbette ama erkeklerin testosteronla kaplanmış gösterme halleri daha da abartılı. 

Raymond Peepgrass karakteri inanılmaz ürkütücüydü benim için, dizinin sonuna dek "bu adam seri katil olacak, dizi birden dönecek" diye bekledim durdum. İnek yalamış saçlar, o tuhaf gözlük, hem fiziksel hem duygusal anlamda fakir evindeki büyük hırs kavgaları; her şey seri katilliğe doğru gidiyordu. Fakat ne acaip bitti :)) Spoiler vermeyeceğim. Dizinin adı da son sahneye dek benim "ampülü" yakmamıştı, sonra "haaaa a man in full e.... imiiiiş" diye uyandım; ki son sahne acaip komikti, düşündükçe yeniden gülüyorum. Eşime tavsiye ettim, sana da ne bileyim, eder miyim, bilemedim.. Testosteronun gittiği uç noktaları, Amerika'nın turuncu belasının kafasından geçenleri ya da çevrendeki bazı erkeklerin saçma sapan hırslarını anlamak istiyorsan, iyi anlatıyor. Kadın karakterlerse çok zayıf (ki zaten erkek egemen dünyada bu şekilde algılanıyoruz), ona takılacaksan hiç izleme.

Fakat Raymond, bence başlı başına yeni bir dizi olabilecek çapta bir karakterdi. Aynen Breaking Bad'den Better Call Saul'un çıkması gibi, buradan da bir Raymond çıksa izlerim ben.... Oldukça derin bir karakterdi, aktörü tarafından da çok iyi oynanmıştı, fakat derinliği bu dizi içinde yeterince anlaşılamadı...

Karakter aslında hikayeden daha önemli geliyor bana. Bunu tam bir ay önce düşündüm ve dedim ki "neden sürekli hikaye yazmaya çalışır herkes, aslında bence çok daha ilginci karakteri yazmak, derinlemesine.. hikayesi nasılsa gelir peşinden". Aynen böyle düşündüm evet ve o anın galeyanı ile de bir blog açtım: Küçük Beyaz Taşlar

Bu blogta yolları bir şekilde benimkiyle kesişen irili ufaklı karakterler (beyaz taşlar) olsun dedim. Tabii kolay değilmiş, önce kimden başlayacağım sorunsalı beni tam 1 ay oyaladı. Önem sırasıyla değil, rastgele yazmak istiyorum ama ilk aklıma gelenler hep hayatımdaki en önemli insanlar ve birini yazsam diğeri eksik kalacak falan filan derken daraldım.. Hatta öyle bir noktaya geldi ki, kapatıp gitmeyi düşündüğüm andaydım. Sonra neyse bizim İsviçreli çözümü sundu: benden başla :)))

Başladım bakalım... Hiç bilmiyorum nereye dek gidecek. Açtığım sayısız blogtan bazısı tutuyor, bazısı zaman içinde kayboluyor. Temel nedeni elbette benim maymun iştahım ve meselelerimi birbirlerinden kesin çizgilerle ayırma merakım.. Ama bu kötü bir şey değil bence, dinamizm..

İngilizlerin bir lafı vardır; eline çekiç alan her yerde çivi görür diye. Ben de bu sıra her yerde bir hikaye karakteri görmeye başladım, sanki seçip seçip önüme yolluyor hayat bunları. Üstelik bazısına çok öfkelendiğimde de belki bu öfkeyi yazmaya kanalize edebilirim, bu adam / kadın neden böyle diye düşünmektense, yazarak bulabilirim belki nedenini... Ya da dümdüz, gördüğüm şekliyle yazarım çevremdeki insanları. Her insan bir roman derler ya; bence roman olmasa da, en azından bir romanın yan karakteri her insan. Ve bazen romanın kendi hikayesinden çok karakterleri aklımızda kalır.. dedim ve başladım. Bakalım nasıl olacak, ilgilenirsen beklerim.

Aha kahve yine soğumuş. Ve bizimkiler zili çalmak üzere..... Tam zamanı: bzzzzt.

31 Temmuz 2025 Perşembe

45 Dakika Yazıları - Temmuz 3

Kızımı (ve karnesini) bekliyorum okul kantininde, gelmelerine de tam 45 dakika var. Onları alıp sonra oğlumu (ve karnesini) almaya geçeceğim.. Beklerken, önce Küçük Joe'nun ikinci romanının yayınlanan son terfikasını hüzünlenerek ve biraz da Enki'ye sinirlenerek okudum, sonra çok yerde sesli gülerek dinlemekte olduğum ve (afedersiniz) "Gavat" karakterine koptuğum, "Sezen'i yetmez ama severiz"e kıs kıs güldüğüm, Fuat Sevimay'ın "Anarşık"ına gitti elim ama ı-ıh, okul kantininde dinlenmez şimdi deyip vaz geçtim. Ne yapayım ne yapayım? O zaman haydi; silmeden, düzeltmeden, ayın 3. ve son bilinçakışını yazayım. Seviyorum bu 45-dakika yazılarımı :) Aslında; fazla düşünüp taşınmadan, spontan yaptığım tüm deliliklerimi, seviyorum..

Bil bakalım bu sabah kiminle karşılaştık? 

Doğru bildin :)

Ben demiştim ona "bir defa karşılaşan artık hep karşılaşır” diye de hafife almıştı. Bu sabah karşılaşınca, yine o güzel gülümsemesiyle ve sarı köpeğiyle ben onu hemen tanıdım ama o beni önce tanımadı, tanımadığını da çaktırmamaya çalıştı. Sonra jeton düşünce: "aaaa ama bu imkansız, ben bir defa karşılaştığım kimseyle bir daha karşılaşamıyordum!" dedi gülerek... "Eh görsel hafızan bu kadar kötüyse, insanlarla defalarca karşılaştığın halde tanımıyorsundur" dedim gülerek :)) Bazı insanlar utanınca çok sevimli oluyorlar.. Ama tanımamakta da haklıydı; ilkinde aşırı sıcak bir yaz akşamı, üzerimde efil efil bir elbise, saçlarım omuzlara salınmış, hayat bana güzel halleri; bugün ise 15 derece buz gibi hava, kazak üstü yağmurluk, pantolon, saçlar topuz.. Kadınları tanımak hakikaten ne zor; özellikle çok "görsel dikkat" sahibi değilsen. Bukalemun gibiyiz, günümüz günümüze uymuyor.. Ama iyi oldu ayak üstü biraz konuşmamız, günüm güzel başlamış oldı. Zaten ne zamandır ona vermek istediğim bir makale linki de vardı. 

Temmuz 1 ve Temmuz 31'de karşılaşmamız ama sence de ilginç değil mi...? Temmuz'u açma ve kapama düğmesi mübarek. Ya da, sanki Temmuz'u bana yeniden sevdirmek için hayatın küçük muziplikleri... Peki bakalım..!

Aaa dur dur, dün de ilginç bir şey oldu. Doktor ikinci randevuda da MR çekmeyi reddetti (hmm fıtık, olabilir, olmayabilir de dedi! Tıpta ne evet ne hayır demek ne yahu?! Adam durduk yere içime Oğuz Atay kaçırdı!) ama yüce gönüllülük edip beni "fizyoterapi"ye (başından attı, öhöm) sevk etti, burada fizyoterapistini kendin arıyor, ancak aylar sonra buluyorsun (bir de cildiye randevusu böyle başa bela). 

Beş altı yeri aradım, en erken randevu Ekim ortası! İki yerde de telesekreter çıktı, mesaj bıraktım. Akşamın saat 20'sinde biri geri dönüş yaptı, konuştuk, tatlı bir kadına benziyor (kadın olması çok çok önemliydi, mutlu oldum) ve haftaya Pazartesi için randevulaştık! Bu kadar hızlı olmasına hem inanamadım, hem de çok sevindim ama kadının tam adresini istediğimde daha da büyük bir sürpriz beni bekliyordu: Psikanalistimin alt komşusu çıkmasın!? Annemin yorumu: "Aaa ne hoş, alt katta bedenin, üst katta ruhun rahatlayacak!" :))

Bu 4 katlı pembe apartmanda benim için gerçekten bir hayır var sanırım. Bir dahaki gidişimde diğer katlara da bakayım diyorum :P Belki holistik bir yaklaşımla, bir kapıdan çıkar, diğerine girer, huzura ererim. Aslında ilk katta taşlar, enerjiler vs ile uğraşan ezoterik bir kadın, ikinci katta da sürekli ot içen, tüm apartmanı kokutan halüsinojik bir genç var. İster misin local dealer'ımı ve yıldıztozcumu da bulayım, hahahah.. 

Vay be sevgili blog.. Vay be. 

Bzzzzt 45 dakikanız (tam zamanında) dolmuştuuuur.

EKLEME: Akşam yürüyüşünde yine karşılaştık :)))

28 Temmuz 2025 Pazartesi

Temmuz Raporu

Türkiye ve dünya gündemi yine sancılı, girdiğimde çıkamıyorum. Onun yerine gel benim küçük evrenimde neler olmuş, biz ona bakalım.... Ne diyor Nermin Yıldırım: "Küçük telaşlarda kaybolup, büyük dertleri unutmak.."

*

Bizim küçük evrende, Temmuz Telaşları:

Yoğun eklem ağrıları ve baş dönmesi ile bir ara "hah bu sefer Tahtalıköy'e erişimim 5G üzerinden sağlanıyor" gibi hissettiğim, koştur koştur geçen ve geçmiş yıllardan da sabıkalı olduğu için, pek çekindiğim bir Temmuz'u daha, kayıpsız ve ayıpsız geride bırakmayı başardım çok şükür.. Fakat bu eklem ağrıları, özellikle bel ve leğen kemiği bölgem bu ay beni hem fiziksel hem psikolojik anlamda çok zorladı. Doktora "gözünü seveyim bir MR yaz bana" diye yalvardım çünkü burada hâlâ "çok oturma, yoga ve pilates yap, bitki çayı iç"çi bir sistem var.. Yine aldığım cevap "biraz daha spor yap"... 

Yahu daha ne kadar spor yapabilirim? Her gün Milie ile 1,5 saate yakın yürüyorum, haftanın 3 günü yoga, 1 günü jimnastik yapıyorum, okula falan hep bisikletle gidip geliyorum, tanesi 4 saat süren çılgın ev temizliklerimi sayma bile... Daha ne yapayım bilmiyorum ki?! Bence Alman doktorlar tarafından çok pis ihmal ediliyorum sevgili blogcuğum ve annemlere yük olmayacak olsam (çünkü elimden tutup beni doktor arkadaşlarına götürmelere falan kalkıyorlar) Türkiye'ye geldiğim gibi kendimi Türk doktorlarına emanet edeceğim. Vallahi bıktım bu "enerjiciler şifacılar grubu"ndan. Bi' MR çekin ya gözünüzü seveyim sanki kendi cebinizden çıkıyor! Neymiş "gereksiz test, devlete yük"..... Peh!

Yoga yap, neyine yetmiyor..

- Eşim maşallah turp gibi. Sinir oluyorum :)) Ben her sabah heryerim tutulmuş, ağrır vaziyette iki büklüm yataktan çıkmaya çalışırken, o maşallah delikanlı gibi fırlıyor. Adam her gün 40km bisiklete binmekten Michelangelo'nun David'ine döndü.... Geçen gün bunu komşuma anlattım, o da bana "genç erkek aldın ondan, kendinden 5-6 yaş büyüğünü alsaydın birlikte çökerdiniz" dedi :)))) Alman kafası, ama haklı ayol.. Şaka bir yana, erkeklerin kadınlardan daha geç çökmelerine sinir olmuyor musun sen de? Ama biz daha uzun yaşıyoruz deme, çökmüş vaziyette uzun yaşamanın anlamı ne?!

hayat akıp gidiyor :P

- Kızımın 12. yaş gününü 40 gün 40 gece olmasa da, 40 saat süren bir partiyle kutladık. Her sene olduğu gibi bu sene de ben "bu sene son!" dedim. Hı hı evet, seneye yine görüşürüz blogcuğum.

- Oğlumsa kafayı Pokemon'la bozdu. Okulda çılgınca bir kart değiş tokuşu var ve çocukların hiçbiri de Pokemon'un asıl oyununu bilmiyor :)))) Bu işe bir el atıp kuralları öğrenelim dediysem, of, yemin ederim kafam almadı.. O kadar karışık ve o kadar ince ayar ki, kim neyi ne yapıyor daha onu bile anlamadım. ChatGPT'ye danıştık, "8 yaşa anlat" dedik olmadı, "bilale anlatır gibi anlat" dedik, biraz anlar gibi olduk ama ı-ıh... En azından şimdilik hangi kart ne kadar kıymetli, çakma kartları nasıl ayırd ederiz vs. ancak bunları öğrenebildik.. Bu da bir şeydir. Aranızda bu işten anlayan biri varsa: imdaaat!

- Çocukların okulu da cuma itibarıyle 6 haftalık yaz tatiline girecek. Bir de buna imdaaat :))) Tabii sizdeki 3 ayın yanında 6 hafta nedir ki diyorum, yanlış anlaşılmasın..

L.'in tatil başı ve tatil sonu görüntüleri :)))

- Millie bu ay içinde 4 defa boyun ve belden çift geçmeli tasmadan kurtulup deli danalar gibi koşarak kaçtı... Ödüm ağzıma geldi... Maalesef sokak köpeği olduğu için herşeye karşı müthiş bir güvensizlik duyuyor. Ben onu yakalayayım diye koşunca daha da panikliyor. Ay delireceğim. Köpek önde ben arkada deliler gibi rekora koşuyoruz (böyle anlarda belim ve leğen kemiğim gayet iyi bu arada, hakikaten psikosomatik midir nedir?). Hayır dışarda benden kaçan köpek, eve gelince de sürekli peşimde, gecenin 4’ünde tuvalete kalksam, o da peşimde! Eşim "bu senin gölgen" diye dalga geçiyor... Sevimli de kerata.

Baba oğul Millie’nin Pokemon kartını yapmışlar
:))

- M. hayatının ilk "ev partisi"ne katıldı! Ev partisi denince benim aklıma anne ve babası tatile giden bir gencin evinde, yaklaşık 200 adet 15-16 yaşında kızlı oğlanlı gençlerin toplaştığı, bangır bangır müzik dinleyip, evin her yerinde öpüşüp durduğu, su gibi alkol içip şeker gibi hap yedikleri, gece de havuza girdikleri ve sonu mutlaka polisle biten bir mizansen geliyor aklıma (fazla amerikan filmi izlemekten ötürü) ve buna rağmen izin vermek de baya baya "annelik sınavı" oldu benim için :)) 

Fakat en yakın arkadaşıyla katıldıkları partide, asıl doğum günü "çocuğu" 55 yaşında bir babaymış ve yakın arkadaşının anne babası da davetliler arasındaymış diyereeek, tamam demiş bulundum ama evet gece havuza girmeler falan olmuş ve arkadaşının babası "valla eve 4'te döndük, hâlâ feci hangover'ız" deyince de biraz "oyyy" olmadım değil.. :)) M. için tam bir kültür şoku olduğunu tahmin ediyorum. Her ne kadar kendisi "hmm fena değildi, havuz neyse ki ısıtmalıydı" falan gibi yorumlar dışında pek renk vermese de... :) Minik M. büyüyor yahu.....

gençlerin arasında ortayaşlı ben :P

- Orta yaş deyince.. Yakınımızdan iki çift boşanıyor. Çok acaip işler dönüyor sevgili blogcuğum. Burda yeni moda bir sistem var: çiftler boşanıyor ama çocuklar evde kalıyor, haftanın 5 günü anne o evde, 2 günü baba evde... Çocuklar evlerinden ve düzenlerinden olmuyor.. Çok hoş di mi.. Lakin şimdi bu denkleme anne va babanın yeni kız ve erkek arkadaşlarını ekle.... Hah :))) Neyse ben de büyük bir açık kalplilik ve ilgiyle izliyorum (elime çekirdek alacağım utanmasam) bakalım sonuç ne olacak..

- Yine yakınımızdan boşanmakta olan diğer çiftin boşanma nedeninin "baba"nın aslında gay olduğunu anlaması olduğunu öğrendik, adam 3 çocuk yaptıktan sonra, 45 yaşında "açılmaya" karar vermiş. Olabilir, zararın neresinden dönülse kârdır elbette... hakkıdır. Lakin iş döndü dolandı yine bana patladı çünkü adam LGBTQ+ ile çalıştığımı duymuş ve benden destek istedi... Eşim de diyor ki: "ben bu adamı ve karısını azıcık tanıyorsam, adam numara yapıyor. Bu kadından ve evlilikten başka bir şekilde çıkış olmadığını anladığı için bu çıkışı buldu uyanık." :))) Ay delireceğim. Bir erkeğin tanıdığı bir başka erkeğin gay olduğunu sonradan öğrenip de kabullenmesi neden bu kadar zor? Ne yazık ki danışmanlık veremem, etik değil, önceden tanışıyoruz..... Ama hakikaten ilginç bir durum, çalışmayı çok isterdim! :)

Bahçeden 🥰

- Ve son olarak; ayın son günlerinde verdiğim kararla, yeniden "öğrenci oluyorum" sevgili blogcuğum. Farklı bir psikoterapi alanında eğitim almaya karar verdim. 3 sene sürecek bir eğitim bu. Umarım altından layıkıyla kalkabilirim.... Eylül'de başlayacağım kısmetse.... Bol şans dile bana, 47 yaşımda, tam 11 senenin ardından, yeniden öğrencilik :P Bakalım nasıl olacak....

Haydi öptüm! Neşeli, sağlıklı, ağrısız sızısız bir Ağustos olsun <3 İçimize biraz ferahlıkla kapatalım:

bizim diyarlarda son 10 günün özeti..

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Menopoz Menarşa karşı

Bu konuları hiç konuşmuyoruz, bence konuşmalıyız... Ayıp değil ki yahu, herkesin yaşadığı gerçekler. Ergenliğe ya da üretkenliğe girişi, yani menarşı konuşuyoruz da, erginliğin bir başka doğal aşaması olan üretkenliğin bitişini yani menopozu neden konuşmayalım? 

Pexels Photo by cottonbro studio: link

Hormonların psikolojimiz üzerindeki etkileri çok derin ve çok da bilinmeyen bir mevzu.. 47 Yaşındayım ve (Türkiye ortalaması 50 yaş) menopoz öncesi dönemdeyim. Bu şu demek; ortalama 3 senelik bir süreçte, bazı hormonlarım değişecek, azalacak ya da üretimi duracak. Aynen ergenlikte olduğu gibi, vücudumun işleyişi değişecek, bunun psikolojik ve fiziksel sağlığıma yansımaları olacak. 

Menopoz aslında "adetten kesilme" olarak bilinse de, öncesi ve sonrasıyla birlikte ortalama 7-10 seneyi bulan bir süreç. Bendeki ilk değişimler de 4-5 sene önce başladı aslında. O dönemde tam adını koyamadım ve pandemiye denk geldiği için emin de olamadım ama bazı sıkıntılarım oldu; mesela her gece 3'te uyanıp endişeler içinde debeleniyordum, bazı geceler 18 derecelik odada ve ince battaniyeyle öyle bir terlemiş uyanıyordum ki, su içindeyim sanki (eşim kazak üstü kalın yorganla titrerken hem de) ya da adet öncesi göğüslerime dokunamıyordum acıdan, sinirli oluyordum, alıngan oluyordum.. Di'li du'lu konuştuğuma bakma hâlâ da öyleyim. Hayatım boyunca adet öncesi ben sanki ben değil, cadının tekiydim ama son yıllarda azalacağına iyice arttı cadılığım!

Pexels Photo by Anastasia Shuraeva: link

Üstüne bir de yine adet öncesi dönemde baş ağrıları, mide yanmaları, tüm vücudumda kırıklık, eklem ağrıları eklendi bu son bir iki senedir. Hormon seviyelerime baktırınca, menopozun çok uzağındaymışım gibi bir tablo var. Misal aşırı bir östrojen yüksekliği çıktı, doktor dalga bile geçti "bugün git 7 sene sonra gel" ya da "çevrendekileri öldürmek istediğin kadar sinirli olduğunda gel" falan diye.. Tamam gülüyoruz ediyoruz da, anlatamam yani, ağrısız bir günüm bile geçmiyor şu son aylarda; sürekli eklem ağrısı, sürekli göğüs sancısı, ruh halimde gelgitler.. Ve bu da yaşam kalitemi engelliyor. 

Açıkcası adet düzensizliği son bir senedir başladı. Nedense menopoza araları uzayan ve azalan regl kanamalarıyla girilir sanıyordum. Aksine aşırı sık (20 günde bir) ve ağır regl olmaya başladım, yüksek doz kan ilaçları kullanmam gereken düzeyde anemik oldum! Son 6 aydır ise, toplamda 2 defa regl oldum (tabii ki en olmamam gereken günlerde, çünkü: Murphy Kuralları). Hatta sonuncusundan önce "ay sonunda girdim galiba menopoza oh be" falan diye gülerken, annem "kızım bi hamilelik testi mi yapsan" yorumuyla beni bir şokladı :))) Tamam 3. çocuğu hep istemiştim ama 47 yaşımda da istemedim yani... Neyse eczacıya da "bana bir menopoz bir de hamilelik testi" derkenki hallerim falan çok komediydi... Bu arada aynen hamilelik testi gibi evde menopoz testi var evet..

İkisi de negatif çıktı ve haftasına da regl oldum ama yani belli ki "birşeyler dönüyor".. Bilişsel anlamda da, konsantrasyon güçlükleri yaşıyorum, kafam karışık, sık olmasa da öfke patlamalarım var - özellikle de yavaş hareket eden, yaşlı ve benmerkezci kadınlara takık vaziyetteyim: elbette kayınvalideyle özdeşleştirme durumları, insan psikolog olunca şak diye anlıyor ama gel de hormonların gücüne karşı savaş ve iyileştir :)) 

Pexels Photo by Kampus Production: link

Üstelik bir konu daha var başımda! Yine Murphy sağolsun, elbette benim "resmi" menopozumla kızımın menarşı (ilk regli) eminim üstüste gelecek, yüzde yüz eminim hatta aynı gün falan olacak bu iş :))) Askeriyedeki bayrak devir teslim törenleri misali... O da direniyor, ben de direniyorum şimdilik ama hissediyorum, ikimiz de ayın "belli dönemleri" hakikaten coşuyoruz ve evde iki cadının fırtınalı okları uçuşuyor, birer kutu nutella kaşıklıyor, önümüzden geçmeye cüret eden herşeyle kavga ediyor ve ikimizin de tam alnında çıkan birer sivilceye karşı kalpli ayıcıklı "yapışkan bantlar"la süsleniyoruz :)) Ama ne o regl oluyor, ne de ben regl olmaktan vazgeçebiliyorum.. Şu bayrağı teslim etsek bence ikimiz de - ve tüm sosyal çevremiz de - bir Ohhhh çekeceğiz.

Menopozla cebelleşirken, ergenliğin bir adım gerisinde duran çocukla cebelleşmek de ayrı dert! Sus diyorum kendime, susamıyorum, o zaten susmuyor hiç.. Vallahi bazı sabahlar kalkmamızla tartışmalar başlıyor, ta ki kızım yatana dek... Üstelik öyle incir çekirdeğini doldurmayacak konular ki! 

Zor zamanlar azizim.... zor. Sende nasıl bu durumlar ya da nasıl geçtin benzer zamanlardan?

Pexels Photo by Abhilash Mishra: link

Birkaç öneri (bende işe yarayanlar):

- Spor spor spor! Kesinlikle her sabah daha yataktan kalkmadan, yatak içinde esneme bel hareketleri yapıyorum ve her sabah "güneşi selamlama yogası" denen 5 hareketlik seti uyguluyorum.

- Hayıt otu hapları (monk's pepper) eczanelerde bulabilirsin, sadece menopoz değil regl öncesi dönemler için de bitkisel bir öneri

- EMMA yatak bazası resmen uykumu da belimi de düzene soktu, aşırı öneririm.

- Kan testi ve eksik vitaminlerin, minerallerin mutlaka dışarıdan alınması.

- Psikanaliz :))) Menopoz dışında herşeyi konuştuğum bir alan. 70 yaşındaki bir erkekle menopozu konuşamıyorum tahmin edersin ki :P Ama en azından diğer konuları içimden atabiliyorum...

14 Temmuz 2025 Pazartesi

Bekarlık Sultanlık - Vol. 2025


Bekarlık sultanlık diye aratınca, blogta toplam 4 tanecik yazı çıktı karşıma. İlki Haziran 2020 (3 gün), ikincisi Haziran 2022 (4 gün), üçüncüsü Kasım 2022 (6 gün) ve dördüncüsü Temmuz 2024 (2 gün). Yani 12 yıllık ebeveynliğimizde, eşimin ben olmadan çocuklarla geçirdiği gün sayısı: 15. Hadi buna 2'şer 3'er günlük Türkiye kaçamaklarımı da ekleyelim, toplasan en cömert hesapla, maksimum 30 gün eder. 365 x 12 = 4380 gün içinde 30 gün!

Eşimle ikimizin çocuksuz olarak başbaşa geçirdiğimiz gün sayısını yazıyorum, sıkı dur (4380 gün içinde): 5 gün!

Bu şartlar altında benim aklımı yitirmemiş olmam, eşimle hâlâ evli olmamız falan, hattâ kibarlığı bırakalım, bence çocukları doğramamış olmamız, doğradıktan sonra el ele neşe içinde dağlara doğru koşmamış olmamız, bir mucize değilse nedir sevgili blogcuğum?

Çocuklarımı seviyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama ben aslında hiç iki ayaklı anneliğine uygun biri değilmişim (ve de evliliğe şşşt) ama açıkcası hayatımda yaptığım en anlamlı şeyler de yine bu iki yavru sanırım. Arada delirtseler de, iyi ki varlar. Kesinlikle hayatıma "ses" (gürültü öhöm) ve "neşe" (histeri öhöm) getirdikleri bir gerçek. Ama bir "gereklilik, bir -meli -malı eki mi çocuk yapmak?" dersen, "hiç değiiiiil hiç değiiiiiil" diye haykırırım, 2 saniye bile düşünmem.. Asla değil. Hayatta çocuk dışında pek çok güzellikler, pek çok anlamlar var. 

Eğri oturup doğru konuşalım. Hayatın "Çocuk Büyütme Evresi" denen evre, çok sıkıntılı be blogcuğum..... Yemin ederim "40'ı çıksın rahatlayacaksın"la başlayan lakırdı, Almanların "küçük çocuk küçük dert, büyük çocuk büyük dert" atasözünü gerçek manasıyla "ön ergenlik"le tatmış olmamla son buldu; anladım ve kabullendim: bu iş öyle 18'le 25'le falan da bitmeyecek.... 

Lakin aklımızı yitirmeden annelik de mümkün olmalı, değil mi? Misal babalardan feyz alabiliriz. Bakın en yakınımızdaki şahane örnek! Birebir kopyalayın huylarını, rahat edin.. Misal benim bey acaba bu 4380 gün içinde kaç defa tek başına seyahatlere tatillere gitti, ben çocuklarla Türkiye'deyken kaç haftalar bekarlık sultanlık yaşadı? Hiç olmasa, benimkinin en az 8-10 katıdır.. Tamam her sefer bana "sen de git..." dedi Allah için. Beni kısıtlayan o değil. Ama olmuyor işte. Olamıyor.... Annelik kafası ayrı bir kafa. Kurtulamayız. Kabullenelim. Arada "reset" atıp devam edeceğiz...

İşte o resetler, benim bu "bekarlık sultanlık" günlerim... Sonuncusu bu haftasonu başıma geldi. Hepi topu iki güncük bir mola ama öyle iyi geldi ki... 

Eski yazılarıma baktım da, özellikle 2022 Haziran'dakiyle kıyaslayınca, pek "gerçek potansiyelime" erişememişim bu sefer, ama yine de güzel zamanlar geçirdim... Yalan yok, çok ama çok çok iyi geldi.... Müteşekkirim...

Bu sefer Vipassana yani sessizlik yogası yapamadım çünkü köpek ve tavşanlarla sürekli kadim bir sohbet içindeyim "kuzucuğuuuuum, canıııııığm, nazlı kızıııııığm, şişko oğluuuum" şeklinde bir başlıyorum... Çiçeklerle bile konuşan biriyim ben, hatta itiraf edeyim kendimle de çok konuşurum "evet C. hanım, iyi nane yediniz" falan, bir de böyle sizli bizliyimdir.... Eminim ben içimden konuştuğum bazı zamanlarda dışımdan da konuşuyorumdur :)))) Amaaaağn, boşver.... Delilik en güzeli. Ama bu nedenle Vipassana yapamadım bu sefer, çünkü etraf "can" doluydu.. 

Fakat yine de, en azından şunları yapabildim, hamdolsun: 

- İlk gece: Avokadolu salatamı ve şekersiz ve kafeinsiz kolamı tepsime alıp, koltukta film keyfi

- İkinci gün: tek başıma 5 saatlik bisiklet turu, tarlalara dalıp çiçek toplamak, piknik

- İkinci günün gecesi: cağnım B. ile ön bahçede "kız yemeği" ve şaraplı sohbet keyfi

- Son gün: Arka bahçedeki salıncakta 3 saat kesintisiz kitap okuma ve spontan öğle uykusu sonrası buzlu kahve keyfi!

Daha da devam ederdim ama dediğim gibi, 20 saatte ancak bunlar olabildi. Allahım daha da ver, daha da yapayım, vallahi çok iyi geldi..

O halde, Bekarlık Sultanlık Vol 2025'e Taksim 1 demek nasip olsun inşallah, darısı diğer taksimlere, amin amin :)))

Günün Quizi: Peki sen, sen kendinle başbaşa kalınca ne yapıyorsun, ne yiyorsun, ne içiyorsun, senin var mı severek uyguladığın bir "yalnızlık modu kalıbı"n?

4 Temmuz 2025 Cuma

45 Dakika Yazıları - Temmuz 2

L.'yi Jiujitsu'ya yolladım, dönmesine 45 dakika var. O zaman haydi, silmeden, düzeltmeden, bilinçakışı...

Analistim tatilde bu hafta. Yılın benim için en zor haftasıdır bu, 20 senedir iyileştiremediğim yaralarım var bu haftaya dair. Üstüne bir de çocuklarımla ilgili zorlanmalar... Yani tatile gidecek haftayı buldu analistim..

Demin eve gelirken yaşlı bir kadınla sinir harbi yaşadım. Sık olmuyor ama olunca tam savaş yeri... Kadına "sen çok fazla yaşamışsın, gereğinden çok çok fazla" diye bağırdım, ki sonuna dek hak etmişti ama yine de suçlu hissediyorum çünkü kaç zamandır mis gibi bakıp büyütüp semirttiğim "zen"imi kaybettim.... Alkolikler misali bilmem kaç gündür zen'im derken derken, al sana, sıfır noktasına geri döndük... Neyse, yarın yeniden başlarız; gün 1 diyerek..

Öfke patlaması yaşamam aslında normal, birkaç gündür çok stresliyim. Kendimi sürekli engelliyorum, sakin ol nefes al tamam geçti diye diye ama bir noktada patladım işte tutamadım. Biz akdenizliler diyeceğim ama genellemelerden de kurtulmaya çalışıyorum nicedir.... Şöyle diyeyim, kısaca: oooof of annelik çok zor ve ben galiba beceremiyorum bu işi yahu. Yani genel resme bakınca iyiyim de. Cımbızla çekip alınca bazı an'ları.... 

Misal kızım 12 yaşına girdi ve tam "arkadaş baskın" evreleri başladı malum. Bugüne dek gayet kendine güvenli bir küçük hanımken, birden aynen "Inside out" çizgifilmindeki gibi "güvensizlik" düğmesi devreye girdi. Daha doğrusu ben öyle sanıyorum bak anlatayım da sana da ders olsun bana olduğu gibi... Çocuğun 5 kızdan oluşan klasik kız grubu var. Bunlardan biri inanılmaz sinirime dokunuyor(du) çünkü aşırı dominant ve kızım tamamen onun istekleri çevresinde yaşıyor son iki aydır. A. bunu istedi, A. böyle yapalım dedi.. Kızım senin kendi aklın yok mu diye içimden söyleniyor, dışımdan da artık yavaştan belli ediyordum.. Ama yok, A. ne dediyse o! Kanun koyucu A.!

Hatta öyle bir noktaya geldi ki, M. bebeklikten bu yana pembeden nefret ederken, birden doğum günü temam pembe olacak, pembe kıyafetler almak istiyorum falan demeye başladı ve nedenini sorunca çünkü A. pembe olsun demiş, pembe seviyormuş! Delireceğim. Ay benim özgüvenli çocuğuma ne oldu? Aklımı kaçıracağım...... Hele "Anne sen pasta yapma, A. yapacak pastamı, kursa gitmiş çok güzel pasta yapacak annesi de yardım edecek" deyince.... Yahu ne oluyor, A. kim ya??? Birkaç defa patladım "eeeh bıktım sürekli A., yeter yahu" falan diye...

Sonra bu sabah.... İkimiz yalnızız evde, saçını örmemi istedi ve dedi ki "anne sana bir şey söyleyeceğim ama kimseye söyleme. A.nın annesiyle babası geçen hafta boşandı." 

Offffff. O an anladım. Çocuğum özgüven eksikliği çekmiyor, A.nın altında ezilmiyor, sadece arkadaşına destek olmaya çalışıyor aylardır... Bunu da kimseye anlatamıyor, A.yalnız ve üzgün diye sürekli ona gidiyor, onun istediği şeyleri yapmak, onu mutlu etmek istiyor... Bana da anlatamıyor çünkü söz vermiş A.'ya... Tabii ki A.'nın anne babası boşanırken çocuk büyük ihtimal geriplanda kaldı ve bir şekilde birine "üstünlük kurma"yı istedi bu nedenle, biri de onu dinlesin, onun dediğini yapsın, onu mutlu etsin istedi.... Kızımın yapmaya çalıştığı da bu..... Oooof of. Şimdi herşey birden yerine oturdu, A.nın aşırı makyaj merakı, yaşından büyük kıyafetlere merakı, sürekli kendini özellikle maddi konularda gösterme çabası.... "Babam evimize havuz yaptı" bile "babam evde, babam bize ilgi gösteriyor" demeye çalışması.... Pastayı bile belki annesiyle zaman geçirebilmek için yapıyor çocuk yahu! Of ben ne salağım, ne körüm....

Sabah bunu duyunca, birden A.ya karşı aylardır duyduğum öfke sis gibi dağıldı gitti, yerine hafif, şefkatli bir duygu geldi.. Amaaaağn dedim, bırak bir yaş günü de pembe olsun, M.nin değil, A.nın istediği şekilde olsun.......

Sevgi ve şefkat böyle bir şey demek ki.... M. bana bunu gösterdi bugün.. Kendimden utandım. M'den gurur duydum..... A.ya olan sinirim dağıldı gitti..... veeeee evet; her şey pespembe oldu :)

Hamiş. E peki yaşlı kadına ne diye patladın eve gelirken dersen..... E o da hak etmişti yahu. Arada da insanlar hak ederler yani...... Pişman değilim. Zen'im gitti ama, napalım, yarın yeniden: gün 1.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

45 Dakika Yazıları - Temmuz 1

Şimdi L.ı tenise bıraktım, hava da çok güzel, kortun karşısındaki parkta oturuyorum ve 45 dakika zamanım var. O zaman haydi; silmeden düzeltmeden bilinçakışı :)

Dün başıma çok acaip bir şey geldi.

Sabah Milie ile yürüyüşe çıktığımızda bir adamla karşılaştım. Tam sevdiğim adam türü: sakin, sessiz, kendi halinde. Dikkatimi çeken, köpekle olan ilişkisiydi. Köpek tasmasızdı ve adamın sadece elişaretleriyle her tür komuta (ödül maması olmadan) harfiyen uyuyordu. Öyle bir uyum ve bağlılık vardı ki aralarında, insan onları bir bütün olarak görüyordu.. Köpekler karşılaşınca, tabii koklaşıp selamlaştılar, biz insan evlatları, tabii koklaşmadan selamlaştık. Bir iki de laf ettik belki, iyi günler, ne sıcak falan babında, sonra hayata devam ettik, gün içinde de tabii ki adamı hiç varolmamışçasına unuttum gitti.

Akşam yeniden karşılaştık.

Şimdi burada bir durup, son zamanlarda okumaktan büyük keyif aldığım Ev (Nermin Yıldırım)'den bir alıntı: "Bir defa karşılaşan, artık hep karşılaşır." - Kitabın sonlarına doğru ekleme: ".. eğer iki taraf da bunu istediyse."

Böyle insanlar beni çekiyor. Sakinlikleri çekiyor. Adamla yeniden karşılaşınca, yüzüme bir gülümseme yayıldı ve o da "aaaah, tekrar merhaba" deyince, daha uzun duraklayıp, daha derin konuştuk. Psikoloji mezunu olduğunu öğrenince, aramızda komik bir sohbet geçti.

Ben: Aaa, hangi alandasınız?

Adam: Thu.. sokağında

Ben: Hahaha yok yani mesleki anlamda.

Adam: haaa :))) of utandım şimdi.. alanım sound healing (bir tür müzik terapisi)

Başka bir sürü konuşmalar, köpeklerle oynamalar, araya bir sürü dikkat dağıtıcılar ve beş dakika sonra: 

Adam: Peki siz hangi alandasınız?

Ben: Ra... sokağı.

Adam: Hahahaha hayır yani mesleki anlamda

Ben: Hahahahahah You got me! (Beni faka bastırdın) 

Böyle olunca bol gülmeli, bol keyifli bir sohbetin kapısı açıldı tabii. Mesleği aslında benim pek "inanmadığım" bir alanda; daha çok enerjiler, çakralar vs., ben kendim çok "büyüğüm" ya, küçük gördüğüm bir alan, bilimsel değil falan diye. Bilimselin ne olduğu da tartışılır ya.. 

Fakat biliyorum, Osmanlı'da müzik terapisi çok ciddi araştırılmış, uygulanmış ve çok iyi cevap alınmış bir alan, Türk Sanat Musikisi'nin belli makamlarının belli hastalıklara iyi geldiği öne sürülüyor, ben de biraz bundan bahsettim. Adam aslen İsviçreliymiş. Üzerinde doğu işi bol gömlek ve pantolon vardı, "ben bu kıyafetleri İstanbul'dan aldım" falan dedi yani sohbet uzadı da uzadı ve bana web sayfasının adresini de verdi, bak buraya ekleyeyim belki ilgini çeker.. 

Bu sound healing benim için fazla ezoterik ama neden olmasın, belki sana iyi gelir, bu da bir yol sonuçta, birçok insanın yürümekten keyif aldığı.... Ama işin doğrusu, ezoterik mezoterik, adamın varlığı bana iyi geldi.. Sesi, sakinliği, mütevazı duruşu, sadeliği, olumlu enerjisi, köpekle arasındaki uyum, kıyafetindeki Sufî etkiler, frekansı (?) nedir tam bilmiyorum ama adamın "geneli" beni de sakinleştirdi ve huzur verdi... Güzel bir karşılaşmaydı.. Umarım Nermin Hanım haklıdır ve artık "hep" karşılaşırız....